Düşman Kim?

Gözlerimi televizyondan alamıyorum. Çöken binaları, uçağın çarpmasıyla yükselen alevleri, kaçan insanları, can pazarını döne döne izliyorum. Tarihin en kanlı terör olayını film gibi seyrediyorum. Ve Dünya Ticaret Merkezi’ne ait iki kule, iskambil kağıdı gibi aşağı inerken, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünüyorum.

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın, aşağıda alıntı yapacağım sözlerini son birkaç gün içinde ezberlemiş olmalısınız. Powell, New York ve Washington’ı hedef alan ve birbiri ardına gerçekleşen terör olaylarından sonra yaptığı, açıklamada, “”klasik”” ve hatta “”sıradan”” diye nitelendirilebilecek konulara değindi. Soğukkanlı bir üslupla suçluların yakalanacağını söyledi.

Evet, genel itibariyle böyle. Okuyup geçmek de mümkün. Ama biraz üzerinde durunca önemli ayrıntılar, içinde bulunduğumuz döneme ait belirsizlik ve geleceğe ait bilgiler var.

Bakın tam olarak neler söyledi:
“”Bu bir savaş ilanıdır. Savaşmış gibi karşılık vereceğiz. Vereceğimiz karşılık bir kişiye yönelik tek bir karşı saldırıyla sınırlı kalmayacak. Verilecek karşılık uzun vadeli olacak ve birçok cepheden yürütülecek. Vereceğimiz karşılık askeri de olabilir, umarım hedef alınacak adamları bulur ve eylemlerimizi doğrudan onlara yöneltiriz…

“”… Bu işi yapanların parası olması gerekir. Çok büyük bir ağ oluşturmuş olması gerekir. Dünyanın dört bir yanını harekete geçirecek gücü olması gerekir. Karmaşık bir yapısının olması gerekir…””

Ben bu yazıyı yazarken, Pentagon yanmaya devam ediyordu. Enkaz kaldırma çalışmalarının 60 güne yayılabileceğinden söz ediliyordu. Hala kaç ölü ve yaralı olduğu bilinmiyordu. Henüz olayın sorumlusu olabilecek kişilerin yakalandığından söz edilemiyordu. Dünyanın en güçlü ülkesi ABD’nin nasıl bir karşılık vereceğinin çok merak edildiği söyleniyordu. Komplo teorileri üretiliyordu. Ve yine bu sıralarda, NATO’nun, tarihinde ilk kez beşinci maddesini çalıştıracağı haberi geliyordu. Buna göre, bir NATO müttefikini hedef alan herhangi bir saldırı, Daimi Konsey kararıyla, diğerlerine de yapılmış sayılacak, bir dış saldırı karşısında tüm üye ülkelerin silahlı kuvvetleri gerekli tüm tedbirleri alabilecek.

Kısacası “”Tarihin en büyük terör eylemi”” sonrasında, Soğuk Savaş Döneminin sembolü NATO, yeniden hayat buldu. Savaşacak düşman, üyelerini savunacak konsept ortadan kalkınca boşluğa düşen NATO; “”düşman””ını buldu.

NATO’nun Türkiye için önemi çok büyük. Bakmayın şu anda Batıyla göbek bağımızı sağlayan tek kuruluşmuş gibi görünen IMF’ye… Türkiye yıllar yılı, Batı’yla olan ilişkilerini NATO üzerinden yürüttü. Savunma konseptini onun üzerine kurdu, yetmedi, Avrupa Birliği’nin bir parçası olabilmek için bile NATO şemsiyesini kullanmak istedi.
Neden mi anlatıyorum bütün bunları. O kadar önemli ki. Türkiye’nin bugünü ve yarınını etkileyecek kadar enteresan bir dönemden geçiyoruz. Aslında biz küreselleşme tanımının yapıldığı günleri yaşıyoruz.

KÜRESELLEŞME NE DEMEK

“”Bu bir savaş halidir”” diyen açıklama, ne yazık ki, kime savaş ilan ettiğini söyleyemiyordu. Çünkü savaşmaya karar verilmişti ama bu savaşın kiminle yapılacağı bilinmiyordu.
Savaşmaya karar verilmişti ama bu kez karşıda bir ulus devlet yoktu. ABD kiminle savaşacak?
Açıklamada, savaşın uzun süreli olacağı belirtiliyor, hatta birkaç cepheden yürütüleceği detayına kadar giriliyor, ama bir cümle sonra, Amerika’nın doğru hedefi bulup bulamayacağının bilinmediği itiraf ediliyordu.
“”Seni elime bir geçirirsem çok fena yapacağım!”” diyen mesaj düşmanı tarif etmeye çalışıyor ama edemiyor: Parası olmalı, yaygın olmalı, güçlü olmalı, karmaşık olmalı…
Kim bu düşman?
Nerede bu düşman?
Kaç kişi bu düşman?
Yine saldıracak mı bu düşman?
Düşmanın kim olduğunu bilmiyorsak kendimizi nasıl savunacağız?
Düşman yarın bizim kapıyı çalar mı?
Paranoya başlangıcı mı, sizce. Hayır, hiç değil.

