YAZAR OLMAK MI İSTİYORSUNUZ?

Featured Video Play Icon

Yazmak istiyorum, ama nasıl olacağımı bilmiyorum; yazıya nasıl, nereden başlarım, nerede bitiririm?

Editör olmak istiyorum, editörlük nedir nasıl yapılır?

 

Yapabilir miyim, ben de yazabilir miyim, yazar olabilir miyim?

Yüreğinde yazar olmak için ateş yananlar; bu sorularla gönlünüzü fethetmiş olabilir miyim acaba?…

Mürsel Çavuş, yazar ve geliştirici editör. Bu söyleşi size merak ettiğiniz dünyanın kapılarını aralayacak.

 

 

YAPRAK ÖZER: Herkes bir şey yazmak istiyor. Galiba çok bunaldık.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Evet. Herkes yazmak istiyor.

 

YAPRAK ÖZER: Konuşmacı ajansıyız, herkes konuşmak istiyor. İçerik Fabrikası hizmetimiz var, herkes yazmak istiyor. Ne oldu?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Bence hepimizin evinde bilgisayar var, herkes bir şeyler okuyor, yazıyor ve bir heves var. İşin bir o tarafı var. Aslında yenidünya insanları yazarak var olmaya zorluyor. Mesela işte Instagram’a bir post koymuyorsak, Linkedin’de yoksak, sosyal medyada yoksak, kendi mesleğimiz ile ilgili Medium’da bir makale yayınlamıyorsak Google bizi endekslemiyor. Bir de böyle bir tarafı var. Bir de herkes için bir heves, herkes yaşadıklarını, tecrübelerini aktarmak istiyor. Hem sosyal medyadan dolayı hem imkânlardan dolayı hepimiz yazar olduk.

 

YAPRAK ÖZER: Ama okumuyoruz.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Orada biraz sıkıntılıyız.

 

YAPRAK ÖZER: Sıkıntılıyız ama olsun, dışavurum şeklimiz yazmakla alakalı.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Tersten de başlanabilir. Ben bir film izledim; çocuklar kitap okumuyordu, öğretmenleri önce yazmayı önerdi. Kendi hikayelerini yazmaya başladılar sonra okumaya heves ettiler. Belki bu bize bir kapı açabilir.

 

YAPRAK ÖZER: Herkes yazar olabilir mi?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Koşullarını yerine getirdiği sürece yazabilir diyelim.

 

YAPRAK ÖZER: Yazar olabilmenin nasıl koşulları var?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Bilgisayarın karşısına oturup bir konu hakkında 100-150 sayfa bir şey yazdığında bunun bir kitap olduğunu düşünüyorlar. Yazılmış her materyal bir kitap değildir. Kitabın kendine göre bir metodolojisi ve bir dinamiği var. İletişim bir bilim dalı ve iletişimin de belli kuralları ve koşulları var. Aslında bu kadar imkân varken oturup yazmak nedir, yazmakla ilgili kendimi nasıl ilerletebilirim diye insanların öğrenmesi lazım. İnternet ortamında da bununla ilgili çok fazla dokümantasyon, makale var. Yaratıcı yazarlık kursları var. Çok fazla imkan var. Biz neden yazıyoruz? İnsanların duygularını, düşüncelerini davranışlarını değiştirmek ve bir hedefimiz olduğu için yazıyoruz. Bu hedefe ulaşabilmek için izlenmesi gereken bir metodoloji var. Bu metodolojiyi öğrenmediğiniz sürece aslında ürettiğiniz her şey çöpe dönüşüyor ya da etkisi kısıtlı oluyor. Öğrendiğinizde daha fazla insana ulaşabiliyorsunuz. Nasıl ki sosyal medyada bazı insanlar tweet atıyorlar, takipçi sayıları çok az kalıyor, bazı insanlar da bir anda 50-100-150 bin takipçi kazanıyorlar. O aradaki fark işte bir şeyi doğru yapmakla ilgili.

