Annem Beni Tıp Doktoru Sanıyor

Türkiye komik bir ülke. Bazı bölgelerimiz bu çağda değil, özetle çok geri. Bazı bölgelerimiz yine bu çağda değil, özetle hayli ileride… İnsanları bu tanımdan uzak tutmak mümkün değil, bazılarımız parmakla gösterilecek kadar önemli ve sıra dışı işler yapıyor. Bunlardan bir tanesi Mehmet Toner, umuyoruz üzerinde çalıştığı projeye nokta koyduğunda kanser artık kronik bir hastalığa dönüşmüş olacak. Toner’le röportajı okurken bir kaç eksende yol almanızı rica edeceğim. Bunlardan bir tanesi programın konusu olan başarı ekseni olabilir. Diğer eksen ise çok önemsediğim, interdisipliner hayat. Bu hayatı yaşıyoruz ama ne yaşadığımızı bilmiyoruz. Ezberi bir türlü bozamamamızın nedeni bu. Çocuklarımız ve biz sanıyoruz ki her şey siyah beyaz. Hayır değil! Olduğu zamanlar geride kaldı ve o zamanlar hayat daha kolaydı. Hayat şimdi daha karmaşık ama çok daha zevkli.

 

Yaprak Özer: Kanser tedavisinde çığır açan mikro chip teknolojisini geliştiren Türk olarak ünlendiniz, Harvard Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi ve yöneticisiniz…

Mehmet Toner: Orada bir merkezi yönetiyorum. Asıl profesörlüğüm Harvard Tıp Fakültesi’nde cerrahi bölümünde ve bu sene dünyanın en iyi hastanesi seçilen Massachusetts General hastanesindeyim ve aslında MIT’den mezunum zaten. MIT’de de profesörlüğüm var ikisi arasında bir tarafta mühendisliği kullanıyorum, bir tarafta tıp bilimine yakın kalıp çalışmalarımızı yapıyoruz.

 

Yaprak Özer: Ve aslında tıp doktoru değilsiniz.

Mehmet Toner: Aslında tıp doktoru olmadığım gibi İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezunum -ve bundan çok gurur duyarım- makine mühendisiyim, 1982’de mezun oldum. Annem dahil herkes beni tıp doktoru sanıyor, ilaç soruyorlar. Biraz zor oluyor, ama alıştım artık.

 

Yaprak Özer: Bireyin isterse her şey olabileceğini ya da inter disipliner bir dünyada olduğumuzu, çok farklı noktalara doğru gidebileceğimizi sizin üzerinizden görebiliyoruz.

Mehmet Toner: İlk ÖSYM imtihanlarına hazırlanırken hep tıp fakültesine gitmek istedim, kazanamadım. Sonra elektroniğe gitmek istedim onu da kazanamadım. Üçüncü tercihim makineydi, makinede kader varmış makineci oldum. Aslında gençlere söylemek istediğim yaptığınız işi iyi yaptığınız zaman zaten çok sevip başarılı oluyorsunuz. Yani ben makineye girdim deyip ağlamadım, çok sevdim, muhteşem hocalarım vardı. Çok güzel dinamik bir ortam vardı. Makineyi bitirdim, ondan sonra Amerika’ya doktoraya gittim, doktoramda da çok enteresan; Turan Onak diye bir hocamız vardı Yale Üniversitesi’nde profesör. Kendisini toplam üç kere görmüştüm hayatımda. Yale’e kabul edilmiştim, aynı zamanda MIT’ye de… Aradım, “hocam bana yardım edin, Yale mi geleyim (yani onun bulunduğu yere) MIT’ye mi gideyim” dedim. “MIT’de yeni bir akım var: medical mühendislik diye… Bio tıp mühendisliği, sen ona bir bak ondan sonra konuşalım” dedi. Ona bakınca bir anda hayallerimin yönünde tekrar gidebileceğimi anladım ve orada kaldım.