SAVUNMA KONSEPTİ NEREDE

Her şey değişirken, ya da değiştiği ifade edilirken savunma konseptine ne oldu? Bunun adı savunma mı?
Hayır, bana göre savunma kavramından söz ettiğimiz günler geride kaldı. Bunun adı güvenlik! Bu sizin, benim, çocuğumuzun, anne babamızın güvenliği. Bu bireyin güvenliği dönemi.
Soğuk Savaş Dönemi, bir demokratikleşme rüzgarıyla son bulmuştu. 1989 ile 1990 yıllarını kapsayan olaylar sırasında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolleştirilmeye çalışılmıştı. O unutulmaz tarihi olaylar zinciri, savunma konseptini yıktı. Soğuk Savaş yıllarının çerçevesi çok net çizilmişti. Ana fikir somut bir şekilde ortadaydı. Çünkü düşman belliydi. Tehlike tarif edilmişti. Tehlikenin bertaraf edilebilmesi için her türlü savunma konsepti geliştirilmişti. Elinizdeki top tüfek tank zırhlı araç gibi askeri teçhizatın sayısı kadar konuştuğunuz bir dönemdi. Kimin elinde ne kadar çok varsa, o kazanıyordu.

Berlin Duvarının yıkılması fizik olarak çok kolay oldu. Tabii inanılmaz acılardan geçildi. Çok uzun yıllar aldı. Ama bir gecede yıkılıverdi. Peki ya kafalarımızdaki duvarın yıkılması ne kadar sürdü… Sanırım yıkılmayan duvarlar çoğunlukta. Enkaz altında kalanların sayısı da azımsanacak gibi değil.

Körfez Savaşı 2 Ağustos 1990 yılında, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle patlak verdi. O savaş bizi şöyle bir silkelemişti, hatırlarsanız. ABD, coğrafi uzaklığına karşın tereyağından kıl çeker gibi harekat yapmıştı. Biz ilk kez bir savaşı bu kadar yakından görebilmiştik. Olanı biteni bir Hollywood yapımını izlercesine zevkle seyretmiştik. İlk kez savaş kayıplarının üzerinde bu kadar önemle durulduğunu fark etmiş, Amerika’nın tek bir askerinin dahi hesabını yaptığını görünce, o zamana kadar can veren yığınları düşünerek çok şaşırmıştık.
Körfez Savaşı bir dönüm noktasıydı. Ama bu yaşayacaklarımızın bir başlangıcıymış. Teknolojiyle tanışmamızı sağlayan savaş ileride neler olabileceğini gösterebiliyordu. İnsan her şeyi yapabiliyordu. Teknoloji sınır tanımıyordu. Kimse onun karşısında ayakta kalamıyordu. İnsanın azmini yıkabiliyordu.
Sonra, Avrupa’nın göbeğindeki etnik temizlikle tanıştık. Ulus devletten sonra, ulus savaşlarının sona erdiğini haber veriyordu bize… İnsanlık trajedisini evlerimizde sıcak koltuklarımızda izlerken ağladık. İçimiz yandı. Bu savaşa sebep olanlara lanet ettik. Savaşa taraf bile olmayan kadın, çocuk ve yaşlıların da hedef olabileceğini gördük.

SAVAŞI ÖĞRENDİĞİMİZİ SANDIĞIMIZDA

Bilgi teknolojileri sayesinde savaşlar konusundaki bilgimiz giderek arttı. Ama kafamız netleşeceğine bulandı. Netleştiremediğimiz için düşünmemeyi tercih ettik. Bir tür, “”Geldiği gibi yaşarız”” felsefesi oluşturduk.
Bugün Amerika’ya geldi, onlar yaşıyor.
Düşman kim, fikri olan var mı? Bütün dünya bir adamdan söz ediyor. Suudi asıllı bir teröristten şüphe ediliyor. Bir terörist koca Amerika Birleşik Devletlerine karşı. O ya da bir başkası. Sözü edilen bir kişi ya da birkaç kişi…
Bir “”süper”” devlet teröriste karşı!

