İtiraf edeyim kadın röportajları öncesi stresli dakikalar yaşıyorum. Nedenini buldum; en çok konuştuğumuz, en çok veriye sahip olduğumuz ve en sorunlu konu ya da konulardan biri. Yaz çiz, konuş, çığlık at… sonunda ya dövülüyorsun ya ölüyorsun fark yaratmak imkansızla boy ölçüşüyor.
Bir de cennet ayaklarının altında, o kısım çok kafa karıştırıyor. Seviyor; boğuyor, üzülüyor; dağlıyor, kıskanıyor; kesiyor… Cennet mi cehennem mi kadın da bilemiyor yani… Doğası gereği ve insan ya… canı acıyınca “ses” veriyor, bu kez de suçlanıyor.
“Kime niye soruyorsun, yine mi soruyorsun, neye yarayacağını sanıyorsun…” demeden – iletişimde tekrar önemlidir diyerek ve yenilen pehlivan güreşe doymaz; takdirle izlediğim kadınlardan iş insanı, girişimci, siyasetçi, kadın hakları aktivisti, gibi şapkaları olup taktığında her birinden tavşan çıkarmayı başaran Gülseren Onanç’a sordum. Türkiye Kadın Girişimcileri Derneği KAGİDER kurucularından ve eski başkanlarından. Takip eden süreçte TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda gördük. Ardından CHP kanatlarında siyaset deneyimi, İstanbul Beyoğlu Belediye Başkan aday adaylığı… Sivil toplumu koyalım kenara, siyaset deneyimi anlatılmaz yaşanır tadında olmalı. Siyaset, gerçeklikten uzak geldiğinden merak etmiyorum, siyasete girmedik. Onanç’ın yeni şapkası SES, Eşitlik ve Dayanışma Derneği. Kurucu başkanı. Bir sivil toplum girişimi. Yenilikçi diye tanımlamalıyım; kadın sesini duymak ve duyurmak için var. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri çizgisinde toplumsal cinsiyet eşitliği teması üzerinden ilerliyor. Ses vermek üzerine konsantre oldum.
Önce SES verilerinden traji komik paylaşım yapayım; artık hanginiz güler hanginiz dizini döver bilmem; erkeklerin yüzde 62’si eşlerinin nerede olduğunu anda kalarak bilmek istermiş! İşi gücü yok herhalde… Yüzde 43’ü başka erkekle konuşmasına öfkelenirmiş… Kendine güvenmiyor anlaşılan… Yüzde 34’ü kıyafetine karışırmış, kendi ne giyiyor, nasıl giyiniyor acaba… Yüzde 24’ü de sağlık kuruluşuna bile giderken, izin almasını istermiş… bu şekilde gidiyor. Aslında bu söyleşiyi tek soruda bitirmek mümkündü; “Erkekler kadınlardan neden korkuyor?”
Kız kıza sohbet renkli sinemaskop… tabii ki kısa kesmedim son soru olarak sakladım. Böyle yapmasam, Onanç’ın kulaklıklarının söyleşi ortasında S.O.S. verip, SES vermesini kayda alabilir miydim! Düşünsenize sizi dinleyen bir kadınsa söyleşiye caz giriyor. Kaç erkekle olur? Neden; müzik merakı var. Spotify’da listeler yapıyor. Sporda, söyleşide, yemekte müzik. Sporda yabancı pop, gün boyu caz, sofrada muhabbette Türkçe pop… Bizimkinde her yerde caz vardı… Bakalım, söyleşi size hangi müzik türünü dinletecek…
Söyleşimiz izlemek isteyenler için youtube kanalımda, dinlemek isteyenler Spotify‘a davetli.
Yaprak Özer: Bitmeyen enerji kaynağını sorarak başlamak istiyorum.
