Dünya Halleri

Savaş, konuştuğumuz tek konu…

Kan, gözyaşı ve çocuklar… Ve kadınlar… Ve yaşlılar… Kaybedilecek hayatlar, sönecek yaşamlar… Bunlar da konuşmadıklarımız.

Konuşsak da olmuyor, konuşmasak da… Havanda su dövüyoruz.

Dünya neleri konuşuyor dersiniz, neleri yaşıyor… Düşündüm de bayram haftasında bir ufuk turu atmanın kime ne zararı olabilir…

Dünya genelinde 180 milyon kişi işsiz. Son birkaç yıl içinde işsiz sayısındaki küresel artış 20 milyon… Sanayileşmiş ülkeler arasında işsizlik oranı ortalaması yüzde 6.9. Gelişmekte olan ülkelerde çok daha yüksek.

Peki, işsizlik sorununun bir çaresi yok mu?

Bu sorun nasıl çözülür?

Hükümetler ne tür politikalar geliştirmeli?

Biz Türkiye ölçeğindeki işsizlikten yakınıyoruz. İşsiz ordusu içindeki gençlerin sayısını ürkütücü buluyoruz. Dünyanın hali de parlak değil. Avrupalı çalışma ekonomisi uzman ve bürokratlarını birleştiren tek konu da bu. Genç işsizlik ürkütücü boyutlarda.

Tek tük başarılı projelere rastlanıyor. Hollanda bunlardan biri. Ne yazık ki zengin bir çözüm listesinden söz etmek mümkün değil. Hollanda hükümeti, özel sektörü ve sendikaları bir araya getirmiş, ortaklaşa bir gençlik projesi üretmelerini istemiş. Kabaca ne olduğunu tarif etmek gerekirse; projeye göre gençlerin işsiz kalmasındansa, bir yetişkinin asgari ücretinin üçte birine istihdam edilerek, zaman içinde artan oranlarla aldığı ücreti yetişkin seviyesine çıkarmak hedefleniyor. Gençler böylece bir yandan tecrübe ediniyor, şirketler de bu şekilde cazip bir iş gücü edinmiş oluyor. Hollanda da pek çok işsiz gencin bu şekilde işgücüne katılabildiği istatistiklerle ortaya konuyor. Siyasi açıdan diğer ülkelerde uygulanabilirliği tartışma konusu. Özellikle de IMF kontrolünde bulunan Türkiye gibi ülkelerde uygulama olasılığı zayıf gözüküyor. Devlet sübvansiyonu gerekiyor.

Neler oluyor hayatta

Bir uçak mühendisi ABD’de 6 bin dolar alıyor. Aynı mühendis Uzakdoğu’da 650 dolara çalışıyor. Mikrochip yaratıcısı tasarımcı ABD’de ayda 7 bin dolar maaş alıyor, aynı kişi Hindistan’da bin dolara razı oluyor. Bir mimarın ABD’de ücreti 3 bin dolar, Filipinlerde ayda 250 dolar. Finans uzmanı ABD’de 7 bin dolara, Hindistan’da bin dolara çalışıyor. Muhasebeci ABD’de 5 bin dolar, Filipinler’de 300 dolar alıyor.

Neler oluyor…

Binlerce dolarlık işler, yüzlerce dolarla ifade edilen işlerle değiş tokuş ediliyor.

Çalışma hayatında önemli değişiklikler yaşanıyor. Geri dönüşü olmayan değişimler. Türkiye’nin de çok yakından izlemesi gereken şeyler.

Ama nerde!…

Bari siz izleyin. Çalışma hayatında alışageldiğimiz klasik düzen değişiyor. Çok yakında, var olan işsizlerimizin üzerine ağlamayı bırakacağız, onlara katılacak yenilerine ağlamaya başlayacağız.

Batı ile Doğu arasındaki fark yalnızca fakir ve zengin, sanayileşmiş, tarım toplumu diye kaba bölümlere ayrılmıyor. Batı meslek gruplarının önemli bir bölümünü tasfiye ediyor. Çok yüksek maaşa çalışıp görece az katma değer üreten meslekleri Uzakdoğu’ya kaydırıyor. Bundan böyle ciddi meslek ayrımlarından da söz edeceğiz.

Manila, Şanghay, Budapeşte, San Jose, Kosta Rika, ABD’nin mutfağı olmaya talip.

