Bu iş yerine bir paranoyak aranıyor

Önce okuyun sonra karar verirsiniz. İşe önce bir paranoyak almakla başlayın. Sonra, herkesi paranoyak yapacak stratejiler geliştirin. Olmazsa… Yok öyle şey! Olmuyorsa siz paranoyak olun.

Yine hayallerinizi yıkacak bir bilgi: biraz paranoyak olmak gerek.
im bilir belki de hiç şaşırmadınız… Dönüp de bana, “”Sen bunu yeni mi öğrendin?”” demenizden de korkmuyor değilim hani:

“”Ayakların biraz yere bassın Yaprak hanımcım…””

Efendim, herkese biraz paranoya gerekiyor(muş).

Araştırmaların sonucuna bakacak olursak, çok değil, ama biraz paranoya iyi geliyormuş. Şöyle ifade etmek gerekiyor belki de; kararında paranoya, başarıya giden yolda en önemli özelliklerden biri.
Adına Prudent Paranoia diyorlar. Literatüre taze girmiş.

Planlı paranoya ya da planlanmış paranoya. Dozunda paranoya… Yeterince paranoya… Biraz da siz düşünün. Belki daha iyi bir fikirle ortaya çıkabilirsiniz.

Yalnızca paranoyaklar ayakta kalır.

Paranoya ile tanışmam Intel firmasının eski başkanı Andy Grove’la yaptığım bir röportaj sırasında oldu. Intel yıllık genel kurullarını, hem bir hesap verme hem de bir hesap sorma ana fikri üzerine kuruyor, bunun için dünyanın dört bir yanındaki üst düzey yöneticiler buluşuyor.

Paranoyak bir firma olduğu söylenebilir. Geçmiş yıl değerlendiriliyor, gelecek yıl için plan program yapılıyor. Kamuoyuyla ilişkiler de göz önünde bulundurulup çeşitli coğrafyalardan gelen gazetecilerle özel buluşmalar düzenleniyor.

Grove’un bundan birkaç yıl önce piyasaya çıkıp iş dünyasını sarsan kitabı, “”Yalnızca paranoyaklar ayakta kalır”” henüz çok tazeydi. Bir yandan paranoyanın tam olarak ne ifade ettiğini anlamaya çalışmak, diğer yandan yalnızca paranoyak olanların ayakta kalabileceğini düşünmek ve bunun ne anlama geldiğini kendi kendime anlatmak gibi süreçten geçerken insana hafif paranoyak mı oluyor acaba…

Grove’a sordum; “”Çevrenizde bir sürü paranoyak yarattığınız ortada. Başkalarına da tavsiye ediyorsunuz. Ama bir sürü paranoyakla çalışmak zor değil mi? Kendinize bu ölümlü dünyayı zehir etmenin ne alemi var?””

Nedense çok gülmüş ve “”Belki de haklısın”” demişti. Bana yanıt vermeden önce bir kaç saniye sessiz kalıp ne söyleyeceğini düşündü. O bir kaç saniyeyi, gözünün önünden ve aklından geçen paranoyak mesai arkadaşları için kullandığını düşünmüştüm.

Kendi kendime, “”Kim bilir belki de paranoyak yöneticiler ürettiği için pişmandır”” dedim. Ama kim bilir…

Bize paranoya küfür gibi gelir

Eğri oturup doğru konuşmak gerekir, paranoyanın iyi bir meziyet olduğu yolunda bilgilerle büyümedik. Üstelik paranoyanın patolojik bir durum olduğunu, paranoyadan yakınanların, herkesin, onları yakalamak için uğraştığını, kendisiyle ilgili büyük olasılıkla olumsuz düşünceler içinde olduğunu düşündüğünü biliyoruz.

Dolayısıyla birileri bir gün ansızın, “”Yok yok aslında korkulduğu gibi değil ve hatta iyi bir şeydir”” dediğinde anlamakta güçlük çekmek doğal.

Modern psikoloji bizim gibi doğu kültürlerinde ön plana çıkmamış, geçmişe görece kendisini son yıllarda daha iyi ifade eden ve yaygınlaşan bir bilim dalı. Bazı ruhsal durumlar ve hatta hastalıklarla yüzleşmek, onları kabul etmek ve üstelik birlikte yaşamaya çalışmak, en önemlisi de tedavi olmayı kabul etmek çok zor…

Ruhumuzu etkileyen rahatsızlıkları gizleme eğilimi içinde olduk hep. Belki de deli demesinler diye. Oysa ruhumuzdaki eziklikler, duyduğumuz acılar, en az fiziki acılarımız kadar doğal, onlar kadar sıradan…

Konumuz ruhsal bozukluklar değil tabii.

