Plazalar Cephe

Dünyanın her köşesi irili ufaklı savaş alanı. Sanırım yetmez oldu, fiziki cephe farklı mecralara taşınabiliyor, son mekan ise ofisler. En tehlikelisi diyebilirim. Kamplaşmış ortamlarda, yıllardır mücadele edilen ayrımcılık, çeşitlilik, toplumsal cinsiyet eşitliği, adalet, adil ücretlendirme ya da haklı terfi gibi gibi konulardan eser kalır mı? Sürdürülebilirlik sosyal sorumluluk hangi boyutlara taşınır? İş bulmak aslanın ağzından siyasetin ağzına taşınmaz mı? İsrail-Hamas çatışması bir milat mı?

Siyasi kamplaşmadan ofiste kamplara

Migros İsviçre, “Migros Culture Percent Classics” kapsamında Fazıl Say’la planladığı dört konseri  geri çekti. İsviçreli Louis Schwizgebel’in Say’ın yerini aldığını öğrendik. Aslında şirket üzerinden resmi bir açıklama olduğunu dahi sanmıyorum; “3 maymun” çok moda. Say’ın sosyal medya hesaplarından konu gündemimize düştü. Tabii ki onun tarafından okuduk. Say’ın açıklamalarıyla anlıyoruz ki, Gazze şeridine İsrail’in saldırısına ilişkin eleştirileri bu adıma sebep olmuş.

Örnekler hızla artıyor. Dünyaca ünlü bir lüks markanın İnsan Kaynakları uzmanı, kurum ismini sakınmadan sosyal platformda İsrail-Hamas çatışması üzerine şirketinin ve tüm şirketlerin yorum yapmasını beklediğini ifade edebiliyor. Taraf tutan şirket talebi var. “Hiçbir şey söylememek suç ortaklığıdır” diye noktayı koymuş. Çalıştığı şirketi düşünecek olursanız orantısız bir yaklaşım. Üst gelir seviyesine hitap eden marka, pahalı olması nedeniyle kendisine dokunmayanlar üzerinde bir tür savaş modasına soyunsun istiyor…

“Susma sustukça sıra sana gelecek”

Bu slogan olmadık yerlerde yükselmeye başladı. Hamas ile İsrail arasında uzun yıllara dayanan kanlı mücadele, acı, gözyaşı ilk kez tüm dünyada bu dozda farklı bir şekle büründü. Bugüne kadar herhangi bir sorunun kendisinden uzak durması için elinden geleni ardına koymayıp, gelir düşmesin, faiz çıkmasın, döviz fırlamasın, tüketici ürkmesin, yatırımcı kaçmasın, güven sarsılmasın diye uğraşan iş dünyasına ne oldu? Neden bayrak açtı?

Bundan sonra ne olacak?

Rusya, Ukrayna’ya girdiğinde de tepkiler yükseldi, ama niteliği farklıydı. ABD bastırdı, Avrupa Birliği bağırdı, NATO ayağa kalktı… yasaklar kondu, ticaret durdurulmaya çalışıldı. Ama çalışanlar, bireysel ayağa kalkmadı, özel görüşler sivrileşmedi, yönetim kurulları atlanıp serbest irade bu kadar kuvvetle ifade bulmadı.

İş dünyası en alttaki çalışanıyla en üstteki CEO’suyla angaje. Takım tutar gibi şirket mi tutacağız bundan sonra? İnsan Kaynakları yöneticileri buna hazır mı, CEO’ların eylem planları var mı? Bu riski yönetebilecekler mi?

Kasım ayında aralarında, Türk girişim ekosistemine dahil pek çok firmanın bulunduğu dünyanın her yerinden 70 bin kişinin katılımı beklenen dijital platform Web Summit’in CEO’su Paddy Cosgrave da duygularını yansıtmaya karar verip, X (Twitter) üzerinden İsrail’in Hamas saldırısına misillemesini “savaş suçu” olarak nitelendirdi. Ardından da istifa etmek zorunda kaldı.