 

Yaprak Özer: Saint Joseph mezunuymuşsunuz, İngilizce bilmeden Amerika’ya ayak basmışsınız…

Mehmet Toner: Amerika’ya gittiğimde pek bilmiyordum, İngilizce derslerinde pek başarılı değildim diyebilirim. Ocak ayında gittim lisan okuluna başladım fakat lisan okulunda İngilizce öğrenmek için, hep İspanyollar vardı daha çok İspanyolca öğrenmeye başladım. O yüzden yazın başlayayım MIT’ye, matematik dersleri nasılsa bana teknik üniversiteden dolayı kolay gelir matematikle başlayayım… Amerikalı arkadaşlarım olsun İngilizce’yi öyle öğreneyim diye düşündüm. Bir arkadaşımı aldım tercüman olarak ve dekana çıktım. Ben ona söylüyorum arkadaşım dekana söylüyor, dekan evet demiş… ben anlamadığım için hala hararetle ikna etmeye çalışıyorum, sonunda ettim.

 

Yaprak Özer: Bu arada Özyeğin Üniversitesi’nde de mütevelli heyet üyesi olarak bir ayağınızın Türkiye’de olduğunu söyleyebilir miyiz?

Mehmet Toner: Gelişlerim çok arttı, senede beş altı kere Türkiye’ye geliyorum, bir tanesi iki üç hafta tatil, gerisi üç dört günlük iş seyahatleri şeklinde.

 

Yaprak Özer: Ürettiğiniz teknolojiyi anlatabilir misiniz?

Mehmet Toner: Aslında mikrochip teknolojisini kullanarak bir chip ürettik. Bu chip vücudun içine konmuyor. Vücuttan alınan, nasıl doktorunuza gittiğiniz zaman kan veriyorsunuz bir tüpün içine kan koyuyorlar, o kanı alıyorum bu mikrochip’in içinden geçiyor.

 

Yaprak Özer: Lafın gelişi mi chip diyorsunuz?

Mehmet Toner: Chip teknolojisini kullandığı için… Aynı devre teknolojileri, içinde o teknolojiler kullanılarak yapılmış bir chip ama içinden kan gidiyor. Yani bilgisayar, chip’de bilgiyi işlemden geçirirken, bizim chip de kanı işlemden geçiriyor. Bir tüp kanda yüz milyar tane hücre var. Bunun içinde belki on tane, yüz tane kanserli hücre var, bunu nasıl bulacaksınız o kadar nadir bir hücre ki… Aslında Hipokrat zamanından beri biliyoruz bunu. İlk 1846’da yayınlanmış kanserli hücrelerin kandan yayıldığını. O kadar eski ama bulunmadığı için uygulaması olmamış. Bizim yarattığımız şey çok hassas bir teknoloji. Saniyede on milyon tane hücreye bakıyor, eğer kanserli hücreyse chip’in içinde bir yapışkan var yapışıyor ona.

 

Yaprak Özer: Tüm vücudun bir aynası olabiliyor mu?

Mehmet Toner: Olabiliyor çünkü sürekli olarak yakından kanseri takip edebiliyorsunuz. Bir ilaç veriyorsanız hastaya cevap veriyor, vermiyorsa onun cevabını alabiliyorsunuz.

 

Yaprak Özer: Ne kadar sürüyor?

Mehmet Toner: Bir iki saatlik bir şey, kanı aldıktan sonra.

 

Yaprak Özer: Pahalı bir şey mi?

Mehmet Toner: Değil, mikroçipler artık öyle bir teknoloji ki, yapımları o kadar pahalı değil. Özellikle artık plastik yapıma geçtik, yapım maliyeti olarak 10 dolarla 50 dolar arasında, bütün pahalılığı aslında üzerine koyduğumuz bazı proteinler var “anti-body” dediğimiz proteinler, onlar en büyük masraf.

 

Yaprak Özer: Anlıyorum ki, şu anda ticari olarak kullanılabilir bir teknoloji değil.

Mehmet Toner: Ticari anlamda şu anda kullanılmıyor fakat çok merkezli klinik çalışmaları devam ediyor. Bizim hastane başta olmak üzere Dana Farber diye bir kanser merkezi var Boston’da o da çok meşhur, Andy Anderson diye Teksas’da var bir de Sloan Kettering diye bir kanser merkezi var New York’ta. Bu dört merkezde bütün sistemler var hepsi bu sistemleri nasıl kullanacaklarını biliyorlar, sürekli olarak değişik kanserlerde uygulamalarına bakıyoruz.

