Kral Öldü Yaşasın Kral

Bir kaç haftaya kadar her şey daha farklı olacak. Heyecan bitecek. Saddam unutulup gidecek. Bakalım asıl bundan sonra ne olacak. Seyirci olduğumuz savaşın ardından gelen günlerde, ciddi bir yeniden yapılanma, çok önemli bir insan kaynakları operasyonu ve müthiş bir mücadele olacak. Başka türlü bir savaş yaşanacağından kuşkunuz olmasın.”;”

Bir kaç haftaya kadar her şey daha farklı olacak. Heyecan bitecek. Saddam unutulup gidecek. Bakalım asıl bundan sonra ne olacak. Seyirci olduğumuz savaşın ardından gelen günlerde, ciddi bir yeniden yapılanma, çok önemli bir insan kaynakları operasyonu ve müthiş bir mücadele olacak. Başka türlü bir savaş yaşanacağından kuşkunuz olmasın.

Halatı Saddam’ın boynuna geçirmeye çalışıyor…
Tamam, şimdi geçirdiler…
Birazdan Saddam’ı sallandıracaklar.
O hiç istifini bozmadan öyle duruyor.
Aaaa biri aşağıda elinde balyozla Saddam’a vurmaya başlıyor.
Onlarca kişi halatı çekip duruyor, Saddam kıpırdamıyor.
Birileri de halatı yakalamış, yukarı tırmanmaya çalışıyor.
Şimdi merdiven getirdiler ama merdiven Saddam’ın ayaklarına bile ulaşmıyor.
Yaklaşamayanlar ya da ona tırmanamayanlar Saddam’a taş atıyor.

Bu sırada bir İngiliz televizyoncu sürekli görüntüleri kesiyor. Turistik bölgede gezer edasıyla, “Hadi gidelim bir de şu tankın üzerindeki askerlere nasıl olduklarını soralım” diyor…

Askerler sanki Cote D’Azur’da: “Anne dönüyorum. Yakında oradayım” diye el sallıyor biri. Diğeri “Evdekilere selam” diyor.

Aşağıda itiş kakış var… Ne oluyor demeye kalmadan biri diğerinin elinden balyozu kapıyor.
Tamam, kendi aralarında çatışma başladı. Bu Saddam taraftarı olmalı, şimdi balyozu diğerinin kafasına indirecek derken, o, adamı eliyle itip betona kendisi saldırmaya başlıyor.

Üzerinde kocaman “press” yazan İngiliz muhabir yine ekranda, “Şimdi de sokaktaki halkla röportaj yapalım” deyip, bir Iraklı genci ya da orta yaşlı bir adamı hatta bir Iraklı kadını yakalamaya çalışıyor. “Neler hissediyorsun?” diye soruyor. Yanıt alamazsa, “Dil bariyerine çarptım” diyor. Birkaç anlamsız söz alırsa, bize dönüyor “Evet çok mutlular” diye kendi yorumunu yapıyor.

Balyoz çok kıymetli, herkes bir kere betona vurmak istiyor. Bu çirkin alet kapanın elinde kalıyor.
Heykelin hemen yakınlarında Amerikalı askerler Iraklı çocuklara çikolata veriyor.

Yer; Irak’ın başkenti Bağdat’ın ünlü Firdevs Meydanı.
Tarih; 9 Nisan 2003.
Yerel saat; 17:44
Canlı yayın yapan televizyon ekipleri olay yerinde…
Bütün dünya, saatlerce Saddam’ın eliyle Kudüs’ü gösterdiği dev ve çirkin heykelinin civarındaki olayları izliyor.
Olan hep heykellere oluyor. Heykeller dövülüyor, yıkılıyor, indiriliyor, yakılıyor.

Kıssadan hisse; “Düşmez kalkmaz bir Allah”.