Gülseren Onanç: SES iş dünyası, sivil toplum, siyasetten sonra geldiğim son durak. Şimdilik diyelim, bundan sonra başka duraklarım da olabilir. Bu durakta benim biriktirdiğim bütün deneyimlerim, idealimdeki dünyayı hayata geçirmek için inandığım insanlarla, inandığım yolda birlikte yürümek için kurduğum bir dernek. Ondan önce bir dijital haber platformu var. Üç buçuk yıldır dünyaya kadın gözünden bakmak, ana akım medyada görmediğimiz haberleri öne çıkarmak, başka bir dünya mümkün diyebilmek için çalışıyoruz. Bir cins kadın haberciliği yapıyorum ve konulara başka bakış açıları getirebilecek yazılar yazıyorum. Bilgi birikimim, deneyimlerim, oluşturduğum insan sermayem üzerine zihinsel değişimi nasıl yaratabiliriz mücadelesine yeni bir bakış açısı olsun istiyordum. Dünyada da sivil toplumun -özellikle kadın hareketinin geldiği bir noktada sadece feminist bir kadın hareketi perspektifiyle değil bütünsel bir bakış açısıyla onun gerektirdiği teknolojik alt yapıyı kullanmak, iletişim araçlarını kullanmak, yeni yöntem ve yeni bakış açılarıyla kadim mücadeleye bir katkıda bulunabilir miyim arayışı SES. Bu nedenle bir dijital platformumuz ve iyi kullanmaya çalıştığımız sosyal medya kanallarımız var. Uluslararası bir networkün parçasıyız. Ben yıllardır çeşitli kadın hareketi içerisinde ilişki biriktirdim. Networkümü misyonum doğrultusunda kullanabilme arayışı SES. Geldiğim bu durakta artık biraz da keyif almak istedim.
Yaprak Özer: Enerji kısmını unutmayalım istersen. Pek çok kadının problemi; yolun belli noktasında tökezlediğinde motivasyonunu yitirmek. Dışarıdan bakıldığında zorluk yaşamamış gibi duran bir resmin var.
Gülseren Onanç: Sanıyorum benim enerji kaynağım, aldığım sevgi. O olmasa bu enerjiyi devam ettiremem. Yaşantımda küçüklüğümden beri verilmiş, sonra da bir şekilde hissettiğim, büyük şans olarak gördüğüm bir şey. Eşim Hüsam bu konuda en büyük enerji kaynağımdır diyebilirim.
Yaprak Özer: Primi bir erkeğe veriyoruz… güzel bence.
Gülseren Onanç: Evet, Hüsam büyük bir pirim almayı hak eden bir eş. Ben 20’li yaşlarımda bir yol çizmiştim, zaten o yol aşağı yukarı şu anda baktığımda 50’lerimde buralara gelirmiş… ama eğer farklı kararlar verip farklı yerlere girseydim buralara gelmeye de bilirdim ki, ona da çok teşneydim, her türlü riski alabilip başka yerlere gidebilirdim. Burada özünü, potansiyelini bilen, gideceğin yolda sana ihtiyacın olan desteği sağlayan bir mentör, bir yol arkadaşı çok gerekli. Hüsam bu sevgiyi verenlerden, en büyüğü, en doğru mentörümdür, aynı zamanda feminist bir erkektir.
Yaprak Özer: Bütünsel bir bakış açısı diyerek özetledin yola çıktığınız kadın hareketi için, ne demek istedin. Sık tekrarladığınız cümle ise kadının gözünden dünya okuması. Buna takılıyorum. Kadın dünyayı nasıl okuyor, merak ediyorum. Hangi kadın diye sormak istiyorum.
Gülseren Onanç: Dünyaya olduğu gibi baktığınız zaman dünya aslında yaşanmaz bir yer. Son derece adaletsiz, ayrımcı ve bu ayrımcılıktan da kadının nasibini aldığı bir yer. Dolayısıyla biz dünyaya değiştirilecek, dönüştürülecek bir yer olarak bakıyoruz. Olduğu halini beğenmeyip onu mutlaka değiştirmemiz gerektiğine inandığımız şekilde bakıyoruz. Kadın dünyaya böyle bakıyor. Bize yüzyıllardır dayatılan ataerkil sistem bizim eşit bir birey olarak var olmamızın önünde engel. O yüzden düzeni de dünyayı da değiştirmeliyiz ki, biz bir insan – birey olarak var olabilelim, kendi potansiyelimizi yaşayıp, özgür olalım, bizden sonraki kuşaklara güzel bir dünya bırakabilelim.
