Ya olduğun gibi ya göründüğün gibi; gerçek ol!

Başlığı Mevlana’nın dizelerine atfen kullandım. Biliyorum vara yoka pek çok konuya iliştiriliyor. O günden bugünü görmüş olabilir mi diyecek olursanız, doğruyu görmek ve dillendirmek için kehanete ihtiyaç var mı diye sormak isterim. Bu söyleşinin konusu Yeni Medya. Eskisini anlamadan Yeni’sine geçmenin sancılarını yaşadığımız ortada… Dün de bugün de iletişimin omurgası aynıydı, değişmedi. Temel doğrular! Ya olduğun gibi ya da göründüğün gibi ol kulaklarımda çınlıyor… Aklı olanın yol ayırımında seçimini yapacağı temel yönlenme.

Kendisi olmayan instagram hesapları, doğruyu söylemeyen demeçler… Hangi birini sıralayayım iletişim adına? Üzerine ilave olan Yeni Medya, iletişim altında ezilenleri gömdü ya da yakındır gömecek.

Çalışma alanım ağırlıklı kurumsal dünya olduğu için bu pencereden baktığımda çok değişik problemlerle karşılaşıyorum. Profesyonel yöneticiler kafalarındaki kategorik medya yaklaşımları içerisinde ilerlemek ve oradan çıktılarla  kendilerini anlatmak gibi bir çıkmazın içerisindeler…

Yeni medyanın hayatın kendisi olduğunu ne kadar daha görmemezlikten gelebilirler ben de merakla bekliyorum…  Mevcudiyetimizin de onu duyurmak için kullandığımız iletişimin de temel öğesi içerik… Anlatmakta o kadar zorlanıyorum ki, hala şaşıp kalıyorum.

Medya / iletişim okuryazarlığını çok önemsiyorum… Bu nedenle konuğum İsmail Hakkı Polat. Polat, Yeni Medya konusunda uzman, eğitmen, danışman. Bu uzmanlığın altını doldurmak üzere ilgili birkaç konuyu dikkatinize getireyim; Kadir Has Üniversitesi’nde Yeni Medya bölümünün kurucusu ve öğretim üyesi. Türkiye’de kurulan ilk Yeni Medya bölümü. Aynı zamanda başka ülkelere de yeni medya kuruluşu gerçekleştiren uluslararası bir ekibin içinde. Profesyonel hayattan geliyor, mühendis… Siemens, Nortel Netaş, Ericsson ve Turkcell gibi iletişim ve teknoloji üzerinde hüküm süren şirketlerde yöneticilik yapmış. Eğitim hayatımızda yer edinen tablet temelli üniversite yani uzaktan eğitimin ortaya çıkmasında, mobil ders projesinde liderlik yapmış. Öyküsünü kendi ağzından dinlemek daha anlamlı;

“Ben aslında akademik kariyere sahip bir üniversite hocası ya da öğretim görevlisi değilim. Aksine, teknoloji diye başladığımız fakat daha sonra internetle beraber bilgi teknolojileri ve iletişim telekomünikasyonun bir araya gelmesi, sonra da medyanın onlarla üçlü bir birliktelik – yakınsama oluşturmasıyla vücuda gelen yeni bir alanın takipçisiyim. Profesyonel hayatımda bir mühendis olarak takip etmeye başladım. Profesyonel hayatta takıldığım bariyer olunca işi gücü bıraktım merakımın peşine düştüm. Bu pratik birikimimi uygulama alanı ve deneyim olarak yansıtabileceğim hem de bu yeni alanın gidişatını takip edebileceğim bir açılım olarak gördüm üniversiteyi… Kadir Has Üniversitesi’nde 17 yıldan beri Yeni Medya dersi veriyorum. Yeni Medya dersine başladığımda, youtube yok… sosyal medya dediğimiz şeyler yok, ben hep “–ecek –acak”lı anlatıyordum… Telekomünikasyon endüstrisinde çalıştığımda önce bilgi teknolojileri, arkadan internetin gelişiyle beraber o ağların yakında bir iletişim alanına dönüşeceğini ve bu iletişim alanı üzerinden bireysel, toplumsal, siyasi, kültürel, etik bir sürü etkileri olabileceğini el yordamıyla düşünüyordum. Doğabilecek fırsat ve tehditlerin 17 yıldan beri arayışlarını sürdürüyorum. Sektörel tecrübelerimden gelen olgular, bir de olayları kavramsallaştırma becerim 101 seviyesinde üniversitede işe yaradı. Bu alan, insanlığın 21. yüzyılda temel okuryazarlık alanı olması gerekiyor. Kimilerinin dijital okuryazarlık dediği, yeni medya okuryazarlığı / yeni medya olgusunun tabana yayılması durumunda toplumların huzurlu olacağı, tehditlerle baş edebileceği ve fırsatlardan yararlanarak çıkacağını düşündüm.