Çekilen çekilene 

Aralarında Siemens, Intel, Meta, Google gibi devlerin ve daha nicelerin bulunduğu çok sayıda teknoloji şirketi yatırımcı ve sponsor etkinliği boykot edeceğini açıkladı. Meta’nın eski yöneticisi David Marcus’un yaklaşımı durumu özetleyebilir; “Vahşeti kınayıp itidal çağrısında bulunarak incelikli bir tutum sergileyebilirdiniz. Bir daha hiçbir etkinliğinize katılmayacağım/sponsor olmayacağım/konuşmayacağım” diye açıklama yaptı.

Söylemeye gerek var mı; Yahudi lobisi tüm dünyada son derece etkin. ABD siyasi mekanizma olarak bu ortamların başında geliyor. Kaldı ki, İsrail, teknoloji ve yapay zekada dünya markası olduğundan adeta “girişim cumhuriyeti”. CEO’nun açıklamaları sorumsuzluk mu, kaçınılmaz mı…  siz karar verin. Platformun gördüğü zarara bakılırsa hesapsız. Milliyetçiliğin bu kadar etkin olduğu geçmiş tarihleri anımsayın… İnsanın içini korku kaplıyor.  CEO da korkmuş olmalı; “Görevimden istifa ediyorum. Kişisel yorumlarım etkinlikten, ekibimizden, sponsorlarımızdan, startup’larımızdan ve katılımcılarımızdan uzaklaşmamıza neden oldu. Sebep olduğum her türlü incinme için özür dilerim” diye açıkladı. Bu kan durur mu acaba?

Taraf seçmek, taraf olmak

İtibar, güven, marka değeri, şöhret iş dünyasında iletişimin kritik unsurları. Sürdürülebilir bir iletişim metodu izlemenin önemi tartışılmaz. En çok ve korkusuzca fikir beyan edenler ellerindeki güçle orantılı olarak, kimseye müdanası olmayanlar. Ancak gerçek şu ki, cin şişeden çıktı; artık herkes konuşuyor.

CEO iletişimi de acaba kaçınılmaz olarak mı hacıyatmaz misali her yana yatıp kalkıyor… Denge kurmak zor kendince itidal uygulayanlardan biri Google CEO’su. Çalışanlarına önce “[İsrail’deki] terörist saldırılardan” duyduğu üzüntüyü dile getiren e-postayı, ardından da Gazze’de giderek artan insani kriz ve ölü sayısına dikkat çeken ikinci e-postasını gönderdi.

Rüzgarın estiği yeri kontrol edemeyenler de var; İsrail’de faaliyet gösteren McDonald’s restoranları orduya yemek bağışı yaptı, Orta Doğu’daki diğer şubeler İsrail franchise’ı ile ilişkilerini kesme ve Gazze’ye yardım sözü verdi. Kafa karışıyor. Deloitte, LinkedIn’den ön saflarda çarpışan İsrail vatandaşları için destek mesajı yayınladı. Şirketin bölgedeki başka bir yöneticisi Filistin’e yönelik insani yardım çabalarının desteklendiğini vurguladı.

Tutarlı olmak
Dijital teknolojilerin iletişime katkısı mucizevi. Eskiden bir taş at kimse çıkaramazdı, şimdi bir taş at elinle koymuş gibi bulunuyor. Geçmişin, anında gözler önüne serilebiliyor.  Temel iletişim stratejisi olarak söylemlerde ve eylemlerde tutarlı olmak kaçınılmaz. Tabii temel diye bir şey kaldıysa. En büyük talihsizlik her gün bir şeylerin olması, aralıksız kriz çıkması, gelenin gideni aratması ve hepsinin çok yönünün bulunması. Şakül böyle kayıyor. Prensiplerin yok olduğu bir dünyada tutarlı iletişim mucize.

Çalışan aktivizmi
Farklı görüşlere sahip personeli yönetmek, konuların suistimalini önlemek her zamankinden zor. Çeşitlilik ansızın tehlikeli boyuta geçti. Citibank, sosyal medyada antisemitik yorum paylaşan bir çalışanını işten çıkardığını açıkladı. Starbucks, sendika hesabından yapılan Filistin yanlısı sosyal medya paylaşımının yüzlerce müşteriyi kızdırdığı ve şirketin itibarını zedelediği iddiasıyla çalışan sendikasına dava açtı.

