Oxford Vardı Biz mi Okumadık?

Alışverişe çıkacaksınız. Adım başı AVM… Her köşeden bir süpermarket-orta boy ya da bilemediniz küçük market… Kapalı ya da açık AVM fırlıyor. İyi ki varlar, nerede alışveriş yapacaktık? Cennet, bir cennet burası!

Türkiye bir de okul cenneti!… İşte buna inanmadınız değil mi?… Tabii ki, abartıyorum, ama desteksiz değilim: YÖK verilerine göre Türkiye genelindeki 81 ilde 170’in üzerinde üniversite var. Yaklaşık üçte biri vakıf. Her yer okul… Cennet burası.

Hayatımız bir alışveriş, bir de üniversite. Bir müteahhitler bir de okul’cu işadamları…

Fakat bir tuhaflık var, üniversite sayısının artıyor olması, nitelikli personel sorununun azalmasına neden olmuyor! Yani o güzelim AVM’lerin içine nitelikli eleman koymak mümkün değil. Alın size bir paradoks daha!

OECD’nin yayınladığı bir araştırmadan söz etmek istiyorum:

Geçtiğimiz 10 yıl OECD ülkeleri yüksek öğretim konusunda büyük ilerlemelere tanıklık etti. 2000 yılında 154 bin olan doktora mezunu kişi sayısı yüzde 38’lik bir artış göstererek, on yılın sonunda 213 bine ulaştı. Bu artış dikkat çekici olsa da ülkeler bazında durum o kadar parlak değil. Bizde değil örneğin…

Diyeceksiniz ki, ne doktorası?… Herkesin temel eğitimi var, unuttunuz mu? Doktora eğitimde de işgücü piyasalarında da  en nitelikli olan grup. Biz AVM’lere takılınca hayatı ıskaladık tabii, doğaldır…

Toplam işgücü piyasası içerisinde doktora yapmış olanlara dair OECD ülkeleri sıralamasında Türkiye sonuncu olan Arjantin’in bir üzerinde. Doktora yapmış olanların sayısı toplam nüfus içerisinde binde 1!… İşgücü piyasasında binde 3!… (Lüksemburg sıralamada lider: binde 25)

OECD ülkelerinde doktora mezunları çalışma hayatında diğer eğitim gruplarına göre daha yüksek bir istihdam aralığında. Doktora derecesi olan kişiler, ekonomik daralmadan etkilenmiyor.

Doktora mezunları içerisinde en dezavantajlı grup sosyal  bilim mezunları. Mühendislik ve sosyal bilimler mezunlarıysa çok fazla işsizlik sorunu yaşamıyor. OECD eğiliminin tersine Türkiye’de sosyal bilimler alanında doktora yapmış kişiler arasında neredeyse hiç işsiz yok.

İşgücü piyasasında doktora mezunlarının durumu böyle. Peki gelir durumları nasıl?

OECD ortalaması satın alma gücü endeksi açısından büyük farklılıklar taşıyor. Doktora mezunu bir kişinin yıllık ortalama geliri Rusya’da  yaklaşık 18 bin dolar, ABD’de 93 bin dolar… Türkiye’de yıllık gelir ortalama 44 bin dolar.

Doktora yapanlar kendi hesabına çalışmaktansa ücretli olarak çalışmayı tercih ediyor. Türkiye’deki “doktor”lar arasında özel sektör çalışanları, kamudakilerden yüzde 20 daha fazla kazanıyor. Yükseköğrenimde çalışan doktoralı akademisyenlerin maaş ortalaması, özel sektör maaş ortalamasının neredeyse yarısı.

Lisans eğitimi görmüş bir kişinin doktora derecesi alması için üniversiteden sonra, 3’ü yüksek lisansta, en az 8 yıl daha eğitim hayatına devam etmesi gerekiyor. Bilindiği üzere pratikte bu süreler uzayabiliyor.

Doktor unvanına kavuşma yaşı OECD genelinde 30-35 yaş arası. Doğa bilimleri ve mühendislik alanlarında doktora yapma yaşı daha düşük, sosyal bilimlerde doktora tamamlama yaşı daha yüksek. OECD araştırmasına göre her üç doktoralıdan ikisi 45 yaşın üzerinde. Gelecek on yıl içerisinde tamamen emekli olacak 55 yaş üzerindeki kesim, yüzde 20’den fazla. Temel kaygı, sirkülasyonun yavaşlamasıyla beraber araştırmacı sayısının da düşecek olması.

Çözüm ne? Doktora öğrencilerinin sayısını artırmak, eğitimi daha fonksiyonel ve pratik hale getirmek, doktora ve yüksek lisans yapmayı özendirecek istihdam politikası geliştirmek.

Çözüm için bireysel bilinçlenme de gerekli. Akademik çalışma yapmak isteyenlerle, uzmanlaşarak iş gücünde kalmak isteyenleri ayrıştırmak ve seçim yapmalarını kolaylaştırmak;  akademik hayatta gönlü olmayan, buna karşın mutlaka eğitimini uzatmak ve derinleştirmek isteyenlere nitelikli programlar açmak gerek.

Bu işin ilmini yaptığımı söyleyebilirim. Doktora yeterliliğini vermiş ve “Dr” unvanını alamamış biri olarak karşınızdayım. Tabii ki hatalı kararlarım vardı ama Oxford vardı da, ben mi okumadım.

Döneminin en yaratıcı tez konularından birini seçtim; “Savunma politikalarının güvenlik siyasetine dönüşümü”. Bireysel hatam, konuyu benimle çalışacak uzman kadro bulmak ya da konuyu başka bahara kaldırmak arasındaki dilemmada ikisine birden sırt çevirmek ve yola devam etmek oldu… Yeterliliği verdim tezi bitirdim, demezler mi “Çok gazeteci gibi olmuş…” Bekleyelim dünya değişsin, teorik  kısmı ilave ederim  diyemedim… Malum NATO tam gaz o yıllar. Gezi gibi olayları rüyamızda bile görmüyoruz. “Barış Süreci” diye bir şey “cızz”! Olmamış darbe ve yapılmamış planların tehdit olabileceği düşünülmüyor! Doğal afetin güvenlik tehdidi olması kabul görmüyor… “Rant” gibi bir kavrama yalnızca ekonomik boyutuyla, “yeşil” gibi bir kavrama yalnızca çevre olarak bakılıyor ve güvenlikle ilişkilendirilmiyor. 007 James Bond’dan Assange –Snowden -RedHack sıçraması yapılmamış…

“Neden yapıyorum, ne yapıyorum” gibi temel sorular sordum. Yavaş yavaş midemdeki ağırlık, kafamdaki uğultu dağıldı. Sistemle barışmaya karar verdim, havlu atmadım ama işin ucunu bıraktım. Yapmak  ile yapmamak arasındaki maliyet hesabını yaptım. Ve dank etti kafama, bunu düşünüyorsam, hesabı yapabiliyorsam, çıkan sonucu doğruluyor ve karar veriyorsam, helal olsun doktora bana vereceğini vermiş!

Sonuç olarak, önerim; yolunuzu anlamlı ve hesaplı uzatın. Romantik olmayın. Ama mutlaka okuyun ve okutun. Unutmayın burası AVM’lerin kıymetli olduğu bir ülke. Neyi niye yaptığınızı sorun, sakın küsmeyin, yola devam. Bir de unutmayın sakın, gelişmekte olan ekonomilerde, ülke politikalarının yanı sıra bireyler de kendi öz strateji ve politikalarını 3-5-10 yıllık dilimlerle çalışmalı.

Paylaş