Bu formülü çözebilir misiniz? Türkiye’de 1TL=4 TL İsrail’de 1TL=2 TL

Bu yazıyı kimler okumalı; girişim fikri olanlar, kurum içinde yeni fikirlere ihtiyaç duyanlar, yaratıcı fikirlerin peşinde olan yatırımcılar.

Neden? Türkiye’nin 2010 yılından bu yana attığı adımları ve aşamadığı sorunları bulacaksınız. Yola nasıl çıkacak, doğruyla yanlışı nasıl ayıracak bu işin temeli olan zamanı nasıl kar hanenize yazacaksınız?

Örneğin hangi sektörlerde inovasyon durdu, buralarda neden patinaj yapmamalısınız… Hangi sektörler sınırları aşan cazibe odağı? Türkiye’de deniz bitti mi yeni mi başlıyor?

Heyecanla aşı sırasının gelmesini bekliyoruz, kronik hastalara bile aşı yapacak malzeme yok elde! Dünya Türk’ün geliştirdiği aşıda sıraya girmiş, milyonlarca adet uyguluyor… Türkler Çin aşısına güçlükle ulaşıyor.  Aşı üretiminde öbek öbek projemiz var ama nedense bir tane uygulanır milli aşımız yok! Bağımsız ekipler cansiperane çalışıyor neden aralarından seçim yapamıyoruz, birleştiremiyoruz, desteklemiyoruz…

Size her şeyi eldeki 3-5 firmayla değil yenilikçi girişimlerle yapmak gerektiğini nasıl daha iyi anlatsam acaba;

Sağlık teknolojileri çok önde… çok da enteresan bir şekilde gelişiyor ama sağlık teknolojilerinin regülasyonları o kadar sert ve ödeme döngüleri o kadar uzun ki, start up’ın ayakta kalması mümkün değil.

Savunma sanayii gözde herkes bir şey yapmak istiyor ama girişimcilerin penetre edebileceği bir alan değil.

Tarım popüler ama tarımda girişimciyi kucaklayacak alan yok. Tarım arazileri küçük parçalara bölünmüş. Üreticinin teknolojik ürün adapte etme ihtiyacı olmuyor.

Döngüsel ekonomi terimi yeni favorimiz… Peki ne demek? Tekrar kullanım! Bir firmanın atık çıktısı, başka bir firmaya girdi oluşturmalı… Paradigma değişimi gerekiyor! Yaratıcı fikirlere o kadar ihtiyaç var ki… Milli Google ya da Amazon peşinden koşana kadar döngüsel ekonomi start up’larını çıkarmaya odaklanmalıyız.

Dünya “dark” lojistik “dark” mutfak konuşuyor, uyguluyor; insansız depolar… Müşterisiz restoran…  Ama “dark” olmak için önce envanter yönetimini bilmek gerekiyor.

Sektörlerin çoğu malzeme krizi yaşıyor. Üretim durdu, bulabildiğiniz ürünler 2-3 hatta 4-5 misli fiyat. Malzeme kapanın elinde kalıyor. Ne olacak ömür boyu malzeme mi ithal edeceğiz. Malzeme geliştirilebiliyor, en yaratıcı alanlardan biri! Malzeme mühendislerinizin, bilim insanlarınızın destekle çalışması gerekiyor.

Barış Okur, Viveka full hızlandırıcı hizmeti veren, başarılı bir girişim öyküsünün mimarı, kurucusu ve CEO’su… Hızlandırıcı fonksiyonu girişim – yenilik inovasyon dünyasını yerleşik kurumların ihtiyaçlarıyla buluşturuyor. Girişimi pek çok yönüyle konuştuk. Girişimciler ve kurum içi girişim dinamiklerini anlattı.

 

Söyleşimizi youtube kanalımdan izleyebilir ya da Spotify‘dan dinleyebilirsiniz.

 

Yaprak Özer: Hızlandırıcı tanımıyla başlayalım. Ne demek hızlandırıcı? Neyi hızlandırıyorsunuz?

