Hikayeci Mimar

Önce yeri gözüne kestiriyor, sonra hikayesini yazıyor… Ya da belki önce hikaye hoşuna gidiyor, sonra yeri gözüne kestiriyor… Sanatçı olduğu için hangisi önce bilmiyorum. Ama hikaye için oturup çalışıyor, araştırıyor. Burada insanlar tarih boyunca ne yapmış nasıl yaşamış diye merak ediyor. Sonra bundan sonra nasıl yaşayabileceklerini kurguluyor. İşte burada hikaye yazma kısmı devreye giriyor. Hikaye oluşurken bu işin bir de finansman tarafı olmalı diyerek, her projesi için farklı bir finansman modeli geliştiriyor. İzinleri bürokrasiyi saymıyorum. Başlayıp bitirince projeyi kiralayıp satmaya başlıyor. Buna özgürlük diyor ki, aslında tam da öyle.

Mimar Şefik Birkiye, yaptığı yer üstü mekanlarla ilgi çeken bir mimar, bu yerlere gömdüğü finansmanla en az o kadar ilgi çeken bir yatırımcı, yaptığı mekanları değerlendirirken de ilgiyi üzerine çekmeyi başaran bir pazarlamacı. Neyi nasıl ve niye yaptığını anlattı. Başarısına ilişkin ipuçlarını satır aralarında yakamayacaksınız.

Yaprak Özer: Size ne demeliyim mimar, şehir bölge planlamacısı… Felsefeci yanınız da  var.  Bu noktadaki merak ve ilginizi değişik şekillerde kullandığınızı görüyorum, üretiyorsunuz. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz öyle başlayayım.

Şefik Birkiye: Ben kendimi nasıl tanımlasam. Tabii insan mimar doğmuyor maalesef, öyle olmak isterdim. Fakat mimariye çok kısa zamanda heveslendiğim için kendimi her şeyden önce mimar olarak görüyorum. Fakat mimarı da klasik anlamda bir meslek olarak değil, topluma çok büyük katkısı olan bir yapıcı olarak görüyorum. Çünkü mimar olmak sadece inşaat yapmak veya plan çizmek değil, toplumu düşünmek, istikbalini düşünmek, geçmişini bilmek ve insanların uzun vade birlikte yaşayabilecekleri mahalleri yapabilmek için bir çeşit vazife gibi görüyorum.

Yaprak Özer: Omuzlarınıza çok yük alıyorsunuz değil mi bu anlamda?

Şefik Birkiye: Git gide fazla, çünkü git gide bunu yapabilmek için yaptığım projelerin finansmanını da organize etmeye başladım.

Yaprak Özer: Evet, ona geleceğim. Özellikle sormak istiyorum, farklı bir model geliştirmişsiniz. Ama önce 100’ün üzerinde mimar çalışıyor sizinle ve ifade ettiğiniz gibi yalnızca bina yapmıyorsunuz. Bu arada egosu büyük projelere imza attığınızı gördüm sizinle ilgili araştırma yaparken; devlet binaları gibi, bir bölgeyi kapsayan çalışmalar gibi… Başından beri böyle büyük işler mi yaptınız?

Şefik Birkiye: Şansım, Brüksel’in en iyi okullu olan La Combre diye bir mimari ve şehircilik okulunda okudum. Bu okulu da meşhur Almanların Bauhaus’unu kuran bazı mimarlar kurmuştu. Bir çeşit ileri görüş, yeni mimari, yeni şehircilik gibi böyle orijinal bir okuldu. Orada biz çalışmalarımızı daha çok mahalle sakinlerine proje yaparak başladık.

Yaprak Özer: Toplumla, insanlarla bir arada.

Şefik Birkiye: Mahalle sakinleri bayağı ayaklanmıştı, şehirlerin harpten sonra yıkılması, kötü inşa edilmesi konularında. Biz de mahalle sakinlerine talebe olarak proje yapıyorduk devlete karşı ve sonra okulu kapattılar. Böyle maceralı bir başlangıç oldu.

Yaprak Özer: İsyankar bir yönünüz olduğunu mu anlayalım?

