Korkutan Üçlü: Terör-Vekalet Savaşları-Yaşlılık

En önemli 3 küresel güvenlik sorunu işte bu! Ve diğerlerini sayayım hemen… gıdaya erişim, temiz suya erişim, çölleşme, erozyon sonucu dikili toprakların kaybı, göç, toplumların entegrasyon sorunları, kadınların çalışma hayatından uzaklaşması sorunları. Şaşırmış olabileceğinizi düşünüyorum. Bakın neden top tüfek yerine ekmek su olduğunu bir askeri uzmandan destek alarak anlatacağım hemen.

 

Emekli General Doç. Dr. Fahri Erenel, doğal olarak savunma ve güvenlik uzmanı. Yanı sıra insan kaynakları-yönetim bilimi ve liderlik alanında uzmanlıkları var. Günümüz güvenlik sorunlarını tartıştığımız söyleşinin önemli satırbaşları geldiğimiz noktaya bizi taşıyan liderler, dönüşen toplum, farklılaşan endişelerimiz…

 

1980 yılında Kara Harp Okulu’ndan piyade subay olarak mezun oldu. Ağırlıklı olarak Güneydoğu’da, Şırnak, Hakkâri, Kuzey Irak ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi, ülke güvenliği için kritik coğrafyalarda görev aldı. Benzer şekilde farklı yurt dışı görevlerinde, bulundu. Harp Akademileri’nden kurmay subay olarak mezun olduktan sonra, terfi ederek tugay ve karargâh görevlerinde bulundu. Ağırlıklı olarak muharip olmakla birlikte terör ve güvenlik üzerine ciddi tecrübeler edindi. ABD’de barışı koruma operasyonları üzerine eğitim aldı. Almanya’da uygulamalarına katıldı. Azerbaycan silahlı kuvvetlerinin stratejik anlamda yapılanmasında görev aldı, Azerbaycan Harp Akademileri’nde eğitim verdi. Harp Akademileri’nde öğretim görevlisi, Kuleli Askeri Lisesi komutanlığı görevlerinde bulundu.

 

Asker doğulur asker ölünür formatının dışındasınız, sivil yolculuğunuzda da kuvvetli bir damar yakalamışsınız.

Özellikle Türkiye’de toplumla iç içe yaşaması gerektiğine inanan birisiyim ve her yerde de böyle olmaya çalıştım. Bu bana mesleki anlamda şu anda bulunduğum akademik süreçte de çok ciddi bir veri tabanı oluşturdu. Sivil-asker ilişkilerinin Türkiye’de diğer hiçbir ülkeye benzemeyecek şekilde insanların genlerine işlediğini söyleyebilirim. İster terör örgütü, ister FETÖ benzeri şeyler olsun, Türk milletinin kalbinde vatanını seven gerçek askerin yeri ayrıdır. Siz onlara yaklaştığınız sürece onların da size yaklaştığını gördüm.

 

Askerliğe nasıl ve ne zaman nokta koydunuz?

2010 yılında FETÖ olaylarının yoğunlaştığı süreçte kendi isteğimle emekliye ayrıldım. Askeri okulların hemen hepsini birincilikle bitirdim (Kara Harp Okulu, Piyade Okulu, Harp Akademileri). İyi bir kariyer sürecim olmasına rağmen ortamın karışık olduğunu düşünerek ve fazla bilgilendirme sağlayamayacağım endişesiyle kendi isteğimle emekliye ayrıldım. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İnsan Kaynakları Yönetiminde doktora çalışması arkasından iyi bir insan kaynakları yöneticisinin iyi bir sosyolog olması gerektiğini düşünerek İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji okudum. Sivil- asker iş birliğini daha etkin bir şekilde değerlendirebilmek, Türk toplumunun antropolojik kökenlerini ortaya koyabilmek için de biraz da antropoloji konusuna girdim. Çünkü dünya tarihinde baktığınız zaman güvenlikle ilgili konuların ekseninde, ABD’nin hala Afganistan’da, Rusya’nın geçmişte yaptığı antropolojinin liderlik ve yönetsel anlamda çok önemli bir veri tabanı olduğunu gördüm. Eğitim, yönetim ve denetim alanında da ilk bulduğum fırsatta bir yüksek lisans tamamladım. Hemen arkasından iş sağlığı ve güvenliği yüksek lisansı var.

