Temel İçgüdü

İçinde yaşadığımız ve neredeyse tamamen siyasetin yönlendirdiği günlük hayata biraz anlam katabilmek için hayvanları incelemek ilginç olabilir. Yılan gibi uzman, köpek gibi fırsatçı olabilirsiniz. Biz kendimizi gelişmiş sanalım… Bizi de hayvanlar gibi tamamen temel içgüdülerimiz yönlendiriyor.

Bir hafta bitiyor diğer hafta başlıyor, nasıl oluyorsa oluyor memleketimizde heyecan dinmiyor. Her yeni gün, yeni olaylar, yeni fırsatlar, yeni trajedilerle açılıyor… Bir an hayat bitti sanıyoruz, hemen ertesinde, “”Hayır daha yeni başlıyor ve daha görecek kim bilir neler var…”” diye düşünmekten alamıyoruz kendimizi.

Yeni bir sayfa…
Beyaz bir sayfa…
Düz bir sayfa…

Anlayacağınız, bir heyecan bir heyecan.
Diğer ülkelerde de aynı heyecan yaşanıyor mu?
Doğrusu, böylesi ne görülmüş ne duyulmuş!
Bizi bu kadar hareketli olmaya iten nedenler ne olabilir?
Neden biz durduğumuz yerde duramayız.

Rahatın Dayanılmaz Rahatsızlığı

Rahat, neden rahatsız eder bizi?
Yanıt motivasyon.

İlerleyen satırlarda bunu daha detaylı anlatmaya çalışacağım ama bizim sıkıntımız sanıldığı gibi motivasyon eksikliği değil, motivasyon fazlası. Hatta belki kontrolsüz motivasyon da denebilir.
Çevrenizdeki insanların davranış kalıplarını inceleyin. Birbirinden çok farklı kişilerle çevrelendiğinizi hemen göreceksiniz. Bu farklı kişilikler zaman zaman değişik coğrafyalarda buluşuyor, bunlardan öbek öbek oluyor.

Son günlerin en ateşli konusu tabii ki siyaset. Siyaset olmadan hayat anlamsızmış gibi geliyor. Hareketin bol olduğu yerde bereket de bol oluyor.

Geri kalan bizlere de onları izlemek düşüyor. Bir kere verdik ya oyu, geriye kalan bir tek seyirci koltuğu.

Hiç olmazsa gözlemlerimizi sağlam temeller üzerine oturtalım, erken seçimin an meselesi olduğu günler yaşarken; ““Biz kimiz, onlar kim, biz neden yaşıyoruz, onlar neden burada, bana ne faydaları var, oyumu verdikten sonra ne olacak, onlar beni düşünür mü yoksa bana benden başkasının faydası olmaz mı?”“

İnsan Manzaralarına Örnek

Ben zaman zaman bilinçli olduğunu sanmadığım değişik gözlemler yaparken yakalarım kendimi. Eminim siz de öylesinizdir. Sonra bir ara bu gözlemler somut birer görüntü ya da kelime olarak geri döner.

Bizi temsil etmeleri için Ankara’ya gönderdiğimiz milletvekillerimizi incelediniz mi hiç? Ağır hareketleri sanırım dikkatinizi çekmiştir. Ağır ağır yürürler, gevrek gevrek gülerler… Ağır ağır konuşur, başlarını ağır ağır kaldırırlar. Sanırsınız ki, biraz daha hızlı hareket etmek onların sağlığı için zararlıdır. Gülerken dudaklarının iki tarafı aynı şekilde yukarıya doğru çıkmaz. Birini önce çıkarırlar, görülen lüzum üzerine diğeri de öbürünü yakalar. Yoksa yanaklar yorulur. Meclisteki oturuşları da ilginçtir. Çok yoruldukları için kaykılırlar, sağa ya da sola bükülürler… Kafalarının ellerinin arasına koyarlar… Çok çalıştıkları için ağır gelmektedir herhalde.

Hızlandıkları anlar da var tabii. Ansızın garip bir kahkaha ile atılan bir el hareketi. Genellikle muhatabın ensesine yapıştırılan bir şaplak. Tamamen hareketsiz gibi göründükleri anda şaşırtabilirler. Zaman zaman kürsüden attıkları nutuklarda; birbirlerine hakaret yağdırdıklarında sonsuz hareket yakalayabilmektedirler. Bir de bakan olduklarında arabadan inişleri çok hızlı oluyor. O zaman tam olarak ne değişiyor ben de bilmiyorum.

