Para, Mutluluk Satın Alır mı?

Para mutluluk getirir mi? Ne dersiniz… Üzerinde çok ve derin araştırma olan bir soru. Para-mutluluk üzerine yazılıp çizilenler deniz derya. Akademik çalışmalar son derece etkileyici ve ilginç olan şu ki; siyaset dili de “mutluluk” kelimesini kullanmaya başlıyor. The Globalist, yayınladığı güncel makalelerden birinde Amerikan Özgürlük Bildirgesi ki, anayasasında mutluluk ifadelerini mercek altına almış. Kurucu başkanların ifadelerinden yola çıkarak mutluluk devlet ilişkisi ve devletin mutluluğu sağlama rolü ve sorumluluğuna giriş yapmış. Tartışılmasını yürekten istediğim bir konu! Dahasının ve çok daha fazlasının geleceğini öngörebiliyorum. Kaldı ki, siyasetin mutluluğa düşmesi şaşırtıcı değil; yaşadığımız günlere baksanıza, küçücük umutlardan koskoca mutluluklar çıkarmak için uğraşıyoruz.

 

Yeri gelmişken sorayım; Mutlu musunuz? Ne kadar mutlu ya da neden mutsuzsunuz? Konuşun kendinizle…

 

Dönelim mi para mutluluk ilişkisine; bazılarınızın, “parayla saadet olmaz” gibi, ezbere dayanan repliklerle yanıt verebileceğinizi tahmin ediyorum. Unutmayalım, çok Türk filmi izlemişliğimiz var…

 

Mutluluk araştırmaları, prestijli üniversitelerin davranış ekonomisi alanındaki çalışma konularından. Harvard’da bu konuda hayli popüler bir kürsü bile var. Mutlulukla ilgili ilginç araştırmalardan biri yıllar önce Princeton Üniversitesi’nde yapılmıştı. Anımsayanlar olacaktır; araştırma sonucuna göre belli bir seviyede para sahipliğinden ötesi daha fazla mutluluk vermiyor diyordu. O gün, o para 75 bin dolar seviyesindeydi…  Mutluluk belli bir seviyeden sonra büyük sıçrama yaratmıyor. Unutmayın, açlıkla mücadele eden birini ne mutlu eder; bir somun ekmek mi Ferrari mi? Temel ihtiyaçlarını garanti altına alanı sonrası ne niye mutlu eder?… Felsefe yüklü bir tartışmaya boğmak istemem sizi.

 

Gelin görün ki, yeni nesil araştırmalara göre bu çalışma geçerli değil. Proceedings of the National Academy of Sciences’da yayınlanan yeni bir araştırma, on binlerce Amerikalı üzerinde bir milyondan fazla veriyi inceleyerek farklı sonuca ulaştığını ifade ediyor. Mutluluğun, gelire paralel istikrarlı bir şekilde arttığı sonucuna varmış. Tek cümle: “Para Mutluluk Satın Alabilir!” çalışma böyle diyor.

 

Oysa, dünyanın en zenginleri başka başka konuşuyor… Bill Gates, servet peşinde koşarak mutluluğu kovalamanın berbat bir yol olduğunu savunuyor. Elon Musk, servetine birkaç milyar dolar net servet ilave ettiğinde omuzlarını silkeliyor. Onlar mı garip, biz mi? Yoksa bizi mi kandırıyorlar…

 

Nasıl izah edeyim derken Wharton School of Economics profesörlerinden  Matthew Killingsworth’ın açıklamalarını alıntılamanın anlamlı olacağını düşündüm. Servet artışlarının logaritmik ölçüldüğüne işaret ediyor. Gelirdeki orantılı farklılıklar herkes için aynı öneme sahip değil. Asgari ücretle geçinmeye çalışsa da mutluluğun parayla artması beni şaşırtmıyor. Gelir dağılımında ne kadar düşük bir seviyedeyseniz, her fazladan dolar, o kadar mutlu ediyor. Ancak araştırma şunu da göstermiş; daha fazla para daha fazla mutluluk getirse de takıntılı şekilde para peşinden koşmak kimsenin psikolojisine iyi gelmiyor. Para mutluluk için önemli olsa da parayla başarıyı eşit tutanların, tutmayanlara göre daha az mutlu olduğu araştırmanın sonuçları arasında yer alıyor.

