Cevat Çapan, Aydın Boysan

Onlar Dem Akademisi’nin iki köşe taşı! Şair, tiyatro adamı ve çevirmen Prof. Dr. Cevat Çapan ile yazar ve mimar Aydın Boysan…  Bu sohbet çok derin, hayata, yemeye, içmeye ve yaşamaya dair çok özel ayrıntılar ve tecrübeler birer birer dökülüyor kelimelere… Aydın Boysan nasıl yaşanacağını şu şekilde tanımlıyor: “Zaman hiçbir zaman geç değildir ama bazen çabuk ölünür. İnsan olarak görevimiz, öleceğimize göre değil yaşayacağımıza göre yaşamaktır. Vardığım sonuç bu.”

 

Yaprak Özer: Hem mimar hem yazar dedik. İkisine yüreğinizde aynı derecede mi yer var?

Aydın Boysan:  Şimdi bu iki meslek de hanımlara benzemez ki, birini tercih etmek olsun. İkisine de aynı mesafedeyim.

Cevat Çapan : Ben, aslında mesleğim öğrencilik diyebilirim. Yazarlık da bir çeşit öğrenciliğin sürdürülmesi.

Yaprak Özer:  Siz ne zaman tanışmıştınız?

Aydın Boysan:  Ermiş bir adamdır kendisi. Ben ondan evvel dünyaya gelmiş gibi görünüyorum ama o benden çok daha evvel bu dünyaya gelmiş ve ermiş bir adam olarak yaşadı, hala da öyle yaşıyor.

Cevat Çapan: Ben aslında gecikmiş sayılırım Aydın Beyi tanımakta. Ama tanıdıktan sonra da arayı kapamak için yoğun bir dostluğumuz oldu diyebilirim. Tabi sık sık görüşmek zor İstanbul gibi yerlerde. Daha küçük yerlerde dostluklar daha sahici olabiliyor. Ama İstanbul’un elverdiği koşullarda bir araya geliyoruz. Haftada bir düzenli, Cuma günleri.

Yaprak Özer: Cuma günleri toplantısının adı ne?

Aydın Boysan:  DEMAK. Dem Akademisi

Yaprak Özer: Sohbetlerinizi içkiyle renklendiriyorsunuz?

Aydın Boysan:  Sohbetin akademik anlamda deşilmesi, araştırılması böyle saygıdeğer saatlerdir o saatler.

Yaprak Özer: Kaç kişi bir araya geliyorsunuz?

Aydın Boysan:  10-15… haftasına göre değişiyor. Bazı tatil yapan şımarık arkadaşlarımız da var. Ama demin tatili olur mu, olmaz.

Yaprak Özer: Peki siz efendim, müdavimi misiniz?

Cevat Çapan: Ben işte o tatile gidenlerdenim.

Yaprak Özer: Bu taş size miydi?

Aydın Boysan:  Yok hayır ben ona taş atmam, o tatile gidince ben de peşinden gidiyorum.

Cevat Çapan: Geçen yıl şöyle güzel bir şey oldu. Cumaya gelenler bir araya geldik ve çok hoş oldu. Hatta cumadan daha kalabalıktı. Ankara’dan gelemeyenler oraya geldiler.

Yaprak Özer: Peki neler konuşuluyor?

Aydın Boysan:  Çok ciddi şeyler. Ülkenin geleceği nereye gidiyor diye. Şöyle bir durduk düşündük. Bir yere gitmiyor. Konuşmadığımız konu yok ki. Aile meseleleri… çoluk çocuklar… Türkiye’de öğretimin nasıl olması gerektiği, üniversitelerin meseleleri.

Yaprak Özer: Dem Akademisi’nde ara verenler olmuş mu?

Aydın Boysan:  Ben 65 sene içinde profesyonel denizciliğe başladığımdan beri üç sene bir tek damla içmedim. Bunun ikisi tıbbi sorunları, biri psikolojik sorunlardı. İçki hain bir şeydir, arkadan vurur adama. Nasıl içileceğini de nasıl içilmeyeceğini de bilmek gerekir. O nedenle ara verdim ama yine de dostlarımdan ayrı düşmedim, yine onların yanına gidiyordum. Suyla dolduruyordum, üçüncü bardak suda da bayağı keyif alıyordum. Dem bahane.

Yaprak Özer: Siz hiç bıraktınız mı?