Şefik Birkiye: İşte oradan başladı. Okulu kapattılar, biz yeni bir okul yaptık; Avrupa şehirlerini yeniden inşa etme okulu diye. Bunlar özel okul olarak beş sene çalıştı. Bizler o okulda bedava ders verdik. 40 tane talebemiz vardı. Böyle heyecanlı başladık. Büyük çaplı projelere ve bilhassa sosyo-politik açısını da düşünerek yapabileceğimiz katkıya bakıyorduk. Onun için ben hep büyük projelerle başladım. Kendim de büyük projeleri alamayacağım için başka mimari ve şehircilik bürolarına taşeron olarak çalışmaya başladım, New York’ta, Chicago’da, Paris’te, Almanya’da, Belçika’da…

Yaprak Özer: Bu dönem ne kadar sürdü?

Şefik Birkiye: Dört beş sene sürdü. Hiçbir müşterim yoktu. Ben sadece başka mimari bürolarına, ismimi de koymadan, proje yapıyordum. Böylelikle büyük projelere girme şansım oldu ilk başından. Ondan sonra da genellikle orada etkin olabileceğimi düşündüm.

Yaprak Özer: Rüzgarın savurduğu yere mi gidersiniz, yoksa hep planlı programlı mı hareket edersiniz?

Şefik Birkiye: Çok uzun vade plan yapmıyorum. Başardıkça bir ilerisini, bir şeye geldikten sonra bir ilerisini düşünüyorum. Öyle çok uzun vade planlarım olmadı hiçbir zaman, hayal kırıklığına uğramamak için.

Yaprak Özer: Peki, bugüne kadar yaptıklarınızı üst üste, alt alta ekleseniz ne kadarlık alana dokunmuş oluyorsunuz?

Şefik Birkiye: Toplam 8 milyon metrekare binalar inşa ettik.

Yaprak Özer: 8 milyon metrekare ne kadarlık bir yerdir 8 milyon metrekare?

Şefik Birkiye: Çok büyük bir mahalle.

Yaprak Özer: İstanbul’un ne kadarı, nasıl bir şeydir?

Şefik Birkiye: 8 bin metrekare, mesela bir Şişli bölgesi kadar.  Projelerde genellikle tekrar olmadığı için her proje tamamen kendi yerine has. Tekrar edilen, mesela Türkiye’de gördüğümüz blok sistemi Avrupa’da olmadığı için veyahut o tip projelere girmediğimiz için, her proje kendine has bir sanat eseri.

Yaprak Özer: Kaç ülkede çalışıyorsunuz?

Şefik Birkiye: 15-16.

Yaprak Özer: Peki kaç ofisiniz var? Bir İstanbul’da var, bir Brüksel’de var…

Şefik Birkiye: İsviçre’de var, Baku’da var, Fransa’da iki tane, Karayip Adaları’nda ve Türkiye’de var. Bir de Sırbistan’da.

Yaprak Özer: Ve siz tüm bunların başında mısınız? Nasıl idare ediyorsunuz?

Şefik Birkiye: Belirli zorluklarla.

Yaprak Özer: Nedir zorluklar?

Şefik Birkiye: Her yere gitmek zorunda kalıyorum, çünkü ben yaptığım şeylere hakim olmayı seven bir insan olduğum için, belki mimariden gelen bir özellik. Tabii, benimle çok eskiden beri çalışan arkadaşlarım var, onlara çeşitli sorumluluklar verebiliyorum. Bazen telefonla bile anlaşabiliyoruz. Her memlekette bir sorumlu olmakla beraber, ben her birine sık sık gidiyorum.

Yaprak Özer: Hayatınız teknoloji ile daha kolaydır eminim şu anda ama yine de her projenin içerisinde var mısınız?

Şefik Birkiye: Tabii.

Yaprak Özer: Kaç projeniz var şu anda?

Şefik Birkiye: Çeşitli safhalarda 50 proje.

Yaprak Özer: Her detayına hakim olabilir misiniz 50 adet projenin?

Şefik Birkiye: Tabii, mümkün.

Yaprak Özer: Onay hep sizden mi geçer?