 

Doymayan bir iştahınız var.

Evet. Yaklaşık iki yıldır doçent doktorum.

 

Sizinle güvenlik üzerine konuşmak istiyorum. Benim de doktora tezim güvenlik ve savunma politikaları temasındaydı, güvenlikle savunma konularının tanım ve ayırımlarının sağlıklı bir şekilde yapılmamış olduğu şanssız bir dönemde bu çalışmayı yaptım. Şimdi size sorarım; “güvenlik” diye bir şey var mı, “savunma”dan farkı ne?

Türkiye 30 yılın üzerinde terörle mücadelede çok fazla şehit vermesine, halktan çok insanın hayatını kaybetmesine ve ekonomiye verdiği bu kadar zarara rağmen maalesef terörle mücadele, güvenlik boyutları uluslararası ilişkilerin altında bir bölüm olarak kalmış, bu konuda yapılmış tezler çok az sayıda olur. Hala aynı sıkıntı devam ediyor. Türkiye için güvenlik gerek iç gerekse dış alanda çok ciddi boyutlar oluşturmasına rağmen akademik anlamda yapılan çalışmalar dünya ölçeğine baktığımız zaman çok sınırlı.

 

Güvenlik deyince hangi konu başlıklarını düşünmeliyim? Bakış açısı olarak dünya ile Türkiye arasında fark var mı?

Bir ülkenin güvenliği ki, temel ekseni teraziye konulan iki ağırlık gibidir. Bunlardan biri refah, diğeri bekadır. Bir ülkenin güvenliği refah ve bekası dengede olduğu zaman tam anlamıyla hissedilebilir. Birçok tanımı olsa da en basit tanım budur. Bekanızı aşırı bir şekilde aldığınız zaman ve buna ilişkin silahlanma veya savunma faaliyetlerinize kaynak aktarımı yaptığınız zaman refahınız düşecektir. Ülkenin iç ve dış güvenlik algıları birbirinden farklıdır, en ideal güvenlik, refah ve bekayı dengede tutabilmektir. Zaten bütün milli güvenlik siyaset belgelerinin dayandığı temel amaç da budur. Kısacası güvenliğin, ülke vatandaşlarının tam anlamıyla refah içinde olduğu bekanın da imkanlarının, güvenliğini sağlayabilen vatandaşlarını koruyabilmeye yeterli olduğu bir süreç olarak algılayabiliriz.

 

Örnek verecek olursak susuzluk, siber saldırılar, kronik orman yangınları, göç ya da işsizlik konuları güvenlik kaygılarımız olabilir mi?

Tabii. Özellikle 1994 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nda güvenlikte çok önemli bir tanım değişikliğine gidildi. İnsan güvenliği güvenliğin merkezine oturtuldu. Dolayısıyla yapılacak her türlü faaliyetin öncelikle insan güvenliğini sağlamayı hedeflediğini, biliyorsunuz Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde fizyolojik ihtiyaçlardan sonra ikinci aşamada güvenlik ihtiyacı geliyor. İnsan güvenliği sadece insanlığın korunması açısından değil, insanların refah ve günlük faaliyetlerini yürütebilmeleri için gerekli güvenlik ortamını sağlaması da bu kapsamda. Onun çevresinde ülke güvenliği, bölgesel güvenlik, küresel güvenlik ve şu anda bunlara son iki yıldır uzay güvenliği eklenmeye başlandı. Bunlar birbirinin içinde bir çember gibi. Bu çalışmaların bir kısmı güvenlik, bir kısmı da barış araştırmaları çalışmaları diye adlandırılıyor. Barış araştırmaları çalışmalarının altında güvenliğin barış yolu ile sağlanması da var. Son yüz yılda insanoğlu savaşmadan ortalama 27 yıl geçirmiş. Güvenlik algısı realizm dediğimiz ilkenin ön plana çıkmasıyla ülkelerin diğer ülkelerin üzerine tahakküm kurması, yakın çevresini koruma, hatta aşırıya kaçarak duvarlar örmeye başlamalarına yol açtı…  Norveç bile Rusya’dan kendini koruyabilmek için sınırına duvar çekiyor. Suudi Arabistan, Irak sınırına 750 kilometrelik duvar çekti. Dolayısıyla duvar konusu güvenliğe bakışın biraz daha mikro haline geldiğini söylüyor.