Gömülü Gazetecilik

Embedded yakın zamana kadar yalnızca teknoloji alanında kullanılan bir terimdi. Gömülü, iliştirilmiş demek. İçine yerleştirilmiş…

Sözcük artık gazetecilik için kullanılıyor. İkinci Körfez Savaşı ve sonrası yalnızca yeni dünya düzenine damgasını vurmuyor. Bazı meslekleri yerinden oynatıyor. Biri gazetecilik, diğeri askerlik.

Amerikan Genel Kurmayı henüz detaylarıyla analiz edilemeyen, bana göre kısa bir süre sonra üzerinde çok tartışılacak bir pazarlama stratejisi geliştirdi. İş dünyasına ve benzer olağanüstü olaylara uyarlanacak olan bu stratejinin özünde yeni geliştirilmiş iletişim modeli var.

Dünyanın önde gelen pazarlama uzmanları Pentagon’un iletişim/pazarlama/halkla ilişkiler stratejisini savaşın kendisinden daha profesyonel ve daha başarılı buluyor.

Savaş sırasında, savaş alanına 400 gazeteci yerleştirildi. Pentagon bunlara ‘Embedded Reporters’ dedi: Gömülü Gazeteciler.

Pentagon savaş alanından çıkan tüm mesajlarda önemli bir başarı elde etti. Gömülü gazetecilerin haberleri ne fazla müdahale gördü ne de tam anlamıyla serbest bırakıldı…

“Reklamın Sonu ve Halkla İlişkilerin Yükselişi” başlıklı kitabın yazarı ve son yılların önde gelen pazarlama uzmanı Al Ries’e göre, hepsi birbirini atlatmaya çalışan bu kadar gazeteciyi kontrol etmek çok zor olmasına karşın başarılı bir operasyondu.

Gazetecileri kontrol edemeyeceğini anlayan Pentagon, savaş alanına gazetecileri gömdü ve daha önceki savaşlarda olmadığı kadar da onları serbest bıraktı. Böylece tüm iletişimi en ince ayrıntısına kadar kontrol etti.

Gömülü gazeteciler, savaşın gördükleri kısmında, Amerikan askerlerini tanıdılar, onlarla konuşup onlarla daha yakın ilişkide bulundular. Hallerini anladılar duygularını kavradılar.

Bu ayrıcalık için farkında olmadan Pentagon’a müteşekkir oldular ve savaşa başka bir gözle bakmaya başladılar.

Önümüzdeki günlerde daha fazla tartışılacağını umduğum durum ise Stockholm Sendromu. Gömülü gazetecilerin, zaman zaman kendilerini kaçıranlara karşı koymak bir yana onlara sempati duymaya başlayan tutsakların yaşadığı Stockholm Sendromu diye bilinen ruh halini yaşadıklarını ileri sürenler de var.

Pentagon’un yeni iletişim ve pazarlama atağından çıkarılacak derslerin başında korkusuz olmak, açık olmak, riski göze almak gerekiyor.

Farklı mesajlar verecek sözcüler yaratmak ve bu sözcüleri iyi kullanmak konusunda gösterdiği performansla da askerlerin iletişim anlayışı uzun süre tartışılacak.

Lider Baba

Türkiye Cumhuriyeti’nin dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den uzun zamandır haber almamış olabilir onu gazete sayfalarında görememiş olabilirsiniz. Eskisi gibi medyada görünmüyor. Ama inanılmaz bir tempo içinde, yaşına aldırmadan sağa sola koşturup duruyor. Konferanslar veriyor, yorumlar yapıyor… Geçtiğimiz hafta Demirel’i bu konferanslardan birinde izledim. Türkiye’yi, dünyayı yorumladı. Gelecekle ilgili ipuçları verdi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin üçte birlik ömrüne değişik sıfatlarla damga vurmuş bir lider. Beğeneni var, beğenmeyeni var. Eleştireni var, öveni var…

Ama bir gerçek var o da inanılmaz tecrübesi. Deneyimli bir lider o.

Konu olarak liderlik temasının işlendiği bir yayın organında, bir liderin yorumlarının anlamlı olacağını düşündüm.

