Kalbimi şarj etmeye gidiyorum

Size de olur mu bilmiyorum, bazen, ‘durdurun zamanı inecek var’ diye bağırmak gelir içimden. O zaman denilen şey o kadar hızlı, o kadar kontrolsüz akıyor ki, içinde yaşarken  farketmeniz imkansız. Dışına çıkıp bakmak gerek. Benim için zaman çok ama çok hızlı akıyor.

Zaman, elle tutulamayan, harcamasan kendini harcayan tek birim olsa gerek. Daha önce pek çok yazımda yazdım, zamanı kullanmak istersen eğer, onu kullandığın kadar, ona değer verdiğin ölçüde, onunla olmak istediğin kadar geri dönüşü oluyor sana. Tahammülsüz. Biraz hırçın, biraz hoyrat. İlgi ve şevkat bekler. Zaman zaman dönüp ona bakmanızı bekler.

Bilanço çıkartmanızı öneririm. Ne koydum ne aldım, ne verdim ne kaldı diye… Muhasebe yapmak kolay değil biliyorum. Muhasebenin sonuçlarına katlanmak daha zor, bilesiniz.

İnsan kaynakları sitesinde yazılarıma başlayalı tam 5 yıl olmuş. Ne kadar uzun, ne kadar kısa… Dün gibi hatırlıyorum. Bu yazılar insan kaynakları sitesinin tarihine de tanıklık etti. Sitenin neredeyse kuruluşundan bu yana sizlerleyim. Hürriyet gazetesinden 2001 yılı Nisan ayında ayrıldım. O zamana kadar değişik gazetelerde, değişik sorumluluklar üstlenmiş bir gazeteci rolüm vardı yalnızca. O gün hayatımın geri kalan kısmını değiştirdim. Değiştirip yeniden başladıklarım arasında insan kaynakları sitesindeki yazılarım da vardı. Aralarından kitaplar çıktı, pek çok başka yayın defalarca bu yazılardan alıntı yaptı, kullandı. O yılların arasından sizler çıktınız, dostluklar oluştu, işler gelişti…

Andersen olarak başlayan yolculuk Ernst and Young diye noktalandı. Beni bu siteye davet eden dönemin yöneticilerinden hiçbiri bugün yok. O gün bunları düşünmek mümkün değildi. Aradan 5 yıl geçti. Beş yıl çok şeyi değiştirdi.

Beş yıl önce iletişimi tek yönden gazeteci olarak icra ediyordum. Bugün gazeteci olarak mesleğime sıkı sıkı yapışmış bir işkadını sıfatı taşıyorum. İletişimi çok yönlü yaşıyor ve yaşatıyorum. Dünya değişti, ben de değiştim, ayak uydurmaya çalıştım, öngörülerimi test ettim, sanırım başardım.

Bundan 5 yıl önce iletişim alanında bir şirket kurmaya karar verdim. Adım attığımda ne işin tanımı, ne işin kendisi ne de işkolu vardı. Yaptığım işin bütününe bir sektör aramam gerekirse iletişim sektörü diyebilirim. Girişimciliği yazar dururdum, ben bir girişimci oldum. Kariyerin düz bir çizgi olmadığını söyledim, zaman zaman “u” dönüşleri yapılacağını, zaman zaman 360 derece dönüleceğini, bazı zaman aşağı, bazı zaman yukarı çıkılacağını yazdım. Yazdım çünkü gördüm ki gerçekten böyle. Ama… diye başladım yazılarımda sonunda başarılı olmak için plan yapmak ve sistemli yaşamak gerek. Hayat bir kere veriliyor bize, onunla nasıl oynadığın senin elinde. Gideceğin yere yapacağın yolculuğun rotasını belirlemezsen rüzgarın seni götürdüğü yere kadar gidebilirsin.

Zaman zaman bana sordular, zaman zaman sormadan hüküm verdiler. Benim şanslı kullardan biri olduğuma hükmedenler çok oldu. İstediğini yapmak, çalışabilmek, tercihte bulunmak ciddi bir lükstür. Oysa bazılarının lüks olarak algıladığını ben tercih ettim, seçtim, onun için çalıştım. Olması için gayret ettim. Planladım, adım adım sonuca ulaştırmaya çalıştım.

İndeks İçerik İletişim Danışmanlık adlı şirketi kurduğumda kafamda içerik üretip içerik yönetmek vardı. Arkadaşlarımla birlikte temellerini sağlam kurmuşuz, bir sektör yaratmayı başardık. İçerik üretiyor, içerik yönetiyoruz. Günlerce haftalarca aylarca ne yaptığımı anlatabilmek için uzun uzun konuşmak zorunda kaldım. İçerik üretmenin bir iş olabileceğini, içeriği yönetmenin en az onu üretmek kadar önemli olduğunu açıklamak doğrusu yorucuydu. Artık eskisi gibi uzun cümleler, yan cümleler kurmak zorunda kalmıyorum.