 

Yaprak Özer: Peki ne kadar zaman içerisinde kullanımına açılır?

Mehmet Toner: Değişik uygulamaları, değişik zamanlarda… Verilen ilaçlar kemoterapi gibi değil, kemoterapi bütün bölünen hücreleri öldüren bir ilaç. Dolayısıyla yan etkileri çok kötü. Kanser biraz daha hızlı büyüdüğü için onu daha çabuk öldürüyor, ama normal hücre o yüzden saçınız dökülüyor. Hedeflenmiş tedavi dediğimiz kanserde, genetik yapısını çok daha iyi anlamaya başladık ve bazı genetik mutasyonlara ve değişiklikleri olan kimselere değişik ilaçlar veriliyor ve bu ilaçların yan etkileri çok az ve çok efektif ilaçlar. Nereden bileceksiniz o kadar çok insanda mutasyon var mı yok mu, bu aldığımız kandaki hücrelere DNA sekansı yapıyoruz veya içine bakıyoruz DNA’sına bakıyoruz ve bu adamda kimsede bu mutasyon var-yok, ona göre hemen doğru ilacı doğru kimseye zamanında veriyorsunuz.

 

Yaprak Özer: Anladığım kadarıyla bir iki yıla kadar tahminen hayata geçecek.

Mehmet Toner: Bir iki yıla kadar çünkü büyük bir ilaç firmasında da üniversite anlaşma yaptı; Johnson & Johnson… Uygulamasını çok iyi yapabilecek bir ekip. Fikir bizim laboratuarda üretiliyor, klinik çalışmaları yapılıyor, ondan sonra onlar regülatör dediğimiz uygulamalardan geçirip ürün haline getirerek dediğim gibi en erken bir iki sene içinde olur diyelim. Erken teşhiste olan uygulamaları daha üç sene beş sene alabilir.

 

Yaprak Özer: Türkiye gibi ülkelere ne kadar zaman içerisinde gelir?

Mehmet Toner: O kadar aslında bunun güzelliği, rahat bir uygulama… Nasıl gidip, kan verdiğiniz zaman doktor kolesterolüne bakın, PSA’sına bakın, şuna bakın… diyor.  Bir tane madde daha olacak. Diyecek ki, dolaşan kanserli hücrelere de bakılacak. Korkarak gitmeyeceksiniz, kolesterolünüze bakacaklar diye korkuyor musunuz korkmuyorsunuz.

 

Yaprak Özer: Kanseri kronik bir hastalık haline getirmek istiyoruz diyorsunuz, bu cümleden “yönetilebilir bir hastalık” anlamı mı çıkarmamız icap eder?

Mehmet Toner: Evet, bu kronik kelimesi İngilizce’de daha nahoş gelmekle beraber Türkçe’de biraz ürkütüyor insanları. Kronik demek yani hastalıkla beraber yaşıyorsunuz ama hastalık sizi öldürmüyor. Sizi öldüren bir hastalık yerine onu idare ettiğiniz bir hastalık haline geliyor. Hastalık arttığı zaman hemen ilaç veriyorsunuz durduruyorsunuz. Aynı AIDS hastalığında olduğu gibi. AIDS 80’lerde başladığı zaman bir anda en çok öldüren hastalık oldu, ondan sonra ilaçlar çıkınca 3-5 senede tamamen kontrol altına alınan bir hastalık oldu. Bugün AIDS’den ölen insan sayısı gelişmiş ülkelerde neredeyse yok. Gelişmemiş ülkelerde 33 milyon kişi var o başka, ama gelişmiş ülkelerde ilaca sahip olan insanlarda yok bu.

 

Yaprak Özer: 2050 vizyon araştırmalarında hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ve ayrıca fakir coğrafyalarda katlanarak arttığını göreceğimiz ifade ediliyor.

Mehmet Toner: Evet, yani iki üç tane faktör var. Birincisi eskisi kadar kendimize iyi bakmıyoruz. İyi yemediğimiz için şişmanlık çok artmış vaziyette, bugün Amerika’nın neredeyse yüzde 70’i obez sınıfına giriyor, egzersiz yapılmıyor. Bir de Türkiye’de onun üzerine sigara içmek falan da ekliyoruz.

