1500 Kelimede Misket Havası

Ankara, Capital city of Turkey

Financial Times’da yayınlanan Ankara yazısı, “Ankara’nın en güzel yanı, İstanbul’a dönüş yolculuğudur” esprisiyle başlıyor. Laura Pitel, “Ankara’da 6 yıl” başlığında derlediği gözlemlerini, “Bırakın İstanbulluları, mega kentlerine dönüş yolculuklarının tadını çıkarsınlar. Biz Ankaralılar, mutluyuz.” duygusuyla noktalıyor.  Ankara’dan, Ankara’yı kızdıran siyasi haberleri, ülkeden parlak olmayan ekonomi analizlerini, bölgeden kanlı çatışmaları, 6 yılı Ankara olmak üzere 7 yıldır Türkiye’den dünyaya duyuran Pitel,  ayrılırken Misket ritmine benzettiğim yazısıyla veda etmiş. Bir yönüyle sosyo ekonomik, diğer yönüyle neşeli renkli ve düşündürücü bir toparlama. Bir satırdan diğerine geçerken samimi ve içeriden… mesafeli ve dışarıdan bir kurgu buldum. Yazıyı binlerce dolar verilerek yayınlanan turizm-ülke yazılarından, PR aktivitelerinden ayıran da bu.

Financial Times’ın günlük tirajı, kağıt baskısı ve dijital abone sayısı olarak 1 milyonu geçiyor. Sosyal medya paylaşımlarıyla birkaç katına çıkabildiğini düşünebiliriz.  Dijitalde bilginin kaybolmadığını unutmayın, “Ankara” aramalarında bu yazı da okurun karşısına çıkacak. Ankara yazısı işte böyle trafiğe çıktı.

Umarım gazeteci arkadaşlarımız okur… 1500 kelimede; yavru ağzı – somon az biraz da kiremit rengi karıştırılmış tuhaf “Ankara Pembesi” apartmanlardan, baharda leylak kokularını alır almaz kapı önlerine çıkan yaşlı teyzelere,  ağaçlara ya da neredeyse her direğe yerleştirilmiş teknoloji karşıtı “taksi zil” sistemine… Ankaragücü’nden başlayıp Rapçi Ezhel’in… “is, pas, kir, kömür, plastik, çöp, lastik, duman, ot” sözleriyle ünlü  “Şehrimin Tadı” (2017) alıntısına kadar çok şey sıkıştırabilmiş olmasını sevdim. Ankara’ya, “Ankaralıyım” diyerek ayrılan bir FT muhabirinin daha gelmesi zor.

Kavaklıdere, Ayrancı, Gaziosmanpaşa gibi “eski Ankara” mahallelerine ilk görüşte aşık olmuş.   Modernist metal balkonlar, Battenberg etkisindeki yapılardan etkilenmiş…  Ve içini acıtan gerçeklere dalıyor; “Ankara’yı bir bütün olarak güzel olarak tanımlamak zor… Plansız gelişme yaygın. 1937’de inşa edilen zarif Art Deco tren istasyonu, bir uzay gemisi ile bir yolcu gemisi karışımı gibi görünen yüksek hızlı tren istasyonunun gölgesinde. Uçsuz bucaksız alışveriş merkezlerinin sıralandığı kentin ana arteri Eskişehir Yolu’nda estetik değer bulmak mümkün değil. İstanbul, Londra, Berlin veya Washington’a geri dönme telaşı yaşayan günübirlikçilerin gördüğü Ankara bu.”

Yıllardır resmi ya da gayrı resmi kanallardan teşvik edilmeden yayınlanmış olumlu bir Ankara haberi okumuyorum. Bu yazı içimi ısıttı.

Söylemeye gerek yok özellikle Batı, Türkiye’yi görmezden geliyor, Ankara’yı mümkün olsa hafızasından silecek… uluslararası karşılaştırmalı verilere zorunlu olmadıkça alınmıyor, zorunlu olmadıkça gelinmiyor, zorunlu olmadıkça vize verilmiyor. Yazının güzelliği ise mülteci/turist istilasında kabuğuna çekilen Türk insanına dokunmasında; “Geçtiğimiz yedi yıl, derin bir siyasi ve ekonomik kargaşa ve hatta zaman zaman şiddet olayları yaşandı. Her şeye rağmen burada, beni  çok zenginleştiren bir dönem geçirdim. Acımasız haber gündeminden sığındığım mahallemiz sayesinde yaşamak için harika bir mekan buldum.” Evrensel gazetecilik ne yazarsanız, kimi haber yaparsanız yapın tarafsız olmayı bütünü görmeyi gerektirir. Tasvir dolu renkli yazılarınızda bile; “… Bugün milyonlarca insan ifade ve toplanma özgürlüğü kısıtlamalarıyla karşı karşıya, liranın değer kaybetmesi ve yüzde 85’i aşan yıllık enflasyonla geçim mücadelesi veriyor. Döviz kazancı olan biri olarak, vahşi ekonomik koşullardan korunduğumun farkındayım. Orta sınıf Türk arkadaşlarımın satın alma güçleri azaldı. Ülkenin en yoksulları giderek daha fazla yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya. Kırılma noktasına itilmiş toplumu desteklemeye devam eden güçlü aile bağları dikkat çekiyor.”

 

Paylaş