Gelecek bayram değişik olur mu?

Bu bayram da her bayram gibi… Farklı bir şey yok bizim burada. Türkiye aynı Türkiye. Biz aynı biz. Bayramınızı Türkiye’den insan manzaralarıyla kutlamak istedim. Ama bu bayram için ne diledin diyorsanız, ben medeni, kültürlü, eğitimli, refah içinde, halkı sağlıklı, çocuklarına bakabilen, kadına saygı duyan, kızlarını okutan bir Türkiye diledim. Umutsuzluğa kapılmadan dilek diliyorum ama bu dileklerin oturduğun yerden dilenerek yerine gelmeyeceğini de biliyorum. Biliyorum çünkü Türkiye ve trajikomik olaylar neredeyse eş anlamlı. Artık ne beni ne sizi güldürüyor, tam tersine yıldırıp bezdiriyor. Aşağıda bir kaç haber derledim. Hiç biri uydurma değil. Ne yazık ki hepsi gerçekleşti, hepsi  gazetelere düştü. Hepsini de ne yazık ki günlerce tartıştık.

Bu yazıyı size geçtiğimiz hafta yazmıştım. Site güncellenmediği için bu hafta aynı yazıyı kullanmak isteyip istemeyeceğimi sordular. Dönüp baktım. Haksızlık etmiş olabilir miyim diye… Bu bayram da her bayram gibi doğru, ama içim daha çok acıdı… Küçük bir ekleme yaptım.

Ben bayramı İstanbul’da geçirenlerdendim. Küçük çocuğu olanların gündemi bekar olanlardan, çocuksuz  ya da çocuklarını artık büyütmüş olanlardan biraz daha farklı maddeler taşıyor. Kızım okulda sosyal bilgiler dersinde İstanbul konulu ilginç bir tema üzerinde ilerliyor. Bu dersin içinde yerel yönetimler, vatandaşlık gibi öğeler de var. Tarihi doku da… Nasıl katkıda bulunabilirim diye düşününce Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Yerebatan Sarnıcı, Kariye Müzesi gibi tarihimizi anlatmanın faydalı olacağını düşündüm… Hepsini gezdik. Sayfalar dolusu not aldık. Fotoğraf çektik. Kartpostal ve kitap satın aldık. Hepsini okuduk, üzerinde yorum yaptık… Bu hafta öğrendiklerini arkadaşlarıyla paylaşacak. En kısa zamanda onu Atatürk’le tanıştırmak için Anıtkabir’e de götüreceğim. Kızım bu bayramda Aziz Nesin Vakfı tarafından yayınlanan  Aziz Nesin’in çocuklar için kaleme aldığı kitapları okudu. Bu kitapları görür görmez satın almıştım. Türkçe dersinde serbest okuma olarak öğretmeninin verdiğini görünce çok mutlu oldum. Bilirsiniz çocuklar sesli okumaya bayılır. O okudu biz dinledik. Bu vatanın nasıl kurtarıldığını anekdotlarla aktaran Nesin’i bir kez daha sevgiyle ve rahmetle andım. Ancak kızıma bazı şeyleri anlatmakta çok zorlandım. Örneğin Topkapı Sarayı’nı gezerken önde takkeli adam, iki adım  arkasında kara çarşaflı dört kadın manzarasını anlatamadım. Kadını eve tıkayan, erkeğe köle yapan zihniyetin bize hediyesi. Topkapı Sarayı’nın bahçesinde bir onlar bir de turistler vardı bu yıl…