Konuyu kapamadan size ilginç bir soru daha; para mı zaman mı daha çok mutluluk getirir? Araştırmacılar; Ashley V. Whillans, Aaron C. Weidman ve Elizabeth W. Dunn (2016) bu sorunun yanıtını aramışlar. İnsanların zamanı paradan daha öncelikli hale getirme yönündeki genel yönelimleri daha büyük mutlulukla ilişkili. Para hakkında düşünmek, insanları “üretkenliğe” değer vermeye yönlendiriyor. Bağımsızlık ve zaman ekseninde düşünmek de insanları “önceliklendirmeye” yönlendiriyor.Bu araştırmanın bana göre ilginç olan sonucu ise zamanı paraya göre önceliklendiren kişilerin, paraya öncelik veren insanlardan daha mutlu olduğu ortaya çıkmış.

 

Daha bitmedi! Princeton Associates adlı kurumun çalışmasına Wall Street Journal’da rastladım. Para mutluluk ilişkisine tam kalbinden hançeri sokuvermiş; Evli kadınların üçte ikisi, evli erkeklerin ise yüzde 50’si “para”diyor… Günümüzde pek çok şey gibi mutluluğun tanımının da değiştiği ortada. 30 yaş bekar kadınlarının yüzde 75’i, “Para” derken, 20’li yaşlarında olan  erkeklerin (%59) kalbi aşk için çarpıyor! Gençlik işte… Türkiye farklı mı? Türkiye de (%70) “Para” diyormuş. 25 yaş altı hala romantizmin etkisinde olup aşk peşinde koşsa da yaş kemale erince ki, o da fazla değil, 25-50 yaş grubu parayı tercih ediyormuş.

 

Davranışlarımızı analiz ederek yorumlamanın giderek daha önemli hale gelmesi kaçınılmaz. İş dünyası, siyaset, özel ilişkiler değişen tutum ve davranışlarımıza göre pozisyon almak zorunda kalıyor ve kalacak. “Mutluluk” toplumun her kesiminin daha fazla izleyeceği duygularımızın başında geliyor. Davranış ekonomisi altında mutluluk konsepti ve “mutluluk ekonomisi” üzerine uzmanlığa koşan Melodi Buket Kanlıoğlu*’nun bir makalesiyle karşılaştım. Merak ettim ulaştım, kısa bir söyleşi gerçekleştirdik, sizinle de paylaşmak istiyorum

Söyleşimizi Yaprak Özer Youtube kanalında izleyebilirsiniz.

 

Yaprak Özer: Davranış ekonomisi ne çalışıyor? Bunların alt başlıklarını birer kilit kavram olarak söyler misiniz?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Ana akım dediğimiz iktisat bize birey, “Homo Economicus”tur der.  Yani birey, rasyonel bir insandır. Fakat görülüyor ki, çok fazla krizle mücadele ediyoruz; rasyonel olmayan kararlar alıyoruz. O zaman işin içinde başka şeyler de var. Bu krizlerle karşılaştığımızda, iktisadın bize söylediklerinin işlemeyişi, panik anlarında tercihlerimizin çoğaldığı anlarda verdiğimiz kararların rasyonel olmaması…  Homo Economicus davranmamamızın altındaki sebep insanın psikolojik bir varlık olması…

Davranışsal ekonomi, insanın karar verme mekanizmasında hemen hemen her yere dokunabiliyor. Somut örnek vermek gerekirse, BES adını verdiğimiz tasarruf sistemleri. BES Türkiye’de uygulanmak istenenden ya da dünyadakinden daha farklı…  Amerika’da 1958’de davranışsal iktisat dürtme politikalarıyla birlikte BES, hayatlarına dokundu. Başka örneğin çevre kirliliğiyle çok mücadele ediyoruz, burada da davranışsal iktisadın çeşitli dürtme politikalarını görebiliyoruz.