 

YAPRAK ÖZER: Yaratıcı yazarlık defteri hazırlamışsınız. Adeta ders çalışma metodu. Birçok soru var. Örnek olarak 3 adet seçeceğim: *100 yaşına kadar yaşadınız ve torununuzun torunu size neler yaşadığınızı soruyor, ona ne anlatırdınız? *Vahşi bir hayvan olsanız hangisi olmayı tercih ederdiniz; neden, neler yapardınız? *Ünlü bir politikacıyken emekli oldunuz ve anılarınızı yazıyorsunuz. Neler yaptığınızı halkınıza nasıl anlatacaksınız?…

MÜRSEL ÇAVUŞ: İletişime geçenler şunları soruyor; *Yazma alışkanlığım yok, bir türlü yazamıyorum, nasıl yazabilirim? *Çok yazmak istiyorum ama ne yazacağımı bilmiyorum, nasıl başlayabilirim… Bu iki soruya aynı anda yanıt verebilmek için böyle bir kitap çalışması yaptım.

 

YAPRAK ÖZER: Orijinal olmuş

MÜRSEL ÇAVUŞ: Evet. Buradaki hedefim şuydu, ben çocukken günlük tutmaya çalıştım ve gerçekten düzenli yazabilmek için çok uğraştım. Aslında yazıyorsunuz ama 5 -10 – 20 gün geçiyor… 20 günde bir yazıyorsanız onun sizin kişisel gelişiminize bir katkısı yok. Ne zaman her gün yazmaya başlıyorsunuz, her gün yazmak başka bir şeye dönüşüyor. Ben tezhip ile Kur’an süsleme sanatı ile uğraştım. Cuma günleri insanlar çalışmazlarmış, cumartesi günleri elleri durmuştur diye yaptıklarını satmazlar, Pazar günü satarlarmış. Böyle hikâyelerimiz vardı. El durması hikâyesi yazmakta da var ya da yabancı dil öğrendiğinizde de konuşmazsanız unutuyorsunuz. Bu bir tarafı. Bir tarafı insanı düşünmeye teşvik ediyor. Aslında bu soruları yanıtlayarak bir şeyler düşünmeye başlıyorsunuz, hiç bakmadığınız bir perspektiften bakmaya başlıyorsunuz. Mesela kendini bir hayvanın yerine koyma, onun gözü ile dış dünyayı görme, bir politikacı olarak hayatta neleri realize ederdim, ben olaylara nasıl yaklaşırdım, torun hikâyesinde hayatımı nasıl geçireceğim ve çocuklarıma nasıl anlatacağım, bu dönemde teknoloji – hayat nasıl değişecek, gelecek nasıl olacak, ben geleceğimi nasıl kurgulayacağım.

 

YAPRAK ÖZER: Kitapta kaç soru var?

MÜRSEL ÇAVUŞ: 90’a yakın soru var. Genelde bir davranış alışkanlığı kazanmak için 21 gün derler, Türklerde “40’ı çıkmak” vardır. Ben bizim için yeterli bir süre olmadığını düşünüyorum. Çünkü açıkçası ben hiçbir şeye bu kadar hızlı alışamıyorum.

 

YAPRAK ÖZER: Her gün 1 tane mi yazsınlar?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Her gün 1 tane yazarlarsa belki 30 günün sonunda… Birincisi 1000 kelime her gün yazın derler. Zannediyorum 1000 kelime sihirli. Her gün yazmak önemli, bir soruya farklı farklı yanıtlar vermek de önemli. Farklı şeyleri ne kadar çok çoğaltabiliyorsunuz.

 

YAPRAK ÖZER: Aslında hayal gücünü kullanacak.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Günün belli bir saatini ayırmak, rutine oturtmak önemli. Ondan sonra ilk blokajı kırmış oluyorsunuz. Yani düzenli yazma blokajını kırmış oluyorsunuz. Burada neredeyse bütün türlerle ilgili soru var. Ne sevdiklerini bulabilmelerini arzu ettim. Bazı insanlar söyleşide, diğer gezi yazısında, bir başkası anı yazmakta, denemede iyidir, vs. gibi. Keşfetmelerini istedim.