Yaprak Özer: Bir medya olarak mı anlamalıyım?
Gülseren Onanç: Gazetecilik; olanı anlatmaktır. Ben ise pozitif haberciliği bu süreç içerisinde çok önemli buluyorum. Çözümün de olabileceğini, başka bir yerlerde farklı uygulanabileceğini, kader olmadığını gösteren habercilikten söz ediyorum. Biz kadın gözüyle dünyayı okumak derken bunu yapmaya çalışıyoruz. Evet, dünyada bir Taliban zulmü var ama bir taraftan da Şilili kadınlar eşitlikçi anayasa yapmak üzere 2 yıldır mücadele ediyorlar önemli bir kazanım elde ettiler. Şili’de şu anda yüzde 60’ı kadın olan bir kabine var. Portekiz’de yine böyle bir süreç yaşandı. Taliban, Işid belasını yaşadık Orta Doğu’da gerçekten kadının eşitliğine yönelik çok önemli gerilemeler var ama dünyanın başka yerlerinde farklı hikayeler yazılıyor. Bunu anlatabilmek, işte kadın gözüyle bakış diye tariflediğim… Başka bir dünya mümkün, biz bu dünyayı değiştirebiliriz, kader değil demek.
Yaprak Özer: 87 milyonluk bir nüfusa sahibiz, bütün kadınlar aynı şeyi okuyabiliyorlar mı?
Gülseren Onanç: Öncelikle dijital platform kullanıyoruz, dijital platforma erişimleri sınırlı. Dilimiz desen herkese erişebilen bir dil değil. Farklı mecraları da kullanmamız gerekiyor. Görsel mecraları farklı dilleri… Sınırlı sayıda kişiye ulaşıyoruz ama karar mekanizmalarında kanaat önderi dediğimiz kadın ve erkeklere ulaşıyoruz. Uaştığımız kitlenin yüzde 30-35’i erkek. Mücadelemiz bir zihniyet mücadelesi. BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları içerisindeki 5 numaralı hedef olan toplumsal cinsiyet eşitliğini ki bana göre kaldıraç maddesidir, onu savunuyorum. Bu zihniyet değişiminde herkese ulaşamıyoruz, karar mekanizmalarına ve kanaat önderlerine ulaşabiliyoruz gözlemlediğim kadarıyla. Şimdiye kadar yaptığımız başarı budur. İngilizce bültenlerimiz var Avrupa Birliği Delegasyonları ülke temsilcileri ve özel sektör, bunlara ulaşmaya çalışıyoruz uluslararası alanda. Türkiye’den SES çıkarıyoruz – bu da dünyaya sağladığımız bir zihinsel dönüşüm içeriği oluyor. Bundan da gurur duyuyorum doğrusu.
Yaprak Özer: Kanaat önderlerini çok önemsiyorum ancak bütünü ne kadar temsil ettikleri konusunda soru işaretlerim var. Türkiye’de kadının okuma yazması çok çok düşük. Niyet, resim… bizim kadınımız gerçekten okuyamıyor. Yani derdi büyük, finansal okuryazarlık, sağlık okuryazarlığı, gazete, bülten vs. okumasına gelemiyor dahi. Yığınlara ulaşmak mümkün olabilecek mi, olabilir mi, olmalı mı?