 

Yaprak Özer: Sigara içmeyen de kanserden ölüyor.

Mehmet Toner: Hatta sigara içenlerle içmeyenler arasında akciğer kanseri olanlar da var.

 

Yaprak Özer: Bu nasıl açıklanıyor?

Mehmet Toner: Bu tam olarak açıklaması yok. Özellikle Amerika’da kadınlar arasında akciğer kanseri artmaya başladı ve akciğer kanseri Amerika’da hem erkeklerde hem kadınlarda en çok öldüren kanser haline dönüştü. Bunun tam olarak açıklaması yok. Fakat yediğimiz şeylerin içinde çok ilaçlar da var, bir kısmı düşünce bir kısmı hayat tarzı. Uzun yaşamaya başladık bir de o var, hem uzun yaşıyoruz hem egzersiz yapmıyoruz, hem şişmanız.

 

Yaprak Özer: Yanınızda şu anda geliştirdiğiniz chip var mı?

Mehmet Toner: Yok.

 

Yaprak Özer: Kredi kartına benziyor değil mi?

Mehmet Toner: Evet bir şeyin bir teknolojinin bir yerde güzelliği bunu sadeleştirmek, basitleştirmek ki, dağıtabilelim. Herkes kullanabilsin. Bunu ilk başladığında çok daha sofistike teknolojilerle yapıyorduk, fakat öğrendikçe basitleştirdik. Sonunda yine çok komplike, plastik ürün açısından yapabileceğiniz belki de en komplike ürün içindeki insan saçının onda biri büyüklüğünde yüz bin tane küçük mikro şeyler var. Bunu yapabilmek yine zor ama chip’e dışarıdan baktığınızda şöyle kredi kartı arkasını da görüyorsunuz falan. Ben bunu ağabeyime gösterince, “oğlum sen bunu kimseye gösterme ayıp, bunun için mi yolladık seni Amerika’ya” dedi.

 

Yaprak Özer: Peki sizin bu ekibin içerisindeki yerinizden biraz söz eder misiniz?

Mehmet Toner: Ekip dediğim gibi, benim merkezim aslında… Devlet tarafından buranın Tübitak’ı gibi olan National Institute Of Health tarafından fonlanıyor ve bizim misyonlarımızdan biri bu mikro ve nano teknolojileri tıbba uygulamasını yapmak. Makine mühendisliği tarafımı hala kullanıyorum tabii. Ve onun için de, çalışırken kanda dolaşan nadir hücrelerle – sırf kanser değil, bir sürü değişik uygulamaları var- uğraşmaya başladık. Bu kandaki kanser işi iyice başarılı olunca ekip epey büyüdü. Şu anda 80-90 kişiyi bulmuştur. İlk başladığımızda bir tane doktora sonrası talebenin yaptığı bir projeydi. Benim yanımda çalışmaya gelmişti, bu proje çok riskli diye o çalışmak istedi, bunun üstünde ve ilk çalışmalar başarılı gidince çok büyüdü. Şimdi bir sürü beraber ortak çalıştığım kimse var, bunların içinde en önemlisi Dr. Daniel Haber, hem kanser doktoru hem kanser genetikçisidir. Ortak olarak çalışıyoruz; o klinik ve genetik kısımlarına bakıyor, ben mühendislik ve ürünleme kısmına bakıyorum. Fonlarımız çok değişik yerlerden geliyor, ilk başta devletten geliyordu sonra bizim hastane biraz fon verdi, artık bir sürü vakıftan geliyor mesela Prostat Kanser Vakfı gibi.

 

Yaprak Özer: Kaç yıldır çalışıyorsunuz bu işin üzerinde?

Mehmet Toner: Aslında biliyorsunuz araştırmacılar ve bilim adamları çok yavaş çalışırız. Bu iş, çok hızlı giden işlerden biri. Yani beş sene normal, bir doktora talebesi zaten tezini beş senede bitirir.

 

Yaprak Özer: Neden bu kadar hızlı gitti?