Hayat renkli, sorunlar çeşitli, her an yeni bir durum yeni bir vazife var. Kurum adına açıklama yapmak zor, kurum içi görüşleri kontrol etmek daha zor. Çalışan da müşteri de kurumlardan fazlasını bekliyor, şirketlerden, kültür ve değerlerinin bir göstergesi olarak seslerini daha yüksek ve daha sık duyurmalarını istiyorlar. “Aidiyet”in yeni tanımı mı dersiniz? Son iki yılda pek çok şirketin sıcak siyasi konularda tavır aldığını görmemiz bundan…

Militanlaşan çalışan
Çalışan fikrini askıya asıp mı masasına oturmalı? Farklı görüşler nereye kadar tolere edilebilir? İsrail’in Filistin halkına zulmünü protesto eden Harvard Üniversitesi öğrencileri İsrail’i sorumlu tutan bir mektup kaleme aldı, kıyamet koptu, Yahudi lobisinin güçlü olduğu irili ufaklı her kurum, kişi ve organizasyon peşlerinden koşulan Harvard öğrencilerini kara listeye aldı. Fikirlerinde İsrail karşıtlığı beyan eden gazeteciler açığa, çalışanlar kapı önüne kondu.

Doğru strateji
Hesaplı konuşmak seçici olmak, ne zaman konuşulacağına, kimin ne konuşacağına dair plan program olması ve bir de sağlam gerekçeye sahip olmak kaçınılmaz. Her şeyin her konunun her ortamın politize olması işleri güçleştiriyor.

Zamanlama da en az içerik kadar önemli. Bu kez nedense tepkiler anında dillendirildi. J.P Morgan Chase & Co., Goldman Sachs, Google ve Meta’nın yöneticileri, Hamas saldırılarını hızla kınadı, milyonlarca dolarlık insani yardım sözü verdi ve İsrail’deki çalışanlarını korumak üzere gösterdikleri çabaları en ince ayrıntısına kadar anlattı. Pfizer CEO’su Bourla, şaşırttı; sosyal medyada çalışanlarıyla mektup paylaştı, İsrail’de yaşayan arkadaşları ve akrabalarıyla sürekli telefonda konuştuğunu ifade ettiği metinde “her yaştan sivilin hedef alınarak soğukkanlılıkla öldürüldüğünü, rehin alındığını ve işkence gördüğünü” duydukça dehşete düştüğünü aktardı. Hızını alamayıp, “Bu eylemleri kınamak yeterli değil harekete geçmeliyiz” diye yazdı.

Kurumsalda cephe açmak
Yaptırımlar yeterince etkin mi değil acaba? Bu nedenle mi çalışanlar cepheye sürülüyor? Anımsayacak olursanız AB ve ABD’nin başını çektiği uluslararası toplum, Rusya’ya bir dizi yaptırım uyguladı. Bu yaptırımlar finans, enerji ve savunma dahil olmak üzere Rus ekonomisinin kilit sektörlerini hedef aldı. Amaç, Rusya’ya ekonomik baskı uygulamaktı, çatışmanın yarattığı belirsizlik, yaptırımlarla birleşince hem Rusya hem de Ukrayna’da doğrudan yabancı yatırımları olumsuz etkiledi. Rusya zarar görsün diye yola çıkıldı, Ukrayna daha güçlü zorluklarla karşılaştı. Her iki ülkede faaliyet gösterenler itibar riskleriyle karşı karşıya kaldı. Savaş uzayıp, cezaların etkinliği düşünce şimdi plazalara sıçrayalım diyenler, çalışan cephesinde milliyetçi rüzgarla yelkenleri dolduruyor. Bizde ise korkular ve rüzgar farklı olsa da küreselleşme ekonomiyle sınırlı değil. Dikkatle izlemeye devam.

Paylaş