Ve işte derlediğim bazı haberler…

Rektör Ermeni


10 Haziran 2005 tarihli Vakit gazetesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın’la ilgili şu haberi yayınladı; “Aşkın’ın sonradan ‘Müslüman’ olmuş ve ‘adını değiştirmiş’ Ermeni kökenli Agop Vartovyan’ın torunu olduğu ortaya çıktı”.
Meğer Aşkın’ın etnik kökeni, ünlü tiyatro oyuncusu ve yönetmen Güllü Agop’a uzanıyormuş. Niye tutuklandığını anlayamadığımız rektörün “”Ermeni kökenli”” olması tartışmaya açıldı. Bu arada, oyuncu ve yönetmen Agop Vartovyan, 1840-1902 yılları arasında İstanbul’da yaşadı. Kurduğu ve yönettiği topluluklarla başarı kazanan Vartovyan, ilk olarak 1861-1862 yıllarında Balıkhane’de memurken Ermenice oyunlar sergileyen Naum Efendi yönetimindeki Şark Tiyatrosu’nda sahneye çıktı. 1882’de II. Abdülhamid’in emriyle Mızıka-yı Hümayun’a alındı. Kendi isteğiyle Müslüman olarak “”Güllü Yakub Efendi”” adını aldı. Hayatının sonuna kadar sarayda yaşayan Güllü Agop’un mezarı Beşiktaş’taki Yahya Efendi Mezarlığı’nda bulunuyor.

Hülya dahil rakibim yok


Şarkıcı Gülben Ergen durduk yerde demeç verdi; “”Rakibim yok, Hülya dahil kimseyi tanımıyorum”” dedi. İki gün süreyle yer yerinden oynadı. Hülya denilen kişi Hülya Avşar. Bayram değil seyran değil bu sataşma neden diye düşünmüyoruz bile artık, merakla ertesi gün kim kime ne yanıt verir diye bekliyoruz, aynı gazetenin yine birinci sayfasında tabii, büyük olasılıkla da aynı köşesinde (sağ üst)… Hülya Avşar yerine kardeşi Gülben Ergen’e yanıt vererek haddini bildirdi. Avşar’ın menajeri de Ergen’in yeni projesi için reklam yaptığını söyledi. Ergen, iki gün sonra hedefine ulaşmış muzaffer komutan edasıyla “”ne var canım, niye bu kadar üstüme geldiler anlamadım”” dedi. Reklam tamam, işimize bakalım.

Gelmediler, gittik!


Orhan Pamuk gurur kaynağımız. Ancak neden iki de bir konuşur ve gündemi bu kadar yerinden hoplatır, bir türlü anlamam. Gülben Ergen sağ olsun durumu kavramama yardımcı oldu.

Orhan Pamuk, Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği’nin Barış Ödülü töreninde devletten hiçbir yetkilinin olmadığını öne sürerek, “”Türk devletinden kimsenin katılmaması benim için şeref oldu”” dedi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan “Türkiye Cumhuriyeti’nin Frankfurt Başkonsolosu Boğaç Güldere, törenden önce Sayın Pamuk’un yanına giderek ismi ve titriyle kendisini tanıtmış ve aldığı Barış Ödülü nedeniyle Pamuk’u tebrik etmiştir. Başkonsolosumuz bu tebrikten sonra tören salonunda kalmış ve töreni sonuna kadar izlemiştir”” diye açıklama yaptı.

Günlerce herkes bunu tartıştı. Ama bitmedi…

Sözümün arkasındayım


Orhan Pamuk, Barış Ödülü’nü almadan bir gün önce Frankfurt Kitap Fuarı’nda düzenlediği basın toplantısında, fonda asılı olan kendi portresiyle gazetecilere poz verdi. Pamuk bu toplantıda, “”Türkiye’de 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt  öldürüldü”” sözlerinin “”arkasında”” olduğunu söyledi. Neden pişirip pişirip gündeme getiriyor. Pamuk başka türlü satmıyor mu?

Dinlemem giderim
Pamuk konuşmaya devam ediyor. Bir süre sessizlik sonra birden patlatıyor. Bir durup bir konuşuyor. Ne zaman yazıyor merak ediliyor. Son olarak, “”aşırı milliyetçilik ve aşırı din türerse ben giderim”” diye bir açıklama yaparak bir kez daha gündeme geldi. Pamuk açıklamalarının hepsini, kitaplarının piyasaya çıktığı ülkelerde yapıyor. Satışların nasıl gittiği yönünde henüz bir bilgi yok.

