Küresel fakirlik, Türkiye ve Derviş

 

Kemal Derviş Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı UNDP’ye resmen başkan seçildi. UNDP tarihinde ilk defa kurumdan yardım görmüş bir ülkenin vatandaşı başkanlığa oturuyor. Bundan önce beşi ABD biri İngiltere olmak üzere altı başkan değiştiren UNDP’de katkı ve bağışta bulunan ülkelerden seçilen başkan geleneği de bozulmuş oluyor. Toplam 3 milyar dolarlık bütçesi ve 166 ülkedeki çalışanıyla gelişmeye yönelik yardımları koordine eden en büyük uluslararası kurum olan UNDP yalnızca Derviş için değil Türkiye için de önemli bir görev.

Aslında Derviş görev yapacağı alana yabancı değil. Derviş, Dünya Bankası’nda görev alırken Ortadoğu ve Afrika ve Fakirlik’le Mücadele ve Ekonomik Yönetim (Poverty Reduction and Economic Management) bölümünün başkan yardımcılığını yapmış, ayrıca savaş sonrasında Bosna Hersek’te Dünya Bankası’nın yeniden inşaa ve yardım çabalarının başında görev almıştı.

Derviş’in 2005’te Center For Global Development tarafından yayınlanan “For Better Globalization” adlı bir kitabı da bulunuyor. Kitap için ünlü yönetim gurusu ve gelecek bilimci Francis Fukuyama “BM’nin yeniden yapılanması sorunu için ortaya konan en yaratıcı çözümlerden biri” diyor.

Derviş’in atandığı pozisyonun görev tarifi kadar hiyerarşi içindeki konumu da önemli. Derviş bundan böyle  BM’de genel sekreter ve yardımcısından sonra üçüncü en yüksek pozisyonda görev yapan kişi olacak. UNDP başkanın görev tanımları arasında UNDG (United Nations Development Group) başkanlığı da var. UNDG, BM birimlerinin uluslararası yardım ve yeniden inşa faaliyetlerini koordine ediyor.

Resmi tanıma göre açlık sınırı günde 1 dolardan daha az bir gelirle yaşamak demek. Bu şekilde yaşayanların sayısı 1.2 milyar. Afrika kıtasında nüfusun yarısı bu gelirle yaşamaya çalışıyor. Resmi rakamlara gore fakirlik sınırı günde 2 doların altında yaşamak demek. Bu şekilde yaşayan 2 milyar kişi bulunuyor. Bunlar ancak basit ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar. İki doların az  üzerinde geliri olanların sayısı ise 1.8-2 milyara yaklaşıyor. Dünya nüfusu 7 milyar olarak kabul edilecek olursa, nüfusun yüzde 70’ini açlar, zorlukla yaşayanlar ve ihtiyaçlarını ucu ucuna karşılayanlar oluşturuyor.

Bütçesi 3 milyar dolar olan bir kurum öncelikli olarak 1.2 milyar kişiye, daha sonra 2 milyar fakir ve 1.8 milyar az gelirliye nasıl yardım edebilir. Bir hesap yapılmış, UNDP doğrudan yardım yapsa 1.2 milyar kisiyi ancak iki buçük gün besleyebiliyor.

Fakirlik dünya nüfusunun önemli bir bölümünü tehdit ediyor. Türkiye fakirliğin neresinde yer alıyor dersiniz? Türkiye’de Devlet İstatistik Enstitüsü’ne (DİE) göre nüfusun binde 2’si, BM’ye göre ise yüzde 2’si açlık sınırının altında yaşıyor. Devlet harcamalarından eğitim hizmetlerine ayrılan pay yüzde 10. Sağlıklı içme suyuna ulaşabilen nüfus yüzde 69. Kanalizasyon hizmetlerine ulaşabilen nüfus yüzde 85. (2003)

Fakirlikle mücadele uzun zamandır üzerinde tartışılan konulardan biri. Yönetim literatürünün ünlü simaları değişik öneriler getirmeye, yöntemler geliştirmeye çabalıyor. Çoğunun buluştuğu ortak nokta, doğrudan yardımların fakirlerin sorunlarına çare olmadığı şeklinde. Sürekliliği olan mekanizmalarla bu insanların para kazanması, bir şey üretip bunları satabilmesi gerekiyor.

