Korkunun Ecele Faydası Yok

İnsanların en çok korktukları şey kararsızlık diğer bir ifadeyle belirsizlik. En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir derler. Ben de kararsızlığın dayanılmaz ağırlığını herkes gibi zaman zaman hissettim. Karar vermek ise müthiş rahatlatıcı bir süreç. Yanlış bir kararın dayanılmaz ağırlığı şüphe yok ki her şeyden ağır.

Peki, nasıl karar veriyoruz. Karar verirken sabahlara kadar dua etmek çare olabilir mi? Ya şundadır ya bunda diye bir seçim yapılabilir mi? Biz hep böyle yaparız bu da öyle olsun denebilir mi? Hislerime güvenirim deyip işin içinden çıkılabilir mi?

Karar vermek her zaman insanların ilgisini çekmiş bir süreç. Buna karşın işin kuralını koyabilene rastladığımı söyleyemem. Karar almak konusunda pek çok şey yazıldı çizildi ama nedense etrafımız kötü ve yanlış karardan geçilmiyor değil mi?

Nerede hata yapıyoruz acaba?

Forum sorusunu size yönelttiğimiz hafta yayınlanan Fortune dergisi tesadüf eseri “karar alma” konusunu işlemişti. İlginizi çekebileceğini düşünerek, yorum yapmaksızın tarihte alınan ilginç kararlardan birkaç örnek vermenin yararlı olabileceğini düşündüm.

Karar almak tarihin her döneminde çok ağır bir yük olmuş anlaşılan. Romalılar karar almak korkusunu şans ve kader tanrısı Fortuna’ya tapınarak hafifletmeye çalışmışlar. Talih ve rastlantıyla ilgili her şeyi Fortuna’ya havale edip kendilerini biraz olsun rahatlatmaya gayret etmişler. Persler’in karar almak süreci evlere şenlik denebilir. Heredot milattan önce 430 yılında Pers’lerin karar verme süreni kayda almış ve önce sarhoşken sonra ayıkken aynı konuyu tartışıp, her halde aynı karara ulaşmaları halinde karar aldıklarını yazmış. İlginç olduğu kadar tehlikeli bir yöntem…

Biz dönelim kendi hayatlarımıza… Yazının son bölümü her zamanki gibi size ait. Orada sizin karar süreçlerini nasıl karşıladığınız ve yaşadığınızı aramızda tartışacağız. Ondan önce biraz iş dünyasında gezinmek istiyorum. Karar almak iş dünyasının olmazsa olmazı. Korkunun ecele faydası yok. Bu dünyada saklanacak yer yok. İnanmayacaksınız ama bazıları bir yöneticinin en önemli işinin karar almak olduğunu düşünür. Kim bilir belki de doğrudur. Sonuç olarak birilerinin karar alması gerekiyor, bu iş bu kadar zorsa da zevksiz tüm işler gibi yöneticilere düşüyor olabilir.

Karar almak bir süreci başlatmak ya da noktalamak. Karar almak aslında çoktan seçmeli bir soruda şıklardan bir tanesini seçmek. Tercih yapmak anlamına geliyor. Hemen ardından da seçiminizin sorumluluklarını üstlenmek demek istiyorum.

Mükemmel karar alan birilerine rastlamadım. Her aldığı kararda 12’den vuranı da görmedim. Hepimiz er ya da geç yanılıyoruz. Kimse düzenli olarak mükemmel karar alamıyor. Aman  rahatlamayın, bu cümleler sizin kötü karar alma ya da peşpeşe aldığınız yanlış kararlar için bir mazeret olmasın. Rahata kavuşmanıza izin vermeyeceğim.

Kararların bazıları geri dönülemeyecek izler bırakıyor. Bunların bir kısmı ders notu olarak okutuluyor. İnsanlık tarihine geçen iki çarpıcı yanlış/eksik karar örneğini bir kez daha anımsamaya gerek olabilir; Çernobil faciasından önce mühendisler  nükleer kaçak riskinin yüzde 100 olduğunu söylemişlerdi. Çalışmalara devam emri verildi. NASA’da da benzer bir süreç yaşandı. Kaza riskine rağmen Challenger uzay mekiğinin fırlatılmasına izin verildi… Her ikisi de hafızalardan silinmeyecek izler bıraktı.