Talip demek de yanlış. Çoktan olmuşlar.

Bilişim sektörünün Mekke’si kabul edilen Silikon Vadisi’nde 2001’den bu yana istihdam yüzde 20 azaldı. ABD’den yurt dışına kayan meslekler arasında dikkati çekenler şunlar; doğa bilimleri, hukuk, dizayn, yönetim bilimi, bilgisayar, mimarlık, satış, destek hizmetleri…

Türkiye

Acil olarak işsizlerin envanterini çıkartmalıyız. Hangi meslek dallarında çalışmış olduklarını, eğitimlerini belirlemeliyiz. Çok acil daralma yaşayacak sektörleri tespit etmeliyiz. Mümkünse sektörleri kategorilere ayırıp gelecek yıllardaki vizyonlarını belirlemeliyiz. ‘Batı’dan kayan mesleklerin hangilerini Türkiye’ye kaydırmak mümkün olabilir’ diye düşünmeliyiz.

Oturup binlerce kişinin daha işsiz kalmasını da seyredebiliriz tabii. Bu da seçeneklerden biri. Genellikle bir şey yapmamayı tercih ettiğimiz için benim tahminim oturup bekleyeceğiz. Başımıza geldiğinde düşüneceğiz.

Var olan işsizlerin hayata entegre olamayacağı gerçeğini kabul edecek, bunun adına ‘kader’ diyeceğiz.

Var olan işsizlerimizin çoğunun geriye dönüp, terk ettikleri işkollarında iş bulma şansları gözükmüyor. Ama yeniden eğitilebilme şansları hala var. Uzun zaman beklersek onu da yitireceğiz.

Bir de madem meslek dallarında kayma var. ‘Başka yere kayacağına acaba ben talip olabilir miyim’ diye düşünebiliriz.

Yoksa gururumuzu mu kırar? ‘Elin adamı binlerce dolar alırken, aynı işi birkaç yüz dolara yapmam’ mı demeliyiz…

Gözden kaçan ülkeler

Bazısı yanı başımızda, bazısı uzakta olan birkaç ülke var ki bunları izlemek şöyle dursun kafamızı çevirip bakmıyoruz.

Japonya bunlardan biri. Türkiye’de önemli yatırımları olan bir ülke. Eski dinamizmi yok. Ne içeride ne de dışarıda.

Ülke içinde gençlerle yaşlılar arasında ciddi fikir ayrılıkları gözleniyor. En önemli sorun Japonya’da bireyler dahil kurumların, motivasyonlarını yitirmiş olmaları. Japonya’nın bugünkü performansına bakıp eleştirenlerin gözlemine göre, ülke statükoyu korumaktan yana duran elitist bir grup tarafından yönetiliyor. Oysa tam anlamıyla bir reformdan geçmeyi bekliyor. Japonya’ya yeni bir vizyon kazandırmanın kaçınılmaz olduğu, yeniden ve yine bir mücadeleye girme ihtiyacında bulunduğu ifade ediliyor.

Yanı başımızdaki İran hakkında da çok az şey biliyoruz. Irak’la savaştan sonra Tahran yönetimi uzun bir süre atılması gereken adımları erteledi. Savaşın sona ermesiyle birlikte ülke ekonomisinde ciddi bir kalkınma ve sürekli bir gelişme kaydedildi.

İran ekonomisi geçmiş 12 yıl boyunca her yıl ortalama yüzde 5.4 büyümeyi başardı. Bu süre içinde özelleştirmede adımlar atıldı. Ekonominin yüzde 60’ı özel şirket ve kişilerin elinde. Nüfusun üçte ikisi 32 yaşın altında.

İşsizlik, özellikle gençler arasında önemli bir sorun. Ülkede genç ve yaşlı nüfus arasında önemli fikir ayrılıkları gözleniyor ancak gelecek 5 yıl içinde gençlerin önemli noktalarda iş başına gelmeleri bekleniyor.

