Mevsimlerden; olmak ya da olmamak

Glasgow’da müthiş bir zirve gerçekleşiyor. Daha önce tüketim merkezi Paris’te yapılmıştı… Moda cenneti olarak da bilinir “yeni” marka meraklıları tarafından. Paris Anlaşması, “olmak ya da olmamak” bilincini rafa kaldırmış Meclis tarafından onaylandı ve bu hafta yürürlüğe girdi. Anlaşmanın ana fikri “olmak ya da olmamak”. Var olacak mıyız yoksa yok olacak mıyız…

Bu söyleşi “olmadığımız” Glasgow zirvesi adına günceli ve gündemi yakalamak üzere televizyoncu Güven İslamoğlu’ya yapılan bir söyleşidir.

Bilsem de hepimiz aynı gemideyiz, gerçeklere inat “önce can, sonra canan” diye sordum… İçim yanıyor, saklayamam. O kadar gecikmeli, o kadar hatalı ve o kadar yanlış ki adımlarımız…  Önemli de olsa varlıkları 3-5 kişi hariç dünyanın topunun yana yana yer aldığı zirvede ayak izi bırakmamak(!) olmuyor işte olmuyor.

Fantastik konuşmaları bırakalım, çevreci görünmekten vaz geçelim. Gerçeklerle yüzleşelim lütfen. Dişimi fırçalarken suyu kapatıyorum, kullanmadığım odada ışık açmıyorum seviyesinden çok uzaktayız. Bunları geçtik, hala övünenlerden uyanmalarını ve ayılmalarını rica ediyorum. Dostlar alışverişte görsün bitti. Şimdi mevsimlerden “olmak ya da olmamak” zamanı.

Şu soruyu sorar mısınız: bugün karbon ayak izimi düşürmek için ne yapabilirim? Şöyle yanıt vermeye ne dersiniz; yürümek, bilinçli yemek… hatta başlamışken dolapta biriken “kömür” tanelerini boşalmak.

 

Yaprak Özer: Nereden başlayalım?

Güven İslamoğlu: Paris Anlaşması’ndan… İki kategori var gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler. Gelişmiş ülkeler gelişirken dünyayı kirlettiler. Bu gerçek. İklim değişmeye başlayınca panik yaşandı. 1994’te 195 ülke bir araya geldi “durduralım” dedi. Dediler ki siz zenginleştiniz bu konuda yani dünyayı kirlettiniz ve zenginleştiniz, cebinizden bir miktar para verin, gelişmekte olan ülkeler var, o ülkeler de bunu değerlendirsinler, ortak bir yol bulalım; henüz bu ortak yol bulunamadı. 1995’e kadar geldi bu süreç. Paris Anlaşması; COP 1. ilk defa uluslararası düzeyde taraflar bir araya gelerek bir sözleşme yapalım dediler; sistem otursun, 5 yılda bir de bu sistemi kontrol edelim. 5 yıl dolduğu için nereye gideceğimizi konuşacaklar.

Şimdi süreçte Türkiye öyle ilginç bir noktada ki; ne gelişmiş ülke, ne gelişmekte olan ülke ya da iki kategoride de yer alıyor. Zamanında bir anlaşma yapılmış. “Biz gelişmiş bir ülkeyiz” demişiz. Bu kategoriye girdiğiniz zaman, siz para veren ülke, zengin ülke konumuna düşüyorsunuz. Türkiye şimdi diyor ki; “ben gelişmiş bir ülke değilim”. Onlar da, “masaya oturduğumuzda öyle demediniz” diyor. Basitçe anlatıyorum.

Karbon salımımız belli, %18 – %20 civarında. Bu anlaşmanın özelliği nedir? Bir: Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmamız gerekiyor. İkincisi gelişmekte olan ülkelere yatırım yapmanız… onlar da havayı kirletmeden gelişebilsinler. Bir de karbon salımı 1,5 derece indirme sözü vermeniz gerekiyor.

