Yaralı halk

Kriz kurban yaratır mı? Şüpheniz olmasın…

Meclisi bombalayan yarbay, “… çocuklarımın yüzüne bakamadım, çocuklarımla görüşmeyi göze alamadım…” demiş. Bu bulmacadaki kurbanları listeler misiniz. Türk halkı, hepimiz… TBMM, yaralanan ve ölenler ile aileleri… Peki ya bombacının çocukları!

Babalarının gözlerine bakamadığı çocuklar, başkalarının yüzüne nasıl bakacak? Sizce bu çocukların bir geleceği olacak mı? Utanç bir yana, mahalle baskısı bir ailede sizce kaç nesil yaşanacak? Yakın gelecekte topluma katılımları sağlanabilecek mi? Bunun için bir planımız var mı, olabilir mi?

Kalkışmanın ilk günlerinde tutuklanan bir başka darbeci, “…karım beni boşasın, evlatlarım reddetsin..” demişti. Geride kalanlar kimi neyi reddetsin, bir gecede hayat onları reddetti. Ne olacak bu insanlara?… Toplumun bir bölümünü, kapısına kilit vurduğumuz okullar ve kurumlar gibi yok sayabilecek miyiz? Belki çaresizlikle alınan kapama kararları, sorunu çözmek değil silip atmak. Yokmuş gibi davrandığımızda çözmüyoruz, öteliyoruz.

Türkiye aralıklarla ama sistemli ve sürdürülebilir krizler yaşayan bir ülke. Gerek terör, gerek ekonomik, gerekse siyasi krizler ve azımsanamayacak doğal afetler nedeniyle tarumar olmuş bir topluluk… Her evde bir acı var. Her eve denk gelen bir intikam duygusu olmamalı. Acı ve intikam gözümüzü köreltmemeli. Herkes birbirinden intikam aldığında hukuk kalmıyor.

Nurcu, Fettullahçı, Fenerbahçeli Galatasaraylı, Kürt Türk… Kadın erkek, Müslüman gavur, dağdaki şehirdeki… AKP’li CHP’li… diye böldük bölündük.

Son günlerde Atatürk’ü anar olduk. Madem Mustafa Kemal Atatürk’ü anımsamaya karar verdik, “Ne mutlu Türküm diyene” cümlesini hangi şartlarda söylediğini anımsamak iyi olmaz mı? Bunun için tarih bilgisine, matematik, felsefe, ahlak, fen bilimleri bilgisine ihtiyaç var. Krizleri bir tek bilgi ve sağduyuyla durdurabiliriz.

Kriz gelince ne olur?

Kriz başka krizleri tetikliyor. Büyük olanları fark ediyor, küçükleri konuşmuyoruz! İlgili ilgisiz her krizde artçılar bulunuyor… 2011’de Japonya’da meydana gelen 9 şiddetindeki depremin ardından Fukuşima I Nükleer Santrali’nde atmosfere radyoaktif madde salınmasına sebep olan bir dizi patlama yaşandı. Ölü sayısı 20 bine ulaştı. 250 binden fazla insan evsiz kaldı. Başka krizlerde ruhsal çöküntüyü ölçmek kolay olmayabilir, Fukuşima felaketi intihar vakalarını tetikledi. Resmi verilere göre 2011 yılında 30 bin 651 kişi intihar ederek hayatına son verdi.

Öncesinde yaşanan benzer bir başka krizde konunun psikoljik boyutuna takılmaya bile fırsat kalmadı. Anımsayın, Çernobil sonrası o kadar çok ölüm yaşandı ki, intihara zaman ve takat kalmadı. Nükleer facianın yarattığı radyoaktif kirliliğin ortadan kalkması için 48 bin yıl, bölge halkının normalleşmesi için 600 yıl geçmesi gerektiğini öğrendiğimizde bugün nesillerin hala artçıları yaşıyor olacağını idrak edemedik.

