Yalnızca Sen ve Ben

Bir kağıt ve bir de kalemin vardır herhalde. Yoksa lütfen bir tane edinir misin? Evet, evet şimdi. Hem okumak hem yazmak mı? Lütfen inat etme. Çiklet çiğnerken yürüyebilirsin herhalde. Hadi ama çok nazlandın! Alt tarafı bir A-4 kağıt, bir de kalem. Tamam tamam defter sayfası da olur.

Haydi başlıyoruz, hazır mısın?
İstersen bir de kahve al yanına.
Bilgisayarın, kağıt ve kalemin, kahven ya da çayın ve bir de sen.
Şu an başka bir şeye hiç mi hiç ihtiyacın yok. Birkaç dakikalığına bile olsa yalnız olman güzel.
Ben tamamım. Ya sen?
Öyleyse başlıyoruz;
1. Senin farkın ne?

Şu anda iş yerinde misin? Hala çalışıyorsan, kafanı lütfen hafifçe kaldır, etrafına bir bak. Öyle bariz bir şekilde yapmana gerek yok.

Senin kapalı bir odan var ve kimseyi göremiyor musun? İstersen şöyle bir oda dışına çıkıp etrafında kimler olduğunu anımsa. Ya da kapa gözlerini ve mesai arkadaşlarını geçir gözünün önünden. Sektörde aynı işi yapan diğerlerini düşün bir de. Bir sürü insan olmuştur her halde.

İşsiz misin yoksa? Olabilir. O kadar çok işsiz var ki. Seninle birlikte aynı işi yapanları düşün ve şu anda işsiz olanları. Bir de seninle aynı işi yapan ve hala işi olanları.

Şimdi yanıt ver lütfen, senin farkın ne? O zahmet edip, gözünün önünden geçirdiğin adamlardan farkın ne?
“”Ben üst düzey yöneticiyim”” mi diyorsun… Ne olmuş yani. Üst düzey yönetici olunca böyle sorulara yanıt verilmiyor mu? Bak, biz şu anda seninle yalnızız. Utanacak bir şey yok ki. Sen de yapabilirsin. Senin yaptığın işi yapan mı yok. Hadi canım, kandırma kendini Allah aşkına. İstemiyorsan gelme benimle. Seni zorlayamam. Çünkü küçük bir SEN turu yapacağız. Hadi uzun etme, bak diğerleri bekliyor. Hadi katıl bize.

2. En son ne yaptın?
Evet, son bir ay içinde ne yaptın? “”Ben bunu yaptım”” diyebileceğin ne var? Son bir ay, son bir hafta, ya da bugün?

Peki, senin için süreyi uzatalım. Son bir yıl içinde ne yaptın?
Herkesin, senin gerçekleştirdiğini bildiği bir şey söylemini istiyorum. Ortaya çıkan bir şey. Bir ürün, bir hizmet, bir proje, bir karar, bir olay, bir… Şöyle göğsünü şişirip kafanı dik tutup rahatlıkla söyleyebileceğin bir şey.

3. Müşterinin gözünde kimsin sen?
Müşterin mi yok. Olur mu öyle şey hiç. Sen müşterinin kim olduğunu bilmiyorsundur. Öğretmensin Allah bilir. Öğrenciler ne oluyor? Bankacı mısın yoksa hala? Gazeteci misin? Okurların müşterin değil mi?

Mühendis misin? Bilgisayar, makine, inşaat ve diğerleri… İşçiler, yaptığın evde yaşayacak olanlar, senin ürettiğin ürünü kullanacaklar, rakiplerin müşterilerin.
Polis misin yoksa? Vatandaş müşteri olmuyor mu? Asker misin? Güvenliğimi korumakla yükümlü olduğun “”ben””, senin müşterinim. Politikacıysan eğer; idare etmeye talip olduğun ben, seni seçen ben, senin müşterin değil miyim?

Bakkal mısın yoksa ben senin müşterinim. Araba tamircisi, galeri sahibi, çiftçi, doktor…
Sorumu yeniden sormak istiyorum. Müşterilerinin (onlar her kimse sen karar vereceksin) gözünde sence en önemli ya da en kuvvetli özelliğin ne? Ne derler senin için. Diyelim ismin geçti bir yerde, ne şekilde anarlardı seni?

4. Bak bu soru tam senlik; Sence en fazla öne çıkan kişisel özelliğin ne? Bunu senden başka kim bilebilir, bilse de kim yanıt verebilir.

BİRAZ MOLA

Nasıl her şey yolunda mı?
Sen şu anda falanca ilaç firmasındaki pazarlama müdürü Ayşe değilsin.
Sen şu anda, filanca bankanın kredilerden sorumlu müdür yardımcısı Ahmet değilsin.
Sen şu anda, “”x”” inşaat firmasındaki yüksek mühendis Mehmet değilsin.
Sen şu anda, dün mevkii olan, bugün işsiz kalan Fatma, Murat, Gökhan, Serpil değilsin.
Sen şu anda “”y”” firmasındaki danışman Nuri değilsin.
Sen şu anda Sensin.