Şefik Birkiye: Başka türlü istediğim gibi olmaz ki. Son detayına kadar çizmeyi seviyorum. Hepsini çizmem mümkün değil ama hepsinin üstünde geçerek sevmediklerimi düzeltiyorum. Zaten bir stil oluşturduğunuz için, o belirli bir kolaylık getiriyor.

Yaprak Özer: Aslında butik çalışmak denilen şey, siz çok büyük işler yapıyorsunuz.

Şefik Birkiye: Giyim konusu da mesela öyle. Haute Couture’de iki sezon üç sezon devamlı yaratıcı, bütün ekibe hakim olmanız lazım, her detaya hakim olmanız lazım, hepsini siz yapmasanız dahi.

Yaprak Özer: Genelde merhaba, nasılsın diyene alışkanlık olmuş  çok çalışıyoruz deyip yakınıyoruz. Siz ne diyorsunuz, ne var ne yok diyenlere?

Şefik Birkiye: Ben eskiden çok çalışırdım. Şimdi günde sadece 10-12 saat çalışıyorum.

Yaprak Özer: Eskiden kaç saat çalışıyordunuz?

Şefik Birkiye: Eskiden 7 gün 12-13 saat çalışırdım. Şimdi haftasonları çalışmıyorum, küçük çocuklarım var. Akşamları çalışmıyorum, eskiden akşamları da çalışırdım. Şimdi çok daha organizeyiz tabii.

Yaprak Özer: Peki, şimdi yine çalışan 100 kişiye geliyorum. 100 kişinin hepsi mimar değil herhalde… Sosyolog var mı? Antropolog var mı? Ya da diğer toplum bilim temsilcileri Bir mimar her toplumsal konudan anlayabilir mi? Kimlerle çalışıyorsunuz?

Şefik Birkiye: Belirli bir orijinalliği var tabii, klasik mimari bürolarından başından beri çabuk uzaklaşmıştık. Çünkü büyük projeler yaptığımız için bunun ekonomik kısmı var, sosyal kısmı var. Mesela birkaç tane avukatımız vardı, bu emlak yatırım fonlarına girmeden daha, halkla ilişkiler, araştırma ve geliştirme bölümü, orada bütün referansları araştırıyoruz, inşaat yapacağımız yerin tarihçesini, geçmişini, örf adet ve ananelerini araştırıyoruz.

Yaprak Özer: Oraya kadar giriyorsunuz.

Şefik Birkiye: Tabii. Ondan sonraki programlamasını araştırıyoruz. Nasıl bir program olması lazım uzun vade dayanabilmesi sürdürülebilir olabilmesi için. Çünkü sürdürülebilirliğin en önemli kısmı kullanıcıya uyumlu olmasıdır. Mesela, moda mimarisine karşı düşüyor bizim yaklaşımımız.

Yaprak Özer: Ne demek moda mimarisi? Yani moda olan mimari mi?

Şefik Birkiye: Her iki üç senede bir, beş senede bir, çeşitli yeni hayranlar getirerek ilgiyi çeken tip mimariler; aynı zamanda beş senede bir, on senede bir modaları geçiyor.

Yaprak Özer: Hangi alanı konuşursak konuşalım böyle bir soru mutlaka geliyor. Yeni trendler nedir?

Şefik Birkiye: Yeni trendlerde anıtsal bina yapmak, mesela mimari tarihinden değil, başka konuların tarihlerinden esinlenerek bina yapmak var. Artık bina yapmak git gide endüstriyel dizayna benziyor. Sanayi dizaynına ya da  bardağa benziyor ya da  mücevherata benziyor. Fakat binanın bulunduğu yerdeki tarihine benzemiyor. Yeni trendler bunlar, kim ne kadar orijinal bir şey yapabilirse.

Yaprak Özer: Ama asla kullanılamıyor bazıları?