Barış Okur: Cevap olarak her iki tarafı da hızlandırıyoruz. Bizim “tam servis hızlandırıcı” çalışma stilimiz, hem kurumun içindeki; inovasyon, yeni teknolojilere erişim süreçlerini, test etme ve sonuçlarını ölçme değerlendirme süreçlerini hızlandırmak… Kurumsal inovasyon programlarımız genelde bu alana odaklı. Diğer taraftan da start up’ların veya girişimci ya da şirketleşmemiş girişimcilerin başarıya daha erken ulaşması veya başarısızlığı erken görmelerini sağlamayı hedefliyoruz.

Yaprak Özer: Yol yakınken, zarardan dönsünler diyorsunuz…

Barış Okur: Evet global tanıma baktığınızda, hızlandırma şirketleşmiş veya prototipini tamamlamış firmaların veya ekiplerin hızlıca pazara girip başarılı metrikler toplaması üzerine kuruludur ama biz daha geniş perspektiften bakmayı tercih ediyoruz.

Yaprak Özer: Türkiye’de olmaktan kaynaklanan bir şey mi?

Barış Okur: Evet.

Yaprak Özer: Bu cümleyi Almanya’da ya da Norveç’te olsaydınız kurar mıydınız merak ediyorum.

Barış Okur: Orada da başarısızlığı erken görmek önemli. Genelde de şöyle bir farkımız var.  Yurt dışı girişimcilik ekosistemine baktığımızda genelde profesyonel kişiler, yani minimum 5, tercihen 10-15 yıl iş tecrübesi olan kişiler girişim kuruyorlar. Başarısızlığa tahammüllerinin düşük olmasının sebebi, kendi profesyonel hayatlarındaki kayıplarının çabuk bertaraf edilmesi tabiri caizse… Farklı motivasyonlar var ama Türkiye’de hem ekonomik değişkenlerin hızı hem Türkiye girişimcisinin aileden, toplum baskısından gelen kültürel zorluklarının olması, başarıyı da başarısızlığı da erken görme ihtiyacı oluyor. Para daha değerli olmalı burada. Kullandığımız 1 lira çok değerli olmalı.

Örneğin Türkiye’deki start up’ların aldığı yatırımlar İsrail’deki start up’lara göre daha değerli çünkü para daha az burada. Türkiye’de bir start up 1 lirayı 4 lira “start up nation” olarak adlandırılan İsrail’de 1 lirayı 2 lira olarak değerlendiriyor… Türkiye’de para 2 katı daha değerli çünkü kaynak az.

Şirketlere, start up’lara, girişimlere ayrılan kaynak az, başarı ve başarısızlığı erken görme ihtiyacı oluyor. Ön hızlandırma daha fikir aşamasındaki girişimcilerin pazar doğrulamasını yaptığımız kısımlar var. Hızlandırma dediğimiz, ürünleşmiş veya prototipini tamamlamış girişimlerin hızlıca ticarileşmesini sağlayan aşamalarımız var.

Yaprak Özer: Viveka ne zaman kuruldu? Kar amacı güden bir kurum musunuz? Üniversitenin ismiyle anılan hızlandırıcılar var. Hızlandırıcıdan hızlandırıcıya da fark var mı? Siz hangi türe giriyorsunuz?

Barış Okur: Kar amacı güden bir şirketiz. Hızlandırıcıların, kar amacı gütmesi gerekiyor. Partner şirketlerimiz, donörlerimiz var. Onlara, “Biz, sizin 1 liranızı 5 liraya geri döndürdük” diyebilmemiz gerekiyor. En azından değer zincirinize katkı sağlayacak start up’ları sunduk diyebilmemiz gerekiyor.  Yola çıkarken arkamızda sermaye, fon yoktu. Tamamen kişisel sermaye ve kişisel know-how’ımızla yola çıktık ve ilerledik.

Yaprak Özer: Ben bir girişimci olsam ve sizin kapınızı çalsam ve siz herhalde öncelikle benim fikrimi ve/veya bulunduğum aşamayı değerlendiriyorsunuz. Potansiyel görürseniz ne yapıyorsunuz? Bana yatırım mı yapıyorsunuz yoksa bana işimi yapabilecek olanak mı sunuyorsunuz? Nasıl bir süreçten söz ediyoruz?