Gülseren Onanç: Hedefimiz yığınlara ulaşmak değil. Burada 2 tane temel soru var, bir tanesi o kadının, o senin tariflediğin okuryazarlığa gelmesinin önündeki engel ne, benim ilgilendiğim soru o. Neden o birey, o kadın sahip olması gereken bütün bu özgürlüklere, gelişmişliklere sahip değil, önündeki engel ne? Sorumlu olan siyasiler, kamu görevlileri, karar mekanizmasındaki kişiler… sorumluluklarına sahip çıkmaya davet ediyorum. Sivil toplumun görevi budur. Örneğin; İkizdere’de, İkizköy’de yaylasını savunan kadınlar bizim platformumuzun haberlerini okumuyorlar, sesimizi duymuyorlar ama gelişmelerin hayatlarını tehdit ettiğini mücadele etmesi gerektiğini ve bu yolunun ne olursa olsun açılması gerektiğini bilip mücadele veren kadınlar. Umut veriyor. Onlara ulaşmak değil, onları dinlemek, onlardan öğrenmekten heyecan duyuyorum. Orada, kadın bilgeliği var, finansal okuryazarlığı bilmiyor ama ovasını, yaylasını, ağacını, tarlasını, çocuğunu, haklarını korumayı biliyor.
Yaprak Özer: Değişik kadınların dayanışması halinde herkes uzmanlığıyla hedefe yürüyebilir. O kadar büyük ki mevzular, uzmanlığı olmayan siyasi partiler, uzmanlığı olmayan şirketler, uzmanlığı olmayan insanlar, uzmanlığı olmayan sivil toplum… Dayanışma fantezi mi?
Gülseren Onanç: Dayanışmadan neyi kast ediyoruz diye sorarsan eğer, hani biz örgütlü toplumdan, örgütlü bir araya gelip bir hak mücadelesi vermekten söz ediyoruz. Örgütlü toplumdur dayanışmadan söz ettiğim. Uzmanlık gerektirir örgütlü toplum olmak, gerektirmeye de bilir. Olmazsa olmazı güvendir. Türkiye’de ne eksik diye sorarsan, bence güven eksiktir.
Yaprak Özer: Uzmanlıktan şunu kastetmiştim; sen kanaat önderlerine ulaşmakta yetkin olabilirsin bir başkası halka… Segmentasyon bugünün en önemli konusu, topluma yığınlar halinde ulaşamıyoruz. Eksik gördüğüm, kendi alanını iyi bilmek dayanışarak ortak noktaya gitmek.
Gülseren Onanç: Anladım. Evet, onun da eksikliği var elbet, ama benim sivil toplum içerisinde çok değerli bulduğum şey karşılıklı güven. Bu güveni yaşatabilirsek, geliştirebilirsek o dayanışma dediğim örgütlü mücadeleyi daha iyi yapabileceğimizi düşünüyorum.
Yaprak Özer: Şüphesiz.
Gülseren Onanç: Sadece sivil toplum için değil toplumun her alanında eksikliğinin büyük olduğunu düşünüyorum. Şu anda sağ popülist iktidarların yapmaya çalıştığı kutuplaşmayla zaten güven eksik olan toplumlarda var olanı da azaltmak, kırmak. Toplumu sosyal açıdan da zayıflatıyor. Sosyal medya, yankı odalarımız haline geliyor. Ancak bize benzeyen sesleri, görüntüleri izliyoruz. Tek renk haline geliyor, sadece kendi rengimizi görüyoruz, kendi sesimizi duyuyoruz. Benim kastettiğim dayanışma, benim mahallemden olmayan, benim sosyal medyadaki takipçim olmayan, farklılıkların dayanışması.
Yaprak Özer: Siyasette, sivil toplumda iş dünyasında deneyimi olmuş birisi olarak güven nasıl oluşur? Yeni şeyler söylemek gerekmiyor mu?
Gülseren Onanç: Elbette yeni şeyler söylemek lazım. Her gün söylemek lazım. Her gün yeni bir sözü, her gün yeni bir politikayı bize dayatırlarken bizim de ona hazırlıklı bir şekilde her gün yeni bir cevap vermemiz gerekiyor. Sadece yerimizi korumak için yani alan yaratmak için bile değil, ama bir strateji çerçevesinde yapılması gerek. Yani her gün dağınık bir yeni ses değil, bilinçli, nereye gittiğini bilen, nereye gideceğini bilen, herkesi kucaklayan, samimi. Güven nasıl oluşuyor sorusuna cevabım. Yeni bir şey söylerken, samimi olmak konusunu uzun süredir bilen, düşünen, içselleştiren – senin uzmanlık dediğin, ajandası olmadan samimi bir şekilde savunan, atacağı diğer adımları bilen, planlayan, güven veren kişidir. Yenilik; evet önemli, farklılık; evet önemli ama strateji çerçevesinde bilgi birikiminin sonucunda olması da en az onun kadar önemli.