Cevat Çapan: Hayır, ilişki olarak bıraktığımı hatırlamıyorum.

Yaprak Özer: Sonra peki başlamak zor olmuyor mu?

Aydın Boysan:  Zor oluyor. Hatta bir defasında bir sene hiç içmedikten sonra yine bir arkadaş grubunda bir yudum aldım, ulan ne mendebur şeymiş bu dedim.

Yaprak Özer: 61 yaşında ilk kitabınızı yazmışsınız. Niye o kadar geç?

Aydın Boysan:  Mimarlığa kendimi o kadar verdim ki, yazı işine geç başlayabildim. Ama proje büromu kapattıktan sonra öyle boş kaldım ki, durmadan kitap yazıyorum. Geçen sene 5 kitap yazdım mesela, hepsi de yayınlanamadı bunun enflasyon olacak diye.

Yaprak Özer: Önümüzdeki dönemde nasıl bir stratejiniz var?

Aydın Boysan:  Strateji filan yok. Ne istersem onu yapıyorum.

Yaprak Özer: Emekli olduğunuzu söyleyebilir miyiz?

Aydın Boysan:  Katiyen ben emekli filan olmadım. Danışmanlıklarım var, kitap yazıyorum, gazete yazılarım var son 3 senedir yine sürekli olarak. Sohbetlerim var, arkadaşlarımla buluşuyorum, benim bir dakikam boş geçmez. Bazı boğanın üstüne böyle otururum ama boğanın karşısına geçip de saatlerce seyretmem. Bu gayet ham bir düşünce bence. Zaman hiçbir zaman geç değildir ama bazen çabuk ölünür. İnsan olarak görevimiz, öleceğimize göre değil yaşayacağımıza göre yaşamaktır. Vardığım sonuç bu.

Yaprak Özer: Sizin de İlk şiiri 1952 yılında yazıyorsunuz ama ilk kitabınız 1985 yılında çıkıyor, arada tam 33 yıl var. Size de bu kadar geç yazılır mı diye sorsam…

Cevat Çapan: Tabi şimdi yaygın bir kanıya göre, şiir genç yaşta yazılır. Böyle şiiri bırakmış bir takım insanlar da var, zaten 20’sinden sonra şiir yazılmaz.

Yaprak Özer: Neden böyle düşünüyoruz?

Cevat Çapan: Şiirle aşkı bir arada düşünenler böyle söylüyor olabilir. Yoksa şiirin geniş bir alana sahip olduğu bilinir. Elbette aşk olmadan meşk olmaz ama, o aşkın ne aşkı olduğu da önemli. Şiir aşkı da bence yıllar sonra da devam edebilir. Ben biraz utangaç olduğum için kitabı geç çıkardım. İlk kitaptan sonra daha çok şiir çevirileri yaptım. Sonra da işte o yüzden gizli şiirdi falan galiba diye dedikodular çıktı.

Yaprak Özer: Sizin çevirileriniz için asıllarından daha hoş diyorlar.

Cevat Çapan: Evet öyle dedikodular var. Yani yan cebime koyduğum, doğru olmasa bile.

Yaprak Özer: Bir insanın önce dilinde kendini ifade etmesi zorken bir de üstelik bir şiiri orjinalinden daha iyi ifade ediyor olmak açısından dille ilgili ne söyleyebilirsiniz?

Cevat Çapan: Şimdi tabi bu doğru değil, burada bir mübalağa sanatı var. Bir çeşit iltifat, övgü. Tabii edebiyat tarihi içinde böyle şiir çevirileriyle ün yapmış çevirmen şairler var. Mesela Fitz Gerald’ın Ömer Hayyam çevirileri İngiliz Edebiyatında özgün antolojilere girer. Yine çok büyük şairler çok önemli çeviriler yapmıştır. Bazen bir usta olarak bir şairi alırısınız, kendinizi de biçimlendirirsiniz yahut da mesela Selahattin Eyuboğlu şair değil gibiydi ama çok güzel şiir çevirileri vardı. Orhan Veli’nin çok güzel çevirileri var, Can Yücel’in var. Bu yüzden bu başarılı çevirilere bakıp, aslından güzel diyenler oluyor.

Yaprak Özer: Sizin zamanla aranız nasıl?