Ama gelin görün ki, düne kadar herkesten gizlediğimiz bazı psikolojik sorunların aslında dozunda olması kaydıyla yararlı olduğunu öğrenmek de insanı biraz şaşırtıyor.

Dozunda paranoya iş yerinde yükselmek için gerekli…

İnanılır gibi değil!

Demek ki kafanızın içinde, sizin kontrol edemediğiniz zamanlarda yükselen o ses aslında sizin yararınıza.

Hani şu beyninizi kurt gibi kemiren; biraz endişe etmeniz için sizi dürten, sağdan soldan şüphelenmeye davet eden ses…

Deli miyim ben, ne oluyor bana dedirten; patrondan, mesai arkadaşından, astlardan ve hatta herkesten kuşku duyduğunuz için utandıran o sesi artık salın gitsin. Sizi eskisi gibi rahatsız etmesin, hatta dinleyebilirsiniz.

Roderick M. Kramer sosyal psikolog ve davranış yönetimi uzmanı. Stanford üniversitesi öğretim üyelerinden. Güven duygusu üzerine yazdığı kitaplar dikkat çekiyor. Harvard Business Review dergisinde yayınlanan bir makalesinde de şu bizim paranoya ne zaman yararlıdır, ne zaman işe yarar, ne kadarı iyidir gibi garip sorular sorup yanıtlarını veriyor.

Ulaştığı sonucu şöyle özetliyor, “”Yirmi yıllık çalışmalarım güvensizliğin önemli bir bedeli olduğunu ancak buna karşılık iş yerinde yararlı olabileceği sonucuna ulaşmama neden oldu.””

Freud’e göre paranoyaklar

Sigmund Freud, paranoyakların ulaşılmayacak hedeflerin peşinde koşmak yerine, gözlerinin önünde duran hedeflerin ardından gitmeyi tercih ettiklerine dikkat çekiyor. Evet belki de boş hayaller peşinde koşmak yerine paranoyaklar gibi görülebilen, tutulabilen şeylerin peşinde koşmak ve onları hedeflemek aslında hedef denen şeyi daha kısa yoldan vurmaya neden oluyor.

Aslında benim kafamı karıştıran nokta, paranoya gibi yakın zamana kadar, “”Aman benden uzak dursun”” dediğimiz ve hastalık olarak kabul edilen ruh halinin, “”ne kadarı””nın yararlı olacağı noktasında düğümleniyor.

Ne demek yani planlı paranoya. Paranoyak kendisini planlayabiliyor mu? Azı karar çoğu zarar demek yemek tariflerinde bile yok. Bir çay bardağı ölçüsü, bir tatlı kaşığı kadar, kulak memesi kıvamında gibi ölçüler bile daha fazla şey anlatıyor.

Gelin bu güven ve güvensizlik duygusuna nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi yakın geçmişimizde yaşadığımız olaylara bakarak anlamaya çalışalım.

Ben olmayan şeyler, gözle görünmeyen, elimle tutamadığım şeyler ve nesneler üzerine fikir yürütmekten hiç hoşlanmıyorum.

Başta ABD ve tabii ki tüm dünya 11 Eylül’de yerle bir olan İkiz Kuleler’i bir türlü unutamıyor.
Unutamayacak.

Durun daha bu yüzden ortaya çıkan dürtüler, duygular ve düşüncelerin çok azı analiz edilebildi. Gelecek yıllar, siyasette, ekonomide, psikolojide daha farklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayacak.

11 Eylül bireylerin hayatında önemli ve onarılmaz duygular yarattı. Güvensizlik ve sonucu olan paranoya bunlardan biri. Amerikan halkının güven duygusu zedelendi.

Bu yetmezmiş gibi bir de iş dünyasında birbirinin peşi sıra yaşanan skandallar güven duygusunu bir başka noktadan daha vurdu.

Güven duygumuza ne oldu?

Yıllar yılı büyük bir sermaye olduğu söylenen güven duygusunun üzerine bir sürü şey yüklememiş olmamız aslında tamamen saflıkmış.

Amerikan toplumunun değerleri sarsıldı.