Şefik Birkiye: Çok da iyi kullanılabilenini yapabilirsiniz. Fakat hiçbirinin referansı, yani çıktığı nokta oranın tarihi değil. Böylelikle herhangi bir yerde olabiliyorlar ve mümkünse de, trendler öyle, sanki dengede durmuyormuş gibi durması lazım binanın; ya eğri olması lazım, ya eliptik olması lazım, bilhassa bina tarihine benzememesi lazım. Ben de bunların hiçbirinin uzun vade dayanacaklarına inanmadığım için öyle bir yaklaşıma girmiyorum. Ama bunun aksine Amerika’da, Avrupa’da tekrar tarihi verilerden hareket ederek kasaba hayatına dönük yerler yapmaya başladıklarını, fonksiyonları bir araya getirdiklerini görüyoruz. Okul, eğlence yerleri, ticaret, büro ve konutun aynı mahallede olabilmesi lazım, 15 dakika yürüme alanında bulunmalı. Bu eski bir konsept ama  yeniden keşfediyoruz maalesef.

Yaprak Özer: 50 tane projenizin olduğunu anlıyorum. Bunlardan biri de Türkiye’de. Merak ettiklerimden bir tanesi de sizin “Şan Projesi” ve bu iddialı bir proje. Başladı mı, başlayacak mı? Nasıl gidiyor?

Şefik Birkiye: Başlayacak.

Yaprak Özer: Derin bir nefes aldığınız için kolay gitmediğini anlıyorum …

Şefik Birkiye: Evet, evet. Bir takım zorlukları var. Burası bir Ermeni Vakfı’na ait büyük bir arsa ve çeşitli sebeplerden Ermeni Vakfı’nın o arsasını geliştirme şansı çok az idi. AB’ye göre düzenlenen kanunlarla, bu haklar biraz daha rahatlatıldı ve böylelikle biz orada bir geliştirme sözleşmesi imzalayabildik.

Yaprak Özer: Bu proje yanan Şan Tiyatrosu ve çevresini kapsıyor; bu çevrenin içerisinde de bir hastane, konut ya da işyerleri var. Hayli eski bir doku söz konusu değil mi?

Şefik Birkiye: Sıra evler var, bir köşede çok güzel bir apartman dairesi var büro olarak kullanılıyor, öbür köşede de çok güzel bir bina var, yanmış Şan Tiyatrosu var. Onun dışında da aslında hep yıkık yerler var, otopark olarak kullanılan, garaj olarak kullanılan.

Yaprak Özer: Ne zaman başlayabileceğinizi düşünüyorsunuz?

Şefik Birkiye: Önümüzdeki aylarda inşallah.

Yaprak Özer: Peki proje ne kadar zaman içerisinde toparlanır.

Şefik Birkiye: İki sene.

Yaprak Özer: Çok iddialı… Şehrin göbeğinde çalışmak da kolay olmasa gerek.

Şefik Birkiye: Arazi büyük olduğu için.

Yaprak Özer: Ne kadar?

Şefik Birkiye: 17 bin metrekare. Zemin de az var tabii, Taksim gibi bir yerde. Biz de oranın değerini ve tarihini iyice analiz ettiğimiz zaman oraya çok maksatlı bir program düşündük, mesela her yatırımcının yapmayacağı veya istemeyeceği bir şey, çünkü daha zor.

Yaprak Özer: Ne demek çok maksatlı?

Şefik Birkiye: Bir şehir merkezinde çok konulu projeler yapabilmek lazım. Şehre küsmüş bir alışveriş merkezi, şehirle ilgisi olmayan bir iş kulesi gibi değil, içerisinde bir kere sanat, kültür, ticaret ve yaşam alanlarını birleştirebilen bir merkez olacak. Servisli daireler var, bütün modacıların odaları tek tek yarattıkları moda oteli, tiyatro, sinema, defile, eğlence…

Yaprak Özer: Yani eski günlerine dönecek bir yapıyı hayal ediyoruz burada, öyle değil mi? Ana fikir sanat üzerine kurgulanmış, sanıyorum moda biraz daha vurgusu olan. Sulukule de dönüştürülen bir bölge.  Mahalle sakinlerine farklı yaşam alanı gösterildi, çoğu taşındı kimi kaldı. Taşınanların eski mekana döndükleri söyleniyor.  Gittikleri yerde mutlu olamamış, yapamamışlar…  Demek ki doku tutmuyor. Oradaki yanlışlık neydi?