Çin, dünyanın yeni üretim üssü. Asrın ülkesi olarak da anıldığı söylenebilir. Gelecek yıllarda büyümeye devam etmesi bekleniyor. Bölgesinde yer alan ülkeler için ciddi bir tehdit oluşturan Çin, sorunsuz değil. Bazı ekonomik sorunlarına çare bulmaya çalışıyor. Ekonomisi yılda ortalama yüzde 7-8 büyüyen ülkenin, aynı trendi uzun yıllar yakalayamayabileceğine dikkat çekiliyor. Çin ekonomisinin ağırlıklı ihracata dönük. Bu şekilde varılan büyümeyi uzun süreli taşımakta zorluk çekebileceği belirtiliyor. İçeride tüketimin canlanmasının şart olduğu varsayılıyor.

Çin’de nüfusun yüzde 64’ü hala az gelişmiş bölgelerde yaşıyor. 94 milyon Çinli şehirlerde çalışsa da pek çoğunun evi kırsal bölgelerde. Yönetim, gelecek 20-30 yıl içinde Çin’deki demografik yapıyı tarımdan kente kaydırabileceklerine inanıyor.

Hedefleri, 7’ye 3 gibi kent-tarım dağılımı yaratmak. Ülkenin en önemli sorunlardan biri de, bölgeler arasında yaşanan ekonomik uçurumlar.

Dolly kötü durumda

Dünyanın tartıştığı konulardan biri de klonlama ya da kopyalama. Konuyu magazin boyutundan çıkarıp ciddi kafa yormak gerek. İlk kopya canlı, bildiğiniz gibi sevimli bir koyun. Adı Dolly.

Dolly, 4 yaşını doldurdu ve can çekişiyor. Zavallı hayvanın bağışıklık sistemi yok. Bu yüzden eklemlere çöreklenen iltihaplı romatizma ile MS hastalığının pençesinde. Tabii ağrı ve acılarını dindirmek için türlü yöntemler kullanılıp, Dolly’i ayakta tutmaya çalışıyorlar ancak Dolly kopyalama sürecinin çok başarılı olmadığını gösteren önemli bir örnek.

Kopyalamaya karşı olanların çoğu, aslında kopyalamaya yüzde yüz karşı çıkmıyor.

Cinsiyet genleriyle oynayıp ortaya başlı başına bir insan çıkartmaya karşılar. Çünkü bunun etik olarak, sağlık olarak ve güvenlik olarak çeşitli tehlikeler yaratacağına inanıyorlar. Başlı başına bir insan ve tüm canlı yaratmak bir grup için kabul edilemez. Bunların başında din adamları geliyor. Değişik dinler ise kopyalama karşısında tek vücut olmuş görünüyor. Ancak bu tıp devriminin kimse kopyalama sürecinin hastalıklarla mücadelede kullanılmasına karşı değil.

Kopyalamanın yanında olanların argümanı ise, her şeyden önce karşı olanların çağdışı tutumlarından vazgeçmeleri gerektiği. Tartışmak bile yersiz…

Kopyalar arasında yaş farkının olması bir insanın kopyasıyla yaşama zorunluluğunda bırakmayacağını; dahası “kötü” birinin kopyasının da kötü olacağı anlamı taşımadığını iddia ediyorlar. Yani bir caninin kopyasının cani olması gerekmiyor. Kimse kötü doğmaz, kötü olur…

Kabus gibi!

Kopyalama beraberinde hukuki sorunlar getirecek. Ne ulusal hukuk düzeyinde, ne de uluslararası hukuk düzeyinde yeterli altyapı yok. Oluşturulamayacak…

Klonlama kötü emellere rahatlıkla alet olabilir.

Ben klonlama konusunda katıldığım ilginç bir toplantıda “Kimin kopyalanmasını istersiniz” mini anketine rastladım. Michael Jackson ismi geldiğinde, onun zaten bir tür kopya olduğu söylendi ve “hayır” sesleri yükseldi. Michael Jordan’a evet diyenler vardı. Bush’un kopyalanmasına karşı çıkanlar, en az Irak lideri Saddam’a karşı çıkanlar kadar çoktu.

Önerim şu, kopyalanmasını gerçekten istediğiniz beş kişiyi alt alta sıralayın. Bakalım bulabilecek misiniz? Sanırım böyle bir liste yapmak işi ciddi olarak düşününce çok zor. Dünyanın şimdilik en büyük korkusu kopyalama tekniğinin bir terör örgütünün eline geçmesi.

Yoksa geçti mi?