Sen şu anda Sen’in müdürüsün. Sen şu anda, Sen’in çalışanısın, sen Sen’in ürün müdürüsün. Pazarlama ve satışından sorumlusun. Sen şu anda Sen’in marka müdürüsün. Sence, Sen’in farkı ne? Sen hizmetinin farkı ne? Sen ürününü diğerlerinden ayıran ne?

Üşenme yaz!
Sakın burun kıvırma. Bir daha da oflama. Yaz!
Utanma oku.
Sıkılma bir daha oku, sonra bir daha… Bir kez daha!
Okudun mu? Sence, müşterilerinden biri bu yazdığını okusaydı, gözlerinin içi parlar mıydı? Senden farkını yazdığın ürünü ya da hizmeti almak ister miydi? Sence yazdığın şeyler müşterindeki güven duygusunu körükler miydi, sence müşterin tatmin olur muydu okuduklarından?

SEN OLSAN NE YAPARDIN

Peki ya sen, memnun musun yazdığın şeyin içeriğinden? Gözlerin parladı mı? Farkını anladın mı, seni alıp götürdü mü? Sen olsan, Sen’i alır mısın; sen olsan Sen’inle bir öğle yemeğine çıkıp biraz daha fazla duymak ister misin? Sen olsan sana randevu verir misin?

Sen olsan sana reklam kampanyası hazırlar mısın? Sen olsan Sen’in marka müdürü pozisyonu için cv’ni yollar mısın?

Biliyorum hala bilgisayarın başındasın. Kafanı biraz kaldırdığında gördüğün Ayşe mi, Fuat mı? Yoksa orada oturan Orhan mı? İş yerindeki en büyük rakibin Aydın mı yoksa Feride mi?
Sen de, Arzu da, Gönül ve Hakan da işsizsiniz. Emre, Hale, Türkan, Sevim, Atalay, Fikret de.

Senin O markalardan farkın ne? Ölçebilir misin? Mümkün değil mi? Hadi canım sende kim demiş değil diye? Bak sana bir sır vereyim, “”bu ölçülmez”” diyenle arkadaşlık etme, “”bu ölçülmez”” diyen müdürle çalışma; “”bu ölçmeye değmez”” diyen patrona başvurma.

Her ürün ve hizmetin sunduğu bir özellik, her özelliğin bir faydası vardır.
Her ürün ve hizmeti satın almak için de bir gerekçe olmalıdır.

Beni şimdi can evimden vurmak için, ekonomiyi canlandırmak için yapılan sözde indirimden ve alım gerekçesinden söz edeceksin. Hafta sonu Türkiyem için seve seve paramı harcarım diyenlere bakma. O başka bir şey. O gerekçeli çılgınlık. Dolarını ve markını bozdurmuş soluğu mağazalarda almış. Gazeteler böyle diyor. Yani son yılların en güzel fıkrası.

Laf aramızda sana bir şey anlatmak istiyorum. İndirimin ilki biliyorsun bir hafta önce Nişantaşı’nda yapıldı. Konuyu dağıttığımın farkındayım, ama sana anlatmalıyım, yoksa çatlarım. İsmi lazım değil markalardan birinin dükkanına girdim. Baktım ortada bir şey yok. Ama girmişken sorayım dedim: “”Siz de kampanyada mısınız?”” “”Evet”” dedi kadın gülerek. Biz de “”Türkiye için seve seve…”” İndirimli fiyatları göremediğimi söyledim. Etiketlerin üzerindeki dolar fiyatları geçerliymiş hala. “”Biz”” dedi kadın, “”üç tane alana dördüncüyü bedava veriyoruz. Yüzde 40′a geliyor.”” Öptüm onu yanaklarından. Dahice dedim içimden. Acaba bugün dolar indi mi çıktı mı? Bir de kur farkından kaptım mı indirimi benden iyisi yok diye düşünerek çıktım dükkandan. Ben, “”Türkiye için seve seve”” ama sizin için değil dedim kapıyı kapatırken. O duymadı tabii…

BİZ İŞİMİZE BAKALIM

Sen’in ürün ya da hizmetinin bana faydası ne?
Seni neden işe alayım, seni neden işte tutayım?

(Sen, gerekçesiz işe alan, gerekçesiz de işten atanlara bakma. aldırma. Onlar hala yaşıyor gibi durabilirler. Ama onları yok edeceğiz. Sen, ben, yukarıdaki
arkadaşlar, yani hepimiz. Onların nesli tükenecek. Sen inanmıyorsun biliyorum söylediklerime. Ben inanıyorum. Beni çok saf buluyorsun. Hangimizin bu bahsi
kazanacağına günün sonunda bakalım mı?)

Bak yine beni lafa tuttun. Soruyu sordum mu sormadım mı?

Yok yok… konsantrasyonumuz gitti birden değil mi. Hadi sen de al şu kahvenden bir yudum, ben de bir derin nefes alıp yeniden soruyorum;

SENİN BANA FAYDAN NE?

Soru bir; işini zamanında bitirir misin?

İki; işini her zaman ve her yerde ve her projede, yani her gün zamanında bitirir misin?