Ancak bu ağır insanlar, ne kadar ağır olurlarsa olsunlar onların da inanılmaz bir hareket yeteneği var. Örneğin her gün bir biri ardına verilen istifalar nedendir? Bu adamların çıkarına olmadığı kesin. İstifa edip, hükümeti bozanların büyük çoğunluğunun yeniden meclise girme şansı yok. Ama yok durmuyor ve sürekli istifa ediyorlar.

Bir şeyler onları motive ediyor. Sürekli motive oluyorlar.

Ben istifalarını verip adları haber bültenlerinde geçene kadar ya da kazara birinin ağzına mikrofon tutulup da “”neden istifa ettiği”” sorulana kadar bu milletvekillerimizin ne adını bilirdim, ne de görüntülerini. Nerede gizleniyorlardı acaba?

Her hangi bir toplumsal konuda öne çıkmamalarının önemli bir nedeni vardı mutlaka. Ben bu isimlerin hiç birini, Türkiye’deki eğitim projelerinin arkasında; açlık sınırının altında yaşamak zorunda kalan insanların yaşam standartlarını yükseltmek için bir kampanyada; bir sanat gösterisinde; futbol dışında her hangi bir spor dalını desteklerken; işsiz kalan insanların sorunlarına eğilirken; özürlü vatandaşların topluma kazandırılması projelerinde…

Onlara hiçbir yerde rastlamadım ben.

Bu yazdıklarımın bir siyasi parti ve onun temsilcileriyle asla ilgisi yok.

Tüm siyasi partiler ve tüm vekillerle fena halde ilgisi var.

Konumuz Motivasyon

Bizi ne motive eder?

Son günlerde Türkiye’de yaşananlar ile insan kaynakları ve yönetim bilimi arasında değişik açılardan ilişkiler kurmaya özen gösteriyorum. Ve ne yalan söyleyeyim konu sıkıntısı çekmek mümkün değil.
Bilim adamları insanoğlunu neyin motive ettiğini bulmak için değişik kollardan çalışma içinde. Yalnız insan kaynakları uzmanlarının aradığı bir yanıt değil anlayacağınız.

Bazı doğa bilimcilere göre yeryüzündeki canlıların davranışlarını motivasyon belirliyor. Bu canlıların farklı hareketleri onların farklı motivasyon eğrilerine sahip olmalarından kaynaklanıyor. Bu yaklaşıma göre doğadaki canlıları iki ana kategoriye ayırmak mümkün. Bunlardan birine “”uzmanlar”” (specialists); diğerine “”fırsatçılar”” (opportunists) adını vermişler.

Biri hayatının önemli bir bölümünü hareket etmeden ya da çok az hareket ederek geçiriyor; diğeri yerinde duramıyor.

Uzman kategorisindeki hayvanlara en iyi örnek yılan. Uzmanlığı, hayatta kalmak için geliştirdiği bir yöntemden kaynaklanıyor. Yılanın geliştirdiği zehir, avını ya da düşmanını pek de zahmet etmeden öldürmeye yetecek kadar kuvvetli. Uzun, hareketsiz ve sessiz izlemenin ardından attığı birkaç saniyeye sığacak kadar hızlı bir hamleyle muhatabını sokuyor. Sonra yine hareketsizliğe dönüyor. Muhatabının ölümünü sessiz ve hareketsiz izliyor. Sonrasında ise çenesini bir zahmet açıp, avını midesine indiriyor. Bundan sonrası yine uzun bir hareketsizlik. Yılanların sindirme işlemi, bazen bir gün, bazen de bir hafta boyunca devam edermiş. Bu süreçte yılanlar hareketsiz kalabiliyorlar. Daha doğrusu biz onların hareketsizce bir yerde durduğunu sanıyorsunuz oysa en azından mideleri çalışıyor ve avlarını sindirmekle meşguller.

Uzman Kediler, Fırsatçı Köpekler

Kediler de uzman hayvanlar kategorisine giriyorlar. Aslında onları yılan gibi hayvanlara kıyasla daha yakından tanıyoruz. Onlar evimizdeki dostlarımız. Kediler 24 saatlik bir günün 16 saatini uyuyarak geçirebiliyorlar. Uzmanlığı, geliştirdikleri enseden dişleme metodu. Kediler düşmanı ya da karşısındakini öldürdükten sonra mutlu ve mesut rahat bir köşeye çekilip uzanabiliyorlar. İnsanların iki misli süre boyunca uyuyorlar. Buldukları her yerde, canlarının istediği her köşede uykuya dalabiliyorlar. Uzman avcılar günün tümünü av peşinde koşarak geçirmek zorunda değiller.