Barış Okur: Ben bir tekno girişimciyim. Sanayi Bakanlığı’ndan tekno girişimci desteği alarak Viveka’yı kurdum. Sonrasında tekno girişimcilerin kurucularının ihtiyaçlarının başka olduğunu görerek, 2010’da Viveka’yı bir kuluçka, hızlandırma merkezine çevirdik. Tekno girişim desteğiyle kurulmuş şirketlerin ihtiyaçlarına baktığımızda, hepsi kamu kaynağını harcıyor, sonra ticarileşemiyordu. Yani başarısızlığı erken göremiyordu. O yüzden de hem kaynak boşa gidiyor hem emek boşa gidiyor… Biz de aslında Viveka’yı biraz burada evriltip, bu kişiler bu girişimciler erken aşamada başarı veya başarısızlığı görsün. Kamu, özel sektör, girişimcinin emeği boşa harcanmasın dedik. En eski 3-4 oyuncudan biriyiz.

Fikir aşaması çok riskli bir alan. Donör dediğimiz partnerlerle çalışıyoruz. Donörler kimler? Genelde kar amacı gütmeyen kuruluşlar veya teknoparklar, TTO’lar veya TÜBİTAK gibi kamu kurumları ya da kalkınma ajansları… Fikir aşamasını onlarla projelendiriyor, çağrı kapsamında çıktıkları programlarla fonluyoruz. O aşamada, blockchain girişimcilerini, malzeme teknolojisi girişimlerini, finans teknolojilerini içeren çeşitli programlarımız var.

Programın ana fonlayıcılarından biri de TÜBİTAK… TÜBİTAK’ın, Bireysel Genç Girişimci adını verdiği BİGG programı var. Biz bu programın uygulayıcı kuruluşlarından biriyiz. Fikir aşamasındaki teknoloji tabanlı girişimlere mentorluk verip TÜBİTAK’a fon başvurusu yapmasını sağlıyoruz.

Girişimciden para almıyoruz. Biz kendimiz de bir start up’ız. Genelde donörler fikir aşamasında destekliyor. Ürünün çıktığı veya prototipin tamamlandığı aşamadaysa, kar amacı güden çok fazla isim var.

Nedir bu kendi değer zinciri? Kendi ihtiyacını çözen, özel inovasyon alanına giren start up’ları bulup eşleştirdiğimiz, birlikte konsept ispatı veya ürünleştirme çalıştığımız programlarımız var. Ve bu programları da kurumlar fonluyor. Kurumlar start up’ların ticarileşmesi aşamasında destek oluyor

Kendimizi kurumun danışmanı olarak konumluyoruz. Diğer taraftan girişim- start up’lara eğitim ve mentorluk yapıyoruz. Aralarında yazılımcı, tasarımcı, benim gibi endüstri mühendisi, işletmeci, iktisatçı olan 10 kişilik çekirdek ekibimiz 60 kişilik bir mentor havuzumuz var.

Kendimizi bir ara yüz olarak kurguluyoruz. Kimseyle rekabet etmeden herkesi birleştirmeyi ve ekosistemi bir arada tutmayı sağlıyoruz. Yatırımcılarla da çalışıyoruz. 2020 itibarıyla beğendiğimiz iş fikirlerine öz para yatırıyoruz. Böyle de bir modelimiz var.

Yaprak Özer: Pek çok kurumun xxx Ventures gibi girişim dünyası var, ne kadarı başarılı oldu… Türkiye’deki bu ekosistemi anlatabilir misiniz?

Barış Okur: İki taraf arasında ortak bir dil oluşturulması, sağlıyoruz… Biz ona “know-how” ve “know-who” da diyoruz; kimle ve ne yapacağını bilmek… Ekosistemde emeklemeden koşmaya başladık. 2010-11-12 hatta 13’lerde… Bu refleks sürüyor. Start up işinin popüler kültür öğesi olmasından dolayı, hatalı yatırımlar, hatalı program tasarımları, hatalı yaklaşımlar, start up-kurum iş birliğinde hatalı iş birliği modelleri yapıldı. Ekosistem kötü niyetle suistimal yapanları dışarı attı. Ekosistemin en büyük başarısı bu.

2010’da başladığımızda, hızlandıracak takım yoktu. İlk 5 yılı kapasite geliştirme, farkındalık yaratmaya harcadık. Ekosistemin öğelerinin beslenmesini sağladık.