İndeks’i kurarken, yazılarımdan yola çıktım. Göründüğün gibi olacak, konuştuğunu yapacaksın. Bir gazeteci olarak yazdıklarına inanacak, inandıklarını yazacaksın. Hiçbir yazım inanmadığım konu ya da fikirlerden oluşmadı. Hiçbir yazımda kendi yapamayacaklarımı başkalarına tavsiye etmedim.

Yazı yazarken de yaşarken de sürdürülebilir ve sürekli olmak gerektiğine inandım. Türkiye’nin en büyük eksiğinin sürdürülebilir ve sürekli olmak adına yeterli adımları atmamak olduğunu gördüm. İndeks’te kalıcı, sürekliliği olan ve sürdürülebilir projelere imza atıyoruz. İşimiz iletişim. İletişimin kimseye emanet edilemeyecek kadar önemli olduğunu söylüyoruz. Ben aynı cümleyi insan kaynakları konusunda da sık sık yazıyor ve telaffuz ediyorum. Çünkü insan kaynakları inanıyorum ki, bir şirketin can damarı. Oraya yönetici olarak yerleştirdiğiniz kişiler sizin en önemli işlevinizi yerine getiriyorlar.

Beş yılı özetlemek ne kadar zormuş. Şunu yaptım bunu yaptım diyebilir ve kronolojik olarak yazıp geçebilirsiniz. Satır aralarını yani içerik’i kaçırmak istemediğinizde zor.

Geleceğe odaklanmak, vizyoner olmak ve bir misyona sahip olmak… Başkalarını bilemem ama beni hayata bağlayan en önemli unsurlar. Geçmiş, yaşanmış bitmiş ve zenginlik dediğimiz tecrübelerimizin arasına koyduğumuz birikimimiz. Geçmiş bir sermaye, geleceğin de aslında teminatı. Ondan kaçış yok. Geçmişi silip atmak insanın uzuvlarından birini ya da bir kaçını koparması gibi bir şey. Üniversitelerde gençlerle yaptığım sohbet toplantılarında, “yaptığınız hataları cebinize koyup saklayın, onlardan öğrenecek çok şey var” dediğimde bazıları bana inanmak istemeyen gözlerle bakıp durdu. Oysa gerçekten de yanlışlarımız en büyük tecrübelerimiz. Bir daha tekrarlamamak için, bir dahaki sefere daha iyisini yapmak için, öğrenmek için.

Geçmiş, çok değerli. Onunla övünmek, övünülecek geçmiş bırakmak ya da en azından rahatsız olmamak sanırım bir insanın hayatı boyunca yapabileceği en önemli yatırım. Geçmişi çok sevmekle birlikte geçmişe takılmamayı önemli bir kural olarak koydum kendime. Geçmiş yaşanmış, gelecek yaşanacak. Geçmiş bana gelecek için ışık tutacak.

Gelecek, ne getirecek diye düşünmedim hiç. Bekleyelim görelim diyemedim, demedim. Geleceği planlamanın akıllı bir iş olduğuna kanaat getirdim. Geçmişi har vurup harman savurmadığım için geleceği de idareli harcamalıyım diye düşündüm. Her sabah uyandığımda cebimde 24 YTL param  oluyor. Ben bu 24 adet liraya milyon/milyar/trilyon muamelesi yapmayı çok seviyorum. Onu koklaya koklaya harcıyorum bu yüzden de 24 YTL’nin her bir YTL’sine ne sığdıracağımı ne kadar sığdıracağımı bilememenin sıkıntısını yaşıyorum. Dolu dolu geçmeli diye içine tıkıştırıp duruyorum. ‘Aman zaman öylesine akıp geçmesin, hakkını vereyim’ telaşı yaşıyorum.

Sorarım size plan yapmazsanız nasıl dolu geçecek zaman, yani hayatınız? Plan yapabilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Çıkart ajandanı doldur sayfaları diyemem size. Plan yapabilmek için vizyoner olmak gerek. Vizyoner olabilmek için misyonunuz olması gerekiyor.

Vizyon ve misyon kelimeleri iş  dünyasında çok kullanılır. Ben iki kelimenin hakkını verene çok rastlamadım. Bulunsun diye şirketlerin resepsiyonlarında, yönetim kurulu toplantı odasında “vizyonumuz” ve “misyonumuz” diye başlayan paragraf dolusu yazılar bulursunuz. Bizim de olsun mantığıyla yaklaşınca paragrafı yazmak kolay ama onu yaşamak ve yaşatmak o kadar kolay değil. İş dünyasının sahip çıktığı bu iki kelimenin aslında bireylerin de beyinlerinde bulunması gerektiğine inandım. Vizyonu olmayan çok insan tanıdım, misyonun ne olduğunu sorgulamadan gelip geçenleri gördüm. Yazılarımda her zaman her satırda bireyin fark yaratabileceğini söyledim. Bu fark vizyon sahibi,  misyonu olan bireyin yapabileceklerinin bütünüdür.

