“HEP BERABER” İnsan Olmak

 

“Hep Beraber”… Ne güzel bir çiftleşme değil mi? Sizin için de öyle olduğunu umuyorum. Bana hep beraber olmak ne fısıldıyor biliyor musunuz; sonsuza dek birlikte ve geride kimseyi bırakmadan! Siz de benim gibi daha önce bu kadar anlam yüklememiş olabilirsiniz, hiç yadırgamam… O nedenle abarttığımı düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum.

 

Sevdiğim bir fikir önderi Ece Temelkuran düşünmüş, sizin ve benim için bu iki sıradan kelimenin birlikteliğinden derin bir felsefe oluşturmuş. Hep Beraber, Ece Temelkuran’ın Türkiye’de de çıkacak olan son kitabının ismi. Hep Beraber, önce İngilizce yayınlandı… Teşekkür etmeliyiz Ece’ye, tüm dünyaya diğer edebiyatçı, düşünür, bilim insanı temsilcilerimiz gibi Türkiye’yi ilimle irfanla yansıtmaya devam ettiği için.

 

Tam da bu noktada Hep Beraber, geriye ne kaldıysa önce kendimizi sonra topumuzu yeniden ayağa kaldırmak için bir çağrı. Ama bu öncekilere benzemiyor, biz “izm” değil, bir susamışlık, bir ferahlık, bir hafifleme, güzelleşip arınma ve yeniden kendin olmak. Unutmuş olabilenler için söylüyorum, üzerinize alınmak zorunda değilsiniz. Size de “derin bir nefes al, yine yeniden ver elini, hep beraber olalım” demek istiyorum.

 

Bu satırları yazarken acıları deşmek değil niyetim tam tersine Hep Beraber diye mırıldanınca nedense bir kıpır kıpır oluyorum, adeta Kalipso Kralı Metin Erksan çınlıyor kulağımda, geride cıvıl cıvıl müzik, “…Haydi, hep beraber…” diyor ama “Vakit yok gemi kalkıyor artık…” diye devam edince ben bir uyanıyorum halimden.

 

Temelkuran’ın Hep Beraber’i, “Ah… o gemide ben de olsaydım…” demeyelim, olalım demek diye sesleniyor. Bir çırpıda okuyacağınızı biliyorum, ben de size öncesinde güzel bir söyleşiyle Ece’yi deşifre etmeye çalışacağım. Bu arada Ece Temelkuran dinleyeceğiniz en becerikli; akışkan, yaratıcı, kıvrak zekaya sahip ve konusunda uzman (!) profesyonel konuşmacılardan biri, kaçırmayın.

 

Sorarak ilerlemek istiyorum;

Umut mu, inanç mı?

Birazı mı… bütün gerçeklik mi?

Kaçmak mı korkuyla arkadaşlık mı?

Gurur mu, yoksa onur mu?

Öfke mi, acaba dikkat mi?

Kudret mi, mesela güç mü?

Az mı… yeter mi?

Enkaz mı, mercan kayalıkları mı?

Yalnızlık mı, arkadaşlık mı?

Issızlık mı, hep beraber olmak mı?

 

Acaba bu soruların karşılığındaki seçim tek bir kelimeyle insan olmak mı? Tam da bu! Benim size aktarmak istediklerim Hep Beraber’de beni yakalayanlardan küçük notlar.

 

“Yapacağınız her seçim, batmakta olan bir tekneden kovayla su boşaltmak kadar işe yaramaz görünüyor. Kaosun büyüklüğü bizi yapacağımız her şeyin çok önemsiz olduğuna inanma yanılgısına sürüklüyor. Sonuçta, insanoğlunun kendisini her zaman yeniden var edebildiği gerçeğini unutmaya meylediyoruz.”

İçim acıyor gerçekten, arabeske sığınmak da istemiyorum ama o batan gemiden kovayla su boşaltmaktan yorgun düştük. Hep beraber olunca, şimdi’de kalınca, birbirimizi seçince, gemiyi onarabileceğimizi aslında benim gibi siz de biliyorsunuz. Ne duruyoruz bu seçeneği seçelim.

 

Temelkuran diyor ki, “… Hiçbir şey yapmadan umudun nerede olduğunu merak edenleri o kadar çok gördüm ki, sözcüğün kendisi, baskı karşısında dik durmaya yanaşmayanlar için duygusal bir koltuk değneği gibi gelmeye başladı…”

Bizim duygusal koltuk değneğine ihtiyacımız var mı, yok. Fiziki olarak ona ihtiyacı olanları da sırtımıza alma zamanı. Bir de unutmayın biz yalnız değiliz, bütün dünya bu durumda. Her sabah kalktığımızda kendimize inanmayı tercih edebiliriz.