Türkiye karbon salımı konusunda aşağılarda yer alıyorum, bana para verin diyor. Fon alacağımız için de imzalamıştık, onayladık Paris Anlaşması’nı.

 

Yaprak Özer: Neresinden bakarsak bakalım başından itibaren kötü bir yönetim; işimize geldiği zaman gelişmiş olup, işimize gelmediği zaman gelişmemiş olmak. Bunlar keyfi şeyler olmamalı.

Güven İslamoğlu: Hata yapılmış.

 

Yaprak Özer: Evet, sonra yani bugün bir iletişimci olarak baktığımda para karşılığı iklim krizine, kabul ediyormuş iletişimi yapılmış olması da insanın canını sıkıyor. Hadi bırakalım algı- itibarı gerçeklere bakalım; araştırmalara göre Türkiye’nin hedeflere ulaşması çok zor. Siz doğada ne görüyorsunuz, önemli problemimiz ne, geride bıraktığımız yangın mı, denizlerdeki müsilaj mı, aşırı ısınacak olmamız mı, susuz yazlar, soğuk kışlar mı? Bir de toprak var tabii. 

Güven İslamoğlu: Türkiye diye düşünürsek olmuyor. İnsanlık büyük bir sorunla karşı karşıya. Birleşmiş Milletler’e üye 197 ülkede aynı sorunlarla karşı karşıya. İklim değişikliği böyle giderse ne Türkiye’nin ne de diğer ülkelerin şansı olmayacak. Kuraklık, volkanlar devreye girerse… Dünya ısınıyor, dünyayı soğutacak mekanizma volkanlar, son günlerde volkanik faaliyetlerin çok arttığını görüyorsunuz. Kıta levhalarının yanında yer alır volkanlar. Buzul eridiği zaman kıtalar hafifler. Antartika gibi kıtalar hafifler ve diğer levhaları etkiler. Dünyada hep böyle olmuş yok oluşlar. Bir patlama bütün dünyayı etkiliyor ve büyük sorunlar yaşıyorsunuz. Kuraklık yaşıyorsunuz, soğuma dönemine giriyorsunuz. Biz soğuma dönemine de girebiliriz. Tüm dünyayı bekleyen tehlike. En büyük etki ısınma ve kuraklık. İkinci büyük faktör iklim göçleri, zorlayacak konulardan bir tanesi. Kuraklıktan, susuzluktan aç kaldığı zaman ne yapacak…  Kuzeye doğru yönelecekler. İlk kapı Türkiye. Tahıl stoklarımız olabilir, kendimizi idare edebiliriz ama iklim göçlerini nasıl durduracağız? Avrupa ile beraber hareket etmemiz gerekiyor. Türkiye, “benim o kadar param yok” diyor. Yılda 100 milyar dolarlık fon oluşturalım. 70 milyar dolarda tıkandı kaldı.

Dünyada en çok karbonu bırakan ülke Çin. Çin’i durdurmadan bu iklim değişikliğini durduramayız. Biz kendimizi düzeltsek bile, Çin’i durdurmamız gerekiyor. İklim değişikliği konusundan sorumlu bir numaralı ülke, dörtte birinden sorumlu. Çin hareket etmezse, bizlerin hareket etmesi bir işe yaramıyor.

 

Yaprak Özer: İşin siyasi tarafı gerçekten tatsız. Hala kömüre yatırım yapılıyor.

Bu arada ABD de yapıyor.

Güven İslamoğlu: Biz de yapıyoruz. Çin, aslında kişi başına düşen karbon salımı sıralamasında son sıralarda. ABD’ye göre neredeyse yarı yarıya kişi başında. Nüfusundan dolayı. Çok kalabalık oldukları için total olarak karbon ayak izleri çok yüksek. Bu kadar nüfusu dünya kaldıramaz. O kadar hammadde yok.

 

Yaprak Özer: Ne yapmalı?