Mehmet Toner: Bir ilgi çok fazlaydı, bir anda hakikaten kanser dünyasında bir patlama yarattı. Bugün her ilaç şirketi ve aşağı yukarı bu konuya yakın öğretim üyesi kesinlikle kanserle dolaşan hücreler üzerine çalışmaları var.

 

Yaprak Özer: Siz test ettiniz mi?

Mehmet Toner: Ben daha test etmedim.

 

Yaprak Özer: Neden?

Mehmet Toner: Kan vermekten korkuyorum.

 

Yaprak Özer: Şaka değil mi, aşıdan da mı korkardınız?

Mehmet Toner: Aşıdan ağabeyim korkardı ben korkmazdım. Şu anda uygulaması yok daha, klinik çalışmaları bitsin, sonuçları alalım ona göre hangi kanserde uygulanabileceğini bilelim ondan sonra insanlara uygulansın. Şu anda ben denediğim zaman, başkaları diyecek ki bize de deneyin. Ama ben kendime denediğim zaman bu sonucun cevabı bana bir şekilde gelebilir.

 

Yaprak Özer: Hangi kanser türlerinde etkili; akciğerde etkili olabilirmiş akciğerin bazı türlerinde, meme kanseri, prostatta ve genetik mutasyon bulunan kanserlerde…

Mehmet Toner: Akciğerde aşağı yukarı yüzde onunda genetik mutasyon var. Asya’daki yüzde otuzun da bu mutasyonlar var. Akciğer kanserinin büyük kısmında mutasyonlar var, göğüs kanserinin büyük kısmında mutasyonlar var, Melanoma’da mutasyonlar var. Bu mutasyonları bulup doğru ilacı vermek önemli. Onun dışındaki uygulamalarda mesela prostat kanserinde erken teşhiste çok başarılı olmaya başladık. Klinik olarak daha yayılmamış olan hücrelerde, biz hastaların büyük çoğunluğunda buluyoruz ve bu hücrelerin bazı karakteristikleri varsa bu kanser çok daha agresif oluyor.

 

Yaprak Özer: Şu anda denekler, hastalar değil mi?

Mehmet Toner: Evet, hayvan çalışması yapıyoruz fakat çalışmalarımızın yüzde doksanı tamamen klinik.

 

Yaprak Özer: Çok popüler olan bu chip’le iğneli biyopsinin gereğinin kalmayacağı, bunun da çok iyi bir şey olduğunu söyleyebilir miyiz?  

Mehmet Toner: İğneli biyopsi dediğimiz teknoloji iç organ kanserleri, kan kanserleri için değil, akciğer gibi prostat gibi göğüs gibi… Onun için doktorlar gidip oradan bir parça alırlar, onu incelerler, onun yerine kandan bulduğumuz için daha kolay bir şey olacak. Ve özellikle akciğer kanserlerinde çok zordur o biyopsiyi yapmak. Bir kere yapılacak beş kere yapılacağına yani daha gerekli zamanlarda yapılacak.

 

Yaprak Özer: Bir başka olumlu yanı da doğru hastaya doğru ilaçla gitmek galiba.

Mehmet Toner: Doğru ilacı doğru zamanda vermek. O da çok önemli. Geç vermeyeceksiniz, erken vermeyeceksiniz. Bunu yapabilmek çok önemli, bunu yapabilmek için de özellikle kanserde şu anda Amerika’daki üçüncü derece denenen bütün ilaçların hepsi bu hedeflenmiş tedavi uygulaması. Kanserde hedeflendirilmiş ilaçlara geçiyoruz. O yüzden bu tip teknolojiler çok önem kazandı. Kişisel tıp diyoruz.

 

Yaprak Özer: Ameliyatla kanser ilişkisi olumsuz bir ilişki gibi hep ifade edilir. Bu teknik bir miktar onun da mı aslında önüne geçmiş oluyor?