Çünkü; “… Kesintisiz bir türbülans çağında yaşıyoruz. Korku, belleklerimizden silme lüksüne sahip olduğumuz geçici bir an değil artık…”

Aynı sayfada olduğumuzu düşünüyorum. Korkumuzu kabul edip gerçek boyutuna çeksek daha az korkar mıyız ondan? Şüphem yok, yanıt evet. Korkmaktan korkmak herhalde korkuların en büyüğü.

 

Arada bir, büyük büyük laflar ediyoruz; onurlu yaşam gibi. Ne güzeldir aslında… ama tam da anlamını yükleyip söylediğimizden pek emin değilim. Temelkuran’ın şu yaklaşımı size de yakın duracak mı, deneyelim bakalım; “…onur ve gurur, birbirine karıştırılacak kadar yakın görünüyor. Ancak çok önemli bir fark var, gurur kitleleri biz ve onlar şeklinde bölerken, onur kimseyi dışlamayan biz’e işaret eder. Onurun anlamının doğasında bir’lik vardır. …onur, yalnızca onu satın almaya gücü yetenlere insan gibi davranılan ve adaletsizlik doğuran sistemin topyekun değiştirilmesi talebini içerir… ve … onur sonsuz neşedir… çünkü … onur kavramının, eşitsizliği ve sömürüyü aşan bir yanı da vardır…”

 

Yukarıda sorduğum sorulardan özellikle birine daha fazla dikkat etmenizi kişisel rica olarak sunuyorum; öfke mi dikkat mi? hiçbir sözlükte ya da deyimler kitabında yan yana ya da zıtlar arasında listelenmezler. Ama biraz düşününce öfkenin panzehirinin dikkat olabileceğine siz de kanaat getireceksiniz. Çünkü dikkat, öfkeyi çözüyor! O öfke ki, tarifsiz bir haz veriyor ve bizim ülkemizde bu hazdan sarhoş olanlar maalesef toplumun büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Öfke, düşünmek gerektirmez, dikkati bu nedenle reddeder. Dikkat konsantrasyon işidir, konsantrasyon ise eğitim ister ve kitlesel eğitimin nasıl bir şey olduğunu 12 Eylül’de A B C öğretince okur yazar olunmadığını görerek anladık. Ama madem Hep Beraber’iz, ben bir kere daha şans verebilirim kendi adıma… O nedenle ne kadar bağırdığımızla değil, konu-sorun-davamıza ne kadar dikkat verebildiğimizle meşgul olmayı öğrenebiliriz. Temelkuran’a göre; “… dikkat, bizi meşgul etmek için üretilen sinir bozucu manzaraları görüş alanımızdan ayıklayarak çağımızın sorunlarını net olarak görmemizi sağlar.”

 

Öfkenin can kardeşi gibi görünen güç var bir de! Şu soruyu soralım; güç görünür mü görünmez mi? Yani şişirilmiş kaslar gibi bir şey midir güç?… Galiba değil! Güç’e olan güçlü tutkumuzu masaya yatırmak ve onu bizden korumayı öneriyorum.

 

Son zamanlarda çok ama çok sevdiğim bu arada çocukluğumdan beri sanırım aile büyüklerimden miras bir kelime var: kafi! Kafi’ye yeniden hakkını vermeye karar verdim. Kafi’yi seviyorum, çünkü had bildiriyor, tasarrufa teşvik ediyor, açgözlülüğe savaş açıyor, üstelik maddi manevi her şeyle pek uyumlu olabiliyor. Tabağıma konan bir yemek için de kafi diyebildiğim gibi, karşımdakinin davranışına da kafi diyebiliyorum. Kafi ifade ettiği gibi ekonomik bir kelime. Temelkuran’dan bir küçük alıntı yapayım; “…Daha çok’un zıddı daha az değildir, ama aç gözlülüğün zıddı kafi’dir…” Yüzlerce Facebook arkadaşına sahip olmak gibi. Adeta dünyanın geri kalanını tanıyormuş hissine kapıldığımız, bu nedenle samimiyetten uzaklaşıp laubali olma sarhoşluğunda yaşarken, arkadaşlık ve hep beraber olmak güzel duygulara işaret eden sözcükler. Ve o sözcükler ki, fiziki güçten daha güçlü, kafi denmezse doların dolu dizgin yolculuk yaptığı ülkemde kuruştan değersiz oluverir.

 

O nedenle, “şimdi” sorumlulukla temel ahlak içinde, hep beraber “insan” olmayı anımsamalı, hakkını vermeliyiz.

 

Ece Temelkuran kendini iyileştirmek için yazmış kitabı, okurken iyileşmek de mümkün. Sindire sindire…

Hep Beraber adlı bir kitap yazmak gerekiyor demek, yazabiliriz.

 

Paylaş