Güven İslamoğlu: Yönetimde olsam, yapacağım ilk iş yeraltı su kaynaklarını korumaya alırım. Bitki desenini değiştiririm, sulu tarımdan vazgeçer kuru tarıma dönmeye çalışırım. Konya Ovası’nda şeker pancarı ekiyoruz. Hayvancılığa destekleme verdik. Hayvancılık için mısır lazım… Buğday bire 3 su ister, o bire 6 – bire 7 su istiyor. Bunlardan vazgeçmeye başlarım. Kişi başına düşen su miktarımız azalıyor bin metreküpe yaklaştık, su fakiri olabiliriz. Yerel ırkları korumaya alırım. Kömürden mutlaka çıkmamız gerekir. Güneş enerjisine, alternatif enerji kaynaklarına, rüzgara dönmemiz gerekir. Kömürden çıktığımız zaman nükleer santrallere ihtiyaç olabilir. Dünya yüz bin yıl sonra olabilecek bir şeyi şimdiden hareket ettirmeye başlarsa, volkanlar devreye girerse, kül bırakmaya başlar ve dünya soğursa güneşten ve rüzgardan yararlanamazsınız. Alternatif enerji kaynağınız olmalı…

Karbon ayak izimizi düşürmemiz lazım. İsrafı azaltmamız lazım.

 

Yaprak Özer: Bir parantez açsanız, hibrit santral yapısına gidiliyor. Nükleer ile rüzgar ve güneş enerjisi; mevsimsel özelliklere göre kokteyl içerisinde…

Güven İslamoğlu: Doğru.

Beş kez yok oluş yaşanmış, 6’ya gidiyoruz. Volkanlar, termostatı bu işin. Volkan soğutmazsa planktonlar soğutabilir. Müsilaj dediğiniz planktonların salgısı. Aslında dünyaya oksijen veren, karbon emen canlılar. Bu canlıların bir kısmı da sülfür veriyor. Bu sülfür de dünyayı soğutuyor, farkında değiliz. Denizleri yok ederken hayat damarlarımızı çürütüyor kendi hayatımızı riske atıyoruz. Dünya bir şekilde kendini soğutacak; 1 – 2 – 3 derece gidilemez. Dünyada hiçbir canlı yaşayamaz. Bir şekilde soğuyacak. Hep öyle olmuş; 150-200 bin yıl sonra olacak bir şeyi biz kapımıza kadar çektik, farkında mı insanlar? Kuzey ülkeleri iklim değişikliğinden yararlanacak, zenginleşecekler. O yüzden aşağıyı pek düşünmüyorlar. Türkiye sınırda yer aldığımız için kendimizi düşünmek zorundayız. Kömürden vazgeçmemiz gerekir. Çin’i, öbürünü durduramayız ama geri kalan 4’te 3’lük bir sorun var.

 

Yaprak Özer: Türkiye için alınması gereken önlemlere devam edelim mi?

Güven İslamoğlu: Enerji çeşitliliğini artırırım. İklim değişikliğine dayanıklı gen kaynaklarını korur ve oraya geçiş yaparım.

Başta, eğitim. Eğitim sistemini komple değiştirmemiz gerekir. En başta çocuklarımıza eğitimi vermemiz gerekiyor. Ebeveynler çocuklarına bu konuda eğitim verecekken maalesef çocuklar ebeveynlerine eğitim vermek durumunda kaldılar. Öyle bir süreçteyiz. Ebeveynlerinin yetiştirdiği değil kendi kendilerini yetiştiren, çevreci çocuklar geliyor. Kuzey ülkelerinde israf yok. Bu bilinç oturmuş. Yere attıkları şeyin bir hammadde olduğunu biliyorlar. Onu üretmek için dünyayı kirlettiklerini biliyorlar.