 

YAPRAK ÖZER: Matematiğini konuşmak istiyorum. Yazı yazmanın matematiğini neye göre oluşturuyoruz?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Orada ikiye ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Biri kurgu, biri kurgu dışı. İkisinin de dinamiği birbirinden farklı. Mesela kurguda bir kere mümkün olduğu kadar arka kapakta konuyu gizlemeye, gizem yaratmaya çalışıyoruz. Kurgu dışında mümkün olduğu kadar iyi anlatmaya, aktarmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla her ikisinin de birbirinden 180 derece farkı var. Kesiştiği noktalar kesişmediği noktalar da var. Kurgu dışında bizim bir hedefimiz-amacımız var. İnsanlara bir şey anlatmak istiyoruz. O anlatmak istediğimiz mesajı hangi mecrada, hangi formatta, hangi zamanda kimin anlatacağı çok önemli. Aristoteles’in “etos” dediği, bunu kim söylüyor kısmını çözmek. Bunların her biri çalışılması gereken argümanlar. Mümkün olduğu kadar sade, tutarlı, anlaşılır ama söylenen mesajın da doğru kişi tarafından söylenmesini gözeterek çalışmak gerekiyor. Yani arka planda yazmak böyle soğan gibi ya da lahana gibi açılımları olan bir şey. Zannediliyor ki oturup bir kez bir şey yazdıklarında, birkaç kelimeyi değiştirdiklerinde bir metni bitirebilirler. Metin öyle yazılmıyor. Oturuyorsunuz bir kötü draft çıkıyor, onun üzerine notlar alıyorsunuz, eklemeler yapıyorsunuz yani direkt yazılan değil birleştirilen bir şey metin.

 

YAPRAK ÖZER: Ben hiçbir zaman tek seferde yazmam. Aslında çok kerede yazarım ve yazıdan uzaklaşmayı tercih ederim. Gözümü, beynimi dinlendirip yeniden okur ve çok değiştiririm. Herkese göre farklı ezberinin olmaması lazım. Belki kişiyi kişi yapan, yazıyı yazı yapan o.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Kurgu dışı tarafı biraz daha böyle çalışıyor. Kurgu tarafının dinamiklerinde de bu dönemde de aslında geçmişteki yazarlar neler yaptılar, nasıl bir sistematik geliştirildi, bununla ilgili bir yapı ortaya çıkıyor. Bunun da belli doğruları var. Eğer yurt dışında bu konu ile ilgili bir eğitime giderseniz bütün teknikleri öğretiyorlar. Karakter, çatışma, olay örgüsü nasıl yaratılır, zaman nasıl kullanılır, vs. gibi. Çalışılıp öğrenilmesi gereken şeyler.

 

YAPRAK ÖZER: Yurt dışına gidince öğreniyorsunuz derken Türkiye’de öğrenebileceğimiz bir yer yok mu?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Türkiye’de de var. Çok fazla eğitim veriliyor ama ben gazetecilik mezunuyum, örneğin biz okulda editörlük eğitimi almadık. Lisans ve yüksek lisans düzeyinde Türkiye’de hala böyle bir meslek maalesef yok. Ama yurt dışında yayıncılık bölümleri var. Türkiye’de matbaa, tasarım ve yayıncılık gibi işin teknik boyutunu anlatan ya da masa üstü yayıncılık gibi gazetecilik tarzı, iletişim bilimleri diye ayrı bir branş var. Bir müfredat çıkarttım, 60 saat ders anlattım ve yine de editörlüğü anlatmaya yetmedi. Lisans ve yüksek lisans düzeyinde bir eğitim oluşturulabilir. Editörlüğün geleceğin mesleklerinden biri olduğuna çok inanıyorum. Çünkü seçmeye yani bu bilgi kirliliğinde rafine bilgiye ulaşmaya hepimizin çok ihtiyacı var.

