Bir iletişimsizlik hikayesi…

 

Annemin babaannesi, tatlı mı tatlı minik bir kadındı. Yaşlılıktan iki büklüm yürürdü… Arkasına geçip onu taklit ederdim. Çocukluk işte. Ermeni ve Rum arkadaşlarıyla çelik çomak oynarken çok güzel Ermenice öğrenmiş. O, bu dünyadan göçtüğünde ben ilkokul öğrencisiydim. Anımsadıklarım biraz efsane gibi.

 

Büyükler kendi aralarında konuşurken, “falancalar geldi, filancalar gitti” derlerdi… Falancalar ile filancaların arasına Ermeni, Müslüman ve Rum isimleri sıkışırdı. Dost isimler. Nasıl bir renk cümbüşü… Geçmişten konuşulurken anlık bir koku gelir burnuma, bir saniyelik bir fotoğraf… Zenginlik diyorum ben buna. Ucundan kıyısından yetişmiş olmaktan mutluyum ama, ne yazık ki medeniyetlerin beşiği saydığımız topraklarımızda büyük babaannem kadar şanslı olamadım ben.

 

Apartman komşumuz ve çok yakın ahbaplarımızı anımsıyorum. Örneğin bir Ermeni aileyi. Özel günlerinde kendi mutfaklarına özgü yemek yapar tadımlık getirirlerdi. Bizde de ne pişse onlara. Evin hanımı neredeyse her gün bir kez uğrar, anneannem ve büyükbabamın hatırını sorardı. Ermeni dostlarımız, Ramazan ayında oruç tutardı. Bayram günleri kapımızı çalıp ziyarete gelen ilk onlar olurdu. Bir gün de, kimsenin aklına, o Ermeni ben Müslümanım diye gelmedi. Terör olaylarında katledilen diplomatların resimleri gazetelerde yayınlandığında bizim dostlarımızın ağzını bıçak açmazdı. Birbirimizi üzmezdik, iletişim kurabiliyorduk…

 

Bu yazı ise bir iletişimsizlik öyküsü. “Ermeni Meselesi” iletişim beceriksizliğimize bir küçük dev örnek. Bu yazı aynı zamanda insan kaynakları öyküsü çünkü, devletimizin iletişim için istihdam ettiği kimse yok anlaşılan.

 

24 Nisan 2005, Ermeni soykırım iddialarının, 90. yıl dönümüydü. Bu yıl da, önceki yıl da, ondan önceki yıl da… Hep aynı şeyler oldu. Benzer tartışmalar yapıldı. Gelecek yıllarda da olacağı gibi…

 

TBMM, Ermeni iddialarını araştıracak ortak bir komisyon kurulması yönündeki müthiş önerisini 13 Nisan’da mektupla Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan’a iletti. Mektubun bizzat Başbakandan gittiği söylendi. Karşı taraftan gelen açıklamalar çelişkili oldu. “Biz bir inceleyelim” dediler. Bizim devlet adamlarımız neden böyle paldır küldür bir şey yapar anlamam. Devlet ilişkileri, sıradan komşu ilişkilerine benzemez. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı mektup gönderecek, yanı başındaki devlet zahmet edip düzgün yanıt vermeyecek… Sonra benim başbakanım katıldığı uluslararası platformlarda muhatabıyla bir araya gelmemeye özen gösterip gözlerini kaçıracak.

 

Boğaziçi Üniversitesi 25-27 Mayıs tarihlerinde ‘İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları’ konferansı düzenleyeceğini duyurdu. Yer yerinden oynadı. Herkes birbirine girdi. Sorun yine ortada. Bir üniversite kendisini nasıl böyle bir bilinmezliğe atar anlamam. Ben iletişim boyutunu aktarıyorum. Yok mudur sizin iletişimciniz. İletişim demek öngörmektir. İletişim demek kendini ifade etmektir, bir çuval inciri berbat etmek değil.

 

AKP’li milletvekili Ramazan Toprak güzel konuşmuş: “Ermenistan’da Türk tezlerini savunacak bir kongre düzenlense, sonu cezaevi olurdu… Tüm Türk halkını göreve çağırıyorum…” Herkes konuşuyor. Siyasi partilerde kimin ne söyleyeceğini düzenleyen bir mekanizma olsaydı, partilere sistemli sözcüler yetiştirilseydi, uzmanlığa önem verilmiş olsaydı, mikrofonu gören boğazını yırtacağına birkaç kez yutkunsaydı…

 

Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in tepkisi çok sert oldu: “… Siz falanca ülkelerin parlamentolarını nasıl ikna edeceksiniz bu durumda? Bize diyecekler ki siz gidin, Boğaz’a bakarak bunları söyleyen Boğaziçi Üniversitesi’ni ikna edin. Bu hareketle arkadan hançerlemişlerdir bizi… Keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretmeseydim…”

 

Ertesi gün, Başbakan, Adalet Bakanını yalanlamaz mı! “Bırakın herkes konuşsun, özgürlükleri kısıtlamayın” ana fikrinde bir açıklama yaptı. Bu neyin nesiydi dersiniz?

 

Durduk yerde bir kaos, bir karmaşa ve kavga… Sonunda konferansın ertelendiği duyuruldu.

 

İşte bu nedenle resmi tezini senelerdir yurt içinde ve yurt dışında anlatmaya çabalayan Türkiye, tarihi yakınlığı bulunan Polonya’dan bile gol yedi. Türkiye dostu Almanya’da Hıristiyan Demokratlar önderliğinde parlamentoda tavır alındı. ABD ve Fransa da, bu yıl bizi yine fena sıkıştırdı…

 

Anlayacağınız, bir Ermeni Soykırım iddiası daha böyle geçti. İçeride dışarıda birbirimizi yedik. Yine bir stratejimiz yok, kimin konuşacağı belli değil. Duygusallık had safhada. Yenen goller kalede.

 

Benim büyük babaannem… O minicik kadın meğer ne güzel iletişirmiş.

 

 

 

 

 

 

Paylaş