Ağır bilanço

Somutlukları daha net ve iyi kavrıyoruz. 15 Temmuz Kalkışması’nın derli toplu bir bilançosunu bulamadım. Sayıların arttığı ve yeni gelişmelerin an be an yaşandığını biliyoruz. Zaten var olan bilanço da fiziki, yaralı ruhları dikkate almıyor: 237 şehit, 2 bin 191 yaralı, 3 kimliği belirsiz ölü, 34 ölü darbeci, 49 yaralı darbeci. 18 bin 756 gözaltı, 10 bin 192 tutuklu…  Adli kontrol ile serbest kalan 2 bin 257,  doğrudan serbest kalan 1993, gözaltı devam eden 4 bin 314. 59 bin 467 kamu personeli açığa alındı, TSK’dan 3 bin 73 kişi ihraç edildi. 55 bin 978 kişinin pasaportu iptal edildi. TSK ile MİT ve Jandarma yapısı değişti. Asırlık 4 askeri lise kapatıldı. Milli Eğitim Bakanlığı 626 kurumu kapattı. Ayrıca bin 43 özel öğretim kurumu kapatıldı. Gazeteler, haber ajansları kapatıldı, şirketlere kayyum atandı…

Sizce alt alta sıraladığımız rakamlar yaşananları özetlemeye yeter mi? Bu rakamlarla ifade edilen acının buzdağının su üstünde kalan kısmı olduğunu düşünüyorum.

En büyük kriz, değişim

Ülkede değişmeyen bir şey kalmadı. Krizi nasıl tanımlarsanız tanımlayın, kaç kategoriye ayırırsanız ayırın krizler, bir ‘dönüm noktası’. Krizin sonrası ise dönüşüm. Krizin nasıl bir ‘dönüşüme’ neden olacağı, kriz yönetim sürecinin nasıl işlediğine bağlı.

Kriz yönetimi, maruz kalınan fiili zararı azaltmak için tasarlanmış bir dizi unsur olarak tanımlanabilir. Amacı, krize yol açan nedenleri tespit edip, durum değerlendirmesi yapmak, en az kayıpla atlatılabilmesi için gerekli tüm önlemlerin alınıp uygulanmasını sağlamak. Krize yol açan faktörleri tespit etmeden, krizi yönetmeye çalışmak belirsizlik yaratıyor. Bilgi eksikliği, kriz sürecinin takip edilmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor. Krizin yarattığı yeni ortam ise korkutuyor. Bir sonraki adımlarını neye göre – nasıl – ne zaman atacaklarını kestiremeyen insanlar paradigma değişimine kolay adapte olamıyor. Bu durum görünen görünmeyen bireysel krizler yaratıyor.

Kriz iletişimi

Kriz iletişimi, kriz yönetiminin hayati bir bileşeni, kriz yönetiminin operasyonel bir parçası. Türkiye’de kriz iletişimiyle medyanın rolünün birbirine girdiğini, gazetecilerin gazeteciliklerini unutup birer devlet yayın organına dönüştüklerini görmek üzüyor. Zaten bu halleriyle devletin kriz iletişimine de yaramıyorlar.

Kalkışma sırasında medyanın üstlendiği rol, hükümetle medya arasında özlenen bir bahara yol açtı, ama taraflar silkelenmeli. Bundan sonrasının iki tarafa da faydası yok. Kamuoyu bilgi alamıyor.

Yalnızca itibara odaklanan geleneksel kriz iletişim yönetiminin zayıflıkları tehlikeli. İtibarı ve maddi çıkarları korumaya odaklandığımızda, her kesimi kucaklamak mümkün olmuyor.  İtibar yönetimini temel alan kriz iletişiminde, ihmal edilen taraflar bulunuyor. Bunlar da çoğunlukla mağdurlar. İtibarı yeniden kazanmak pahasına mağdurlar zaman zaman heba ve feda edilmemeli.

Her krizin mutlaka farklı tarafları var. Kurbanlar ve mağdurlar iyi yönetilmeli. Tarihimizde iyi yönetemediğimiz bir Ermeni soykırımı ve dünyanın dört bir yanında Türkiye nefretiyle, korkusuyla büyüyen, yaşayan insanlar var. Zamanında iletişim yönetimi yapılmadığı için birbirimizi kaybettiğimiz  canlar.

Bugünkü krizden daha fazla mağdur yaratmaktan kolay bir şey yok; okullarından ağlayarak ayrılan gençler, yeni gelenleri okullarına almak istemeyen gençler, babasıyla övüneceği yerde onu reddederek toplumda yer bulmaya çalışacak gençler… Biz büyük yürekli bir milletiz, kuruyla yaş arasındaki ayırımı yapacağımıza, inanmak isityorum.

 

 

 

 

Paylaş