Yaprak Özer: “Dürtme” derken neyi kastediyoruz? Kanun koyucudan, onu yap bunu yap gibi kodlamaları mı, dürtme olarak anlamalıyım?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Richard Thaler ve Sunstein’in Dürtme (Nudge) diye bir kitabı var. Bu kitabın yazılış amacı kitabın kapağında da “Sağlık, zenginlik ve mutluluk için alınan kararları geliştirmek üzere…” diye yazıyor. Gözlemlediğimiz rasyonel olmayan hareketlerimizi, doğru kararlar alabilmek, doğru noktalara değinebilmek, doğru rasyonelliğe varabilmek adına, özellikle hükümetler tarafından kullanılan bir metot…

Örneğin Amerika’da, İngiltere’de hükümetlerin davranışsal iktisat birimleri var; BES politikası ya da çevreyle ilgili alınan hamleler, dürtme politikasının çerçevesi altında toplanır. Bugün insanları tasarrufa yönlendirmek için yaptığınız BES, bir dürtme politikası örneğidir. Amerika’da çevre kirliliğine dikkat çekmek için yapılan, “Teksas’la Kafa Bulmayın” (Don’t Mess With Texas) deneyi de öyle…  Halkın psikolojik noktasına dokunuyor. Buna “referans etkisi” de denilebilir. Birey onu gördükten sonra doğru karar vermeye yönlenebiliyor.

Yaprak Özer: BES’te çok dürtme olsa da istendiği ölçüde yayılamadı…

Melodi Buket Kanlıoğlu: Evet.

Yaprak Özer: Dürtme her zaman başarılı olabiliyor mu?

Melodi Buket Kanlıoğlu: İnsan işin içine girince, uyguladığımız ekonometrik modeller her zaman tutacak diyemeyiz. Hata payları her zaman olacak. Bırakın toplumları, biz kendi ülkemizdeki insanlar olarak bile birbirimizden ya da kendi ailemizdeki bireylerden davranış olarak farklıyız. Her zaman tutacak diyemem ama referans etkisine göre örneğin komşumuzun araba alması bizi alakadar edebiliyor. “Bu gelirle arabayı nasıl almış? Ben neden alamadım?” sorusu tetikliyor…

Yaprak Özer: Kıskançlık olmasın…

Melodi Buket Kanlıoğlu: …ihtiyacım olmadığı halde o arabayı almaya yönlendirebiliyor. Ya da uzun zamandır birikimim var ama tüketime dönüştüremediğim tasarruflarımı hedefleyerek beni tüketime sevk ediyor. Bizler, çevremizden etkileniyoruz. Referans noktası belirliyoruz. 10 Nisan 2020, sokağa çıkma yasağının geldiği ilk akşamı hatırlayalım. Karar geldiği an, insanlar bir anda açık market, açık bakkal, açık benzinci bulup, ekmek su süt almaya koştu…

Yaprak Özer: Sokağa çıkıp hastalanmayın derken, Corona patladı. Bizim de hükümette davranışsal ekonomi bölümüne mi ihtiyaç var?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Öyle de söyleyebiliriz. Bizim aslında var.

Yaprak Özer: Davranış notlarıma bakıyorum; “Bireyler kendi iradeleriyle karar almaz. Çevre (+) psikoloji (+) risk algısı kararları, davranış ekonomisini etkiler” diyor. Var mı böyle bir birim?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Bizde şöyle var… Ticaret Bakanlığımızın Kamu İktisadi Davranış Politikaları Birimi kurulmuştu. Çok eski değil, çok da yeni değil. Yanlış tarih vermek istemiyorum ama yanılmıyorsam, 2017’lerde olması gerekiyor. Üniversitelere gelip eğitimler veriyorlardı. “Biz kimiz? Ne iş yapıyoruz?” gibisinden… Oradaki seminere katılmıştım, iki gün süren… Güzel bir başlangıç.  Bence Türkiye için gerçekten olması gereken ve güzel bir başlangıç.

Yaprak Özer: Dünya bu noktaya gidiyor, 1990’lardan itibaren değil mi?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Bizde de zamanla oturacağını düşünüyorum ben. Ama güzel bir başlangıç bizim için.