Türkiye, olay meydana gelir gelmez açıklama yaptı. Terörü kınadı. Bakanlar, Ankara’da acilen toplandı. Artık dünyanın bizi anlaması gerektiği söylendi. Doğru ya… yıllardır terörden çekiyorduk. Binlerce genç insanı yitirdik. Pek çok aileyi söndürdük. Şimdi dünyanın bizi anlayacağını düşünüyoruz. Ben yine ıskaladığımız endişesi içindeyim.

Yanıldığımızı düşünüyorum. Küreselleşmenin bu boyutunu anlamakta güçlük çektiğimizi sanıyorum. Bu başka bir şey. Bunların silahı farklı. Aynı anda dört yolcu uçağının kaçırılması. İnsanların canlı hedef haline getirilmesi. Silah olarak kullanılması. Canlı bombaların bir devletin en sağlam kuruluşlarını hedef alması. Bir anda binlerce insanın yok olması. Ve sorumlunun kim olduğunun bilinmemesi.
PKK terörü dehşet vericiydi. Tarih bu terörün sorumlularını kanlı sayfalara gömecek.
Şu günlerde ABD’de yaşananlar ise başka. PKK’nın şu ana kadar mücadele ettiğimiz kısmı nereden geldiği, nerede olduğu belli bir tehlikeydi. Konvansiyonel yöntemlerin hakim olduğu bir tür savaştı.

Batı bizim terörden çektiğimizi anlamadı. Umarım biz bugün yaşananları anlayabilir, doğru yorumlayabiliriz. Bugün ABD’nin başına gelen, yarın bir başka ulus devletin kapısını çalabilir. Bu sınır tanımayan tekno terör, devleti birey karşısında çaresiz bırakıyor.

BİREYİN SON NUMARASI

Bugün sonuçlarına katlanmaya çalıştığımız şey teknolojinin olduğu kadar “”birey””in son numarası. Düşman bireysel davranıyor. Tanımıyoruz onu. O bir devlet içinde şekil bulmuyor artık. Komik değil mi, bir kişi dünyaya bedel.

Sizi nereye sürüklediğimi fark etmiş olmalısınız. Bu gündemle bile insan kaynaklarından söz ediyorum.
Yeni Ekonomi… Yenilenemeyen siyaset… Bireyin zaferi.
Hayatımızdaki yenilikleri ekonomiyle sınırlamaya çalıştık. Siyasetin kokuşmuş ve köhnemiş yapısını silkelemesini bilmediğimiz için Yeni Ekonomi kavramının altında ezilmeye başladık. Yeni dünya düzeni, küreselleşme yeni bir güvenlik kavramıyla tanıştırdı bizi. Bir an önce anlamakta fayda. Ekonomik terör çok can yakıyor. Ama yeni güvenlik konsepti içindeki terör bir başka acıtıyor.
Hoş geldin küreselleşme.
Bir ucunda büyük birader ABD, diğer ucunda diğer birader Sovyetler Birliği’nin oturduğu dengeyi yitirdik. Onlar, o tuhaf denge içinde itişip kakışırken bizler de alışılmış kalıplar içindeki yaşamlarımıza devam edebiliyorduk. Ne olup ne bittiğini, neden birbirleriyle böylesine bir rekabet içinde olduklarını tam olarak anlamasak da bir tarafın adamıydık. Kimliğimiz, nereden geldiğimiz nereye gittiğimiz belliydi.
Meğer ne büyük bir lüksmüş bu. Bugün ortada ve yapayalnızız.
Güvensizlik belki de en ürkütücü şey.
Taksim Meydanı’nda yürürken, bir başka gün pazarda alışveriş yaparken, bir seyahat sırasında, işe giderken, işten çıkarken… Ansızın! Yakalayabilir sizi. Ve güm! Ve bitti. İşte bu kadar. Veda bile edemeden sevdiklerinize, ne olduğunu dahi anlamadan, niye yapıldığını çözecek zamanı bulamadan…
Bir gün güm!
Bilinmeyenin tam ortasında, küreselleşmenin göbeğindeyiz.
Yeni ekonomi, yeni politika, yeni güvenlik, yeni bir dünya!
Ve birey!
Savunma uzmanları geçtiğimiz yılları boşa harcamış gibi görünüyor. Keşke, çevre, sosyal patlama, hayatın kalitesi, fakirlik, eğitimsizlik, ekonomi ve aklıma gelmeyen pek çok konuya burun kıvırmasalardı. Bir gün bazı konuları yeterince önemsemediğimiz için pişman olacağız.

 

Paylaş