Ben, Süleyman Demirel’den çok ama çok küçüğüm yaş olarak. Ben dünyaya gözümü açtığım zamanki günlük hayat temposu, onun dünyaya gözünü açtığı zamanla kıyaslanamayacak kadar hızlıydı. Benim bu hıza ondan daha fazla alışık olmam beklenir. Beklenir ki, ben olana bitene ondan daha fazla hakim olayım. Değişimin başımı döndürmemesi beklenir. Ama nerede… Baba gayet sakin, yorumluyor, başının döndüğü, eğer dönüyorsa tabii, hiç belli olmuyor…

Sizinle, Baba’nın düne, bugüne, yarına ve diğerlerine ilişkin görüşlerini paylaşmak istedim. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, o ayrı… Zemin ayağınızın altından kayıyorsa, Baba biraz durdurabilir.

Biz, ‘Başkaları zengin, biz değiliz’ diye yakınıp duruyoruz.

Demirel’e göre, böyle diyenler önce dönüp bir kendine bakacak. Çaresi yok. Bakmayanlara o hatırlatmasını biliyor.

Dün, Bugün, Yarın

Dün;
Yıl 1965 Süleyman Demirel yüzde 53 oyla başbakan. Türkiye’nin o gün 465 milyon döviz geliri var. 2002 yılında Türkiye 37 milyar dolar ihracat yapıyor, 10 milyar dolar turizm geliri, 3 milyar dolar diğer cinsinden gelire sahip…

Yıl 1923 Türkiye’nin nüfusu 12 milyon, kişi başına düşen gelir 50 dolar. Aynı yıl Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinde elektrik yok.

Yıl 1950 nüfus 21 milyon, kişi başına düşen gelir 166 dolar. Aynı yıl Türkiye’nin 35 bin köyü var. 35 bin köyünün yalnız 13’ünde elektrik var.

Yıl 1960 27 milyonluk Türkiye’de kişi başına 300 dolar düşüyor.

Bugün;
Yıl 2000 Türkiye’nin nüfusu 70 milyon, bir Türkün ortalama geliri 3 bin dolar.

Bugün Türkiye’nin 35 bin köyü ve 75 bin mezrasında elektrik var. Türkiye’de 130 milyar kilovat/saat elektrik üretiliyor.

Yarın;
Bu kalkınmanın müthiş bir şey olduğunu ama bize yetmediğini söylüyor. Köylü Sülo, nüfusunun yüzde 44’ü tarımla uğraşan bir ülkenin kalkınmasının zor olduğunu itiraf ediyor: “Girmek istediğimiz AB’de tarımla uğraşan kesim nüfusun yüzde10’u, ABD’de bu oran yüzde 3. Uygar, medeni ve zengin bir Türkiye istiyoruz. O zaman tarımdaki ağırlığı azaltacağız.

Ekonomi;
Demirel’e göre ödemeler dengesi denen olay bir ülkenin bağımsızlığı kadar önemli. Eğer bir ülke döviz kazanacak şekilde mal üretebiliyorsa, ödünç para bulur. Ödünç para veren parasını geri alıp alamayacağına bakar. Geri alabilecekse verir.

Demirel’e göre bugün dünyada birkaç çeşit ayakta kalabilme yolu var. Bunlardan biri de kendi yağınla kavrulma durumu. Ama bugün kendi yağınızla kavrulmanız mümkün değil.

ABD;
Kimsenin dur diyemediği bir ülke. Bizim en iyi dostumuz, müttefikimiz. Ama bu dostluk zarar gördü. Türkiye’nin ABD’ye başta olmaz demesi gerekirdi. Belki yine zarar görürdük ama  bugünkü gibi verdiği sözü tutmayan ülke durumunda olmazdık.

BM;
ABD’ye dur diyecek hali yok. Dur dese, dur dedikten sonra ne yapacağı belli değil. 55 yıldır dünya düzenini koruyan BM bugün acınacak bir halde.