 

YAPRAK ÖZER: Editörlüğü yalnızca tekst olarak düşünmemek lazım. Yıllar önce Elif Şafak’la röportaj yaparken sayfalar dolusu malzemeyi hiç acımadan attığını anlatmıştı. Karakterlere çok büründüğünü, onlarla birlikte yaşadığını, gecesinin gündüzüne karışabildiğini gerekiyorsa bir 100 sayfayı belki daha fazlasını tamamıyla gözden çıkartabileceğini söylemişti.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Aynen. Onu çıkartırken içiniz acıyor ama çıkartmak zorunda kalıyorsunuz.  Editörlükte bir cümlenin diğer cümleye geçişini yaparken sebep sonuç ilişkisi, tutarlılığı, kronolojik akışı, konuyu açıklıyor mu, açıklamıyor mu, her bir cümleye bir milyon tane soru soruyoruz. O bir cümlenin yanıtı eğer, hedefimize uyuyor mu, yazarın kaderini nasıl etkileyecek, içerisinde ırkçı bir şey var mı gibi çok fazla sorunun cevabını vermiyorsa ve o metin içerisinde yeri yoksa bazen çok parlak cümle yazmış oluyorsunuz, çok güzel bir şey diyorsunuz ama işte o yazı içerisine yeri yok.

 

YAPRAK ÖZER: Bir de okur tarafı var. Yalnızca bir yazar olmak yetmiyor. O yazarı da birilerinin okuması gerekiyor, değil mi?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Aynen. Hele de bu dönemde okutmak öyle zor ki, konsantrasyonu sağlamak.

 

YAPRAK ÖZER: Bravo. Ama burada bir sürü tartışma gidiyor. Uzun cümleler, birbiri peşi sıra gelen kelimeler, paragraf şeklinde… ya da basit, net, yalın anlatmak. Hangisi daha kıymetli?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Şimdi orada editöryal açıdan bir fark var. Ben okur odaklı bir editörüm ve dolayısıyla okur metinde ne kadar rahat ediyorsa; okur anlayacak mı, gereğinden fazla mı yoksa eksik bilgi mi alacak, bir editör olarak düşünüp metne koyuyorum. Eksik ya da fazla olmaması için ve okur rahat etsin diye ne gerekirse yapıyorum. Ama kaynak odaklı editörler var. Onlar yazarı koruyan, kollayandır. Şimdi edebi akımlar var. Mesela o edebi akımlar içerisinde atıyorum işte Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabında 200 sayfa hiç nokta, virgül yok. Orada başka bir şey deneniyor. Okura anlatılmak istenen bir şey var. Okurun sabrı sınanıyor. O mücadeleye girmek isteyen insanın bilinçli tercih edeceği metinler… James Joyce gibi okunması zor olan şeyler. O yüzden ikiye ayırmak lazım. Bir, kendini zorlayıp sınırlarını genişletip daha fazla şeyi bilmek, görmek, anlamak isteyenler bir okur kitlesini oluşturuyor. Bir de gündelik hayatta okumamızla ilgili bir süreç var. Yani hızlıca okumak, anlamak, sindirmek, yapmak, uygulamak istediğimiz alan var. Kendi kafamda bu ikisini çok ayırıyorum. Edebiyat tarafına hiç dokunmuyorum ki edebiyatı çok severim. Ama o benim yapı olarak uzmanlığım değil, yatkın değilim. Ben okur odaklı bir editörüm.

 

YAPRAK ÖZER: İkisini de sevmek, sevebilmeyi denemeyi öneriyorum. Ama yalın yazıp bilgi vermiyor gibi bir şeyi kabul etmekte güçlük çekiyorum. Çok edebi ama yalın yazmak mümkün.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Burada devreye bir tercih giriyor. Yazarın kendi kişisel tercihi.

 

YAPRAK ÖZER: O ayrı. Onu zaten tartışmamız mümkün değil. O zaten bir tercih. Onun da okurla olan ilişkisinde…

MÜRSEL ÇAVUŞ: Biz diyoruz ki eğer yeterince yalın yazılmadıysa yazar ya anlatmak istediğini anlatamamıştır ya da mevzuyu kendisi anlamamıştır. Mesela bir kitabı okuduğunuzda okur olarak kafanızda burada ne demek istedi bu adam diye bir kuşku varsa orada bir hata vardır. Aklınıza başka sorular gelebilir. O kitap size bir açılım yapabilir. Okur okumasıyla editör okuması da birbirinden çok farklı. Bazen okur olarak okuduğunuzda görmüyorsunuz, dönüp editör gözüyle bir daha okuduğumda çoğu zaman burada şunu yapsa doğruymuş, yanlış yapmış diyorum.