Bu kadar dramatik sonuçlara sahip olmayan birkaç tarihi karardan söz etmek isterim. Dolaylı da olsa, kafanızdaki soruları yanıtlayabilir.

1876: Western Union, Graham Bell’in “Telefon Icadını” Anlamsız Buluyor

Alexander Graham Bell telefonun mucidi. Aslında sadece Bell’in adını anmak haksızlık, patent ofisine rakibi Elisha Gray’den birkaç saat önce vardığını biliyoruz. Bakmayın aslında rakibiyle yaptığı yarış Bell’e pahalıya patlıyor. Patent bürosundan onay aldığı zaman Bell beş parasız. Dönemin haberleşme ve lojistik devi Western Union’a yaklaşıyorlar.

Western Union başkanı William Orton, “telefon cihazını” ciddiye almıyor. Zaten herkesin alışkın olduğu telgraf karşısında hiçbir şansı olmadığını düşünüyor. Telefon başarıyı yakalayabilse bile Orton’un planı hazır. Dev şirketinin telgraf ve diğer haberleşme araçlarıyla telefon icadını boğabileceğini düşünüyor.

Yaklaşık bir yıl sonra müşterilerinin telefon hakkında konuştuğunu duyan Orton hemen harekete geçiyor. Çabucak diğer mucid Elisha Gray’in patentlediği, Thomas Edison’un tasarladığı telefonu üretime sokuyor. Bunun üzerine Bell dava açıyor, Western Union patent davasını kaybedip o ana kadar harcadığı paraları sokağa atıp telefonları Bell’in kurduğu Bell co. şirketinden satın alıyor.

Bell’in yıllar sonra AT&T’yi kurduğunu biliyoruz. Burada önemli olan iki karar alıcının davranışları. Biri, parasız pulsuz, zorluk, yokluk, karın ağrıları içinde kararlı bir şekilde yoluna devam eden Bell. Diğeri elinin altındaki güce güvenip kolay karar alan Orton.

1903: King Gilette kullan at traş bıçaklarını piyasaya sürüyor

Artık pek çok ürün bir kez kullanılıp atılan cinsten. Bebek bezleri, çek at fotoğraf makineleri, kasetçalarlar, hatta “kullan at” giysiler. “Tekrar kullanmak daha zorsa yenisini al” bugün daha rahat anlaşılsa 1903 yılında durum sandığınız gibi değildi. Kullan at kavramını tüketici ile tanıştıran ilk girişimci ise King Camp Gilette.

Kendi çapında bir mucit de olan Gilette bir gün  traş bıçağını bilerken insanların kullandıktan sonra attığı, traş bıçakları düşler. Sekiz yıl boyunca ince demir bıçak üretebilmek için  çalışmalar yapar…

O yıllarda tüketiciyi traş makinesini almaya ikna etmek, traş bıçaklarını atmaya ikna etmekten daha kolaydır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusu Gilette’ten 3.5 milyon traş makinesi, 32 milyon kullan at bıçak talep eder. Savaşa giden kuşağın tüketim alışkanlıkları Gilette’te devrim yaratır.

Gilette’in kullan at alışkanlığı olmayan bir dönemde, böyle bir ürünü üretmeye karar vermesi akılcı bir karar gibi gözükmüyor. Aklımızın statükocu çalıştığını düşününce… Fakat akıl-mantık dışı kararlar Amerikan ordusunun siparişi gibi tesadüfi olaylarla birleşince alışkanlıkları değiştirebiliyor. Böylesi tarihsel dinamiklerden birini yakalayabileceğimizi düşünüyorsak aklımızın statükocu tarafını biraz daha iyi dinlemeliyiz.

1914: Henry Ford işçilere günde 5 dolar ödemeye başlıyor

Kışın ortası… Saat sabahın 03:00’ü, Michigan Highland Fabrikası’nın girişinde 4 bin kişi soğuğa aldırmadan bekliyor.

Henry Ford’un gazetelere verdiği demeç yüzünden buradalar. Ford, “Şirket olarak çalışma gününü bir saat kısaltıyoruz. İşçiler 8 saat çalışacaklar. Çalışanlarımıza verdiğimiz günlük ücreti de 5 dolara çıkartıyoruz” demişti. ABD’de asgari ücret o sırada 2 dolar 34 cent.
Ford’un umudu 14 bin kişilik fabrikasını tam kapasite çalıştırmak ve işçisine Ford araba satmak.