Aslında saflık belki de bu. Değerlerinin sarsılmasına şaşırmak

Çünkü bizim hiç bir zaman güven duygumuz olmadı. Araştırmalar da bunu gösteriyor. Amerikalıların yeni tanıştıkları güvensizlik duygusu aslında bizim genlerimizde yattığı için belki de anlamakta güçlük çekiyoruz ne dersiniz?…

Dört bir yanımız güvensiz olmamız için gerekli tüm malzemeye sahip olduğu için belki de güvensiz doğuyoruz. Güvenemediğimiz iktidarlar tarafından yönetildiğimiz için güven duygumuz yok belki de… dolar inip çıkınca, TL daha dibe… daha dibe vurdukça. Tam bitti derken yeni bir krizin içine dalınca ve tüm bunları hep yaşayınca güven duyamıyor insan.

“”Türkiye’de sosyal, siyasal, ekonomik değerler araştırması””nın sonuçları Japonya hariç tutulduğunda gelecekteki 10 yıl içinde iyimserlerin oranının en düşük olduğu ülkenin Türkiye olduğunu gösteriyor. Bugüne kadar gerçekleştirilen tüm “”değerler”” araştırmaları Türk toplumunda insanların birbirlerine güvenlerinin son derece düşük olduğunu ortaya koyuyor. Hatta araştırmanın yorumunda deniyor ki, “”O kadar ki, güvensizlik konusunda Türk toplumunu yakalayan bir başka toplum neredeyse yok””
Cahit Sıtkı, “”komşu duvardan”” bile kuşkuluyuz derken haklı mıydı sizce de…

Bireysel güven, toplumsal yapıya da yansıyan bir kavram. Toplumdaki bireylerin birbirinin temel dürüstlüğüne ve iyiliğine güvenebilmesinin toplumun sağlığı açısından taştığı öneme dikkat çekiyor değerler araştırması.

Evet, bizim değerler zincirimizde güven eşiğimiz düşük ya da tam tersine yüksek olabilir. Ama yıllar yılı yönetim biliminin iyi yönetilen işletmelerin temelinde güven yatıyor denmesi neyin nesi… Madem ast üstten, üst asttan kuşkulanacak ve üstelik bu da makbul sayılacak, bu güne kadar okuduklarımıza nasıl güveneceğiz? Nasıl kuşku duymadan yolumuza devam edeceğiz. Doğru ve eğri nerede…

Güvensizlik verimi artırır mı?

Yönetim biliminin üzerinde durduğu güven duygusu, çalışanların iş yerlerine güvendiklerinde verimlerinin artacağını söylüyordu. Güven duygusuna sahip olan çalışan, çalışmasının üstleri tarafından görüleceğine tam güven besliyordu. Görülen iş sonunda ödüllendirilirdi. Güvensizliği baş tacı eden görüşe bakacak olursak, kuşkunun çevreye olan ilgiyi artırdığını buna bağlı olarak dikkatin yükseldiği ve tasalandıkça verimin arttığını savunuyor.

Bu görüş, yerinde, dozunda ve kararında paranoyanın erken uyarı sistemi gibi çalıştığın söylüyor. Böylece birey kuşkularını izleyip, daha fazla bilgi edinmek için kılı kırk yarıyor. Gerek durum gerekse kişilerle ilgili daha fazla biliyor. Yeni yönetim anlayışına göre biraz paranoya dış tehlikelere karşı sağlıklı bir koruma mekanizması oluşturuyor.

İş yerinde paranoyadan söz ediyoruz madem, aklınıza sizi paranoyak yapan olayları getirsenize… Örneğin amirinizin işten atılması, sizin bölümün kapatılacak olması, şirketin mali durumunun parlak olmaması, iflasın eşiğine doğru doludizgin gidiyor olunması, işten çıkarılma korkusu…

İşte biz bu sonuncuyu çok iyi tanırız.

Gel de başka milletleri anla. Bizim güvensiz olduğumuzu onlara anlat. Her gün işe bugün atılacak mıyım diye gitmek kolay bir duygu değil. Son iki yıldır bu memlekette 2 milyon kişi resmen işsiz kalmış, geride kalanların ne zaman atılacakları belli değil. Paranoya had safhada!

Ben bu yeni moda fikirlerin bizim için geçerli olup olmadığından emin değilim.