 

Altında göç mülteci sorunu var. İnsanların barınma, gıda sorunları var…

Evet.

 

Cımbızla çekmek istediğim bir konsept var; güç ve lider. Bu da güvenlik konularının arasında mı?  

Evet. Gücün kullanılmasında bunu gerek işletme bazında gerek ülke veya Birleşmiş Milletler gibi ülkeler üstü yapılanmalarda, yani her yerde, liderliğin ön plana çıktığı bir süreci yaşıyoruz. Türkiye genelinde ya da bölge genelinde de görüyoruz. Elbette lider tanımında en önemli kavram takipçisi olacak, uygun bir ortam olacak, en önemlisi elinde bir güç olacak. Gücü bulundurmak ya da gücün nereden geldiği önemli değil. Gücün milli menfaatler yolunda, devlet düzeyinde stratejik hedefler doğrultusunda kullanılması önemli. Burada uluslararası ilişkilerde realizmle eşleştirilmiş. İlginçtir, ABD örneğinden yola çıkarsak Başkan Trump’ın 2017 de yayınladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nin ilki barışı güçle sağlayacağız gibi bir ifade ile ortaya çıkıyor.

 

Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Barışı güçle sağlamak demek zorlamayla demek. Obama dönemindeki insan hakları vs. gibi kavramlar ikinci planda kaldı. Bundan sonra Amerikan milli güç unsurlarını ve özellikle silahlı gücünü sahada aktif kullanarak yarım olan Amerikan ekonomik gücünü tam hale getirmeye çalışacağız dendi. Paris İklim Anlaşması’ndan ayrılması, Orta Menzilli Nükleer Silah Anlaşması INF’den NAFTA ve benzeri ekonomik örgütlenmelerden ayrılması …

 

Önemli düşünürlerden Chomsky, hiçbir Başkan’ın diğerinden farklı olmadığını, kararlarının son derece benzer olduğunu ifade ediyor. Obama güler yüzlü bir liderdi ama acıtan sonuçlar da olmadı değil diye düşünüyorum.

Kesinlikle. Amerikan Başkanlarının hiçbiri kendi Başkanlığını, liderliğini yürütmüyor. Vurguladığınız bu konu son derece önemli. Amerikan Başkanlarının göreve getiriliş süreçlerini incelediğinizde buraya hakim olan, şu anki dönem örneğin Neo-Con dediğimiz ve dini açıdan Hristiyanlığı farklı yorumlayan veya Yahudi lobisi ile iş birliği yapan Evangelist dediğimiz genelde savunma sanayi ve petrol şirketlerinin ön planda olduğu – Stratford gibi stratejik kurumların Amerikan yol haritasını çizen elit kesimle, dış siyaset ya da dünyada ne olup bittiğiyle ilgilenmeyen Amerikan orta tabakasını oluşturan yapı var. Esasında bütün hepsinde aynı özellikler var. Trump’ın, Obama’ya göre tek farkı orta sınıfa ciddi destek sağladı. Enflasyonu düşürdü, orta sınıfta işsizliği kaldırdı. İstihdam yarattı. Bu iç politikada… Dışarda “Önce Amerika” sloganıyla çıktı. Eski Roma’da tiyatro oynanırken yüze maskeler takılırdı ki, karakteri yansıtabilsin. Obama’nın da her Başkan gibi o maskelerden değişik bir tanesini yüzüne taktığını düşünüyorum.

 

Siz bir askersiniz. İnsan kaynaklarına, liderliğe adım atıp üzerine yoğun çalışma yapıyorsunuz. Bunlar tesadüfi değil galiba. Ne dersiniz?

Değil. Ben insan kaynakları yönetimi alanında ilk doktoramı uluslararası ilişkilerde, siyaset bilim alanında da yapabilirdim. Liderlik uygulamalarının iyi bir insan kaynakları yöneticiliğinden geçtiğini düşünüyorum.  Biliyorsunuz Nestle’de Yönetim Kurulu Başkanı olmanın en önemli yolu insan kaynakları departmanında lider yönetici ve/veya uzman olarak çalışmaktan geçiyor.

 

Az kurumdan bir tanesi. İnsan kaynaklarının dikey tırmanışına çok az rastlarız.