Demeç Amerikan ekonomisinin kalbi Wall Street’e tokat gibi çarpıyor. The Wall Street Journal Henry Ford’un en hafifinden ekonomik bir gaf yaptığını, planı uygular ise bunun diğer bütün işletmeler için suç niteliği taşıyacağını söylüyor.

Ford başarılı olmuyor, uygulama 1917 yılında kaldırılıyor. Ancak işçi işveren arasındaki ilişki tamamen değişiyor. Ücret, işverenle işçi arasındaki tek ilişki olmaktan çıkıyor. 1950’lere doğru bu ilişkiye ilişki emeklilik ödenekleri, sağlık sigortası gibi farklı unsurlar giriyor. Özetle çalışma hayatının kuralları değişiyor.

1985: Andy Grove Kendini Kovuyor

Andy Grove ve Gordon Moore uzun yıllar  Intel’in başında kalmış iki yönetici. Grove Intel’in başkanı, Moore ise CEO’su.
1985 yılında Intel dar boğazda. Şu anda yüzde 82 pazar payı ile en büyük oyuncusu olduğu bilgisayar mikro işlemcisi pazarına henüz girmemiş. O yıllarda ana işleri bilgisayar hafıza çipleri üretimi. Intel hızla pazar payı kaybediyor.
İşlerin başındaki Grove, 1985 yılında bir sabah Moore’a işten çıkıp yeni bir CEO çağırmaları gerektiğini söylüyor. Moore’ şirketi kurtaracaksa “tamam” diyor. Grove  daha ilginç bir teklif geliştiriyor; “Neden birbirimizi işten atıp sonra tekrar işe almıyoruz”. O an sembolik olarak kendi işlerine son verip, sonra  yeniden işe başlıyorlar. Hafıza çiplerini mikro işlemcilerle değiştirip yollarına devam ediyorlar.

Grove daha sonra Türkçe’ye de çevrilmiş kitabı Only the Paranoid Survive’da bu acıyı biraz daha iyi anlatıyor: “Nasıl böyle bir karar alabildik? Nasıl kendi kimliğimizi bir anda yok edebildik? Hafıza işinde olmadan nasıl hayatta kalabilirdik? İnandırıcılığı olmayan bir karardı. Takip eden aylar kaos içerisinde geçti. Kriz akıl almaz boyutlardaydı. İşkencelerle dolu bir yolculuktu.”

Grove yanlış bir karar da vermiş olabilirdi. Bu karar sonucunda Intel batabilirdi. Grove ve Moore her halükarda batma riski olan bir şirketi kontrolü  daha kolay bir noktaya getirmeye çalıştıklarını iddia ediyorlar.

Ve Sizin Karar Anlarınız;

Önce isteyeceksin
Bir şeyi istemekle başlarmış her şey! Ama istediğiniz şeyin mantığınıza uygun olması gerekli. Ancak hayaller hayal kırıklıklarının davetlisi. Çabuk verilen kararlar bir macera hissiyle atılımcıktan uzağa gidemez genelde! Karar vermekte üç etken önemli bence mantık, zaman ve gelecekte kendini ulaşmış gördüğün o yer!

Verilere öncelik veren
Ben kararlarımı verirken genelde deneyimlerime ve nesnel verilere öncelik veririm. Ön görüme son derece güvenirim. Yazıyı okuduğumda şunu fark ettim ki sanki duygularıyla karar veren insanlar daha doğru bir şey yapıyor imajı vermeye çalışmışsınız. Peki, duyguların bunalımda olduğu anlara ne demeli? Sizce de önemli olan rasyonel yorumlama değil midir?

Sezgiyle karar alan
Genelde hep mantık ön planda olması gerekirken, bazen hayati konularda bile duygularıma ve sezgilerime göre karar alırım… Sonuçlar her zaman iyi olmaz ama ben yine de kendi hissettiğim gibi yapmayı seven biriyim… Bu sizce ne kadar sağlıklı…

Sorunun bütününü görmek
Hayata biraz daha tepeden bakmalıdır insan. Vereceğimiz kararın önemi ne olursa olsun soğukkanlı ve biraz geniş olmak gerekli diye düşünüyorum.