Yaprak Özer: İktidarın kadınla ilgili söylediği yeni bir şey var mı?
Gülseren Onanç: Elbette var…Türkiye Cumhuriyeti için yeni. Türkiye Cumhuriyeti son bir yüzyıldır kadın erkek eşitliğini gerek anayasasında gerek yasalarında benimsemiş, uygulamış, uygulamaya çalışmış bir toplum. Laikliği savunmuş bir toplum, laikliği anayasasında ikinci madde olarak koymuş bir toplum. Demokrasiyi darbelerle kesintilere uğrasa da yine uygulayabilmiş, coğrafyasında örnek bir toplum. Buradan geriye gidişler var, yeniden…
Yaprak Özer: Peki muhalefet yeni bir şey söylüyor mu kadına?
Gülseren Onanç: İktidar geçen yıl İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak çok önemli bir şey söylüyor kadına. Son Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile medyadaki bazı programları toplumsal yaşamı etkilediğini söyleyerek kısıtlamak kadının özgür söylemlerini direkt veya dolaylı olarak kısıtlamak, hükümetin söyledikleri bunlar… Kadın hayatının kısıtlandığı bir dolu uygulama görebiliriz. Seni koruyan kanunları kaldırıyorum diyor.
Yaprak Özer: Türkiye’de geleceği okumaya çalışan hiç kimse için yeni bir şey olmasa gerek… olmaz’lar olunca şaşırtıyor.
Gülseren Onanç: Verdiğimiz mücadelede siyasal anlamda yalnızlaştığımız bir süreç oluyor. Halbuki bu siyasi bir mücadele ve siyaseten birlikte yürüyeceğimiz kurumlar yoksa eğer sivil toplum… çok yalnız kalıyor kadın hareketi… Evet çok cesur, evet kendi haklarını savunmak üzere sokak da dahil olmak üzere her türlü yolu deniyor ama burada bir siyasi aktörün eksikliği var maalesef dediğin gibi iktidarıyla muhalefetiyle bu ataerkil sistemin parçaları olmuş siyasi sistem var. Gençlerin de sözünü, sesini duyamıyoruz iktidarda. Yani kadınların da. Yaşlı erkek zihniyeti var diyelim.
Yaprak Özer: İki grup birbirini ölesiye, “sen yanlışsın ben doğruyum” şeklinde eleştiriyor ama eleştirilen şeyler hep aynı yerde. İktidar ve muhalefet dünyayı fiilen okumuyorlar.
Gülseren Onanç: Siyasetin toplumun gerisinde olduğu, dünyanın gerisinde olduğu gerçekliğinden söz ediyorsun. Evet.
Yaprak Özer: “Soft Power” farklı bir diplomasi. Acaba bizim ters köşe olmaya mı ihtiyacımız var? Ne önerebilirsin.