Yazılarımda küreselleşmeyi övdüm. Küreselleşmenin getirdiği zorluk ve tehlikeleri de  tek tek anlatmaktan geri durmadım. Küreselleşmeyi işdünyasının yaşadığı bir olgu gibi algılayanlara savaş açtım çünkü küreselleşme bireyin yarattığı ve sonuçlarına katlandığı bir ortam. Küreselleşmeyi bir film izler gibi izlersek seyirci oluruz, bizi yutar, Küreselleşmenin içine girmek ve parçası olmaktan başka bir yol bulunmadığını görmek gerek.

Buraya kadar sıraladığım, aklıma gelmediği için atladığım başlıkları sizinle beş yıldır tartışıp duruyoruz. Forum köşesi hazırladık. Sizler en derin, zaman zaman en gizli düşüncelerinizi benimle paylaştınız. Hayallerinizi anlattınız, zaman zaman düzene/zaman zaman kendinize/zaman zaman başkalarına öfkeniz yazılarınıza taştı, bazılarına birlikte çözüm bulduk, bazen birlikte hayal kurduk.

Hiçbirinizin yüzünü görmedim. Çoğunuzu fiilen tanımıyorum. Ama ne düşündüğünüzü biliyorum. Ne zaman ne yapacağınızı kestirebiliyorum. Ne söylersem kızar, ne söylersem gülersiniz; ne söylersem bana yazarsınız biliyorum. Ben sizi tanıyorum. Hepinizin yüreğimde o kadar büyük bir yeri var ki kelimelerle tarif etmem mümkün değil.

Beş yıla hızla büyüyen bir şirket ve içinde her gün heyecanla koyduğum bir sürü proje, kocaman bir dergi grubu, fark yaratan bir iletişim stratejisi, bir konuşmacı ajansı, hızla büyüyen bir ekip, hayallerimizi birlikte büyüttüğümüz arkadaşlarımı, bir marka olarak “İndeks”i koydum. Güzel kızım büyüdü kendince kocaman oldu. Bir gün İndeks’e/İçerik’e/İletişim’e ayırdığım zaman yüzünden şikayet etmedi. Ben de bu beş yılda çok büyüdüm, geliştim. Beş yıl önceki Yaprak değilim. Daha zengin, yaşça daha büyük, kendimce daha güzel, daha akıllı bir şey oldum. Beş yıl boyunca pek çok hata yaptım. Onları pamukların arasına koydum saklıyorum. Arada bir çıkarıp bakıyorum bir daha aynısını yapmak istemiyorum.

Beş yılın her yılı bir önceki yıldan daha fazla çalışır oldum. Çalışmayı, sevmesini öğrendim. Bu yazıyı sabahın 05.00’inde yazıyorum. Günümü çalmasın, gün yazımdan çalmasın diye. Çünkü siz benim için önemlisiniz. İçerik ve iletişim benim için çok önemli.

Bir süredir size istediğim kalitede zaman ayıramadığımı görüyor ve bunun rahatsızlığını hissediyorum. Zamanı ya ben iyi kullanamıyorum ya da zamandan çok şey beklediğim için sürekli kendimden çalıyorum. Bundan sonraki beş yıl için kendimden çalmamaya, en azından daha az çalmaya karar verdim. İlk adımını yine sizinle atıyorum. Benim biraz ara vermem gerekiyor. Ben izninizi istiyorum. Merak etmeyin yazılarım başka araçlarda devam edecek. Bunlardan biri Sabah Gazetesi’nin İş’te İnsan eki. Başka noktalarda da karşılaşacağız. Merak etmeyin yeniden buluşacağız. Bizim işimiz duygu ve aşk işidir. Duygularım olmadan yapamam ben. Kalbimi şarjetmeye gidiyorum.

Bana verdikleriniz, öğrettikleriniz için teşekkür ederim. Sizden her hafta pek çok ileti alıyorum. Çoğuna yanıt veremiyorum. Bunun için üzgün olduğumu bilmenizi isterim. Bundan sonra yazışmak için [email protected] adresini kullanmanızı rica ediyorum. Sanırım değerli site yöneticileri sizinle olan iletişim adresimi hemen silip atmaz, bir süre tutarlar… Bu yazının her zamanki süresinden biraz daha fazla yayında kalmasını sizlerin huzurunda onlarda da rica ediyorum.

Konuştuklarımızı, paylaştıklarımızı unutmayın. Kendinize yatırım yapmayı ihmal etmeyin. Hayatınızın değerini bilin. Kendinizi sevin. Ben sizi çok seviyorum.

Paylaş