Türkiye Cumhuriyeti’nin Gelecek ile İlgili Ana Stratejisi Ne?

Sanayiden bilişime kadar  bir araya geldiğim iş adamları ve profesyoneller, sürekli olarak kendi sektörleriyle alakalı devletin bir stratejisi olmamasından yakınıyor. Haksız değiller. Ancak öncesinde sorulması gereken daha önemli bir soru var: “Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecek ile ilgili ana stratejisi ne?”

Açıkçası bunu bilen kimse yok. Nedeni basit: Türkiye Cumhuriyeti’nin ana stratejisi yok. Bugün ABD’den Çin’e kadar dışardan bakarak hangi ülkenin geleceğe nasıl bir felsefeyle yürüdüğünü anlamak mümkün.

Mesela 19. yüzyılın başlarında ABD “inovasyon” tercihiyle yola çıkmış. Hala da bu felsefe üzerinde duruyor. Bunun için hak ve özgürlükleri anayasal güvenceye almış durumda. Güvenlikten eğitim politikalarına kadar her şey “inovasyon” temelinde ilerliyor. Kuruluşundan bugüne kadar birçok sıkıntı yaşasa da ABD, evrensel kriterleri temel alması sebebiyle her seferinde düzlüğe çıkmayı başarmış.

AB ülkelerinin önemli bir kısmı marka, tasarım ve ar-ge ile gelmiş bugünlere. Bu ülkelerde, insan hayatına büyük önem veriliyor ve “sosyal devlet” anlayışıyla hareket ediliyor. Aile işletmelerinden moda evlerine, otomotiv devlerinden sanata kadar her ayrıntı, yazılı olan ve olmayan kurallara bağlı olarak ilerliyor. Bugün İngiltere’nin yanlış bir kararla referanduma götürdüğü “AB üyeliği” aslında uzun bir yolculuğun sadece bir kısmı. Tarih boyunca aralarında sürekli savaş yapan Avrupa devletlerinin temel prensiplerde buluşmasını sağlayan AB, belki de geride bıraktığımız yüzyılın en önemli projesi. Bugün sıkıntılar içinde olsa da “Avrupalı olmak” dünyanın hiçbir yerinde kötü bir manaya gelmez.

Çin, insan hak ve özgürlüklerini dikkate almadan, mevcut rejimi yaşatmak için değişik çareler arayan ve 50 yılda bir tasarım değiştiren bir ülke. Bir buçuk milyardan fazla insanı rejime karşı ayaklanmadan ayakta tutabilmek için çaba sarf ediyor. Gerçekleri saklamak ve gerekirse istatistik marifetiyle yalan söylemek stratejinin bir parçası. Çin, bir sanayi devi ama dünyada pek az insan sabah Çinli olarak uyanmak ister.

Türkiye’ye gelirsek. Bugün dışardan bakan herhangi bir insanın Türkiye’nin hangi iktisadi ya da sosyal felsefeyle geleceğe yürüdüğünü anlamakta zorluk çeker. Dış ticaret rejimi yüzyıllar öncesinin merkantalizmini, büyüme stratejileri “4.0” dan çok bir önceki sanayi devrimini, üretimi değil tüketimi özendirmeyi, özel sektörden çok kamuyu büyütmeyi, eğitimde kaliteden çok asgari müşterekte buluşmayı özendiren politikaların tamamı birbiriyle çelişiyor.

Özel kesimin tercihlerini dikkate almaktan çok, anlık tercihlere göre politika üreten bir devlet var açıkçası. “Gereksiz ithalatı azaltacağız” gibi açıklamalar da söz konusu keyfiliğin dışa vurumu aslında. Bakanların ve bürokratların söylemleri bu sebeple birbirinden farklı oluyor. Ana strateji belli olmadığı için siyasetçiler ve bürokratlar herhangi bir filtre kullanmaya gerek duymuyorlar.

Dolayısıyla Türkiye’nin ortaya koyduğu hikaye beğenilmiyor. Çünkü senaryosu yok. Birbiriyle alakasız, başka kitaplardan kırpılmış küçük hikayelerle dolu. Kim hangi hikayeyi sevmişse almış yapıştırmış. Dolayısıyla, teşvikler de destekler de adresine ulaşmıyor.

Anayasa değişikliği de bu derde tamamen çare olmayacak. Çünkü Anayasa, yasalar ve mevzuat Türkiye gibi ülkelerde geçmişteki tecrübelere göre yazılır. Geleceğe bakarak yazılmaz. Bu sebeple zamanın gerisinde kalan yasalara bir süre sonra uyulmaz. Bu sebeple adalete saygı azalır. Adaletin saygı görmediği bir yere de teveccüh eden olmaz. Yatırımcı gelmez.

Özetle, ekonomiden dış siyasete, eğitimden sanayiye, bilişimden spora, adaletten güvenliğe kadar stratejileri belirlemeden önce, Türkiye’yi geleceğe hangi felsefe ile taşıyacağımıza karar vermeliyiz. Söz konusu felsefenin belirlediği ana strateji sadece vatandaşlar tarafından değil, dünya tarafından da rahat anlaşılır olmalı.

Bunu yapmak için de Cumhuriyetin kuruluş felsefesine geri dönüp, o günkü koşullara rağmen bugüne kadar nasıl gelindiğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki diğer ülkeler gibi parçalanmadan nasıl yola devam ettiğini, anayasal kurumların bu konuda nerede destek verdiğini, nerede eksik kaldığını çok ciddi şekilde analiz etmek istiyor.

Hani “fabrika ayarlarına geri dönün” derler ya. Öyle bir şey işte.

 

İçerik Fabrikası – Prof. Dr. Emre Alkin

Paylaş