 

YAPRAK ÖZER: Ne kadar sıklıkla editör olarak kitap üretimi yapabiliyorsunuz?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Ben geliştirici editörlük yapıyorum. Normalde yayınevlerine daha bitmiş kitaplar gidiyor. Bitmiş kitap gittiği için orada bir hafta içerisinde, yani içerikle editörlüğün ilgilendiği süre. Bir hafta, orada sadece neredeyse imla düzeltmesi, ara başlıkların çıkarılması, bölümlemenin yapılması ve son okuma gibi bir çalışma yapılıyor. Benim yaptığım anlamda bir editörlük yapılmıyor. Benim yaptığım projelerin bazıları iki buçuk yıl sürdü. En kısa süren projemde herhalde bir yıl falan sürmüştür.

 

YAPRAK ÖZER: Geliştirici editör ne yapar? Yazara bunu bir daha böyle yazmak lazım diye yönlendirme mi yapar?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Geliştirici editörlüğü şöyle tanımlıyorum, bazı insanların belagati çok yüksek, çok güzel konuşuyor ama yazmaya geldiği zaman yazamıyor. Bazı insanlar yazıyor ama kafası çok dağınık, toplayamıyor. Bazısının aklında çok şey oluyor, 5-6 kitaplık konuyu tek bir kitapta özetlemeye çalışıyor, kitap metodolojisine vakıf değil. Bazısı sektörü bilmiyor. Yani pek çok alanda insanların farklı şeylere ihtiyacı oluyor. Ben hem yayınevinde çalıştım hem basım tarafında çalıştım. Bu konu ile ilgili de ciddi bir network’üm var. Kimin neye ihtiyacı varsa ona yanıt veren bir sistemle çalışıyorum. Mesela diyelim ki belagati yüksek ama yazamıyor. Anlatıyor ben onu yazılı hale çeviriyorum. Metinleri hazırlamış ama bir türlü toparlayamıyor. Ben onu kitap metodolojisi ile toparlayıp veriyorum. Bazen de gerçekten hayalet yazarlık gibi genelde o know-how’ı yazardan almak kaydıyla tamamen kendi sözcüklerimle, cümlelerimle yazıp veriyorum.

 

YAPRAK ÖZER: Aynı anda birden fazla kitapla ilgilenmek mümkün mü?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Tabii, mümkün. Genelde aynı anda 3-4 kitapla ilgilenebiliyorum. Ama birbirlerini geciktiriyorlar demek istemiyorum. Şöyle oluyor, bir yazarla çalışıyorsunuz. Mesela size bir hafta randevu veremiyor, görüşemiyorsunuz. O arada başka bir iş yapıyorsunuz. Onu iyi dengelemek lazım. Karşılıklı doğru ve iyi bir programla çalışmak lazım. Yoksa bazen beklemek zorunda kalıyorsunuz. O da iş tekniği açısından çok sağlıklı yürümüyor.

 

YAPRAK ÖZER: Editörün yazarın önüne geçtiği anlar olabiliyor mu?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Ona önüne geçtiği demeyelim. Aslında aynı amaç için çalışan iki insan eğer bir uyum yakalıyorlarsa çok daha nitelikli ve kaliteli bir ürün ortaya çıkıyor. Ama işin içerisine egolar giriyorsa orada ciddi sıkıntılar olmaya başlıyor. Bu defa okura hizmet etmemiş oluyoruz ya da kitaba hizmet etmemiş oluyoruz. Başka şeyler söz konusu oluyor. O zaman da düzgün iş çıkmıyor. Ben çok iş odaklıyım, kitap odaklıyım. Yani yazardan veya insandan ziyade daha çok işin sağlığına çok önem veriyorum. Benim patronum her zaman çalıştığım dergi ya da yaptığım kitap oluyor. O kişi değil. Yaptığım işe öyle bakıyorum.

