Hikayenin Gücü

Kelkit’ten Lale Zengin, Giresun Dereli’den Hatice Dönmez, Antakya Hatay’dan Münevver Albayrak, İstanbul’dan Emine Yalçın… Paris’e işçi olarak giden Türk kadın ve çocuklar. Muhtemel ki, bu fotoğraflar çekildiğinde köylerinden ya da mahallerinden yakın bir süre önce çıkmışlar. Şimdi, New York-Modern Museum of Art (MOMA) duvarlarından gözünüzün içine bakıyorlar.  Onlar, Fransız feminist sanat akımının ve video sanatının 1970’lerdeki öncü temsilcilerinden Türk sanatçı Nil Yalter’in sergisinin kahramanı.

Bu kadınlar o dönem Paris’in dışında günün şartlarına göre sınırlı koşullarda yaşam mücadelesi veriyordu. Fotoğraflarının altına hepsi ayrı ayrı kim olduklarını elle yazmışlar, kendi isimlerini bile doğru kaydedemediklerini, kimi harfleri yutup kimi harfi ekstradan koyduklarını, satırları doğru takip edemediklerini, büyük küçük harf tanımadıklarını özetle temel eğitim almadıklarını ve ihtiyaç bildirmek dışında iletişimden uzak olduklarını söyleyebiliriz.

Resimlere ses ekleniyor, anlatımlar kakafoni içinde kulağa ulaşıyor, mekanda video enstalasyon sergileniyor. Fotoğraflardan hikayeler fışkırıyor, gözler konuşuyor, yüzlerine bakarken, tanımadığınız kadınlarla ilgili sayfalarca yazabilirmişsiniz hissine kapılıyorsunuz. Yüzlerindeki hafif muzip bir duruş fark ediyorsunuz, hafif utandıklarını, ama pek de mutsuz ya da daha doğru söylemek gerekirse umutsuz olmadıklarını fısıldıyorlar.

MOMA’da elektronik iletişime geçiş ve demokrasi sergisi var. Soğuk Savaş’ın mimarlarına bilgi toplayan uzay serüveninin öncüleri Sputnik (1957), Telstar (1962), Aryabhata (1975) ile başlayan istihbarat yolculuğu. Bu tek yönlü iletişimi bugün, çağ dışı buluyoruz. O iletişim ki, bize darbeleri haber verdi, sel, fırtına, yangın, deprem bilgisini ulaştırdı, hileye hurdaya karşı uyardı…  Klasik sanat severler için bu sergi ancak bir okulun salonlarına yakışabilir… Nuh Nebi’den kalma ekranlar, cızırtılı yayınlar, ilk haber yayını, ilk savaş videosu ile aklınıza gelen her türlü ilkin ekranlardan izleyenle buluştuğu anlar. Hiç estetik değiller. Gerçekten öyle mi? Bir kez daha düşünmeye değer.

 

MOMA bu sezon biz Türkler için ayrı anlamlı. Ara katlarda izdiham içinde izleyebildiğiniz kalıcı – geçici sergilerde klasik eserler, modern yapıtlar… defalarca görülmeye değerler. Bir de girişte Türk sanatçı-teknoloji/medya sihirbazı Refik Anadol var. Ona ne demeli. MOMA dijital şölenle karşılıyor ziyaretçileri. Müze koleksiyonu yaklaşık 150 bin parça, 22 bin film 4 milyon film karesinden oluşuyor. Anadol, müzedeki eserlerin dijital sentezini gerçekleştirmiş.  Şov dakikalarca sizi yerinize çiviliyor.

Girişte Refik Anadol, en üst katta Nil Yalter!… Sanat teknoloji iletişim ilişkisini sık sorgular oldum. Kıssadan hisse diyeceğim; sosyal hayatla buluşmayan yani insana değmeyen sanat, siyaset ve ekonominin hikayesi olmuyor. İçinde yaşadığımız dilemma tam da bu! Yaşamın kendi zorlukları yetmezmiş gibi kendi içimizde hoyratlıklarla ayakta kalmaya çabalıyoruz.

Keşke enerjimizi, yaşama uyum sağlarken bir küçük iz bırakmak için kullansak.

Nil Yalter Kimdir:
1938 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de doğdu. Lise eğitimini İstanbul Robert Kolej’de tamamladı. Gençlik yıllarında dans, tiyatro ve resimle ilgilendi. Pandomim sanatıyla tanıştı. Yürüyerek gittiği Hindistan yolculuğunda pandomimi sürdürdü. 1965’de Paris’e yerleşti, Fransız karşıt kültür ve devrimci siyasal akımlarından etkilendi. Video sanatının 1970’lerdeki öncü temsilcilerinden oldu. İlk sergisinde (1972) kurduğu göçebe çadırını kadınların yazgısına ve mekânına dair bir soruşturma alanı olarak kullandı. Daha sonraki çalışmalarında da göçebelik, akışkan kimlik, melezlik, öteki-kimlikler, toplumsal cinsiyet, modern-öncesi kültürlerin ritüelleri gibi konuları işledi. Yalter kendisini ayrıştıran özelliği sanatla sosyal bilimleri bir araya getirip yorumlamış, toplumsal ögeleri, kendi siyasi fikirlerini de özgürce sergilemiş.

Refik Anadol kimdir:
Türk medya sanatçısı ve tasarımcı. Mimariyi ve medya sanatlarını sentezler. Çalışmalarında veri bilimi ve yapay zeka kullanıyor. Yapay zeka sanatının başlamasına ve gelişmesine katkı sağlayan sanatçılardan biri olarak anılıyor. Çalışmalarını kurucusu olduğu Refik Anadol Studio’da gerçekleştirir.
Anadol (1985) Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünde okudu. Mezuniyet projesi olarak, Türkiye’deki ilk 3D video projeksiyon projesini gerçekleştirdi. Santral İstanbul cephesini yapay zeka ile giydirdiği bu çalışmada, mimari bir yapının cephesini tuvale dönüştürme, ışığı materyal olarak kullanma fikri büyüledi çalışmanın videosu internette popüler oldu. Anadol da dünyaya mal oldu.

Paylaş