Gülseren Onanç: Bir an için bir sürü şey geçiyor aklımdan da bir birey ne yapsa iyi olur sorusu, öncelikli olarak bu sistemin değiştirilebileceğine inanmak lazım. Böyle gelmiş böyle gider algısı bizi pasifize eder. Bence bir birey bile fark yaratabilir. Ben bir fark yaratabilirim, duygusu hem insanı güçlendiren hem de bu toplumsal değişime katkı sunabilecek çok önemli bir özgüven. Bu başlangıç olabilir. Bunun ne olacağını seçmek, kendi alanımızı, fark yaratacağımız alanı belirlemek önemli. Çünkü bu bir süreç, öyle sadece birkaç haftalık, aylık yıllık bir süreç değil. Bu bir yaşam biçimi. Bu yaşam biçimini seçerken, keyif de almak gerekli, yaptığınız işten, o süreçten, o yolculuktan. Bu süreçte öğreneceğiniz, öğretebileceğiniz, keyif alacağınız, birlikte yürüdüğünüz insanlarla alışverişte bulunabileceğiniz, yaşamı daha anlamlı kılacak bir yolculuk aslında ki ben aktivizmi böyle bir yolculuk olarak gördüm. Ne yapılır sorusunun cevabı, önce neyi değiştirebilirim, nereden başlayayım, bu toplumsal cinsiyet olabilir, bu iklim değişikliği olabilir, bu mahallemizdeki herhangi beğenmediğimiz bir şey yani bir hayvan hakkını da savunmak olabilir. Bu bir yaşam biçimi oluyor. Her birey dünyayı değiştiren yolculuklara çıktığında, sonuçta dünya bir şekilde değişecektir diye düşünüyorum.
Yaprak Özer: Erkekler kadınlardan neden korkar?
Gülseren Onanç: Yani özünde şunu tanımlıyorsun aslında, bir erkeklik krizi yaşıyoruz.
Yaprak Özer: Demedim ama diyelim, hiçbir sakıncası yok.
Gülseren Onanç: Bunun tarifi var, o da şu: Yüzyıllardır erkeğe şunu öğütleyerek büyütmüşler; sen bu ailenin reisisin, bu ailenin en değerlisisin. Kadın, eşin, çocukların sana itaat edecekler, sen de senden güçlü olana -işte bu dinde tarif edilmiştir, ondan sonra siyasal sistemde, cemaatlerde hep bir hiyerarşik düzen vardır. Bu hiyerarşik düzen içerisinde erkeğin en güçlü olduğu yer, işte o tırnak içinde aile diye tarif ettiği yerdir. Orada da o iktidarını eşi ve çocukları üzerinden tanımlar. Karısının her daim ona haber vermesi, her daim ondan ne bileyim nereye, ne yapacağına ilişkin izin istemesi bütün bu hiyerarşik düşünce yapısının aslında talepleri. Onu eşit bir birey olarak karısını, çocuklarını o ailenin o toplumun eşit bireyleri olarak algılasa zaten böyle bir talebi kendinde hissetmeyecek, doğal olarak hissetmeyecek. Doğal olarak bunu bir rahatsızlık aracı olarak ifade etmeyecek. O yüzden bu bütün sistemin erkeği yetiştirdiği erkek zihniyetine -kadına da erkeğe de kimi zaman kadınlar da bunu hoş görüp aslında yapılması gerekenin bu olduğunu söylüyorlar. Yani bu zihniyet kadınlar üzerinden de yürüyor diye biliyoruz, yaşıyoruz. O yüzden bu zihniyetin özünde yatan aslında erkeğin faydasına da olmayan hani sonuçta erkeği de insanlıktan çıkaran diyeyim -hani kadına yönelik şiddette görüyoruz, bu bir insan olamaz, eşini, sevgilisini öldüren kişi insan olamaz. Erkeği de insanlıktan çıkaran ataerkil düşünce sistemi yüzyıllardır devam ediyor.
Yaprak Özer: Korkmalarının sebebi bu mu? Böyle yetiştirildikleri için mi?
Gülseren Onanç: Evet, bu. Bu egoyla büyüttüğünüz zaman.
Yaprak Özer: Pek zavallı şey.
Gülseren Onanç: İşte o yüzden kadınıyla erkeğiyle bu sistemle mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar sistem erkeğe iktidarı kadına da ona itaat rolünü verse de aslında mağdur olan her ikisi de. Kadını da erkeği de bu sistemin mağduru. O yüzden kadın da erkek de bu eşitlik mücadelesinde yan yana kol kola mücadele etmeli. Ben feminist mücadelenin geldiği noktada kadınıyla erkeğiyle toplumsal cinsiyet için çalışan bir mücadele süreci görüyorum. Erkek feministlerle kadın feministler yan yana eşit bir toplumu inşa etmek üzere çalıştıkları zaman bu gerçekten bu sistem değişecek.