Cevat Çapan: Benim mesleğim çok güzel bir meslek, öğretmenlik yapıyorum. 60’dan beri demek ki, 43 yıldır. Bu insanı genç tutan bir meslek, genç ve güzel insanlarla birliktesiniz her zaman. Bu insana olumlu güç kazandırıyor, başka işler de yapıyorsunuz. Yani bir kere başka insanlarla birlikte yaşıyorsunuz, başka insanların yaratıcılığına katkıda bulunuyorsunuz. Çok büyük dostluklar kuruyorsunuz orada öğrencilerinizle, arkadaş oluyorsunuz ve aileniz büyüyor, çocuklarınız çoğalıyor, torunlarınız oluyor.

Yaprak Özer: Herkes anılarınızı okuduktan sonra, orada sizin konuk ettiğiniz kitaplarınıza, ne güzel yazmışsın dediler mi yoksa hayır ben böyle değildi, şöyleydi diyenler oldu mu?

Aydın Boysan:  Duymadım, belki düşünen olmuştur bilemem. Yanlış bir şey yazmadım, herhalde kendisine yakışmadığını düşünen şeyler olsa bile gerçek olduğunu bildikleri için korkudan itiraf etmemiş olabilirler.

Yaprak Özer: Şundan sordum, bir dergiye röportaj vermişsiniz. Dünyanın en seksi kadını kim diye sormuşlar, siz de ne demişsiniz hatırlıyor musunuz?

Aydın Boysan:  Bedia Muvahhit dedim, 90 yaşındaydı o zaman. Bu cevabı verdiğim adam yüzüme bakmaya devam etti. Ben de ona dedim ki, sen onu Papazın Kızı rolünde gördün mü? Hala aklımdan çıkmadı bakın, Bedia Hanım dünyayı terk ettiği halde hala aklımdan çıkmadı.

Yaprak Özer: Birlikte paylaştığınız aklınıza gelen bir anınız var mı?

Cevat Çapan: Mesela Aydın Beyin sözünü ettiği Bedia Muvahhit’i ben de gördüm çocukluğumda, katılırım bu değerlendirmeye. Yaptığımız yolculuklar da, mesela Urla’ya gitme hikayesi çok sık güldüğümüz bir şey. Her yıl İzmir kitap fuarına gittiğimizde Urla’ya gidip orada akşam takıntımız var. Bir de bizim toplantılarda müzikal olsun istiyoruz böyle bir merakımız da var.

Yaprak Özer: Anlılara devam edelim. Sizin Vehbi bey ile güzel anılarınız var. Vehbi bey ile hiç uyuşmuyor muşsunuz galiba?

Aydın Boysan:  Ahbaplık etmek için ille de uyuşmak şart değil. Uyuşmamak da bir ahbaplık sebebi oluyor. Vehbi bey hesabını iyi bilen biriydi. 30 sene Erdek’te ucuz bir otele gider ve yıllar sonra ısrar etti beni de oraya tatile götürdü. Dördüncü günün sabah gideceğim, hesabı istedim “Alamayız”dediler Vehbi bey öyle dedi şaşırdım kaldım. Aradan 5-10 gün geçti İstanbul’a döndük Pazar yürüyüşündeyiz; “Vehbi bey beni mahcup ettiniz, Erdek’te hesabımı ödemişsiniz” dedim. “Sen onu bırak ekstra amma çok içmişsiniz” dedi.

Yaprak Özer: Farklı kişiliklerinizden dolayı hayretle bakarmış, sizde hayranlıkla.

Aydın Boysan:  Uludağ’da tatile gitti 1975 senesinde idi galiba. Vehbi bey 2 gün sonra bana 500 kelimelik mektup yazdı. “Sizi seven bir büyüğünüz olarak…” başlıyor. Bana, “içme” diyor. Mektubun bir kopyasını benimle aynı odada kalan karına yolluyor.

Yaprak Özer: Eşinizin bu duruma tepkisi nedir?

Aydın Boysan:  Biz 55 yıllık evliyiz. Eşimin hayran olduğum tarafı içki konusunda bana akıl vermekten hiç vazgeçmeyişi.

Yaprak Özer: Cevat beye sizin anılarınıza döndüğümüzde siz yıllar önce çok genç bir çifte kefil oluyorsunuz ve başınıza gelmeyen kalmıyor. Güveninizi yitirdiğiniz oldu mu?