Türkiye’de günde 6 milyon ekmeği çöpe atıyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde yok hem hammadde hem su kaynakları, hem karbon açısından, hem enerji açısından çok önemli bir kayıp. Almanya nükleer santrallerinin bir kısmını kapatıyor. Kapatıyor ihtiyacı yok. Çünkü çok eski, yenileme ihtiyacı duymuyor. Çünkü Almanya’da ısı yalıtımı %100. Türkiye’deki binaların ısı yalıtım oranı %18… %82 havayı ısıtıyor. Kömür de yaksanız, nükleer de yapsanız, güneş de yapsanız siz ısı yalıtımını durdurmadığınız sürece havayı ısıtacaksanız. Biz kentsel dönüşüme girdik, hala halledemedik.

Mesela yaş sebze üretimi 48 milyon ton civarında. Yaş sebzenin 18 milyon tonunu yemeden çöpe atıyoruz üretimde, kullanım aşamasında. 18 milyon ton, Litvanya’nın ürettiği yaş sebze kadar biz çöpe atıyoruz. Karbon ayak iziniz tabii ki yüksek olacak.

 

Yaprak Özer: Bir Türk olarak birileri bunlardan kazanıyor diye mi düşünmeliyim? Hep kötü mü düşünmeliyim? Yoksa, ne yapmalıyım?

 

Güven İslamoğlu: Örneği var Hollanda. Hiç ziyan etmeden taşımasını beceriyor. Yani nakliye aşamasında özel kasalar kullanıyorlar. Kasalar pahalı. Bizimkiler ucuz kasalar kullanıyor. Domates bir yerden çizildi mi gelene kadar gidiyor haliyle. Nakliye aşamasında zaten yarısı gidiyor. Toplama aşamasında da aynı şekilde. Çünkü tarım tekniklerimiz yeterli değil. Avrupa’da öyle değil. Gelişmiş tarım teknikleri kullanılıyor. ABD’de topraksız tarıma geçildi. Bizde de yavaş yavaş topraksız tarım var ki, küresel iklim değişikliğinden kurtulmamızın yollarından bir tanesi.

 

Yaprak Özer: Nasıl topraksız tarım?

Güven İslamoğlu: Tarım topraklarımız çok kirlendi. Fazla ürün alamıyoruz. Çok fazla gübre koyuyoruz çok fazla ilaç kullanıyoruz. Bu tabii karbon ayak izimizi artırıyor ve dünyayı da kirletmeye devam ediyoruz. Küresel iklim değişikliği olursa toprağı kullanamayız. Toprak donar ya da kuraklıktan dolayı kurur. Kapalı alanlarda bitkilerin topraktan aldığı besini su vererek ürün üretmek. Devasa bir fabrika, kat kat, kat kat, kat kat raflar var. Köklerine sadece alttan su veriyorsunuz, toprağı yok, altına, atıklardan hazırladıkları bir kabuk döşeyerek içinde besin olan su veriyorlar ve gelişmesini sağlıyorlar.

Çok tatlı, tadı olmuyor, ama aç kalmazsınız. Topraksız tarımda gübre kullanmıyorsunuz ilaç kullanmıyorsunuz, transferi ve yapımı kolay… devasa tesisler oluşmaya başladı. 9 milyar insanı bu toprakla beslememiz çok zor. Toprağa daha fazla da ilaç, daha fazla gübre de atamayız, sonuçları korkunç olmaya başladı. Topraksız tarımda dengelemeye çalışıyorlar. Aynı zamanda balık çiftliklerinde de.

 

Yaprak Özer: Topraksız tarım Türkiye’de tarımın kaçta kaçı şu anda? İfade edilebilecek bir büyüklüğü var mı? 