Şefik Birkiye: Projede moda okulu, tiyatro okulu, tiyatro sahneleri ve tabii bunun içerisinde lokantalar, alışveriş için mağazalar olacak… Şehir merkezinde bulduğunuz canlılığı başka yerde bulamayabiliyorsunuz. Maalesef tek maksatlı programlar yaşanılacak bir alan yaratmıyor. Binlerce daireyi yan yana yapıyorsunuz, ama çıktığınız zaman ne alışveriş sokağı var, ne eğlence merkezi var, ne kültür merkezi var, ne ona göre okullar var. Şehrin orijinalliği veya şehrin banliyöye karşı veyahut uzak mahallelere karşı orijinalliği tüm fonksiyonları bir araya getirebilmesidir. O zaman bir yaşam ortamı sağlayabiliyorsunuz.

Yaprak Özer: Eleştiri aldığınız noktalardan bir tanesi kentin siluetini bozduğunuz gerekçesiyle Haydarpaşa’yı da içine alan büyük bir projeydi. Bu proje artık tamamıyla rafa kalkmış ve unutulmuş bir çalışma mıdır? Eleştirileri haklı bulmadığınızı tahmin ederim, ama bir de sizi dinleyelim.

Şefik Birkiye: Yok, eleştirileri az çok haklı buluyorum.

Yaprak Özer: Niye yaptınız peki o projeyi?

Şefik Birkiye: Şimdi biz o projeyi yaptığımız zaman Çalık Grubu bir yarışma düzenlemişti. Yarışmadaki özellik hem şehir dokusuna uysun, hem de simgesi olsun diye bir açıklamayla başlamıştı. Biz de mal sahibinin isteği üzerine ilerledik. Böyle  projeler de olabilir ama halkın seçimi olması lazım aslında bu çaptaki bir projede, biz de hem şehrin dokusuna uyan bir doku, hem de simgesel yedi tane bakırdan kulesi olan ve İstanbul’a simge yaratabilecek bir proje çizdik.

Yaprak Özer: Müşteri brief’i ile hareket ettiniz ön araştırma ve sosyal dokuyu hesaba katmadınız..

Şefik Birkiye: O bir seçim. Ondan sonra halk buna evet diyebilir, hayır diyebilir. Simgesel projeler Almanya’da da var, Amerika’da da var…

Yaprak Özer: Peki, haklı bulduğunuz eleştiriler hangi noktada?

Şefik Birkiye: Mesela yeni bir simgenin gerekmediği. İstanbul gibi bir şehirde yeni bir simge gerekmeyebilir. Başka şehirlerde ihtiyaç olmakla beraber, böyle eski bir şehirde simgesel bir binanın olması doğru olmayabilir. Biz de bu projeler bittikten sonra, bunu düşünerek yeni bir proje yaptık. Simgesel yanı olmayan fakat şehrin dokusuna tam bizim istediğimiz gibi uyan ve onu bekletiyoruz. Ne zaman bir yarışma açılır, ihale olur…

Yaprak Özer: Hazırsınız yani.

Şefik Birkiye: Hazır değiliz, ama neredeyse hazırız.

Yaprak Özer: O bölge ile ilgili proje herhalde yine yapılacak, bölge dönüştürülecek.

Şefik Birkiye: Muhakkak. Şehrin ortasında bir konteyner limanının olması şehir dokusu için kötü. Karşı tarafın da daha büyük bir çekiciliğe ihtiyacı var. Herkes köprülerle Avrupa yakasına taşınmasın diye hakikaten orada yeni bir şehir merkezi yaratılması lazım.

Yaprak Özer: Diyorsunuz ki Anadolu yakasının konumlandırılması yanlış. Orada evlerin olması mı yanlış?

Şefik Birkiye: Konumlandırılması çok planlanmış değil, tabii ki tarihten gelen bir şey. Anadolu yakası daha çok oturmaya elverişli olduğu için gelişmiş. Çünkü iş yerleri uzun yıllardır Avrupa tarafında olduğu için Anadolu yakası daha ucuz, belki daha uzak, konutlar elverişli görülmüş ve öyle gelişmiş. Zamanla alışveriş merkezleri yapıldı, Bağdat Caddesi gelişti, okullar da var, üniversiteler de var ama yine çok maksatlı bir şehir düşündüğümüz zaman, yine kısıtlı kalıyor.

