Kaldırım menekşesi

 

 

Birkaç hafta içinde “Yaşamda Kalite” temalı iki ayrı paneli yöneteceğim. Tesadüf bu ya, ben her yıl yaşamda kalite temalı en az bir konuşma yapar ya da panel yönetirim. Bu yıl diğerlerinden farklı ne düşünebilir, ne söyleyebilirim diye düşündüm durdum. Irak işgalinin yıldönümü imdadıma yetişdi. Tam üç yıl olmuş. İnsan zamanın su gibi akıp geçtiğini fark etmiyor. Her sabah işe gelirken dinlediğim radyoda “Bir son dakika haberi” diye  başlayan anonsun Irak’ta kanlı saldırı olduğunu biliyorum. Son zamanlarda tereddüt ediyorsam, o saldırının kendi ülkemde olma olasılığının petrol fiyatları gibi hızla artmasındandır…

 

Savaşın başladığı günden bu yana Irak’ta 2 bin 400’ün üzerinde Amerikalı ölmüş, 17 bin yaralanmış. Ölen Iraklılar’ın sayısı 15 bin ile 100 bin arasında gidip gelen tutarsız rakamlarla ifade buluyor. Artık sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Amerikan Kongresi’nden Irak’taki askeri giderler için 301 milyar dolar bütçe ayrılması için karar çıktı. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld savaş bütçesinin yalnızca 50 milyar dolar olacağını öngörmüştü. Kongre Bütçe Komisyonuna göre, ABD, en az 266 milyar dolar daha harcayacak. Bu bile iyimser. Kolombiya Üniversitesi ekonomi profesörü Joseph Stiglitz alt alta koyup topladığında 1.2 trilyon dolar bulmuş. Savaş sırasında sakat kalanlar, sağlık masrafları, askeri malzemelerin yenilenmesi, görev süreleri uzatılan askeri personele yapılan ödemeler ya da artan petrol fiyatlarıyla beraber fatura 2.2 trilyona kadar ulaşabiliyor.

 

Bu arada ABD kendi halkına kapsamlı bir sağlık sigortası sağlayamıyor. Ülke nüfusu yaklaşık 280 milyon, bunun 50 milyonu güvence altında değil. ABD’de devletten yemek yardımı alanların yüzde 40’ı elektrik ve su gibi giderleri ödemek ile ısınmak için harcanan gaz ve yemek masraflarını ödemek arasında seçim yapmak zorunda kalıyor.

 

Dünyada yaklaşık 850 milyon insan her sabah güne aç uyanıyor. Bir milyarın üzerinde insan yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışıyor. Yetersiz beslenme nedeniyle kiloları normalin altında beş yaşından küçük çocuk sayısı 163 milyon. Doktor ve ilaç bulunamadığı için aynı yaş grubundan 11 milyon çocuk, “önlenebilir hastalıklar” yüzünden yaşama veda ediyor.

 

2005 yılında üç milyon kişi, AIDS hastalığından öldü, bu yıl yaklaşık 5 milyon kişi daha HIV virüsüne yakalandı. Dünya’da AIDS’den en fazla etkilenen bölge Afrika’da 25 milyon kişinin HIV pozitif olduğu biliniyor. İlaç bulabilen hasta oranı onda bir.

 

Her yıl gelişmekte olan ülkelerde ölen 11 milyon çocuğun yüzde 70’i, zatürree, ishal, sıtma, kabakulak ve AIDS gibi bulaşıcı hastalıklardan ve beslenme yetersizliğinden hayata veda ediyor. Hastalıklar ve maddi imkansızlıklar nedeniyle hayatını kaybeden milyonlarca insan için çözüm bulmak sanıldığı kadar zor değil, para gerek. Örneğin Çin’de iyot yetersizliğinden düşük, ölü doğum, deformasyon ve zekâ geriliği yoğun olarak görülüyor.

 

Türkiye’de de maddi olanaksızlıklar yüzünden çözülemeyen birçok sorun var. Eğitim bunlardan yalnızca biri. Ülkemizde okullaşma oranı dünya standartlarına göre çok düşük. 2005 yılı rakamlarına göre 20-24 yaş grubunda ortaöğretim diplomasına sahip olanların oranı yüzde 15, AB’de ortalama yüzde 80. Türkiye’de gayri safi milli hasıladan eğitime yüzde 2.2 pay ayrılabiliyor. Öğrenci Seçme Sınav sistemine 1 milyar YTL harcıyoruz. Keşke bu kadar rakamı eğitimin içeriğine, eğitmenlerin eğitimine harcayabilseydik… Aileler çocuklarını dershaneye göndermek için ortalama 5 bin dolar harcıyormuş. Herkes bulup buluşturuyor, çocuğunun geleceği için! Keşke o rakamı çocuklarının yaşamına kalite getirmek için harcayabilseler, değil mi?

 

Türkiye’de ilköğretimde derslik açığı 78 bin, ortaöğretimde açık 16 bin 700. 2005-2006 eğitim-öğretim yılını, 30 kişilik sınıflarda tekli ve normal eğitim yapabilmek için 3 bin 200 okul, 96 bin derslik ve 110 bin öğretmen açığıyla açmıştık. Okul başına bir fen laboratuvarı bile düşmüyor. Para gerek.

 

Diğer yandan İstanbul’un en işlek ve büyük caddelerinden İstiklal Caddesi döne döne yapılıyor. 2005 Ekim ayında başlayan inşaat tamamlandı, ama olmadı, tekrar yapılıyor. Her gün geçtiğim Büyükdere Caddesi bir başka örnek. Önce toprak olan tüm alanlara menekşeler ektiler. Ağzı havaya açık, gözü otomobillerde, saatte bir menekşe ekme hızını ancak yakalayan işçileri saymam mümkün olmadı. Ektiklerinde menekşeler açmamıştı. Kısa zaman içinde menekşeler açtı, tam onlar açtı, ellerinde kazmalı adamlar menekşelerin bulunduğu alanı kazmaya başladı. “Kaldırım çalışması” levhasını gördüm, menekşeler kaldırım oldu.

 

Bilinçsiz tüketimle hayatımız da tükeniyor. Ben bu yazıyı yazarken, güne altı çocuğun mayın yüzünden yaralandığı haberiyle başladım. Gün biterken aralarından yitirdiğimiz var mıydı diye haberlere bakmaya cesaret edemedim. Yüreğim kaldırmadı. Çevre Bakanı bir büyük Türk sanayicisinin bir daha toprak altı suyundan arındırılamayacak şekilde zehirli atıkları toprak altı suyuna verdiğini açıkladı. Sanırım bir büyük Türk sanayicisi, pek çoklarından biridir. Geçtiğimiz hafta terör yüzünden şehit düşen yarbay, hayatını yitiren şehitlerden yalnızca biriydi. Onun iki oğlu da, yetimlerden yalnızca ikisi… Perişan anne ve iki oğlunu, ağlamadıkları için kahraman ilan ettik, kendimize de gurur mezesi yaptık. Terör yüzünden ölen ve yaralanan insanların hayatlarında kalite olup olmadığını düşünmeye davet ediyorum sizi. Sizce o iki çocuk bundan sonra kaliteli hayat yaşayabilir mi?

 

Kalite, çoğumuzun kelime anlamını dahi bilmediği bir kavram. Onu tarif etmeye menekşeler yetmez.

Paylaş