Güven İslamoğlu: Ege – Akdeniz Bölgesi’nde, özellikle  İzmir Bölgesi’nde devasa tesisler kurmaya başladılar. Türkiye’de giderek yayılıyor. Yanılmıyorsam %1 – %2 civarında Şimdi karbon salımını durdurdunuz ama havada karbon var. Bu karbonu tutmanız lazım. Bu karbonu tutmanın yolu, yeşil bitkiler. İsveç’te bir firma karbon tutma makinesi geliştirmiş. Havadaki karbonu alıyor – çünkü besin demek, yanda da büyük bir tarım serası yapmış. O karbonu tutuyor, oradan seraya veriyor, seradaki bitkiler o karbonu alıyorlar, emiyorlar. Oksijen veriyorlar, o karbonu köklerine alıyorlar hem karbonu depolamış oluyorsunuz hem oksijen üretmiş oluyorsunuz hem de o besini değerlendiriyorsunuz. Çıkan karbonu da kayalara enjekte ediyorlar. Şimdi böyle sistemler var.

Karbon kötü bir şey değil. Karbon, besin. Yani karbon olmasa biz hiç beslenemeyiz. Fazlası zarar. O yüzden karbonu tutmamız gerekiyor. Mesela Çin buna girişti. Çin, karbon tutmak için meralarını yeşillendirmeye başladı.  Yeşil karbonu tutar, depolar. Bizim de yönelmemiz lazım. O yüzden ormana çok ihtiyacımız var. Havadaki karbonu tutmak için. Hatta bizde yasak olan kenevir bitkisi konuşuluyor. Kenevir bitkisinin ağaçtan 6 kat daha fazla karbondioksit depolama özelliği var daha fazla oksijen verebiliyor daha hızlı büyüyor. Tarım topraklarını devamlı çapalıyoruz. Makinalarla parçalıyoruz. Artık ondan vazgeçiyorlar. Tarım topraklarını bırakıyorlar, kahverengi kalmasın, yeşil kalsın. Yeşil kaldığı sürece suyu ve karbonu tutabilir. Birçok ülke karbon tutma çalışmalarına başladı.

 

Yaprak Özer: Türkiye’de böyle bir girişim var mı?

Güven İslamoğlu: Türkiye’de yok.

 

Yaprak Özer: Ormanlar yanarken, ne kaybediyoruz?

Güven İslamoğlu: Bizde yanan ormanı geçelim. Sibirya’da yanan orman daha önemli. Dört  aydır yanıyor, orman bu ekosistemin önemli parçalarından bir tanesi. Bizim korumamız gereken orman aslında Amazonlar. Çünkü dünyanın iklimini değiştiren orman orası. Şimdi şöyle bir şey var. Avrupa’nın ormanlarını toplasanız, Türkiye’deki doğal ormanlar yapmıyor. Doğal ormanlar konusunda zenginiz. Bu yangınlar, evet yangın oluyor ama 10-15 yıl içinde doğa kendini yenileyecektir. Önemli olan bunları yerleşime açmamak. Çünkü anayasayla koruma altında ormanlarımız. 2B denilen yasa sorun. Orman bakımından zenginiz ama şunu söylemek istiyorum, Amazon Ormanları, tropikal ormanlar yok olurken de sessiz kalamayız. Çünkü oksijenin %30’u oradan geliyor. %70 de planktondan geliyor. Oksijen kaynağınız yok olurken Türkiye’den buna sessiz kalamazsınız.

Herkes birbirine muhtaç duruma düştü. Dünyadaki diğer durumlara kayıtsız kalamayız. O yüzden gözümüzü açacağız, Nasıl koruyacağız? Örneğin palm yağı diye bir şey var. Yediğiniz bir patateste, çikolata gibi ürünler, palm yağını kullanılıyor. Tropikal ormanları yok ediyorlar, palmiye dikiyorlar. Siz o çikolataları yediğiniz sürece, ekmeğin üzerine sürdüğünüz sürece onlar onu kesmeye devam edecekler. Yemeyeceksiniz. Diyeceksiniz ki; ben bunu yersem oradaki orangutanların, ormanların yok olmasına neden oluyorum. Yemezseniz, tüketmezseniz o adam onu kesmez.

 

Yaprak Özer: Ne yapabiliriz?