Düşünsenize küçük Usame bin Laden’ler ve küreselleşme…

Su savaşları
2025 yılında dünya nüfusuna 1.8 milyar insan daha eklenmiş olacak. Aramıza yeni katılacak bireylerin çoğu içme suyunun çok az olduğu noktalarda gözlerini açacaklar. Suyun sınırlı ve bazı coğrafyalarda neredeyse hiç olmaması büyük savaşlara neden olabilecek. İyimserler, böyle bir durum karşısında, savaşmak yerine uzlaşmaya gidip çare arayacağımızı düşünüyor.

Gelecek yüzyılda su yüzünden savaş çıkacağına kesin gözüyle bakanlar, bir an önce tedbir alınması gerektiğine işaret ediyorlar. Tartışmayı yürütenler ABD’yi örnek gösteriyor. Aşırı tüketim ve ziyan ekonomisi olarak anılan ABD’nin geçtiğimiz on yıl içinde yüzde 20 büyümesine karşın, bu süre içinde su tüketimini yüzde 10 oranında aşağıya çekmeyi başardığı ifade ediliyor. Her ülkenin su tüketimine ilişkin mevzuat geliştirmesi ve bir an önce uygulamaya koyması tavsiye ediliyor.

Gelecek yüzyıldaki su problemin önemli bir bölümünün Güney Asya, Güney Afrika ile Ortadoğu’da geçmesi bekleniyor. Tabii beklenen savaşların da…
Su konusundaki en önemli sorun ise yanlış ve bilinçsiz kullanım.

Pek çok bölgede su bulunmamasına karşın, doğal zenginlik olarak suya sahip ülke ve halkların çoğunda bu zenginlik müsrifçe harcanıyor. Su savaşlarını engelleyebilmek için eğitim gerekiyor.

Terörün yeni yüzü

İlginç tartışma konularından biri de şüphesiz terörün ve teröristin değişen yüzü. Terör örgütlerini McDonald’s zincirine benzetenler bile var. Bayilerin derdi “ünlü” El Kaide şemsiyesi altına girmek ve daha çok satmak.

Teröristin  tipi değişiyor.

Yeni terörist tipi bilgi teknolojilerini çok iyi kullanıyor. Bundan 10 yıl önce Amerikan İstihbarat Örgütü CIA’nin girmekte zorlandığı gizli bölgelere ve bilgilere ulaşmakta en ufak sıkıntı çekmeyen teröristlerin bilgi ve bilgi teknolojileriyle her zamankinden daha tehlikeli olduklarına şüphe yok.

Terör uzmanlarına göre terör ve terörist algılamasında yapılan en büyük yanlış, El Kaide gibi örgütlerin salt ABD karşıtı olduğunu düşünmek. Bu gruplar daha büyük başarıların peşinde koşuyor. Dünyanın genel düzenini değiştirmek istiyorlar.

Newsweek Editörü Fareed Zakaria’ya göre, hala El Kaide ile temel bir görüşe sahip olabilmiş değiliz. Kimilerine göre örgüt gerçekten çok zekice hareket ediyor, son derece planlı programlı. Kimileri de El Kaide’nin tamamen şans eseri ortada olduğunu düşünüyor.

Afganistan Dışişleri Bakanı Abdullah Abdullah’a göre El Kaide 11 Eylül öncesinde çok ciddi bir yayılma ve güçlenme potansiyeli içindeydi. New York faciasından sonra önemli ölçüde yara aldı. Terör örgütleri mantar misali. Hızla ürüyorlar. Sayıları yüksek. Çoğunun El Kaide ile ilişkisi yok. Ama El Kaide ideolojisi taşıyor. Zincirin bir halkası olmak en büyük emelleri. İstihbarat birimlerinden alınan bilgilere göre  El Kaide bugüne kadar 70 bin kişiyi eğitti. Bunların en az 6-7 bini özel terör eğitimine tabi tutuldu. Dünyanın dört bir yanına dağılmış olmaları en büyük korku. Kontrolü zorlaşan teröristlerin nükleer ve kimyasal silahlarla dansı ise dehşet filmlerinin bir numarası.

Derler ya tencere dibin kara senin ki benden kara. Dünya hali de böyle bir şey. Bizim gündemimiz zaten beter, dünyanın ki bizden de beter.

Yine de kafamızı kumdan çıkarıp bakmak gerek.

İyi bayramlar diliyorum.

 

Paylaş