Yaprak Özer: Bu saatten sonra ne yapılabilir?

Şefik Birkiye: İş yerleri ve mahalle anlayışı ile Avrupa yakasında bulduğumuz kalitede alt yapı yaratabilmek lazım.

Yaprak Özer: Ama böyle çalışmalar var. Kartal gene böyle bir dönüşüm projesi. Sonra, finans merkezi yapma fikri ki ciddi tartışmalara yok açtı: olur, olmaz, niye olsun gibi. Aslında sizin söylediğinize de geliyor değil mi? Ama bu iki tarafın da çok kalabalık olması anlamına gelmiyor mu?

Şefik Birkiye: Zaten kalabalık bir şehir. Burada mesele şu; şehrin bir kısmında oturma yerleri, bir kısmında çalışma yerleri olunca köprüler de yetmez. Aslında insanların, çalıştıkları yerde yaşayabilmeleri, yaşabildikleri yerde çalışabilmeleri, eğlenebilmeleri ve okula gidebilmeleri lazım. Ama okul için karşı tarafa taşınmak, iş için karşı tarafa taşınmak milli bütçeye zarar. Günde iki, iki buçuk saatinizi yollarda geçiriyorsunuz. Bence çok tartışılır bir yanı yok, insanların sevdiği şekilde yaşamalarına uygun şehir yapabilmemiz lazım. Onun için Haydarpaşa’nın önemi var.

Yaprak Özer: Bu şehri daha kolay yaşanabilir hale getirmek… Başka şehirler yapmak kolay olsa gerek. Çin’de yeni şehirler yapıyorlar.

Şefik Birkiye: Yeni şehirler de yapılabilir, uydu şehir gibi. Yalnız bunların kendi kendilerine bağımsız yaşayabilme imkanı olması lazım. Hiç değilse yüzde 80. İnsanlar bir mahalleden öbür mahalleye gitmek zorunda kalmasınlar yaşamak için. Çalıştığınız yerde konut bulabilmeniz lazım, konut bulduğunuz yerde çalışabilmeniz lazım, ancak böyle trafiği azaltabiliriz.

Yaprak Özer: Bu kentin Taksim Meydanı’nda başka meydanı yok. Şu anda yeniden düzenlenen meydanlar var, ama o meydanlar meydan olmaktan çıktılar, bir trafik ağı gibi oldular. Bu doğru bir şey miydi?

Şefik Birkiye: Bütün tarihteki şehirler, Asya’da olsun, Avrupa’da olsun, Amerika hariç, hep meydan, cadde üzerine kurulmuş Agora da dediğimiz pazar yerine gelmişler, caddelerde en önemli yerleri birbirlerine birleştirmişler ve böyle bir hayat tarzı daha uygun insanlar için. İnsanların istedikleri her beş senede bir değişmiyor, ama İstanbul’daki şehircilik daha çok blok üzerine gidiyor, mahalle, cadde, meydan üzerine değil.

Yaprak Özer: Meydanların bizi korkutan bir tarafı mı var acaba, meydanlardan biz bu kadar kaçıyoruz? Taksim ile barışmamız da çok uzun zaman aldı, çünkü bu tartışma demek, yeni fikirlerin doğması demek, serbest bir yaşam demek.

Şefik Birkiye: Ortak mahal dediğimiz şeyin kültürel kısmı var, bir de fiziki kısmı var. O da mahallenin meydanları, caddeleri. Buradaki zorluk bir meydanı yaratmak için bir mimari bütünlük lazım. Herhangi bir binayla bir meydan yaratılamıyor ve öyle bir yaklaşım olmadığı için meydan pek tercih edilmiyor son 30 senedir. Mesela Avrupa’daki eski meydanlara baktığınız zaman bazen meydanlar tasarlanmış, cepheleri inşa edilmiş, arkadaki parseller çeşitli kişilere verilmiş geliştirilsin diye. O da meydan olmasını sağlayan görünüşüne hakim olabilmek için. Böyle yaklaşımlarla, bugün şehrin birçok yerinde yeni mahalleler, yeni meydanlar yapılabilir.