Üç; şirket içindekiler ve şirket dışındakiler; aile içindekiler ya da aile dışındakiler; rakiplerin ve meslektaşların seni güvenilir bulurlar mı? Sana sırtımı dayayabilir miyim?

Dört; Problemi önceden mi görürsün, yoksa “”çıksın da bir bakalım”” mı dersin. Sen, daha problem, problem olmadan ensesinden yakalayıp ezer misin? Yoksa, “”dert etmeyin arkadaşlar, ben problemlerin üstesinden gelmesini bilirim”” diye mi dolaşırsın.

(Bak ne diyeceğim, sen çok iyi problem çözebilirsin belki, belki özgüvenini, sağduyunu ve soğuk kanlılığını hiç kaybetmeden problemlerin üstesinden gelebiliyorsundur. Ama biliyor musun, bu durum, dün’de kaldı. Bugün ise, problem çıkmadan onu öngörmekten, teşhis ve tedavi etmekten söz ediliyor. Çünkü neden biliyor musun? Çünkü sen ne kadar iyi olursan ol, problem çıktıktan sonra yangını söndürmek için harcadığın zamanı benden çalıyorsun. Onunla uğraşmanı istemiyorum ki ben…)

Soru beş; Sen’i kullanmaya karar verirsem eğer, maliyetlerim düşer mi dersin. Yani para kazandıracak mısın bana? Nasıl?

Altı; ben Sen’le çalışırsam eğer, başımı ağrıtan dertlerden kurtulacak mıyım? (Canım en azından bir bölümünden kurtulmak isterim yani…)

Yedi; Sana verilen bütçe içinde kalabiliyor musun? Yoksa bütçeyi delip delip dışarı çıkmanın yollarını mı arıyorsun?
Bütçen kadar konuşuyor ama bütçenden daha fazla iş çıkarıyor musun?

Sekiz; ben buna katma değer diyorum. Sen ne diyorsun?

Dokuz; bana faydanı bir kez daha toparlar mısın?

On; Ben, Sen’i işe alıyorum!

SEN’İ MARKA YAPTIK

Biz ne yaptık şimdi seninle biliyor musun? Sen’i marka yaptık. Sen marka olmayı bir türlü oturtamamıştın değil mi kafanda?

Sen, marka olmak deyince, hafta sonları yayınlanan ve sayfaları çevirirken bile tahammülü zor olan, insanda, çok fazla kaymaklı ekmek kadayıfı yemiş de hazımsızlık çekiyormuş hissi yaratan magazin sayfalarında gözükmeyi anlıyordun…

Sen, orada burada şişinip dolaşan, ama ne senin ne de benim, ne yaptığını anlayamadığımız adam ve kadınların marka olduğunu düşünüyordun değil mi?

Ben burada Sen’den konuşurken, Sen’i marka yapmaktan söz ederken, Sen marka ol derken; postacıdan, pastacıdan, muhtardan, zabıtadan, genel müdürden, kapıdaki bekçiden, telefondaki memureden, oteldeki resepsiyonistten, MBA’li orta kademe yöneticiden, mahallenin kedilerini beslediği için deli gözüyle bakılan yaşlı kadından, seçtiğim başbakandan, beni temsil eden milletvekilinden, beni koruyup kolladığını düşündüğüm polisten, bana hizmet getirmesini beklediğim belediye başkanından, patronun oğlundan, falanca şirketin genel müdüründen söz ediyordum oysa…

Ben fıkır fıkır ve şıkır şıkır dolaşanlardan söz etmedim. Ben çisdam çisdam diye gezinenlerden de söz etmedim.

Doğru ben herkesin marka olabileceğini iddia ediyorum.
Ama!…

Bana, sana, ona buna faydası olmayanlardan; diğerlerinden farkı bulunmayanlardan; “”armut piş ağzıma düş”” diyenlerden değil.

Bugün işsiz olsa bile umudunu yitirmeden arayışını sürdürüp kendisini yenileyenlerden söz ediyorum.
Peki, biraz olsun değişti mi fikirlerin?

O A-4 kağıt var ya, hani ortaya çıkartmamak için bin dereden su getirdiğin, oflayıp puflayıp yazdığın kağıt… Sen onu lütfen sakla. Arada bir çıkartıp oku.

Senin bana faydan ne? Diye bir soru sormuştum ya… Onu döne döne oku.
Bir de şöyle bak bu soruya, “”Sen’in sana faydası ne? “”

Bugünden sonra Sen bir markasın unutma.
Maksim’de sahneye çıkman gerekmiyor. Sen iş yerinde, sokakta sahnedesin. Güzel şarkı söylemen gerekmiyor, sen verdiğin hizmet ya da yaptığın ürünle markasın. Sen belki de bugün geçici olarak hiçbir şey yapmıyorsun. Ama eminim geçmişi, bugünü ve yarını düşünüyor, ne üretir, ne verebilir, nasıl katma değer yaratırım diyorsun. Sen bir markasın.

Ne iyi ettik de buluştuk değil mi?
Yalnızca sen ve ben.

 

Paylaş