İşadamları ortaklığı sevdi


Özelleştirmelere ortak girişim grupları şeklinde katılıp, bu girişimi seven işadamları başka alanlara da girişmeye karar verdiler. Tam 22 işadamı özel müze kuruyormuş… Ömer Koç, Erdoğan Demirören, Jefi Kamhi, Mustafa Taviloğlu ve Ali Kibar’ın da aralarında bulunduğu 22 işadamı antika ve sanat koleksiyonlarını sergilemek amacıyla hazırlık yapıyorlarmış. Birden ülkemiz daha doğrusu İstanbul sanat merkezi oldu. Evini açan müze yapıyor. Hem ziyaret hem ticaret. Aman karşı çıktığım anlaşılmasın, sonunda bu eserler herkesin malı olacak, herkes yararlanacak. Ben bu özelleştirmelerin arkasına denk düşmesine takıldım. Eskiden küçük olsun benim olsun diye diretenler fikir mi değiştiriyor. Değişim güzel şey.

Çocukları çekince gözaltına aldılar
Gazeteci Uğur Dündar Arena programı için Tekirdağ Kumbağ’da bir tuğla atölyesinde küçük yaşta çocukları çalıştırdığı ve sağlıksız koşullarda işçi barındırdığı için yaptığı haber sonucu işyeri sahiplerinin şikayeti üzerine Jandarma tarafından bir süre gözaltına alındı. Van’ın Gevaş, Özalp, Başkale ve Merkez ilçelerinden getirilen yaşları 12 ile 18 arasında değişen çocuk işçilerin tuğla fabrikasında sağlıksız şartlarda çalıştırıldığını tespit eden Dündar, Çalışma Bakanlığı fabrikaya gelerek çocuklarla röportaj yaptı. Gözaltına alındı, serbest bırakıldı, herkes durumu çok ayıpladı, çocuklara ne olduğunu bilmiyoruz.

Kızdı mı patlar
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu aralar öfkeli. Üstüne gitmeyin size de patlayabilir:
(Baykal’a) “”Adam okusa, nelerin pazarlanacağını bilir. Ama ‘marketing’de nelerin olduğunu bilmediği için konuyu kendi dünyasına götürüyor.””

(Rektörler ve eşlerini Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna davet eden Cumhurbaşkanı’nın tutumuna ilişkin soru üzerine) “”Adama derler ki, bayram değil, seyran değil…”” (Başbakanlık, yoğun tepki gören bu sözler üzerine ertesi gün bu sözlerle aslında gazetecilerin muhatap alındığına ilişkin bir açıklama yaptı.)

(İSO toplantısında CHP’ye) “”Bunlar hesap kitap da bilmiyorlar. Hayatlarında iki koyun gütmemiş adamlar bunlar…””
(Rektörlere) “”Ben dünyayı dolaşıyorum, onlar Van’a gidiyor yahu…””
(TBMM resepsiyonunda Avusturya’nın Ankara Büyükelçisi Marius Calligaris’e) “”Başbakanınla görüştüm haberin var mı? Bir daha böyle siyaset yaparsanız yanarsınız.”” (Yanıt alamayınca) “”Fazla içmedin değil mi?””
(YÖK Başkanı Teziç’i eleştirirken kafasını göstererek) “”Burası basmıyor. Hayatta iki koyun gütmediği ve hayatı yaşamadığı için bunu kavrayamıyor.””
(Erzurum’da “”çiftçinin durumu ne olacak?”” diye bağıran vatandaşa) “”Yahu bu millet yatıp kalkıp size mi çalışacak?””