 

YAPRAK ÖZER: Zaman zaman sorun olabiliyordur diye düşünüyorum.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Tabii, olmaz mı? Şimdiye kadar sorun çıktıysa o sorun yaptığım işle ilgili çıkmadı. Başka etkiler üzerine işin etkilenmesiyle ilgili problemler çıktı. Bir karakter uyuşmazlığı vs. gibi şeyler üzerine ya da dediğim gibi yaptığımız işle alakasız, üçüncü durum oluştuğu için çıktı.

 

YAPRAK ÖZER: Kitap yazıp editörlük yaparken kitap okuma hızınız nedir?

MÜRSEL ÇAVUŞ: Şöyle, bir güzelliği oldu, ben çok fazla kitap dinliyorum. Bir taraftan dinliyorum, beğendiklerimi alıyorum. Bir de şimdi Youtube kanalım var. Oradan da yazarları davet ediyorum. O da beni ekstra motive etti. O yüzden de kendimi çok fazla okumak için zorluyorum. Çok keyif alıyorum ki zaten yapma amacım o, daha fazla okuyor olmak. Bir de çok fazla internet sitesi kampanya yapmaya başladı. Ben bu ay, çevreme de söylüyorum, 100-150 adet kitap aldım. Hep alıyorum ve sürekli okuyorum. Gerçekten okuma oranım yüksek diyebilirim.

 

YAPRAK ÖZER: Çok yüksekmiş.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Aynı anda 3-4 kitabı okuyabiliyorum. Ama son zamanlarda proje almadım. Bu Youtube kanalının oturması, kendi projelerimden dolayı şu aralar editörlük anlamında bir şey yapmıyorum.

 

YAPRAK ÖZER: Çok güzel. Ben çok sevdim açıkçası kendi mesleğim içerisinde güzel yazı yazılıyor olması ve bu alandaki insanların sayısının artması gerçekten önemli. Tabii sözüm işin editöryal tarafı için. Yazarlar, o ayrı. Çok sübjektif bir alan. Orada bir şey söylemeye hiç gerek yok. Ama yazı yazıyor olanların, bir yandan bu işin gelişmesini görmek, içimi çektim çünkü de, da ayıramayan noktayı, virgülü, noktalı virgülü, dil bilgisine hâkim olmayan çok ama çok fazla kişiyle karşılaşıyorum. Bu da beni çok üzüyor.

 

MÜRSEL ÇAVUŞ: Ben orasında da değilim. Onlar son olarak zaten düzeltiliyor. Ama ben Türkiye’nin yani kitap sektörüne baktığımızda içeriklerin %50’sinden daha fazlası tercüme. Birincisi yayınevlerinin yerli yazarları desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Ama “no name” birini alıp onu bir yazar markası haline getirmek bir yatırım istiyor. Bu yatırımı yapmıyorlar. Mesela HarperCollins’in genel müdürü bir açıklama yapmış, bir yazarın dünya çapında tanıtımı için 700 bin-800 bin Euro ya da yanlış olmasın 200 bin Euro falan harcıyorlarmış. Yani bir kitabın çıkıp 3000 adet basılması çok acı bir şey. Bu kitabın niteliğini de etkiliyor. İnsanlar gelip 3 haftada kitap yazdım diyorlar. 3 haftada yazılmış bir kitabın insanlara çok fazla katkı sunabileceğini ben açıkçası düşünmüyorum. Niteliğin artması lazım, yerel üretimin artması lazım, Türkiye’de bizim kavram üretiyor olmamız lazım, Türkiye’de üretilen içeriklerin yurt dışına çevrilmesi, dağıtılması lazım diye düşünüyorum. Bu konu ile ilgili Nermin Mollaoğlu, Kalem Ajans epey çaba sarf ediyor. Ama onun haricinde bir başka Nerminimiz yok. Bence gerçekten Türkiye’deki duayenlerin, iş adamlarının kendi bilgilerini, tecrübelerini, o oluşturdukları beşeri sermayeyi sadece çevrelerindeki 3-5 kişiye değil aslında herkese duyurması, anlatması, aktarması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda da uzmanlaşmış herkesin bir şekilde bir bilgi birikimi var, buldukları bir yöntem varsa, bir başarıları varsa onu aktarmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yurt dışında baktığım zaman gerçekten herkes kitap yazıyor. Herkesin bir alıcı kitlesi var. Yani bir çiçek yetiştiriyorsa, lale yetiştiriyorsa lale yetiştiriciliği ile ilgili oturup, çalışıp ama gerçekten arka planında çalışıp yani hem lale yetiştiriciliği üzerine bir derinleşme hem de yazmak nedir, nasıl yazılır, nasıl aktarılır, bu işi nasıl anlatırım, fotoğrafıyla, formatıyla, her şeyiyle çalışıp, böyle iki uzmanlığı birleştirip bir şey yaratıyorlar. Sizin konuşmacı ajansınız var. Mesela konuşmacı ajansı birini bir yere götürüyorsunuz. Bir kitabı varsa, onu dinleyen insan o kitabı da almak istiyor. Kitabını okuyan insan o kişiyi, dinlemek istiyor ya da eğitiminden faydalanmak istiyor. Mesela böyle bir korelasyon var. Nasıl diyeyim, bir güç birliği var. Yurt dışına ben bakıyorum Tony Robbins gibi bir adam eğitimini veriyor, kitabını yazıyor, videosunu çekiyor, Netflix’te belgeselini yapıyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. Yani bir bireyin marka olması ile ilgili pazarlama yapılırken hangi materyalden yararlanabiliyorsa ondan yararlanabiliyor.