Ekosistem kendini yavaş yavaş olgunlaştırdı 2015 sonrası oldukça iyi bir ekosistem oluştu. CVC dediğimiz Corporate Venture Capital’lar çok önemli. Ama bir CVC’ye gittiğinizde çok yüksek cirolu start up’lar arıyorlar. Türkiye’de bunlar zaten çok az. Önce start up’ları çok yüksek cirolu hale getirmemiz gerekiyor. O yüzden hızlandırma programlarının sayılarını arttırmamız gerekiyor. Türkiye’de start up’ı ticarileştirme programı çok az.

Yaprak Özer: Getir gibi bir start up mı olmalı? Oysa Getir mesela hiç ilgi çekmemiş, yatırımcının kendi çabası ve ısrarıyla kendi yolunda ilerlediği için bugün başarıyı kazanmış olarak anılıyor. Kurumların beklediği öyle bir şey yakalayalım ki, piyasada iyi oyuncu olma halimizi sürdürsün?

Barış Okur: Yani Getir tabii çok çok farklı ve iyi bir örnek ama Getir’in biraz daha erken aşamasında olan, yüksek cirolu, milyon dolar cirosu olmuş veya 2-3 milyon dolar cirosu olmuş şirketleri hedefliyor CVC’ler veya VC’ler… Paranın değerli olmasından bahsederken kastım buydu.

Hedefledikleri, ciro elde etmiş şirket. Yatırım yaptınız; o parayı rahat katlayabiliyorsunuz. Erken aşamada, ciroyu ve büyümeyi yeni yakalayacak, 3 kişiden 10 kişiye çıkacak ekipler için destek mekanizması boşluğu var Türkiye’de. Venture’lar doğru yol ama Corporate Venture Capital dediğimiz CVC’ler kurulmalı, şirketler start up’lara yatırım yapmalı. Bütün inovasyonu içeride yapamazlar, artık gün gibi açık bir şey. “Ben bütün Ar-Ge’yi, bütün inovasyonu içeride yapabilirim” noktasından çıktılar. Ama bunun en iyi yolunun CVC olduğu gibi bir yanılgıya da kapılmamak gerektiğini düşünüyorum. Kurumların değer zincirine daha katkı sağlayacak programları yapması gerekli.

Yaprak Özer: İnovasyonun kurum içerisinde tamamıyla çözülemeyeceğini ifade ettiniz, kurumsal inovasyonun gerçekten de hepsini içeriden yapamazlar ama hepsini dışarıdan alabilirler mi? Kurumlar ne öğrendi? Emeklemeden koşuyoruz örneklerinden biri de bu mudur?  

Barış Okur: Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Bursa, Kocaeli, Konya, Antep ve Antalya gibi büyük şehirlerimizin çoğunda, çoğu girişimci adayı bu olgunluk seviyesine erişti. “CEO olayım kendime çok lüks bir ofis alayım” hayalinden çıktılar. Bu, girişim tarafındaki olgunlaşma. Kurum tarafında ekosistemde suistimal yaşandı, bence kötü niyetli değildi, iş bilmezliktendi. Kurumlar kendilerini düzelttiler. Sistem kendini ilginç bir şekilde düzeltiyor. “fikrimi çaldı…” vs. bitti. Fikri haklar vs. tanımlanmış durumda. Süreçler tanımlanmış halde. Hukuk sistemimiz cevap vermiyor ama avukatlarla önceden çalışmak cevap veriyor. Bir de ekosistemin etik kodları oluştu. Hangi aşamada gizlilik anlaşmasının imzalanması gerektiği hangi aşamada girişimcinin ticari bilgilerinin teknik sırlarının alınabileceği, hangi koşullarda alınabileceği az çok artık hem kurumlar tarafından biliniyor hem de start up’lar bu konuda bilinçlendi.