Roderick M.Kramer’in araştırmasına ve deneyimlerinden elde ettiği bulgulara geri dönelim. Böylece ortaya tartışacak malzeme çıksın.
Bakalım siz ne düşüneceksiniz. Aklınız biraz paranoyak olmaya yatacak mı?

Paronaya ne zaman işe yarar?

Kramer, “”Paronaya iş yerinde ne gibi durumlarda faydalıdır, paranoya işin başarısı için kullanılabilir mi”” diye de kafa yormuş. Ve “”evet”” yanıtıyla karşımıza çıkıyor.

Her şeyden önce paranoyak kişiler doğrulatma sendromu adı verilen bir psikolojik durumla boğuştukları için sürekli araştırma halindeler. Bu durum onları, kafalarındaki uçuk kaçık fikirleri doğrulatmak için sağa sola başvurmaya, daha fazla bilgi elde etmek için uğraşmaya zorluyor. O zaman Karmer bu durumu olumlu bir puan olarak ortaya koyuyor.

Paranoyanın iyi geldiği ikinci yer de araştırmanın ikinci safhası.

Şimdi bilgi topladınız, doymadınız yine topladınız ama toplanmış bilginin kime ne faydası var düşünsenize. Bilgiyi yorumlayış şekliniz önemli. Paranoyaklar öyle kolay kolay sonuca atlamıyorlar. Sürekli bir hata payı bırakıyorlar. Danışıyorlar, düşünüyorlar… Onlar için araştırma bitmiyor ve yorum hep yoruma açık kalıyor. Bu da gelişimi sağlamak için fena bir durum değil. Kişiyi öldürebilir ama olsun, madem bütün kalbimizle iş yerini düşünüyoruz. O zaman iyi bir durum.

Paranoyakların üçüncü meziyetleri körlük yaşamıyorlar. Bu insanlar etraflarında türlü türlü insan bulunduruyorlar. Danışmanlar arkadaşlar ve inanamayacaksınız; düşmanlar. Evet, paranoyaklar yakın arkadaşlarını yanlarından ayırmadıkları gibi, düşmanlarını da gözden asla uzak tutmazlarmış. Dışarıda kontrolsüz duracağına, kontrolümde olsun fikrini benimserlermiş.

Daha bitmedi

Paranoyakların ne zaman ne yapacağı belli olmadığı için karşısındaki de her türlü şarta karşı kendisini ayarlayıp sürekli beklenmeyeni beklemekle zaman geçiriyor. Böyle olunca ister istemez fena halde yaratıcı oluveriyorsunuz. Sizin beklenmeyen davranışlarınız ya da diğer ifadeyle paranoyanız karşınızdakinden “”toxic”” paranoya yaratabiliyormuş.

Ve son olarak paranoya kural tanımıyor. Kurallar her zaman yıkılır ve hatta yıkılmak içindir. Hatta “”gerçek lider kuralı ne zaman nerede yıkacağını bilendir”” diyor Kramer.

Zaman zaman acaba paranoyak mı olmalıyım diye içimden geçirmiş olsam da yazının sonuna geldiğim şu anda kararımı tam olarak verebilmiş değilim. Ama kafamda netleşen bazı düşünceler de yok değil. Ben patron olsam paranoyak insanlarla çalışmak isterim. Etrafımda bir sürü paranoyak bulunduğu zaman tutmayın bizi. Paranoyadan kendinizi koruyabildiğiniz sürece paranoyanın kimseye zararı olmaz.

Güven duydukları için

Üst düzey yöneticiler arasında yapılan bir araştırma, her 10 yöneticiden sekizinin, kariyerlerinin en az bir döneminde yanlış insana güvendikleri için hata yaptıklarını ortaya koymuş.

Bir meziyet olduğunu bilseler eminim paranoyak olurlardı.
Kıssadan hisse: Kimseye güvenmeyeceksiniz. Yeni yönetim anlayışının ana fikri bu. Biraz zor bir hayat ama ne yapalım buna da alışacağız…Bir de paranoyak olmanın dozunu bile bilsek. Her şey daha kolay olacak.

Bir tutam…
Bir çay kaşığı
Kulak memesi kıvamı…
Orka karar…
İçi canlı ve kanlı…
Sulu sulu…
Tam kıvamında bir paranoyak aranıyor.

Artık bilmiyorum ama her eve, her işe biraz paranoya gerek deyip bu işin içinden çıkmak gerek.

Paylaş