Mehmet Toner: İleri seviyede olan yayılmış bir kanserde bir sürü zaman cerrahiyle girip tedavi etmek gerekiyor. Bazı kanserlere çok sessiz kanserler diyoruz, mesela pankreas kanseri birden çıkıyor, çıktıktan sonra maalesef insanın fazla ömrü kalmıyor bir iki türü dışındaki pankreas kanserlerinde. Onlarda cerrahi çözüme her zaman mecburuz zaten. Erken teşhis yaptığınız zaman bugünkü ilaçlar bile çok iyi çalışıyor. Bugün göğüs kanserinde çok iyi atılımlar olmasının en büyük nedeni, hem kadınların kendilerini incelemeleri, hem de görüntüleme teknolojileriyle stage 1, stage 2’de yakalanması. Bu kanser çok daha başarılı sonuç veriyor. Bunu akciğer ve prostatta da uygularsak hastalığın önüne geçmiş olacağız.

 

Yaprak Özer: Heyecan yaptınız mı bunu ilk bulduğunuzda?

Mehmet Toner: Evet. İlk yaptığımızda, kanı geçirdik içine bir sürü boyalarla orada bulduğumuz hücreleri değişik şekillerde boyayıp hakikaten kanser hücresi mi başka hücre mi diye bakmamız gerekiyor ki ya bir kan hücresi oraya yapışmışsa onu çok iyi bilimsel açıdan göstermeniz lazım. Onların sonuçları pozitif gelince epey heyecanlanmıştık.

 

Yaprak Özer: Ne yaptınız?

Mehmet Toner: Heyecanlandık, ondan sonra laboratuara gidip çalışmaya devam ettik.

 

Yaprak Özer: Şimdi bu mucizelerin gerçekleşebilmesi için de para lazım. Sizin bu projeniz ne kadarlık bir proje?

Mehmet Toner: Epey büyük neredeyse yüz milyon dolara yakın.

 

Yaprak Özer: Anladığım kadarıyla devletten fonlandınız.

Mehmet Toner: Devletten başladı daha bilimsel kısmını ilk baştaki teknolojik bilimleri veya genetik şeylerini yapmamızda sonra değişik uygulamalar olunca bazı vakıflar Prostat Vakfı gibi, Kanser Vakfı gibi onlar devreye girdiler. Onların yardımlarıyla biraz daha ileriye gidince diğerleri geldi. En enteresanlarından biri Hollywood.

 

Yaprak Özer: Sekiz kadın projesi var, kim bu sekiz kadın?

Mehmet Toner: Bu, “stand up for the cancer”, kansere karşı ayakta durun diye… Tahmin ediyorum İstanbul’a da gelecekler seneye, vakıf gibiler. Sekiz kadın kurdu, bunların hepsi Hollywood’da çok başarılı olmuş iş kadınları.

 

Yaprak Özer: Neden böyle bir şeye kalkışıyorlar?

Mehmet Toner: Ya kendilerinin kanserle yakın ilişkileri var ya da sevdiklerini kanserde kaybetmişler.

 

Yaprak Özer: Bağışta mı bulundular, para bulmanıza mı yardımcı oldular?

Mehmet Toner: Kampanya başlattılar ve ilk seferinde bir yüz milyon dolar para fon aldılar halktan. Ve her sene bunu yapıyorlar. Yapılmaması için bir neden yok. Ve bu fonları ilk başta hayal ekipleri, Dream Team dedikleri beş tane ekibe verdik. İlk aldıkları ekip bizdik.

 

Yaprak Özer: Ne kadar topladınız?

Mehmet Toner: Hollywood’dan aldığımız aşağı yukarı on beş milyon dolarlık… Katie Couric diye çok meşhur bir spiker var Amerika’da o var, Spiderman’in yapımcısı Laura Ziskin; Hollywood’un en başarılı kadın yapımcılarından biri olan biri var, o geçen sene vefat etti maalesef fakat son ana kadar her toplantıya gelirdi.

 

Yaprak Özer: Bilim ekonomisi kavramını kullanıyorsunuz, neyi kastetmiştiniz?

Mehmet Toner: Türkiye’nin gittiği yol zaten bilim ekonomisi yolu. Ekonomimiz çok kuvvetlenmiş vaziyette fakat bilimimiz o kadar ileride değil. Dolayısıyla hem Tübitak’ın hem devletin büyük çalışmaları da var bilimi kuvvetlendirmek için. Benim bilim ekonomisinde tarifim şöyle, hiçbir yerde hiçbir kimsenin aklına gelmeyen yeni bir fikri ortaya çıkarmak, ondan sonra o fikir oluştuğu zaman bütün dünya.