Sebep sonuç
Sebep ve sonuç ilişkisine bakarım. Eğer benzer bir kararı daha önce vermemişsem düşünüp sonucunu görmeye çalışırım. İçinden çıkamadığım durumlarda da “”En kötü karar kararsızlıktan iyidir”” mantığıyla hareket etmek isterim ama pek beceremiyorum. Kararsızlık sorunum var. Sanırım her şeyi biraz fazla ciddiye almamdan kaynaklanıyor.

Dışarıdan görüş
Karar verirken; 1. alternatiflere dair artı ve eksi özellikleri liste halinde aklımda sıralarım. 2. geçmiş deneyimlerimde aynı seçeneklerle karşılaşmışsam o zamanki neticesini eklerim. 3. Beni iyi tanıyan ve saygı duyduğum birisinin dışarıdan baktığı için nesnel davranabileceğinden fikrini sorarım. 4. Sezgilerimin hangisini desteklediğine bakarım. Sonunda hepsini analiz ederim. Mühendis olduğum için analitik yaklaşırım olaya.

Eğrisi doğrusu
En kötü karar kararsızlıktan iyidir. Buna tüm kalbimle inanıyorum ama karar verirken kullandığım yöntemler ne kadar doğru bunun hakkında yeterince bilgili değilim açıkçası. Sadece 2 ay önce yönetici oldum. Sistematik çalışmayı objektif olmayı ve iş bitirmeyi çok seviyorum ve çalışmadan duramayacağıma inanıyorum. Yaptığım işe ve kendime güvenim sonsuz. Karar verirken içgüdülerimi kullanırım. Tecrübeye güvenim sonsuz fakat içgüdülerimin tecrübemden etkilendiğine inanıyorum. Kişileri ve bugüne kadar yaptıkları işleri hiç unutmam. Bir kişinin o işteki çalışma süresine değil şimdiki zamanda insanların gösterdikleri çabaya ve işi sahiplenmelerine bakıyorum. Ben onları sahipleniyorum, onların da verdiğim işi sahiplenmeleri onlar hakkındaki kararlarımı etkiliyor. Bunun daha profesyonel bir şekli var mıdır? Her ne olursa olsun aldığım kararlar içgüdülerim öncülüğünde oluyor. Tabii ki araştırma yapıyorum, uzun uzun düşünüyorum, gizlice piyasa araştırması bile yapıyorum. Bunun doğrusu nedir?

Karar anı
13 yıldır iş hayatındayım. Yerli ve yabancı şirketlerde eğitim, satış, geliştirme ve insan kaynakları alanlarında çalıştım. Ulusal ve uluslararası çalışmalardan dolayı ödüller aldım. Şu an 2 yerden iş teklifi aldım. Biri tanınan ve bilinen bir danışmanlık şirketi. Diğeri dünya çapında yüksek teknoloji ile çalışan, kurumsal olmayan fakat kurumsallaşmak isteyen dışa açılan bir üretim şirketi. Ürünlerini, gelir seviyesi A ve B+ olanlar alabiliyor. Danışmanlık şirketi çeşitli sektörlerdeki yöneticilere eğitim vermemi istiyor. Sabit bir gelir yok. Eğitim oldukça para kazanabileceğim. Eğitim vermek benim için keyifli fakat gelir seviyesindeki düzensizlik beni tedirgin ediyor. Diğerinde ise gelir belli fakat kurumsal olmaması ileri de beni zorlar mı bilemiyorum.

Önceki deneyimler
Geçmişimde ergenlik yaşlarımda iken ailemin başından geçen bir iflas ve ardından getirdiği ekonomik sıkıntılar bahtsız deneyimler yaşamama sebep oldu. Bundandır ki karar verme aşamasında sürekli korkak, cesur olmayan halimi seziyorum. Özellikle ticari konularda. Çünkü bir hatanın bize senelere mal olduğunu ve hiçbir zaman telafi edemeyeceğimizi gözlemledim. Şimdi parayı harcarken ve yatırım yaparken hep korkuyor, hiç risk olmasın istiyorum. Karasızlığı bana kalırsa geçmiş deneyimler etkiliyor, buna önyargı da denebilir. Bu seti aşmak mümkün olmadı sorunun farkında olmama rağmen.