Döverim dikkat
Konya merkezli Kombassan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Haşim Bayram, “”Yeter bizi kandırdığın”” diye bağıran ortağına çıkışırken görüntülerini çeken DHA muhabirini yumrukladı. Ardından korumalardan biri muhabire tekme tokat saldırarak kamerasını alıp birkaç kez yere çarptı. Parçalanan kameradaki kasetin sağlam kaldığını gören koruma, bu kez tekmeyle kaseti de parçaladı. Bayram’ın koruması gözaltına aldı. Konya Adliyesi’nde savcı tarafından ifadesi alınmak için bekletilen Bayram, bu duruma sinirlenerek, “”Ben bir işadamıyım, beni nasıl bekletirler?”” diye bağırdı.
Doğru ya, önemli insanlar nasıl bekletilebilir. Ama önemli insanlar dövebilir!

Bakan sakalı kaçırırken yakayı ele verdi
Almanya’nın önde gelen gazetelerinden “”Die Welt””, bir süre önce gündeme gelen “”Sakal-ı Şerif”” krizini, okurlarına birinci sayfadan duyurdu. Gazetenin dili için nükteli yerine alaycı denebilir. Haberde, “”Sakal-ı Şerif İstanbul’da 600 metre yüksekliğinde gökdelen yaptırmak isteyen Dubai Veliaht Prensi’ne verilmek üzereydi” dendi. Gazete, “”Prens Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Sakal-ı Şerif’i sordu, bunun üzerine Bakan Koç dikkat çekmeden götürmekle görevlendirildi. Ama Erdoğan da havaalanında görüldü. Hem de aynı zamanda”” diye yazdı.

Bu nasıl bir kazaydı tanımlayamıyorum. Dine saygısızlık olduğu kesin. Yönetim kazası olduğu da… İletişim kazası boyutu ise evlere şenlik. Herkes kendince bir şeyler söyledi, Bakanınkileri anlayana aşkolsun, Başbakan esti gürledi. Tepedekilerin iletişim danışmanları da yok galiba…

Vurduğu yerde gül bitti
Gönül Yazar, Fahrettin Aslan’ın ardından duygu ve düşüncelerini şöyle ifade etti: “Bana vurdu, vurduğu yerde gül bitti. Fahrettin Bey sadece patronumuz değil babamızdı. 18 yaşında hayata onun yanında adım attım. O beni aldı, adımı neonların en tepesine yazdırdı. Evet, bana vurduğu da oldu ama vurduğu her yerde gül biterdi. Hiçbir gün bile ona kahretmedim. Rahmetle anıyorum.”

Türkiye’de pek çok kadının yanağında, şakağında, sırtında, kalçasında, göğsünde gül bitiyor. Kadın kendine sahip çıkmadığı sürece ona kimse sahip çıkamaz. Güller açmaya devam eder.

YÖK Başkanı tabanca mı sokacak?
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın’ın tutuklanmasıyla patlak veren hükümet-YÖK gerginliğinde rektörlere destek verdi. Demirel, “”Rektörlerin Van’da ne işi var?”” diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı ise “”Hukuksuzluğa ve yanlışa ortak oluyorsun”” diyerek uyardı. Başbakan’ın “”Rektörlerin ne işi var”” yolundaki sözlerini de eleştiren Demirel, şunları söyledi: “”Protesto ediyorlar. Demokratik bir ülkede bir tepkidir. Korkudan yaprak kıpırdamayan, kimsenin bir şey söylemeye cesaret etmediği bir ülkede önemli bir hadise. ‘Ne işleri var?’ dediğin yerde başka kademelerin yaptığı yanlışlara ve hukuksuzluğa ortak oluyorsun. Yarın mahkeme beraat kararı verirse bu adama yapılan haksızlığı telafi etmek imkansız.”” Demirel, YÖK Başkanı Teziç’in üstünün aranmasına da, “”Bu kadar güvensizlik olur. YÖK Başkanı tabanca mı sokacak oraya?”” diye tepki verdi.

Bu ülkeyi en uzun süre yöneten kişilerin gün gelip her konuda eleştirdiklerini görünce, eleştirilerine hak versem de ne diyeceğimi bilmiyorum. Bu ülke sizin eseriniz değil mi Sayın Cumhurbaşkanım?

 

 

Paylaş