Yaprak Özer: “Evde Kal” dendi ama hiç kimse evde değil… Neden?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Şu an alıştık çünkü. Yani maskeyle yaşamaya alıştık ve insanlar “Sokağa çıkan insanlar var. O zaman ben neden evde kalayım?” diyor. Yani referans aldığı nokta değişmeye başladı. Çünkü çok uzun bir süre. Bunun ekonometrik bir analizini yapmak lazım. Yapılmış çalışmalar da mutlaka olacaktır. Acaba Covid başladığında, insanların Covid’den korkusuyla, bugün itibarıyla Covid’den korkusunun derecesi aynı mı acaba? “Yüzde 90 korkuyorum, dışarı çıkmayacağım” diyen birey, acaba şu anda “Yüzde 90 korkuyorum, dışarı çıkmayacağım” mı? diyor yoksa, “Maskemi takarım, kolonyamı sürerim çıkarım” mı diyor? Referans noktalarımız değişmeye başladı. Artık çıpaladığımız yerler değişmeye başladı.

Yaprak Özer: Tam da sormak istediğim noktadayız; nasıl düşünüyoruz?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Sistem 1 ve Sistem 2 diye davranışsal iktisat içinde yer alır. Psikolojiden geliyor davranışsal iktisada… Kahneman’ın “Hızlı ve Yavaş Düşünme”de, Tahler’ın “Dürtme” kitabında ya da birçok makalede görebiliyoruz: Sistem 1 ve Sistem 2…

Şimdi şöyle… Sistem 1, çaba gerektirmez, kontrolsüzdür, çağrışımsaldır daha çok, beceriye dayanır ve hızla ve bilinçsiz düşünürüz. Yani 10 Nisan 2020. Sokağa çıkma yasağı var ertesi gün. Ne yapmam lazım? Evde ekmek yok. Koş ekmek al. Bu, hızlı ve bilinçsiz. Ama bize ana akım iktisadın söylediği, klasik iktisadın söylediği şey, Homo Economicus dediğimiz bireyin yapması gereken şey şudur: O da Sistem 2’yi referans gösterir, çaba gerektirir. Öyle hızlı ve bilinçsiz karar almazsınız. Hatta karar alırken, kişi karar verirken, matematiksel bir şekilde formül haline getirip onunla gerekli işlemler takibinde de ekonometrik modellemeler yapıp, nasıl karar alabileceğini görüyoruz, teknoloji de müsaade ediyor.

Sistem 2 dediğimiz şey, çaba gerektirir, kontrollüdür, çıkarımsaldır, kurallara dayanır, yavaş ve bilinçlidir. Yani tam olarak ana akım iktisadın bize söylediği Homo Economicus budur. Buna örnek olarak da Mr. Spock verilebilir mesela… Uzay Yolu… Çok bilindik bir örnektir bu…

Yaprak Özer: Evet, neden onu örnek veriyorlar?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Davranışsal iktisat deyince, Mr. Spock ve Homer Simpson örnekleri gelir… Mr. Spock, Sistem 2’dir tam olarak… Düşünürken çaba gerektiriyor. Kontrollü, çıkarımsaldır, kurallara dayanır. Robot gibi aslında… Karar verirken yanlış yapmaya müsait değil. Çünkü hata yapma payı neredeyse yok gibi… Öbür yandan Homer Simpson’ı düşünelim. Canı istiyor, istediği yerden donut alıyor, ama donut aldığı market ucuz mu evine olan mesafede kaç tane donut’çı vardı hangisinden alması rasyoneldi, hesaplamaz ama Mr. Spock Homo Economicus’dur hesaplar.