Evet. Dolayısıyla insan kaynakları hem Türkiye açısından gerçekten yetkin insanların gelmesi, bunların performans değerlendirmesi, eğitimi, gelişimiyle esasında çok geniş kapsamlı bir konu.  İyi bir liderin iyi bir insan kaynakları yönetici olması gerektiğini bildiğim için diğer konuları ve alanları dışarda bırakarak önceliğimi insan kaynakları yönetimine verdim. Gerçekten bu alanda çok sayıda makale hala da okumaya devam etmekteyim ve yazmaya çalışıyorum. Burada sadece insan kaynakları alanında yoğunlaşmaktan ziyade artık günümüzde genişlemekten ziyade derinleşme de çok önemli. Yani biz hep yan yana gidiyoruz ama birleşemiyoruz. Artık tek bir disiplinle gençlerimizin yollarına ve kariyer yolculuklarına job hopping dediğimiz kavramın Amerika’da işten işe atlamanın yılda ortalama 4’e çıktığı bir durumda, mesleklerin sürekli dönüşüm gösterdiği bir ortam içerisinde tek bir kariyere ve tek bir disipline bağlanırsanız nasıl örgütlerde örgütsel paslanma oluyorsa kişisel paslanma içerisine düşersiniz.

 

Sizin gündeminizde en önemli güvenlik sorunları nelerdir?

Dünya genelinde en önemli güvenlik sorunu birinci öncelikte maalesef terör var. Bu dünya ülkelerinin ortaklaşa mutabakat sağlayamadığı bir konu. Nijerya’da Boko Haram, burada DEAŞ veya IŞID, PKK… dünyada 450’nin üzerinde aktif terör örgütü var. Bunların bir kısmı yarı eylemde, bir kısmı eylemi bırakıyor. Fakat bunları destekleyen dünyada bir mekanizma var ve vekâlet savaşları dediğimiz olgu… Vekalet, bu terör örgütlerinin kullanılmasına elverişli, gelecekte de bu olacak. İkincisi özel askeri şirketler dediğimiz artık güvenliğin taşere edilerek sağlanması. Rusya, ABD yapıyor, diğer ülkeler de izliyor. Güvenlikte diğer önemli bir konu Avrupa ülkelerinin başına gelecek, ilerde Türkiye’ye de gelecek olan yaşlanma. Yaşlanma insan kaynakları sorunu ve aynı zamanda güvenlik sorunudur. Almanya bundan 20 yıl sonra ülkesinin güvenliğini göçmenler ve dış ülkelerden gelecek kiralık şirketlerle sağlayacak bir konuma gelecek. Her ülke bundan korkuyor. Hatta Birleşmiş Milletler’in değişmekle birlikte 197 kayıtlı üyesi var, mikro bir değişimin yaygınlaşmasıyla bunun 400 ülkeye çıkacağı şeklinde yaygın görüşler oluşmaya başladı. Dünya örgütlerin etkisinin azaldığı Birleşmiş Milletler, NATO’nun, bölgesel örgütlerin arttığı, bölgesel güvenliğin ön plana çıktığı bir güvenlik anlayışı olacak. Ülkelerin önce kendi iç güvenliklerini, homojen bir yapıdan ziyade farklılıkların yönetebileceği, farklılıkların her alanda yükselebileceği, kadınların cam tavan sendromuna çarpmadan yükselebilecekleri bir ülke olarak kurgulamalarını diliyorum. Küresel anlamda Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı’nın son verilerinde özellikle Afrika başta olmak üzere gıdaya erişim, temiz suya erişim, çölleşme, erozyon sonucu dikili toprakların kaybı ve bunun gibi konular, göç, göçle toplumların entegrasyon sorunları gelecekte önemli güvenlik problemleri olarak karşımıza çıkacaktır. Öngörü ile gelecekte olabilecekleri öngörmek, bunlara uygun senaryolar yapılandırmak ve bunlar üzerinde birtakım planlar geliştirmek gerekir.

 

Sanki ufak bir tez yazdık gibi geldi bana. Kadınların ikinci planda kalıyor olması, çalışma hayatına girmiyor olması, kadınlarımızın, kızlarımızın okutulmuyor olması, ciddi bir güvenlik eksikliği yarattığını söylemek istiyorum.

Kesinlikle katılıyorum.

Paylaş