İç inovasyon sorunuza dönersem; tamamını dışarıdan mı yapmalı? Asla! Ama şöyle bir şey var; büyük şirket bir inovasyon yapacağı zaman bunu başından ürünün en iyi haline kadar projelendiriyor ve örnek verelim, 100 bin dolar 200 bin dolar 300 bin dolar bir bütçesi çıkıyordu. Kurumsal partnerimiz “Neden start up’larla çalışalım?” diye sordu. Ben de “Siz yaptığınızda 300 bin dolar ödeyeceksiniz ama burada 300 bin dolara bir ürünü değil, belki 10 tane farklı ürünü test edebileceksiniz. İnsan kaynağının projelendirmesi 9 – 12 ay alacak. Aynı bütçeyle belki 10 tane 15 tane start up’la test yapacaksınız, en iyisini bulmaya çalışacaksınız. Boston Consulting Group’un Beklentiler Araştırması start up’larla iş birliğini “head hunting” yetenek avcılığı olarak gören şirketlerin artık teknoloji transferi olarak gördüğüne dikkat çekiyor. İç inovasyon olmalı ama çözülemeyen veya odak alanında ikinci ya da üçüncü sırada olan problemleri dışarıyla çözmek inanılmaz bir verimlilik sağlıyor.

Yaprak Özer: Türkiye’de bir girişimin aldığı yatırım miktarı ne ile ne arasında değişiyor? İş dünyası içerisinde, kurumlar tarafında inovasyonu dışarıdan almayı ve uygulayabilme başarısını gösterenler ne kadardır?

Barış Okur: Şöyle… 2020 yılında yanlış hatırlamıyorsam, 800 bin dolar gibi ortalama bir yatırım miktarı var, yapılan yatırımlarda. 150 ya da 160 civarı yatırım yapıldı. Getir gibi çok yüksek fon alanlar da var. Onlar yükseltiyor. Yüzde 75-80 civarı 1 milyon doların altında yatırımlar. Ortalamayı ne kadar düşüreceğini gösterir. Erken aşama tarafında maalesef düşük rakamlar. Hatta şunu söyleyeyim. Ciro elde etmemiş start up’lara yatırımlar sıfıra yakın bu arada.  Çok çok düşük. Bu çok ciddi bir problem. Bunun temel sebebi hızlandırıcı sayılarının ve hızlandırıcılara sağlanan fonun azlığı. Çok iyi girişim sermayesi şirketlerimiz var. Çok iyi demesem bile, belki ortalamanın üstünde sayılabilecek melek yatırımcılar var, ki bence orada da eksiğimiz var.

Kurumlar bunun ne kadar farkında? Kurumlar hiç farkında değildi açık konuşmak gerekirse. Kurumlar daha önce bu tür girişimcilik ve start up programlarını PR amaçlı yapıyorlardı. İşte Hackathonlar, Start Up Weekend’ler vs. Şimdi biraz daha inovasyonun dışarıdan transferinin maliyeti düşürdüğünü fark ettiler

Endeavor’la çalışmamızda metodolojimiz de çok özeldi bu arada. Diğer taraftan enerji şirketiyle yaptığımız iş birliğinden de hedeflediğimiz başarının 1.8 katını elde ettik. Para az Türkiye’de… Harcadıkları paranın dönüşünü çok çok önemsiyorlar. O yüzden de Ar-Ge’ye xy bin dolar harcamak yerine xy bin dolar harcayalım bir ürün yapacağımıza beş ürün test edelim, deneyelim diyorlar. Beş ürünün sonuçlarını görelim diyorlar. Bir iş modeli olmaya doğru gidiyor.

Yaprak Özer: Hachathon, Ideathon, mentor eğitimi, inkübasyon, inovasyon transferi programları düzenliyorsunuz. Bir Hachathon furyası var. PR faaliyeti olarak mı yapılıyor?

Barış Okur: Doğru.

Yaprak Özer: Kurumların bu programlarla nadiren yenilikçi fikirlere erişilebildiğini söylemişsiniz. Tuhaf değil mi?

Barış Okur: Çok güzel.

Yaprak Özer: PR için böyle bir şey yapılır mı? Zaten şöyle bir dilemma yaşıyor Türkiye; sosyal sorumluğu da PR olarak yapıyor… Hatta sürdürülebilirlik gibi bir konsepti PR unsuru olarak kullanabiliyor. Yanlış yolda mıyım, bilmiyorum? Lütfen söyleyin.

Barış Okur: Yo yo şöyle…

Yaprak Özer: İşi ıskalamak gibi geliyor bana.

Barış Okur: Çok doğru söylüyorsunuz. Şöyle… Hackathon veya Ideaton veya bizim Start Up Weekend… Ekosistemde bu programlar neden yapılır temelde? Kapasite geliştirmek için… Kapasite geliştirme nedir? İnsanların know-how’ı gelişsin, bilgisi gelişsin, pratiği gelişsin.