Güven İslamoğlu: Et yemeyi kesin. Etin karbon ayak izi çok yüksek. Türk mutfağında en yüksek, karbon ayak izi et ve köfte gibi ürünler. En düşükleri ise mantı, hoşaf, gözleme gibi şeyler. Bir Amerikalı 110 kilogram tüketiyor, bir Hintli 3 kilogram tüketiyor. Türkiye az tüketiyor.

 

Yaprak Özer: Tabii fakirlik fukaralıktan kaynaklanıyor …

Güven İslamoğlu: Az tüketmemiz hatta daha da az tüketip hayvancılıktan vazgeçmemiz gerekiyor. Belki süt ürünleriyle devam edebiliriz ama eti azaltmamız gerekiyor. Dolaplarımıza bakmamız lazım. Her eşyanızı bir kömür olarak düşünün. Karbon kömürdür.

 

Yaprak Özer: Hangi dolaba bakacağız? Üstümüzdeki giysi dolabına mı yoksa…

Güven İslamoğlu: Kıyafet, ayakkabı dolabına bakın, hepsi kömür. Almayın, giymediklerinizi paylaşın. Kömürü paylaşın.

Çöp, fazlaysa bu bir problem. Atık üretmemeye çalışın. Organik pahalı, ama destek olmanız lazım. Destek olacaksınız ki o devam etsin. Yerli ürün alacaksınız, ithal geleni almayacaksınız. Arabayı kullanırken her şeye dikkat edeceksiniz. Kullandığım araba hibrit, sponsorlu. Benzini sponsorum veriyor. 80 ile mi gitmeliyim, 90’la mı gitmeliyim, ne kadar randımanlı kullanırsam doğaya daha az zarar veririm hesaplamaya çalışıyorum.

Yerken, içerken, karbon ve su ayak izinizi hesaplamanız lazım. Bir domatesin yarısını yediniz yarısını attınız. Bilmeniz lazım ki; domates için gübre, enerji, transferi, ilaç, emek kullanıldı. Bunu yaratmak için dünyaya çok fazla karbon bıraktık -ekmek de aynı şekilde. Dilimli ekmek alın, somun almayın. Dilimli pahalı gibi görünüyor ama totalde baktığınız zaman değil. Yiyebileceğiniz kadar alırsınız. Yani insanların adım atarken düşünmesi gerekir.

Giyim masraflarınızı düşürün, yiyecek masraflarını düşürün, enerji masraflarını düşürün, su parası masraflarını düşürün. Hem kesenize bereket gelir hem de doğaya katkı sağlamış olursunuz.

 

Yaprak Özer: Müsilaj… girilemeyen denizler nasıl bir yaz olacak? 

Güven İslamoğlu: Müsilaj; görüntü kirliliği. Müsilaja herkes bu kadar takıldı. Marmara Denizi’ne bu kadar fazla kimyasal bırakırsanız oradaki hayvanlar da bundan beslenirler. Planktonun fazla olması, planktonun beslenmesinin çok olması zararlı değil, yararı var ama bıraktığı salgı, görüntü kirliliği ve deniz ekosisteminde bazı sorunlar yaratabiliyor. Çünkü kapalı bir havza orası. Dikkat ederseniz müsilaj genellikle Marmara’nın kuzeyinde değil, güneyinde görüldü. İstanbul’un yıllardır bütün kirliliği kanallarla açık denize bırakılır denir ama o aşağı tarafa dolmuş vaziyettedir. Yeni yeni atık arıtma tesisleri yapılıyor. Bunlar devreye girecek. Hala Ergene leş gibi hala Saroz Körfezi’ne atık bırakıyor.

Orman yangınları kaderimiz, küresel iklim değişikliği böyle giderse, nem oranı bu kadar düşerse ormanları korumak gerçekten çok zor.

 

Yaprak Özer: Söndürme çabaları?…  

Güven İslamoğlu: Enerjisi çok yüksek. İlk anda müdahale edemezseniz, isterseniz 100 tane uçak getirin.