Aklıma ilk gelen
Ben karar vermeden önce etrafımdakileri gözlerim veya onlarla konuşurum. Bana en yakın en çok uyan ne varsa karar veririm. Birde ilk aklıma geleni yaparım her konuda. Bunu ben defalarca denedim, ilk akla ne geliyorsa o yapılmalı. Yapmayıp da çok pişmanlık duyduğum şeylerde oldu. O yüzden ilk aklıma geleni yapmaya çalışıyorum.

Karar sürecini yönetmek
Suçlamaların bolca bulunduğu yerlerde doğru olduğunu düşünmüyorum. Kararlar sonuçta arkasında bir getirisi olursa verilir. Ama getiri yoksa kararsızlık karardan iyidir diye düşünüyorum. Bunun yanında kararsızlıkta bir karardır. Onun için bazen dengede olmak suya düşmeyi engeller diye düşünürüm.

Ya hep ya hiç
27 yaşındayım, uluslararası ilişkiler mezunuyum. Şu an AB Uzman Yardımcısı olarak çalışıyorum. Avrupa da 1 yıllık master bursu kazandım ama gitmek için şu anki işimden istifa etmem gerekiyor? İstifa edip gitmeli miyim yoksa kalmalı mıyım?

Ya hata yaparsam


Ben beslenme ve diyetetik bölümünden bu sene mezun oldum. Birkaç tane iş görüşmesi yaptım ve bir tanesine girdim. Yazınızda da yazdığınız gibi sanki girmek zorunluluğum varmış da o nedenle girmiş gibi hissettim. Kararlarımı enine boyuna düşünerek, neden sonuç ilişkisi kurarak vermeyi çok istiyorum ve elimden geldiğince de yapmaya çalışıyorum. Ama karar verirken olabilecek sonuçları düşündüğümde korkuyorum. Gerçekten doğru mu düşünüyorum. Ya hata yaparsam? diye kafam hep sorularla dolu oluyor. Bu girdiğim işte de bunu düşünüyorum. Doğru karar mı? Ya sonunda üzülürsem?

Çevre etkisi
Benim karar alma sürecimde ailem, çevrem benden daha etkili oluyor. Bu yüzden tek başıma karar alamıyorum. Çok karasızım. Hayatımda bir kere gerçekten geleceğim için önemli bir kararı tek başıma aldım ve onda da yanlış bir karar verdim. Bu yanlış kararımın sonuçlarına da açıkçası hala katlanıyorum o yüzden şimdi de yalnız başıma karar alamıyorum. Ayrıca korkuyorum da, bunu nasıl aşabilirim? Kendime uygun bir karar verme metodu nasıl oluşturabilirim?

Aile onayı
Şu ana kadar verdiğim ve vereceğim kararların ailem tarafından onayını alırdım. Neticede onların kararı benim için önemli diye düşünürdüm. Ama öyle olmadığını anladım avuçlarınızın içinde yılların akıp gittiğini görmek ve hayata dair hiçbir şey yapmadan onu seyretmek insanı yıpratıyor. Hep birileri adına yaşamak, onlar bensiz ne yapar diye düşünerek çalışmadım ama benim düşündüğümün tam tersine babam beni dünyada yalnız başıma bıraktı. Şu an annemi bırakıp çalışma hayatına atıldım. Bu kararı vermek kolay olmadı inanın ama bir yerden başlamak gerekiyordu, umarım pişman olmam. Kararsızlıktı zaten beni bu kadar yıpratan.

Son yorum;
Kararı sizin yerinize ben verirsem ya da vereceğiniz kararda sizi etkilersem doğru bir şey yapmış olmam. Kendimce fikirlerim var, sizin yerinizde olsaydım şunu ya da bunu yapardım diyebilirim. Ama…
Karar vermek çok güzel bir şey. Belki de zor olduğu için. Kararınızı verince sakın üzülmeyin olmaz mı? Pişmanlık en yanlış olan. Size söylediğim her şeyi ben de istediğim gibi yapamıyorum biliyor musunuz?

 

 

Paylaş