Hackathon yapmak veya Ideathon yapmak, temelde özel şirketlerin özellikle misyonu olmamalı. Buradaki özel şirket bunu yapıyorsa, bir “ben girişimcilikte varım” PR’ıdır ya da yetenek avıdır. Ama kimin görevi olmalı bu; kamu kurumlarının, Birleşmiş Milletler’e bağlı uluslararası organizasyonların…  Neden olmalı? Örnek veriyorum; bizim çok özel çalıştığımız alanlardan biri, mülteci girişimciliği… Bunların da temel ilk adımı o Hackathon’lar oluyor. Peki bunları nerede yapıyoruz? Daha ekosistemin yeni geliştiği veya gelişmediği Şanlıurfa, Kilis, Osmaniye veya Konya… Yani Türkçe eğitimi yapmak gibi, temel kodlama eğitimi gibi yaptığı şey… Bana gelip Ankara’da Hackathon yapın dediğinizde “neden” sorusuna kurumdan tatmin edici bir yanıt almam gerekiyor. Özetle Hackathon kamu kurumlarının daha dezavantajlı bölgelerde farkındalığı ve kapasite değişikliğini yapması için düzenlemesi gereken faaliyetler olmalıdır.

Yaprak Özer: Türkiye hangi sorularla sizlere geliyor? Nedir sorular? Sorular soru gibi mi? Sorular sorun gibi mi?

Barış Okur: Kurumlar genelde belli problemlerini biliyorlar ama bu problem tanımları ya çok sınırlı kalıyor ya da çok genel kalıyor. Şirketimizin alametifarikası olarak gördüğümüz nokta şudur: Biz, şirketlerle anlaştıktan sonra birebir görüşmeler yapıyoruz, gerçek soruyu tespit ediyoruz.

Yaprak Özer: Anlıyorum ki, ne olacak bu Türkiye’nin hali? gibi bir soruyla geliniyor somuta inmiyoruz, anladığım kadarıyla değil mi?

Barış Okur: Kesinlikle. Bizim ekosistemin problemi o…

Yaprak Özer: Somuta inse, cevap verebilecek girişimciyi bulabiliyor musunuz?

Barış Okur: Havuzumuzda Viveka Approved toplamda 880 tane start up var. Şirketleşmiş halihazırda hayatta kalan, çalışma hayatına devam eden start up’lar… Türkiye genelinde haritalandırdığımız, TÜBİTAK desteği almış mikro ölçek ve küçük ölçekli yaklaşık 6000 kapasiteli start up havuzumuz var.

Biz ne yapıyoruz? O problemi alıp düşünüp o havuzda bunu kim çözebilir diye- çağrıya da çıkmıyoruz- kendimiz bakıp; girişimciyle birebir konuşup, çözümün buraya uyarlanabilir diye eşleştiriyoruz. Veri tabanını oluşturmak değil buradaki kritik nokta. O problemi çözecek teknolojiyi bilmek. Yani bizim şirket içindeki en önemli “know-how”mız da “know-who”muz da budur. Problemi çözecek start up’ın, girişimcinin, ekibin kim olduğunu biliyoruz. Çağrıya da mutlaka çıkıyoruz. Bu arada havuzumuzda bir kayıt ücreti yok. Açık…

Yaprak Özer: Peki dünya ne konuşuyor, Türkiye ne konuşuyor? Bana söyleyebilir misiniz?

Barış Okur: Şu anki gündemimiz, temel olarak dijital dönüşüm.

Yaprak Özer: Siz bundan ne anlıyorsunuz? Ben bir şey anlamıyorum da.

Barış Okur: Evet çok güzel…

Yaprak Özer: Dijital dönüşüm isteyen bir firmaya ne yapabilirsiniz?

Barış Okur: Çok şey işte…

Yaprak Özer: Hangisini yapabilirsiniz acaba?

Barış Okur: Evet zaten problem de orada çıkıyor. Bir kere, her kurumun dijital projesinin sıfırdan özel olarak oluşturulması gerekiyor. Jenerik olarak, “buzzword” dediğimiz bir kelime olarak bu geliyor.