Gerçekten ben şunu sormak istiyorum. Ekmek almaya giderken hesaplıyor muyuz? Yani bugün ekmek almak istedik; evimizde ekmek yok. Çevremizde 3 tane fırın var. 1: Hangisi evime yakın? Hangi fırında ekmek daha ucuz, gramaj avantajlı? Fayda-maliyet analizi yani… Kar maksimizasyonu yapmak zorundayım. 3. Aldığım ekmek benim tercihlerime ve zevklerime uyuyor mu? Bunu hesaplıyor muyum ekmek alırken… Bakın en basiti… Hayır, gidiyorum, evime en yakın olan fırından ekmeğimi alıyorum. Belki o ekmekten daha ucuz ekmek satan bir fırın var, daha lezzetli… sağlığıma da faydalı… evime daha yakın… bilmiyorum haberim yok. Çünkü ana akım iktisadın söylediği şeylerden bir tanesi de birey tam bilgiye sahiptir. Ama bizler çoğu zaman tam bilgiye sahip değiliz.

Örneğin Covid… Tamamen belirsiz, bilmiyoruz. Sonu ne olacak? Ne bitecek? Bilmiyoruz mesela… Onun için Sistem 1 ve Sistem 2, psikolojiden davranışsal iktisada gelen güzel kavramlar… Düşünürken, Sistem 1’le hareket ettiğimizi söyleyebiliriz. O zaman aldığımız kararlar irrasyonel, insan da irrasyoneldir demek değil. Belirsizlik, tercih sayısı, ortamda risk arttığı zaman fazla rasyonel kararlar veremiyoruz.

Yaprak Özer: Panik… Panik kararları veriyoruz.

Melodi Buket Kanlıoğlu: Kesinlikle. Veremiyoruz.

Yaprak Özer: Neden mutluluk ekonomisi çalışıyorsunuz?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Mutluluk ekonomisi daha çok sosyoloji ve psikoloji bilim dallarındaki pozitif ivmeden sonra iktisatçıların da ilgilendiği bir konu oluyor. Nasıl ilgileniyor iktisatçılar? Daha çok mutluluğu bireyde ya da o toplumda yaşayan toplumun bütününü açıklayan değişkenlerini merak ediyorlar. Örneğin gelir acaba mutluluğu ne kadar açıklıyor? Örneğin istihdam durumu mutluluğu ne kadar açıklıyor? diye… Bu nokta dikkatimi çekti bireyin en nihai olarak sahip olmak istediği nokta mutlu olmaktır. Örneğin, tamam para kazanmak için çalışıyorum ama mutlu olmadığım bir işte niye çalışayım? Ya da örneğin ben İktisat çıkışlıyım; İktisat okuyorum ama mutlu olmadığım bir dalı niye okuyayım?

Yaprak Özer: Bunu, sizin yaş grubunuz söylüyordu, bizim yaş grubumuz değil. “Mutsuz mutsuz oku ya da çalış… ‘Mutlu muyum?’ diye sorma bizim ve bizden önceki nesli temsil ediyor. Gelişen günler hayatımıza bambaşka şeyler getiriyor.

Melodi Buket Kanlıoğlu: Kesinlikle… Mutluluk, dediğiniz gibi, bizim yaş grubumuzda, büyük ihtimalle de daha sonra gelecek jenerasyonlarda daha fazla konuşulup yazılacak çizilecek ama ilk bakıldığında Antik Yunan’dan günümüze mutluluk kelimesi, mutluluk kavramı hep filozoflar düşünürler tarafından ele alınıp açıklanmaya çalışılıyor; mutluluk nedir, bir birey nasıl mutlu olur, mutlu olmanın yolları nelerdir? diye… Daha sonrasında psikoloji ve sosyolojideki gelişmeler iktisatçıların da dikkatini çekiyor ve biz ekonomiyi bir araya getirebilir miyiz’i düşünüyorlar… Ve getiriyorlar da…