 

Yaprak Özer: Her şey aktardığınız çözümlerdeki kadar basit mi aslında?

Güven İslamoğlu: Yapabileceğimiz o kadar şey var ki. Şu anda doğa için konuşuyoruz, şu anda cep telefonu üstünden ben hep şey görüyorum; karbon C ile gösterilir ya böyle C’ler uçuşuyor şu anda.

Günde 350 milyon mesaj atılıyormuş. Atılan mesajların karbon ayak iziyle havada uçan uçağın karbon ayak izi aynı. Farkında mıyız? Farkında değiliz.

İşte, insanlara benim anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki yapılmaması gereken, sorun şu; 2050’de ya da 2060 yılında bu dünyada insan olacak mı olmayacak mı?

 

Yaprak Özer: Çok yakın, çok yakın bir tarih.

Güven İslamoğlu: Doğanın bir sorunu yok. Herkes bunu bilsin. Orman yanar, kendini yeniler. Ormanları söndürmedik ki, yerleşim yerlerini korumak bütün çabamızdı. Yerleşim yerlerini koruduk, bütün orman yandı. Bir tane ağaç kurtaramadık. Bütün orman gitti Marmaris’te. Doğa zaten hep yenilenmiş. Sorun, biz bu dünyada olacak mıyız, olmayacak mıyız?

2050 yılında 9 milyar insanın 7’ye düşeceğini düşünüyorum belki de 6’ya. Eğer ki iklim krizi böyle devam ederse, volkanlar devreye girerse. Geçtiğimiz günlerde Gulf Stream akıntısının yavaşladığı konusunda bir haber vardı. Bu ne demektir? Kuzeyden gelen soğuk suların aşağıdan gelen sıcak suyu karşılayıp engellemesi demektir. Çünkü aşağıdan gelen sıcak su sayesinde biz ılık rüzgarlar alıyoruz. Eğer soğuk aşağı inerse biz büyük sert kışlar yaşayabiliriz.

Buzullar erirse ne olur? Sular yükselir. Mini buzul çağı yaşarız. 2 yıl içinde mini buzul çağına geçebiliriz iklim değişikliği nedeniyle ya da çok büyük kuraklığa geçebiliriz. İnsanlara bunu anlatmak lazım ki…

 

Niye neyi ne yaptığını anlasın. Sürdürülebilirlik önceleri popülerdi, şimdi ciddiyetini anladılar, halk da bilinçleniyor, halk da istiyor. Yavaş yavaş güzel bir dönüşüm var. Yani siyasette bile bir dönüşüm var. Şu anda siyasiler bile çevre hareketinin oyları 1- 2 puan etkileyebileceğini düşünüyorlar ve bunun için hazırlık yapıyorlar. Siyasette bile… Z kuşağı hünerli bu konuda.

 

Yaprak Özer: Her gün bir gölümüzün kuruduğu haberi geliyor. Bu gölleri kurtarmak mümkün mü? 

Güven İslamoğlu: Gölleri kurtarmak mümkün. Karbon tutmamız lazım. Bataklıklar ve göller en iyi karbon tutucudur. Özellikle bataklıklar. Biz sivrisinek yasası diye bataklıkları kuruttuk. Bizim bataklığa da ihtiyacımız var. Yani bizim… Sulak alanları hareketlendirmemiz gerekiyor.

 

Yaprak Özer: Bolca ödül veriyorlar size, gerçekten neye niye ödül verdiklerini biliyorlar mı?… Bazı görüşleriniz bilseler vermeyebilirler.