Partnerlerimizin özel ihtiyaçlarının neler olduğuna globalde bakıp; benchmark yaparak söylüyoruz. Örnek vereyim. Bizim partnerlerimizle şu andaki konuşmalarımızdan biri dark lojistik… Yani insansız depolar, mesela… Dünya bunu konuşuyor artık. Zaten uyguluyor. Bizde maalesef yeni yeni oturuyor. Dark kitchen mesela… Dark kitchen. Aynı şekilde restoranda müşterinin olmadığı ama arka tarafta sadece paket servis. Ama Türkiye bunları konuşabiliyor mu? Hayır. Çünkü Türkiye daha envanter yönetimini bilmiyor, dark lojistik yapabilmek için.

Bizim dijital dönüşüm dediğimiz nokta firmanın eksiklerini bilip, nasıl tamamen otomatize edebilir, uzaktan izlenebilir hale getirebiliriz. Sadece dönüp IoT cihazları diyemem…

Yaprak Özer: Ne kadar sürüyor bunu teşhis etmeniz? Ciddi bir zaman maliyeti bir yandan da…

Barış Okur: Kurumla el sıkıştığımızda 6 ay…  Anahtar teslim veriyoruz bunu.

Yaprak Özer: Size göre çok iyi herhalde ama dünya böyle mi gidiyor?

Barış Okur: Dünyaya göre de fena değiliz bu arada.

Yaprak Özer: İsrail’le ilgili önce bir örnek vermiştiniz. Mesela İsrail’de böyle bir sorun var mı? “Bana bir inovasyon lazım” diye gitmiyorlar galiba, sizin oradaki benzeriniz hızlandırıcılar sorunu bul, sorunu teşhis et, onu ortaya koy, ondan sonra…

Barış Okur: Yapmıyorlar. Yok yok… Bizim ilk 3 ayımız bununla geçiyor. Orada kurumlar ne aradıklarını biliyor. Biliyorlar kurumlar yani ne soracaklarını ne aradıklarını… Bizde kurumlarda o kapasiteyi geliştirme aşamasındayız.  Biz buna daha doğru dürüst 8 yıl önce falan başladık. 10 sene geriden geliyoruz.

Yaprak Özer: Hangi sektörler sizin kapınızı çalıyorlar?

Barış Okur: Genel bir tanım yapacağım belki ama hammadde tedariği riskli olan, hammadde tedariğinde dışarıya bağımlı olan sektörler çok fazla kapımızı çalmaya başladı diyebilirim. Malzemelerde iyileştirme, dışa bağımlılığı azaltma veya malzeme teknolojilerindeki iyileştirmeye biraz ihtiyaç var.

Yaprak Özer: Yani o zaman, yüzüne bakılmayan malzeme mühendisliği, material science değil mi? Türkiye için beş yıldızlı bir disiplin.

Barış Okur: Evet. Yani tedarik zincirinde problem yaşamaya başladılar. Bu çok net. Pandemi kalıcı olmayacak. Belki seneye, belki öbür sene etkileri tamamen azalacak. Bir başkası gelene kadar, hayatın olağan bir parçası olacak. Ama bu tedarikteki arz-talep dengesinin bozulması ya da ülkeler arası arz-talep dengesinin bozulması, bunun yönetilememesi, kaynak yönetiminin verimsizliği, firmaları değişime uğrattı. TÜBİTAK’a bu sene de girişimci gönderdik. Gönderdiğimiz girişimciler eskiden yüzde 50-60 yazılım teknolojileri olurdu. Bu sene yüzde 25’e kadar düştü, bizim seçimlerimizle… Yüzde 25 de malzeme mesela…

Yaprak Özer: Şaşırıyor musunuz buna?

Barış Okur: Buna şaşırmıyoruz. Zaten olmasını istediğimizdi buydu bizim, temel olarak.

Yaprak Özer: Malzemeyi öne çıkardınız… Başka?

Barış Okur: Sağlık teknolojileri çok önde… Çok enteresan bir şekilde gelişiyor ama sağlık teknolojilerinin de bir handikapı var. Regülasyonlar çok sert ve ödeme döngüleri çok uzun. O yüzden bir start up’ın ayakta kalması çok zor. O yüzden orada patent alıp lisans almak veya patenti alıp başka bir firmaya vermek veya işte ona kullanım hakkını sağlamak gibi modellere gidiyorlar ama sağlık teknolojileri geliyor.