Yani mutluluğun tek bir tanımı mümkün değil. Size göre farklıdır, bana göre farklıdır, ülkelere göre farklıdır. Fakat çok atıf alan bir tanım var literatürde… Hollanda’da Prof. Ruth Van Hoven’ın Nobel ödüllü bir mutluluk ekonomisi çalışanı, diyor ki, “Mutluluk, tanımlamak gerekirse, bir insanın genel kalitesini bir bütün olarak pozitif değerlendirdiği derece.” Ve biz mutluluğu ölçebiliyoruz. Tek bir tanımı mümkün değil ama mutluluğu ölçebiliyoruz. Örneğin bizde TÜİK ölçüyor. TÜİK size soruyor. Yaşam Memnuniyeti diye bir anketi var. 2003 yılında ilk defa yapmaya başladı bunu TÜİK… Yaşam Memnuniyeti Anketi 2003 yılında çıktığında, şu şekilde soruyorlar mutluluğu: “Yaşamınızı bir bütün olarak düşündüğünüzde ne kadar mutlusunuz?” Ve sizden yanıt bekliyor. Beş tane yanıt hakkınız var. 1: Çok mutlu, 2: Mutlu, 3: Orta, 4: Mutsuz, 5: Çok mutsuz. Ama tek bir sorudan oluşmuyor bu anket tabii… Sizin sosyodemografik bilgilerinizi alıyor; istihdam durumunuz, çalışıyor musunuz, işsiz misiniz, öğrenci misiniz? Gelecekten beklentileriniz neler? Soruyor: Gelecek yıl Türkiye’de ekonomi nasıl olacak? Daha iyi mi – kötü mü – aynı mı? gibi…

Yaprak Özer: Peki. Ne çıkıyor bu anketlerin sonucunda? Türkiye mutlu mu mutsuz mu?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Genelde mutlu çıkıyor. Yani bir bütün olarak baktığımızda, mutlu çıkıyor. Daha çok haberlerde görürsünüz, Sinop en mutlu il çıktı, diye… Genelde il düzeyinde de Sinop çıkar. Fakat tabii şimdi artık il düzeyinde incelemek mümkün değil çünkü TÜİK 2013 yılından sonra il düzeyini kaldırdı mutluluk çalışmalarında… Yani il düzeyi yok Memnuniyet Anketi’nde… Dediğim gibi genel olarak mutlu çıkıyoruz.

Ben daha çok işsizlik-mutluluk ilişkisini çalıştım. Çünkü işsiz kalmayı sadece gelir olarak düşünmüyorum. Yani, işsiz kalınca sizin motivasyonunuz, yaşam enerjiniz, yaşam memnuniyetiniz, hayattan aldığınız tatmin düşüyor ve mutsuz oluyorsunuz. Yani her şey, “İşte maaşımı aldım ya alamadım, mutsuzum” değil… Çünkü maaş alamadığınızda örneğin bir kitap alamıyorsunuz. Kendinizi sosyal olarak geliştiremiyorsunuz.

Yaprak Özer: Dikkate aldığım araştırmacıların çalışmaları ya da bu konudaki söylemlerine göre Türkiye’de sorulan soru ve alınan cevaplarda tereddüte mahal olduğu ifade ediliyor. Çok daha farklı yöntemler uygulayan var. Şimdi siz mutlu dediniz, ben hayır mutsuz demek istemem ama bir yandan işsizlik, pandemi… her evde Corona’dan ölen var; dükkanlar kapalı, yarın ne olacak endişesi ve mutluluk… belki biz farklı noktalardan baktık. Onun için eksenimizi aynı noktaya getirelim mi?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Söylediğim sonuç, genel olarak Yaşam Memnuniyeti Anketi’nin sonucu…

2003 yılında Yaşam Memnuniyeti Anketi sonuçlarına göre… Benim yaptığım veya özel bir şirketin yaptığı değil, TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Anketi Sonucu’na göre, 2003 yılında “mutluyum” diyenlerin oranı yüzde 59.6 iken, 2019’da yüzde 52.4… Yani bu, gene Türkiye halkını söylüyor bize. Yani 18 yaşından başlıyor örneklem almaya, 65 yaş üstüne kadar çıkıyor. Tabii ki belirli noktalarda soru işaretleri var kafamızda, dediğiniz gibi… Acaba cevap veren soruyu iyi anladı mı ya da örneklem seçimi iyi miydi değil miydi? diye… Elimizde bir data var ve onu referans alıp kendimize, o şekilde yorumlayabiliyoruz şu an…

2019 yılında Türk halkının Yaşam Memnuniyeti Anketi sonuçlarına göre mutluluk skoru %52.4 çıkıyor. 2003 yılına göre bir düşüş var. Bunu söyleyebiliriz. Hatta 2018 yılında 53.4 çıkıyor. 2019’da 52.4 çıkıyor. Şimdi tabii ki daha düşük bekliyoruz. Neden? Pandemiyle mücadele ediyoruz. Dediğiniz gibi, işsizlik yüksek, ölümler maalesef ki var; hemen hemen çevremizde duyuyoruz.