Yaprak Özer: Sizi farklılaştıran finansman yapınızı biraz anlatmanızı isteyeceğim. Yatırım yapıyorsunuz, ondan sonra o projeyi yatırım yaptığınız bölge üzerine inşa ediyorsunuz. Daha sonra, bunun satışı gene sizin üzerinizden oluyor. Bu farklı bir şey. Çok ciddi bir sermaye, bir güç gerekiyor. Nasıl bunun altından kalkabiliyorsunuz?

Şefik Birkiye: Çok uzun seneler, çok maksatlı bir mimari bürosu olarak geliştirdim şirketimi. Yani programlama, mimari çizimler, iç dekorasyon, kullanım programları, inşaat izleme derken finans kolaylıklarını sağlama, fizibilite raporları yapma, derken baktım ki, istediğimi yapabilmem için bunun finans kısmını da çözmem lazım.

Yaprak Özer: Nasıl çözüyorsunuz, çok merak ediyorum.

Şefik Birkiye: 7 sene önce yatırım fonları başlattım. Tanınmış olduğumdan, Belçika’daki bütün merkez binalarını yaptım, sigorta şirketleri var, çok zor olmadı. Şahıs fonları yaptım. Bu şahıs fonlarıyla arsalar satın alabildik. Onları geliştirdik. Derken aile fonları kurabildik. Derken bankalarla beraber uzun vade yatırım fonları kurabildik. Bütün bu fonları holdingde toplayıp istediğimiz programları sonuna kadar götürüp ve uzun vade aile fonlarıyla ellerinde tutmalarını sağladık.

Yaprak Özer: Bu  fikirlerinizi gerçekleştirecek özgürlük sağlıyor aslında değil mi?

Şefik Birkiye: Çoğu sanatkarın hayali bu.

Yaprak Özer: Dünya birbirinin üzerine gelen ekonomik krizlerle sarsılıyor, sizin bu fonlarınızı ya da finans kurumlarıyla ilişkinizi sarsmış olabilir mi? Eskisi kadar rahat mısınız?

Şefik Birkiye: İyi projelere finans bulmakta Avrupa’da sıkıntı yok. Yalnız kriz zamanında neyi, nasıl kullanacağımız, piyasaların ne olacağını bilemediğimiz için projeleri erteledik. Fakat onları finanse etmekte bir sıkıntımız olmadı.

Yaprak Özer: Yani kriz sizi etkilemedi mi?

Şefik Birkiye: Bu şekilde etkiledi, ertelemek zorunda kaldık. Mesela bir otel yapıyorsunuz, bir alışveriş merkezi yapıyorsunuz, yaşlılar evi yapıyorsunuz, faizler nasıl olacak, emlağın durumu 3 sene sonra ne olacak, bilinmezler çoğaldığı zaman beklemek zorundasınız. Yoksa kredi almakta veya fon almakta bir sıkıntı yok.

Yaprak Özer: Finansman  projelerinin de detaylarında  yer alıyor musunuz?

Şefik Birkiye: Aşağı yukarı her etapta fikre, projeye uysun diye bütün tasarım kısmına bakıyorum. Yani finansın da tasarımını projenin orijinalliğine göre yapmak lazım. Her proje aynı tip bir yatırım olmaz. Onların bütünlüğünü sağlamak için aşağı yukarı her konuda çalışıyorum ve onu yansıtabiliyorum hem tasarıma hem finansa. Tasarımdan gelen problemler ya da istekler olabilir, yatırımdan gelen isteklerle onları dengeleyebilmek lazım.

Yaprak Özer: Bütün projeleriniz bu model üzerinden mi yürüyor şu an?

Şefik Birkiye: Evet. Böylelikle çözüm getirilemeyen birçok konuya da çözüm getirebiliyoruz. Mesela turizm tesisleri dünyada git gide büyüyen bir sektör. Türkiye’de de öyle ve çok yanlış kullanılıyor.

Yaprak Özer: Sizin var mı turizm projeleriniz?

Şefik Birkiye: Evet.

Yaprak Özer: Türkiye’de var mı?

Şefik Birkiye: Türkiye’de de var.

Yaprak Özer: Birden fazla olduğunu mu anlamalıyım?