 

YAPRAK ÖZER: Bir şeyi göz ardı etmeyelim. Türkiye’deki en önemli eksiklik gerçekten okumuyoruz. Okumayanın yazmasının ben mümkün olmadığı kanaatindeyim.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Doğru.

 

YAPRAK ÖZER: Yazmak aklıma geldi değil, araştırmak ve bu ciddi bir ev ödevi. 

MÜRSEL ÇAVUŞ: Evet. Yazmada kariyer hedefi koymak çok önemli. Son olarak onu söyleyeyim. O kitap ömür boyu sizinle birlikte olacak. Mesela şöyle bir kötü tecrübem var; yurt dışı lise eğitimi ile ilgili bir şirket bana kitap sipariş etti. Mümin Sekman aracı oldu. Kitabı yaptık, teslim ettim, o alandan çekildiler okul kurmaya başladılar ve bir anda perspektifleri değişti. Yani yaptığımız çalışma atıl duruma geldi. Ama çok emek harcamıştık. Şimdi bir insan kendi kariyer hedefini koyarken tek bir kitap değil hatta 4-5 farklı kitap tasarlayıp ileriki aşamalarda, kariyer çizgisinde nereye ulaşmak istiyor ona göre bir sıralama yapıp tek kitapla da olmuyor, en az 3 kitap çıkartması lazım ki o konuda otorite olsun, olduğunu ispat etsin. Orada uzun vadeli hedef koymak çok önemli. Bu bizde çok eksik olan bir şey. Uzun vadeli hedef koyup ona göre ilerlediğinde ciddi bir başarı sağlıyor. Çünkü kitap çok kaldıraç.

 

YAPRAK ÖZER: Kitap yazmak böyle bir döngünün içerisinde yer almıyor.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Evet. Bir de orijinal içerik hikâyesi var. Yani hakikaten orijinal olmasında fayda var. Başkasından alıp, ben de şunu alayım, bu kavramı alayım kendime göre anlatayım, satayım olgusunda çok da başarı gelmiyor.

 

 

YAPRAK ÖZER: Yaratıcı yazarlık defteri güzel bir metodoloji. Herkesin bir yerden başlamasında fayda var. Yazmak hayal etmek, yazmak iyi konuşmak, yazmak iyi ifade etmektir.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Sizin de yazdığınız kitaplarınız var.

 

YAPRAK ÖZER: Epey zaman önce yazdığım.

MÜRSEL ÇAVUŞ: Ama kütüphanemde duruyorlar. Aldığımda okumuştum. Çok keyif almıştım. Kendi alanında gayet sade.

Söyleşiyi youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Paylaş