Ben tezimde sadece işsizlik-mutluluk çalıştım. Onu da şöyle söyleyebilirim. Tabii işsizlik mutluğu, yaşam memnuniyetini olumsuz yönde etkiliyor. İşsizlikten dolayı insanlarımız mutsuzlar ki beklenen de bu… Yani literatürle özdeşleşiyor bu noktada.

Yaprak Özer: Bu mutluluk-aşk-para ekseninde ne diyebiliriz? Davranışlarımız nasıl?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Genel olarak şunu söyleyeyim… Türkiye’deki insanları ne mutlu ediyor? TÜİK’in anket sonuçlarına göre; sağlıklı olmak mutlu ediyor. Daha sonra, medeni durumunun evli olması, sonra çalışıyor olmak, işinin olması… diye gidiyor. Ama bu sonuç, toplumdan topluma değişiyor. Bazı sonuçlarda mesela mutluluğu açıklayan en büyük değişken, “sağlık” değil, bizdeki gibi örneğin; “çalışıyor olmak”… gibi… Yani toplumdan topluma değişiyor. Yıldan yıla da değişiyor.

Ben özellikle genç işsizliğe çok dikkat etmek istedim. Yüksek genç işsizlik oranlarımız var. Bakıldığında da gerçekten mutsuzlar. Yani gençler, 18-24’e baktım ben özellikle. Gerçekten mutsuzlar.

Yaprak Özer: Mutsuzluk, umutsuzlukla tetikleniyor aslında değil mi? Yani umudu olan mutlu oluyor açıkçası… Ben geçenlerde yine bir çalışmaya rastladım, beni çok sarstı. Çünkü daha az önünü görmek deyince ben, “yıllar” diye düşünürdüm. 6 aylara kadar inmiş, ülkenin geleceği için vahim. 20 yaşının başındaki gençleriniz ben 6 ayı ancak görüyorum diyebiliyorsa, mutsuz olduğunu haykırıyorsa, 65 yaş üstünün mutsuzluğu bir ülkenin ekonomisine 18-25 yaş gençlerin mutsuzluğu kadar etkilememeli…

Bhutan… Aklıma gelmişken söyleyeyim. Mutluluk Endeksi var dünyada. Mutluluk Endeksi’nde de Bhutan, Himalayalar’daki küçücük üstelik de öyle zengin bir ülke değil, ama mutluluk endeksi ve sürdürülebilirlikle ilişkilendirdiği bir ekonomi olduğu için, belki izleyenler ve dinleyenlere bakmalarını ben öneriyorum. Ne dersiniz?

Melodi Buket Kanlıoğlu: Evet katılıyorum. Bunun dışında bir de şey var. Siz söyleyince aklıma geldi. Teşekkür ederim o noktada… World Database of Happiness diye bir site var. Genellikle mutluluk çalışmaları ve ülkelerin mutluluk skorları burada yer alır. Yani burada 10’lu bir ölçek var. Likert var. Bu 10’lu ölçekte örneğin A ülkesinin mutluluğu kaç? İşte 4.8… 5’in altında kaldığı için, “mutsuz” diyebiliriz. Örneğin işte Y ülkesinin mutluluk oranı, yıllar içerisindeki mutluluk oranı 5.3… 5’in üstünde kaldığı için mutlu. Ama ülkeler kıyaslamasını yapabilirsiniz burada.

*Kanlıoğlu, İstanbul Medeniyet Üniversitesi İktisat bölümünden mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi İktisat Teorisi bölümüne başladı. Yüksek Lisans eğitiminin bir bölümünü Almanya- Hochschule Worms University- IBA bölümünde tamamladı. Gönüllü Genç Ekonomi Gazetecileri Projesi kapsamında çalışmalarını sürdürüyor.  

Paylaş