Millennium Project olarak anılan Binyıl Gelişim Hedefleri’nin baş araştırmacılarından Jeffrey Sachs bunu şöyle ifade ediyor: “Fakirlikle ve fırsat eşitsizliğiyle karşı karşıya her ülke ve toplumun durumu kendine özeldir, kendi dinamiklerine göre anlaşılması gerekir. Bu dinamikleri anlamadan yapılan yardımlar süreklilik sağlamayabilir. Artık bu sürekliliği sağlayacak deneyimimiz var. Çalışmaya başlamanın tam zamanı.”

Türkiye’de neler yapılabilir diye baktığımızda, ortak sorun ve çözümlerle karşılaşıyoruz.  Örneğin anne çocuk sağlığı fakirliğin en önemli alt birimi. DİE verilerine göre Türkiye’de 5 yaş altı ölüm hızı, bebek ölüm hızının üzerinde. Uluslararası yardım kuruluşlarının raporlarına göre anne ve anne adaylarının eğitimi, 5 yaş altı ölümleri önlemede her yerleşim yerine hastane kurmaktan daha başarılı. Sadece okuma yazma öğrenmeleri bile, bilgi edinebilme olanaklarını artırıp kadınların çocuklarına daha iyi bakabilmelerini sağlıyor.

Töre, gelenek psikolojisinin aşılması ile kadınlara sağlanacak eşit imkanlar kadın nüfusun kendi şanslarını artırma ve kötü yaşam koşullarından kurtulma imkanını da artırabiliyor. Kadınlarda okullaşma oranı ilköğretimde yüzde 95, ortaöğretimde yüzde 42. Ortalama okul süresi ’97 verilerine göre erkeklerde 7.01, kadınlarda ise 4.91 yıl. Türkiye’nin doğusu ile batısı arasındaki fark geceyle gündüz gibi.

Ülke olarak nüfusumuz genç. Ortalama yaş 24-26 arası. Çoğumuz umursamasak da  ülkemiz  de yaşlanma tehlikesiyle karşı karşıya. Yeni yetişen nüfusa iş bulabilmek için yılda 900 bin iş yaratmamız gerekiyor. Geçen 12 ayda 463 bin iş yaratabildik. Gerekenin yarısı. Diğer yandan mevcut iş gücü daha verimli çalışırsa yeni iş sayısı azalabilir fakat bir yandan Türkiye’nin daha verimli çalışmayı öğrenmesi şart. İçinden bir anda çıkamayacağınız bir durum.

Şu anda tamamen yararlanamadığımız bu değerli nüfusa yaşlanınca ne olacağını ise kestirmek olanaksız. Bugünün sosyal güvenlik, sağlık, emeklilik sistemleri dışında bir çözüm bulmak şart. Nüfusun kendisini yenilemesi, sayısını sabit tutması için her kadının 2.2 çocuğu olması gerekiyor. DİE verilerine göre 2003’te bu sayı 2.43. On yıl önceki rakam 2.88. Nüfus artış hızı yavaşlıyor. Gelecek 30 – 40 yıl içinde çalışanların sayısı emeklilere bakmaya yetmeyebilir.

Bu sorunla çok yakın gelecekte Japonya karşılaşacak. Türkiye’nin ileride yaşlanacak genç nüfusu sürekliliği olan politikalarla nasıl istihdam edeceğini şimdiden düşünmesi gerekiyor. Ekonomik gelişmemizi tamamlamayı umduğumuz gelecek 20-30 yıl tam tersine nefesimiz erken tükenebilir ve fakirlik oranı artabilir.

Paylaş