Cevat Çapan: 12 Mart Dönemi. Hayır olmadı. Bir ahşap köşktü, 3 daireli… Ev sahibine kefil oluyorum kiralarını öderler diye. Sonra onların gizli örgüt üyesi olduğu çıktı ortaya ve benim bunu bilmeyeceğime inanmadılar sorguya çekenler. Ben o zamanlar üniversite öğretim üyesiydim. Karımı kızlarımı sorguya çekiyorlar kim geliyor kim gidiyor bu eve diye.

Yaprak Özer: Siz ö dönemler öğrenmeyi ve öğretmeyi hiç bırakmıyorsunuz?

Cevat Çapan: Evet.

Yaprak Özer: Ben biraz mimarlıktan bahsetmek istiyorum. Mutlu musunuz İstanbul’un halinden.

Aydın Boysan:  İstanbul’un nüfusu ilk kez 1950 yılında 1.000.000’nu aştı. Şimdi 15.000.000. Gebze’den Küçükçekmece’ye kadar. Bu şehir bütünleşti kaymakamı başka, valisi başka hiç önemi yok. 3 tane Finlandiya, bir buçuk Yunanistan kadar nüfuz İstanbul’da yaşıyor. Bütün büyük şehirlerimizin yarısı kaçak, ruhsatsız yapı. Planlı yaşanmadıkça gelecek tehlikeye girer. Biz geleceği düzen altına almadık ve şehirlerimizin durumu yürekler acısıdır. Bir deprem bizi talihsiz matemlere gömer ne yazık ki.

Yaprak Özer: Biz bir türlü ders almıyoruz, ama estetik açısından ne diyorsunuz?

Aydın Boysan:  Bunun estetiği kalmıyor.

Yaprak Özer: İstanbul güzel bir şehir…

Cevat Çapan: Evet güzel bir şehir. Bazı arsızlıklar, aç gözlülükler insanların estetik gibi kaygılarını ortadan kaldırıyor. Mesela New York şehri için bir yazar, “burası lanetliler şehri” diyor çünkü çok şey istemişler. Başkalarının hakkını ellerinden alarak çok şey istemek, başkalarını hiçbir şey bırakmamacasına çok şey istemek gerçekten lanetlenecek şeydir. Bunu burada da yaşıyoruz, çok şey isteyen insanlar var. Herkesin yararlanmasını istediği yerlere el koyanlar var.

Yaprak Özer: Tuhaf ama hepimiz istiyoruz yani ne istediğimizi bazen bilmiyoruz. Bir bilinç mi yok? Başkalarının hakkını alıyoruz, küçücük yeşil alanı alıyoruz, yollarımıza sahip çıkmıyoruz.

Cevat Çapan: Bunun temelinde duyarlılık eksikliği var. genellikle okullarda kafa eğitimine, düşünce eğitimine çok önem verilir.

Cevat Çapan: Duygu ile düşünceyi birbirinden ayırmamak gerekir, duyguyla düşüncenin ayrışması diye bir dram yaşamış insanlık. Bunu bazı toplumlar daha çok yaşamış. Duyguyla düşünceyi birbirinden ayırıp bir akıl eğitimine önem veriyoruz, bunu ne kadar becerebiliyoruz bilmiyorum. Ama duyarlılık eğitimi dediğimiz şey, hemen hemen hiç yok. Duyarlılık halbuki çok önemli bir şey. Duyarlılık güzellilik duygusu, bu yüzden yeşillik de gidiyor, duygular da gidiyor. O yüzden kötü sanat, kötü binalar yapılıyor, çirkinlik yaygınlaşıyor.

Aydın Boysan:  Vaktiyle İstanbul’da geçen yüzyıllarda Üsküdar ve Cihangir yerleşmeleri var. Buralarda insanlar arsalarını birbirlerine saygı davranışları içinde kullanmışlar. Manzarasını kesecekse kimse oraya cumba çıkmamış, kaçak çıkmamış. Toplum ahlakı, insan ahlakının üstün seviyeye varışı sorunudur. Şimdi kaçak yapılar, ruhsatlı yapıların önüne kat çıkıyor. Bu ahlaki seviyede yürekler acısı noktaya gelişimizin aynasıdır.

Yaprak Özer: Niye böyle olmuşuz?

Cevat Çapan: Bunların hepsini organik bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Bunların hepsi sadece Türkiye’ye özgü bir hastalık değil bu.

Yaprak Özer: Tabi her yerde, Türkiye’yi kendi evimiz saydığımız için söz ediyoruz, ama her yer aynı.