Şefik Birkiye: Evet, ama belirli safhalara gelmeden nerede olduğunu söylemem mümkün değil, fakat ne olduğunu söyleyebilirim. Biz turistik tesisleri sezon dışında okul olarak, sağlık merkezi olarak, eğitim merkezi olarak kullanılabilir hale getirmek istiyoruz. Organizasyon yoksa binalar altı ay boş kalıyor. Hele Avrupa’da sezon da kısa.  Diğer konularda olduğu gibi dayanılabilir ve uzun zaman zevk alabileceğiniz bir ortam yapmak lazım. Ben turistik tesisleri bir kasaba olarak görüyorum. Yani sanatkarların olduğu, mağazaların olduğu, yaşam yerlerinin olduğu ve blok blok otel değil bir kasaba. Mesela Türkiye’de yapacağımız projede tam bir antik kasabayı yeniden canlandırmak ve bir senaryo içerisinde insanların yeniden bir hayat yaşaması var.

Yaprak Özer: Hikaye yazıyorsunuz aslında siz, öyle mi?

Şefik Birkiye: Hikaye satmanız lazım ve o hikayenin de bir tarihçesi olması lazım.

Yaprak Özer: Aslında çok kritik bir şey. Bu hikayeyi siz yazdıktan sonra inşa ediyorsunuz, sonra da bireylerle ilişki kurup onları o hikayelerde ikna ediyorsunuz.

Şefik Birkiye: Ama insanlar da bunu istiyor. Gittikleri yerlerde oranın kültürünü yaşamak, onların hayatına girmek istiyor. Kendileri için yapılmış oda, havuz, plaj yetmiyor. Nerede olduklarını bilmiyorlar bazen. Antalya’ya beş kere geliyorlar, Türkiye’de ne olduğunu bilmiyorlar.

Yaprak Özer: İstanbul bir marka mı?

Şefik Birkiye: Fazlasıyla. Yalnız biz onu yeterince değerlendiremiyoruz, birçok şeyi öyle zaten.

Yaprak Özer: Kendi kendine mi bir marka, yoksa biz mi onu bilinçli bir şekilde bir marka haline getirdik?

Şefik Birkiye: Hakikaten bir marka. Şöyle ki herkesin kafasında Londra, Paris var, gitmeseler bile Moskova var, belirli bir şeyi hatırlatıyor. İstanbul da doğu ile batının tarihçesini, odak noktasını anlatıyor, hiç İstanbul’u görmeyenler için. Bir de bunu gördükleri zaman ne kadar modern bir şehir ve ne kadar farklı bir tarihe sahip olduğunu anlıyorlar. Kendi tarihleri de buradan geliyor, bizim tarihimiz de buradan geliyor; ama bunu yeterince satamıyoruz. İstanbul, bir moda merkezi olabilir, bir tekstil merkezi olabilir, bir kültür merkezi olabilir, sanat merkezi olabilir. Burada yatırımlar o kadar büyük değil, istek meselesi.

Yaprak Özer: İstanbul’un da bir marka kenti olmak için her türlü olguya sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?

Şefik Birkiye: Daha ne olsun? Kimde bu kadar şey var? Nasıl ki bazen biz de kritik ediyoruz, Paris’i istenildiği gibi takdim edemiyorlar, halbuki Barselona çok daha çabuk gelişti. Barselona da çok çabuk bir marka, bir isim oldu.

Yaprak Özer: Olay pazarlayamamaktan mı kaynaklanıyor?

Şefik Birkiye: Evet, veyahut ona yatırılacak para. Mesela Şan’daki merkezimizi biz bir moda merkezi olarak düşünüyoruz. Her sene moda ödülleri verilecek, insanlar oraya gelecek, orada seçilecekler. Türkiye’de böyle şahıs olabilir, devlet olabilir, İstanbul’un ismini taşıyabilecek, ondan da istifade edebilecek konular yaratmamız lazım. Mesela geçici müzeler gibi. Elinizdeki tüm tablolar sizin olmak zorunda değil. Geçici müzeler yapabilirsiniz her çeşit sanat dalında ve bunlar para da getirebilir. Avrupa’da bazı müzeler kuyrukla karşılaşıyorlar.

Paylaş