 

Yaprak Özer: Kültürümüzde eksik olan bir şey var, adı nedir bilemiyorum ama.

Mehmet Toner: Aslında bir sürü eksiğimizi tamamladık belki de zaman çok yerinde bilim ekonomisine geçmek ve üniversitelerde üreticileri daha yakın bir araya getirmek. Bilim ekonomisinde de benim tarifim biraz daha kısıtlı ben diyorum ki doktora eğitimini düzeltmemiz lazım zaten lisans eğitimi ve yüksek lisans eğitimimiz çok iyi bizim. Ben teknik üniversiteyi bitirip MIT’ye gittiğimde oradaki doktora sınavlarını altı ayda geçtim ama doktora seviyesine geldiğimiz zaman ki Amerika’da bugün kırk bin kişi doktora yapar, bütün fikirler orada akıyor. Amerikan ekonomisinin yüzde doksanının üniversitedeki doktora tezlerinden çıktığı iddia ediliyor. Bir tek MIT’nin üzerine bir rapor var, MIT mezunlarının kurduğu şirket sayısı 25 bin 500. Bu şirketlerde çalışan insanların sayısı 3.3 milyon ve bu şirketlerin cirosu 2 trilyon yani şu anda MIT’nin mezunlarının dünyanın 11nci ekonomisi. Bunu yapmamız lazım, maalesef Türkiye’de doktora eğitiminde yer yer çok parlak çalışmalar olmakla beraber genelde çok zayıf.

 

Yaprak Özer: Burada kalmış olsaydınız, ne yapardınız?

Mehmet Toner: Benim inancım ne yapsaydım mutlaka iyi yapacaktım onu öğrenmiştim ailemden. Bir işi iyi yapınca zaten o işi çok beğenerek yapmaya başlıyorsunuz. Siz onu beğenince başkaları sizi beğenmeye başlıyor, başkaları sizi beğenmeye başladıkça önünüzde yollar açılmaya başlıyor. Yani burada da kalsaydım muhtemelen öğretim üyesi olmayabilirdim ama daha iş yönünde gidebilirdim.

 

Yaprak Özer: Otuz yıl olmuş Amerika’da, dönmezsiniz herhalde artık.

Mehmet Toner: Buradaki etkinliğimi gittikçe arttırmaya çalışıyorum, yardım etmeye çalışıyorum. Özyeğin Üniversitesi’ne çok yakınım, Teknik Üniversiteyle de yakın ilişkilerim var; Hacettepe ile Ortadoğu’yla… Yapabildiğim şekilde yardım ediyorum, Tübitak’ın bir toplantısı vardı geçen hafta ona da geldim.

 

Yaprak Özer: Teknik üniversitede sizin gibi makine okumuş ya da bambaşka bir şey okuyup bambaşka bir yerde çıkan var mı?

Mehmet Toner: Teknik Üniversite’de üç sene evvel bir konuşma verdi biri kalktı, hocam ne kadar güzel şeyler yapıyorsunuz bunu niye Türkiye’de yapamıyorsunuz dedi. Ben dedim ki, bu yaptıklarımın hepsi Türkiye’de yapılır o problem değil, ben Teknik Üniversite’de makine okudum, Harvard Tıp Fakültesi ve Massachusetts Genel Hastanesi’nde cerrahi profesörüyüm, ama cerrah değilim. Teknik Üniversiteliyim, Türküm, Müslümanım, oradayım dedim siz bana bir tane Teknik Üniversite’den mezun olmuş İstanbul Üniversitesi’nde profesör olan kimse gösterebilir misiniz? Gençlerin önüne çok engel çıkarıyoruz mevzuatlarla, gençlerin önünü açarsak Avrupa’nın en genç ülkelerinden biriyiz, bu ülke patlar zaten patlayıp gidiyor, patlar gider. Benim en büyük tavsiyem o, gençlerin önünü açın.

Paylaş