Fırsatçılar ise dakika durmayan hayvanlar. Akla gelen ilk örnek köpek. Sinir sistemleri onları sürekli ayakta ve dikkatte tutacak bir yapıda. Sağa sola bakarak, havayı koklayarak, orayı burayı dişleyerek, oynayarak, koşarak, dinleyerek, her türlü fırsatı büyük küçük demeden değerlendirip, ufak tefek ödüllerle bile mutlu olabilecek kadar hareketli hayvanlar.

Bu tür hayvanlara verilebilecek diğer örnekler maymun ve tilki olabilirmiş. Hayatlarını bir uzmanlık etrafında geçirmek yerine, birçok küçük numara geliştirerek yaşayan hayvanlar. Bu yaşam şeklinin bir tek sakıncası var o da her an müthiş bir enerjiye sahip olmak zorunda kalmaları. Bu enerjiyi sağlayan ise motivasyonları.

Peki, kedi karnı tok olduğunda bir köşeye kıvrılıp mırıldanıp dururken, mışıl mışıl uyurken, tok bir köpek neden gezmek/oynamak için sahibinin gözünün içine bakar… Köpekler neden dur durak bilmezler. Hep ilgi isterler hep ilgi beklerler hep zıplayıp hep havlarlar.

İnsanlar da Fırsatçı Yaratıklar

İnsanların da fırsatçı hayvanlar kategorisine girdiğine inanılıyor. Bizim bir tek uzmanlık alanımız yok. Bu açıdan ne yılan ne de kediye benziyoruz. İnsanoğlu sürekli geliştirmeye sürekli yaratmaya farklı şeylerle ortaya çıkmaya o kadar müsait ki…

Tabii şimdi bu tanımlamalar ve farklılıklara, her gün yaşadığımız olaylar penceresinden baktığımızda kimin yılan ve kedi gibi uzman; kimin köpek ve maymun gibi oyuncu olduğuna karar vermek de zor.

Bana sorsanız biz biraz ondan biraz bundanız.

Yine bana soracak olsanız, motivasyon teorisini sarsacak eğilimler sergilediğimizi iddia ederdim.
Mecliste avını hareketsiz bekleyen pusuya yatmış bir sürü vekil var. Hiç hareket edemezmiş gibi durdukları bir anda ani bir hamleyle karşısındakilerin can damarlarını kesebiliyorlar. Sonra midelerine indirip sindirme sürecinde de günlerce yine hareketsiz kalabiliyorlar.

Sonra bu hareket edemezmiş izlenimi veren insanları sürekli hareket halinde görüyoruz. Lastik top gibi, her yerde, her kapı aralığında, her cam pervazında, her toplantı odasında…

Biz Birer Maymunuz

Oysa bilim adamları benim yukarıda geliştirdiğim görüşle ilgilenmiyor. Bizim bir tür maymun olduğumuzu düşünüyor. Bu Darwin’in evrim teorisi değil. Davranışlarımıza bakıldığında, olgunluk çağına kadar canlılığından bir şey kaybetmeyen maymunlara benziyormuşuz. Bir tür hiç büyümeyen maymun.

İnsanoğlu büyümüyormuş. Çocuklar gibiymişiz.

Sürekli yeni bir şeyler denemek istermişiz. Aktif, yaratıcı, canlı…
Yeni oyuncaklar peşinde koşarmışız, yeni aletleri keşfetmek için bozarmışız, rahatımızı bozup yeniliklere yelken açarmışız…

Sürekli arayışta olduğumuzu söyleyebiliriz.

Bazıları yaratıcılığın yalnızca belli alanlarda çalışan ya da bu alanlarda uğraş veren insanlara özgü olduğunu düşünebilir. Sanat, spor gibi…

Ne büyük yanılgı; iş dünyasının, siyaset dünyasının daha az heyecanlı olduğunu düşünmek büyük bir gaflet. Her gün yeni bir maceraya atıldığımız hissi yaratan günlük hayatımızın ana unsurları ekonomi ve siyaset.

Her Gün Yeniden, Yine ve Farklı

Bilim adamlarının incelemelerine göre insanların bu kadar hareketli ve farklılık peşinde koşmasının nedeni çabuk sıkılması. Sıkıldıkça değiştiriyor.

Yandık vallahi. Yandık ki ne yandık… En temel dürtülerimizle hareket ediyoruz.
İnsan değişim bağımlısıymış. En büyük cezanın bir kişinin ceza evine konması şeklinde karşılık bulması sanırım tesadüf değil. Ekmek elden su gölden ama bir kapalı kutu içinde insanoğlunun görüp göreceği en büyük ceza…

Oyuncu ve fırsatçı yaratıklar olarak neden kaotik bir ortamda yaşadığımızı araştırmaya daha fazla ihtiyacımız yok.

Peki her şey iyi güzel de motivasyonu genetik olarak damarlarında yaşayan insanlar neden birbirlerine benzemiyorlar?