Savunma sanayiine herkes bir şey yapmak istiyor temelde konuşmak gerekirse… Ama bizim mesafeli durduğumuz bir alan, çünkü yine orası girişimcilerin çok kolay penetre edebileceği, doğrudan satış yapabileceği bir pazar değil. O yüzden savunma sanayiimiz çok gelişiyor gibi görsek bile, bana kalırsa start up’lar tarafında riskli ve çok gelişen bir alan değil. Oradaki Ar-Ge harcamalarına göre, girişimci sayısı arasında bir doğru orantı yok.

Gıda, tarım tabii ki geliyor ama Türkiye’de de bir problemimiz var maalesef tarımda da… Tarım arazileri çok ama, çok küçük parçalara bölünmüş durumda. O yüzden küçük bir üreticinin bir teknolojik ürün adapte etme ihtiyacı olmuyor. Birleşip kooperatifleşerek bunları satın alması gerekiyor. Tarımda böyle bir problem var. Yani siz bir ürün satacaksanız çiftçilere; o çiftçi için onun feasable, alınabilir ve uygulanabilir olması için arazisinin belli büyüklükte olması gerekebiliyor örneğin, yatırımın dönüşümünden dolayı.

Döngüsel ekonomi… Belki bu tabiri son dönemde sıklıkla duyuyorsunuz. Her zaman ihtiyaç var. Çok temelde; “recycle” değil, “reuse”… Yani geri dönüşüm değil tekrar kullanım dediğimiz… Bir firmanın bir atık çıktısı da diyebiliriz buna, başka bir firmaya girdi oluştursun tedarik zincirinde. Tedarik zinciri böyle birbirini beslesin, deriz. Biz Türkiye’nin ilk Döngüsel Ekonomi Kooperatifi’nin kurucularıyız. Çok önemsiyoruz bu paradigma değişikliğini. Bence Türkiye kendi Google’ını yapmaya değil de döngüsel ekonomi start up’larını çıkarmaya odaklanmalı.

Yaprak Özer: Türkiye kendi Google’ını ya da Microsoft’unu neden yapamıyor – yapmalı mı? diye klişe bir soru sormak istemiyorum. Artık sektörlerin içerisinde inovasyona ihtiyaç var.  Sizin de anlattığınız herhalde buydu diye düşünüyorum.

Barış Okur: Kendi Google’ımızı, Office’imizi değil, kendi yeni ürünlerimizi yapmalıyız. Bir strateji hatası yapıyoruz ülke olarak. Bunu şirketlerimiz de yapıyor. Google’a rakip bir ürün değil kendi domain’inde iyi olan ürünler yapalım. Çünkü bunu yapan start up’larımız var. Getir’i görüyoruz mesela şu an, konuşuyoruz. Getir, ben yeni bir Amazon yapacağım diye yola çıkmadı. “Amazon’a rakip kendi ürünümü yapacağım ”diye değil, “Yeni bir iş modeli, yeni bir yaklaşım” getiriyorum diye İngiltere’de faaliyete başladı. Bizim bu bakışı girişimcilerimize aktarmamız lazım. “Yerli ve Milli”si olsun, okey… Ama “Yerli ve Milli”de kalmasın; uluslararası perspektiften olsun. Yani biz yabancının muadilini yapmaya çalışmayalım; yabancının daha iyisini yapmaya çalışalım.

Önemli noktalardan biri de bakış açısı tarafı ve ekonomik kaynakların ayrılması. Paradigma değişikliklerini takip etmekte çok geri kalıyoruz. Bunun temel sebebi gündemimizin çok yoğun olması mıdır bilmiyorum… Paradigma değişikliklerinden kastım, döngüsel ekonominin takibi, dijital dönüşüm deyince altının ne ile dolduğunun takibi…

Özel şirketlerimiz çoğunlukla çok geride kalıyor.  Trend takibi yapan, şirketler içinde inovasyon birimlerine ihtiyaç var. Çoğu yeni yeni kuruluyor bu arada. Bir Ar-Ge biriminden bahsetmiyorum bu arada. O çok kritik bir nokta. İnovasyon biriminden bahsediyorum. Bence biraz onları takip eden ve orada önce olmaya çalışanlar olmalıyız diye düşünüyorum.

Paylaş