Cevat Çapan: Organik yaşama biçimi ortadan kalktıkça, yani insanların birbirleriyle birebir ilişkileri olan komşuluk, mahalle hayatı gibi şeyler yaşanabilirse;  büyük şehirlerin yabancılaşması başlamadan yaşadığı gibi yaşayabilirlerse insanlar, yahut ortaya çıkan sorunları ona göre düşünüp belirlerlerse. Bu tabi bilinç ve duyarlılık sorunu.

Aydın Boysan:  Ben Samatya’da Nallıkapı Çıkmazı’nda oturdum, insanların hepsini hatırlıyorum. İsimleriyle, görevleriyle ve çehreleriyle birlikte. O zamanlar insanlar sokakça, mahallece birlikte yaşarlardı. Etiler’de 35 senedir bir apartman dairesinde oturuyorum, en üst kata 3 sene önce gelenlerin yüzünü görmedim bir daha. Kopma var.

Yaprak Özer: Diğer toplumlarda da oluyor. Bu çok fazla insan bir arada yaşamaktan mı? Kentlerin nüfuslarının bu kadar artmasından mı? Çok çalışmaktan mı, hiçbir şeye vakit bulamamaktan mı?

Aydın Boysan:  Kent nüfusunun artışının etkisi var ama yaşama biçimi değişti. Artık birlikte yaşamak değil yan yana yaşamak başladı.

Yaprak Özer: Dem Akademisinden söz ettik peki bu Tekel Takımı nedir?

Aydın Boysan:  Tekel takımı, eski dem takımlarından biriydi. Otuz sene kadar devam etti. Yarısı dünyamızı terk etti, yarısının da dünyasına içki yasağı geldi. Şimdi artık hayatta kalanlarla mevsimde bir toplanıyoruz.

Yaprak Özer: İlginç bir anınız var Vitali Hakko’yla, anlatır mısınız?

Aydın Boysan:  Haluk Baysal arkadaşım vardı benim rahmetli oldu. Bizi bir öğle yemeğine davet etti. Haluk arkadaşım, Beşiktaş çarşısında bir yere gidelim dedi, cumartesi öğlen. Şimdi oturduk iki kişi, Vitali daha gelmedi. Haluk masaya baktı, “…bu örtüyü kaldır…” dedi garsona. Sonra salata geldi, bu; “…salatayı kaldır sirke koymuşsun…” dedi. Rakının markasını beğenmedi, “onu da götür” dedi. Garson aldı hepsini götürdü,  “size servis yapmıyorum” dedi, bizi resmen kovdular. Kapıya çıktık, biraz sonra Vitali geldi. Niye girmediniz içeri, buradasınız? “Nasıl girmedik” dedim ya “girdik,  ama senin bu hassas mimarın var ya, ömrümde ben çok meyhaneden kovuldum ama ilk defa içmeden onun yüzünden kovuldum…” dedim.

Yaprak Özer: Bir de sanırım bir kere bir davette, siz ayakta durmaktan yoruluyorsunuz, bir köşeye şöyle bir oturayım diyorsunuz.

Aydın Boysan:  Ha oturayım dedim ve ben kanepeye yaklaştığımda yakışıklı bir adam düğmelerini ilikleyerek, “…buyurun Aydın Bey…” dedi. Buyurun efendim niye rahatsız oluyorsunuz dedim. “Rahatsız olmak ne demek dedi, siz bizim velinimetimizsiniz…” dedi. “Bu da nereden çıktı” dedim, “Ben TRT’nin genel müdürüyüm” dedi. Dostluk hala devam ediyor, görevinden ayrıldı ama.

Yaprak Özer: Var mı başka aklınıza gelen anınız?

Cevat Çapan: Okurken üniversitede bir arkadaşımızın, oğlunu ziyarete gelmişti. Oğlu bizi babasıyla beraber bir yemeğe davet etti. Ne yapıyorsunuz dedi burada, ne okuyorsunuz. İngiliz Edebiyatı. Aç kalacaksınız dedi. tabi yemek boyunca özür diledi. Neredeyse dediği doğru çıkmak üzereydi. Döndükten sonra iş arıyordum, Yeşilçam’da asistanlık, rejisörlük filan diye. Orada tabi hızır gibi Sebahattin Eyüboğlu’yla tanıştık. Yani aç kalmadım diyebilirim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Paylaş