Tamam anladık; bizi diğer canlılardan ayıran temel özelliklerimiz var. Peki, o zaman kendi içimizde birbirimizden farkımız ne?

Neden bazılarımız oturduğu yerde oturmayı tercih eder. Madem bu kadar oyuncuyuz neden bazılarımız statükocudur. Madem bu kadar yaratıcıyız, neden başkalarının yarattığını yaşamakla yetinenlerimiz var. Neden bazılarımız neredeyse güneşin doğuşunu değiştirmek için müthiş gayretler sarf ederken diğerleri gün batımını izlemekle yetiniyor.

Bazılarını Dürtmek Gerekiyor

Bizi bizden ayıran temel özelliklerimiz genetik olduğu kadar içinde bulunduğumuz çevre ve bu çevrenin oluşturduğu koşullarmış.

Yine yapılan araştırmalara göre sorgusuz sualsiz büyütülen çocuklarla, soru sormasına izin verilen çocuklar arasındaki temel fark ileride yaşayacakları yaşama, başkaları için hazırlayacakları koşullara kadar uzanan önemli bir kader çizgisi oluşturuyor.

Ülkede neden çoğumuzun durup izlemeyi tercih ettiği ortada. Birkaç adet adamın sürekli yeni oyunlar peşinde koşması da…

Siz siz olun, çocuğunuz dünyanın en sıkıcı ve aptalca şeyiyle karşınıza geçip de sorular sormaya başladığında, onu kendi keşfetmiş gibi anlattığında hevesini kırmayın.
Bırakın sorsun, bırakın anlatsın.

Ama yine siz siz olun çocuk soru soracak diye; yaratıcılığını geliştireceğiz diye bu çocukları fazla motivasyonlu bireyler haline de getirmeyelim. Gördüğünüz gibi bilim adamlarına göre zaten büyüyemiyoruz. Bir de büyümemesi teşvik edilenlerin eline düşmek… Ölümlerden ölüm beğenmek gibi bir şey.

Ki biz bunu her gün yaşıyoruz.

Yok mudur bunun ortası?

Mutluluğun Tarifi

İnsanoğlu için mutluluk demek, her şeyin yolunda gitmesi demek değilmiş. Her şeyin her zamanki gibi iyi ve yolunda gitmesi kimseyi mutlu etmiyor. Bizler tuhaf canlılarız. Bizi mutlu eden en önemli öğe her şeyin daha iyiye doğru gitmesi. Yeni oyunlar kurmak, yeni maceralar peşinde koşmak, daha değişik renklere bulamak, daha farklı tatlar denemek, daha değişik kesimler yapmak.

Yaratıcı oyunculuk insanlara özgü bir durum. Bizi biz yapan, bizi diğerlerinden farklı kılan en temel özelliğimiz.

Ama düşündünüz mü bilmem bu motivasyon geni acaba toplumun her kesimine eşit oranda yayılmış olsa daha sağlıklı hayatlar yaşamaz mıyız?

Ben yaşadığımız ortamı büyük bir laboratuara benzetiyorum. İçinde küçük küçük araştırma merkezleri var. Hepimiz değişik alanlarda çalışıyoruz. Motivasyonumuz bireyler olarak eksikliği ya da fazlasıyla sınırlı sayıdaki yakınımızı etkiliyor. Acaba büyük laboratuara bir bakmak daha iyi olmaz mı?
Motivasyon eksikliğimiz, dürtülerimizin düşmesi ya da tam tersine sürekli oyuncu bir hava içinde yaşamı geçirmeye çalışmak etki alanındaki insanlar adına ne kadar motive edici?

Yaşadığımız her günün bir diğer güne benzemediği, her sabah heyecanla uyanıp, acaba bugün kaderimi etkileyen ne tür kararlar alınmış, ne tür kararlar alınacak; acaba beni yönetenlerin ruh hali bugün bir uzlaşma ve yanaşmaya yakın mı yoksa…

Ne acıdır? İlkel dürtülerimiz ve modern yaşamımız.
Hiçbir şey değişmiyor.
Her şey değişiyor.
Müthiş bir ironi, anlaşılması zor bir sistem.

Bir yandan kendimizi doğayı paylaştığımız canlılarla kıyaslayarak içinde bulunduğumuz ruh halini analiz etmeye, hareketlerimizin neden sonuç ilişkilerini kavramaya çalışıyoruz; diğer yandan bu en temel dürtülerle dünyanın gidişine yön veriyoruz.

Duygu ve dürtülerimizi mi geliştirmeliyiz?

Nasıl?

Motivasyonumuzu mu artırmalıyız?

Neden?

 

Paylaş