Güven İslamoğlu: Şimdi çevre deyince, 2 tane ağacı koruyan ya da bir işte maden -çevreci gibi görünüyorsunuz ya, aslında bu iş başka bir yerde. Bu kısır döngüden çok rahatsızım. Koskoca CEO çevre deyince, efendim dişimi fırçalarken suyu az açıyorum kapatıyorum diyor… Suyu istediğiniz kadar açın. Su gidip geri gelecek. Buharlaşıyor, zaten su döngü içinde var. Sana gelip gelmeyeceği belli değil. Suyun doğayla bir alakası yok. Bırak, o su doğaya gider. Sen o suyu açıp kapamayı kendin için yapacaksın. Çünkü 2 gün sonra dişini fırçalamak için o suyu bulamazsın. Doğanın bir sorunu yok. Ne yaparsan yap, suyu iç, idrarınla bile kanalizasyona gidecek, deniz temizleyecek, buhar olarak geri gelecek. Doğa gene onu alacak. Yıllardır yapıyor bunu. Suyun seninle bir alakası yok, geç onları diyorum insanlara. İşte bir tane ampul kapattım çevreyi koruyorum diyor. Yok. Bir ampul kapatmakla bu iş bitmiyor. İnsanların artık bunu öğrenmesi gerekiyor. Artık bütün hayat şeklini değiştirmemiz gerekiyor. Yani…

 

Yaprak Özer: Çöp ithalatıyla ilgili o yanlıştan dönüldü mü, dönülecek mi, dönülebilir mi?

Güven İslamoğlu: Ya şöyle bir şey var; tabii orada bazı sorunlar oldu, olmadı değil. Bazı ülkeler -İsviçre’de çöp ithal ediyor. İsviçre yakıyordu bir zamanlar. Sonra küresel iklim değişikliği meselesinden dolayı karbon ayak izi çok yükseldi İsveç’in. Yakmamaya başladı, çünkü yakarak enerji elde ediyordu. Şimdi İsveç almayınca, Çin almayınca bazı ülkeler vazgeçince Türkiye’ye bir yönelme oldu. Şimdi kota getirdiler, biraz dengelendi. Depozito meselesini Türkiye’de oturtmadığımız sürece bu çöp konusu hep konuşulacak. Plastik Sanayicileri Derneği hala çok konuşur, hala depozito konusunda adım atmadılar. Yere düşen para etmez, yere düşen para, yani; yere düşen mal eğer para getiriyorsa yerde kalmaz. Para eden yerde kalmaz. Eğer Türkiye’de depozito sistemine geçersek, Türkiye’de yerde plastik kalmaz.

Su konusu da aynı şekilde. Bir ton su firması var, hiç bu konuya yaklaşmıyorlar. Çünkü ceplerinden para gitsin istemiyorlar. Onun için bir organizasyon kurmaları lazım, bir kontrol mekanizmaları kurulması lazım. Herkes düzenin böyle gitmesini istiyor. Bu düzen değişmeli.

Dünyayı kirletiyorsan bunun karşılığını ödemek zorundasın. Vergileri çıkartacaksın, yüksek vergiler çıkartacaksınız, bak bakalım o zaman yapıyor mu? Maalesef Türkiye’de fason firmalar var. Elektrik parası ödemeyen firmalar var. Size fatura kesiyorlar, siz onu geri dönüştürülmüş malzeme olarak gösteriyorsunuz. Ben bunlara şahit oldum.

 

Yaprak Özer: Son söz?

Güven İslamoğlu: Mesela şu anda bugün çok fazla iklim krizine nedir, etkiledik. Peki ne yapabiliriz bugün? Bugün, karbon ayak izini düşürecek bir şey yapalım.

 

Yaprak Özer: Mesela…

Güven İslamoğlu: Araba kullanmayalım, yürüyelim.  Et yemeyelim ya da bir tane eşyamızı paylaşarak dengeleyelim. Basit yani!… Bugün, ben bugün karbon ayak izimi bunu yaparak çok yükselttim, nasıl dengeleyebilirim diye düşünelim ve bu düşünce ile hareket edersek birçok şeyi düzeltiriz. Yapabildiğiniz kadar. Yani bazen…

 

Paylaş