AB;
Kıbrıs konusunda anlaşmazsa sağlanamaz ve Rum kesimi AB’ye girerse AB Türkiye’yi işgalci sayacakmış… Demirel soruyor; “Ne zamandır AB tapu müdürlüğü yapıyor?”

Kıbrıs;
Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri. ”Kıbrıs’ta Çözümsüzlük Çözümdür” diyemezsiniz. “Adama gel sen çöz” derler. Ada’yı tamamen Yunanistan’a verirsek sorun kalmaz. Onun dışında tatmin olmaları mümkün değildir. Ancak tarihi iyi bilmek gerek. Kıbrıs 1570’de fethedildi. Öncesinde Venediklilerindi. Hiçbir zaman Yunanlıların olmadı. 300 yıl boyunca Osmanlı egemenliğinde yaşadı.

Ada halkına;

Kim çıkıp ta ‘ben Kıbrıslıyım’ diyorsa yalan söylüyor. Kıbrıslı diye bir millet yoktur. Ya Türk ya da Yunanlısındır. Eğer birileri Türküm diyemiyorsa, bırakın demesin, zaten onun Türklüğünden kimseye hayır gelmez.

Herkese;
Herkes eğri otursun doğru konuşsun.

Bundan Sonra Ne Olacak

Aşağıda okuyacaklarınız ismini açıklayamayacağım bir Amerikalı yetkilinin ağzından Irak’ın geleceğine ilişkin olası senaryo.
Senaryo etap etap. İlk etap ilk altı ay.

Bakın yakın gelecekteki Irak resmi nasıl olacak?
ABD, Irak’taki yönetimi çoktan oluşturdu. Atamalarını yaptı. Hatta yerel liderlerini seçti. Herkes görev yerini ve görev tarifini net olarak biliyor.

Önümüzdeki 6 aylık dönem içinde öncelikli olarak Irak’ta yer yer çıkacak çatışmaların tamamen sona erdirilmesi hedefleniyor.

Su kaynaklarının yeniden kullanılabilecek hale getirilmesi ve yerli halkın su sıkıntısı çekmesinin önüne geçilmesi;

Gıda konusundaki sorunların sona erdirilmesi, 6 ayın temel icraatı içinde;
Yanan petrol kuyularındaki yangının söndürülüp yeniden kullanılabilir hale getirilmesi…
Ülkenin yeniden imar edilmesi için gerekli adımların atılması… ABD aslında Irak’ta görevlendireceği siyasi, askeri ve mülki yetkililer gibi bu ülkenin yeniden imarında görev alacak şirketleri de çoktan belirlemiş gözüküyor. Bazı konuların ihalesi tamamlandı.

Mayınların tamamen temizlenmesi çok önemli, çünkü Iraklılar özellikle petrol kuyularının çevresini sofistike bir mayın tarlasına çevirmişler;

ABD’nin kısa vadeli hedefi sürgündeki Iraklıları ülkeye döndürmek. Yurtdışında yaşayan Irak vatandaşlarına kapıları açmak. Geriye dönüşün başladığı söyleniyor;
Necef, Kerbela ve Bağdat’ın güneyinde mülk alım satımının hızlandığı, Şiilerin savaş sonrasına yatırımlarını neredeyse bitirdikleri biliniyor.

Türkiye savaş ertesinde Irak’ın yeniden yapılandırılmasında kendisine verilecek pay kadar aktif olabilecek.

Almanya, Fransa ve Rusya… Onlar ABD’nin kara listesinde. Gelecek altı ay içinde bu ülkelerin Irak’ta işi olmayacak.

Tarih boyunca savaşlarda birileri kazandı, birileri kaybetti. Modern savaşlarda da durum aynı.
Tek fark, daha hızlı… daha büyük… daha kazançlı… daha maliyetli… müthiş pazarlıklı…
Demirel’e göre Türkiye girmediği bir savaşı, savaşa girmediği halde kaybetti.

Merak ediyorum siz ne düşünüyorsunuz?

Paylaş