Yeni medya dediğim şeyin de sadece medyanın kendisiyle ilgili olmadığını ve geleneksel medyayı içine aldığı halde ona katma değer yaratarak kişileri yayıncı – üretici – tüketici hale getirerek geniş bir taban yarattığını geleneksel medya kuruluşlarının da çoğunluğunu “disrupt” yaratıcı yıkıma zorladığını gördük. Benim öyküm böyle gelişti.

En ileri dediğimiz ülkelerinde bile hala nereye konulacağı bilinemeyen bir alan. BBC Media Action’ın bir projesinde Türki Cumhuriyetlerde başta Azerbaycan, Gürcistan olmak üzere Yeni Medya müfredatları hazırladık. Özellikle Azerbaycan’da yoğun olarak çalıştık. Bu işi ilk vücuda geçiren ekibin içinde yer almak keyif… Gittiğimiz yollarda hiç basılmamış topraklarda yol alıyoruz. Bu da kaşif ruhumuzu besliyor…”

Söyleşimizi youtube kanalımdan da izleyebilirsiniz.

 

Yaprak Özer: Heyecanlı bir dönemi yakalamış ya da yaratmışsınız. Dilerseniz, bundan sonra ne olacağını tartışalım… Facebook, Instagram, TikTok gibi gibi bir sürü şey sıralayabiliriz… Nereye doğru gidiyoruz? Örneğin hala televizyon kurmak için çabalayan ekipler var. Gazete tirajları neredeyse yok hükmündeyken, bunlara büyük önem atfedenleri nasıl yorumlayalım?

İsmail Hakkı Polat: Medya ya da iletişim ortamı dediğimiz şeyin iki temel ögesi var. Marshall McLuhan’ın meşhur sözü, “The Medium is the Message” yani ortamın kendisi mesajdır diye… Burada bir biçim-içerik ilişkisinden dem vuruyor Marshall McLuhan… O da şu: Yeni medyadaki özellikle bu ilişki birbirini besleyerek hem biçimin kendisini hem içeriğin kendisini değiştiriyor. Bizim iletişim ortamı dediğimiz şey, giderek bir yaşam alanı haline geldikçe, eskiden televizyonda radyoda ya da diğer geleneksel iletişim araçlarında gördüğümüz kalıplanmış içerik şekillerinin kendi kısıtlarından kurtularak yeni medya düzeni üzerinde bir yaşam alanı yarattıklarını hem üretici hem tüketici olan kitlelerin içeriğin ötesinde bir kültür yarattıklarını görüyoruz. Şu ana kadar söylediğimiz geleneksel araçların menzillerini hem ulusal bazılarının da yerel bazda olduğunu düşünüyorduk. Yakında hayatımıza girecek direkt çevirici “translator” dediğimiz araçlarla ortadan kalkacak ki, şu anda bile oluyor zorladığınızda Google Translate İngilizcesiyle.

Medya, bu zamana kadar tanımladığımız geleneksel medyadan biçim-içerik ilişkisinden daha farklı; sınır ötesi ve küreselleşecek bir kıvam alacak. İnterneti engellesinler, antenleri kessinler, lisansları iptal etsinler… Burada engellenemeyen bir durum var.

Çin 12. yüzyılda kurduğu Çin Seddi benzerini 21. yüzyılda 1’le 2’yi yer değiştirerek dijital Çin seddi kuruyor. Ona rağmen insanlar bu Seddi aşıyorlar… Genç kuşağın kaslarında bunlar “default” yani doğal olarak geliyor. Yeni yaşam kültürü içinde yaratılan emojiler 21. yüzyılda adeta mağara dönemindeki hiyerogliflere geri döndüren bir kültür… Şimdi o kültürün dili, jargonu, inovasyonu, korsan paylaşım siteleri, Bitcoin dediğimiz paralarına kadar kendi kültürlerini, dijital varlıklarını, dijital medya ve dijital dünyalarını kuruyorlar. Çocuklarımızın hayatları belli çeperleri olan, lokal ama kimi zaman bir küresellik kazanı… Twitter’daki “trending topic” üzerinden ya da olan bir küresel olay üzerinden, kim ne saklarsa saklasın, beceremediği… yanı sıra da manipülasyonun dezenformasyonun inanılmaz yayıldığı küresel dinamikle karşı karşıyayız. Bugüne kadar geleneksel medyalarda araştırmacı gazeteci, editör, muhabir, yayın yönetmeni gibi etik ve hakikati araştırma sorumluluğunu verdiğimiz insanların 20.yüzyılın sonuna doğru vahşi kapitalizmin yozlaşmasıyla kaybettiğimiz ruhu canlandırıyoruz. O ruh yeterince canlanmadığı için “post-truth” gibi manipülatif dezenformatif bilgilerin boca edildiği, hakikati arama sorumluluğunun birey olarak omuzlarımızda bulduğumuz bir dünyanın içindeyiz şu anda…

Medya yaşamın kendisi… İçerik ve biçim, artık birey, toplum, yerküre… Bütün bu çeperlerde kendi bireysel sorumluluğumuzda olduğu bir şeyi yaşıyoruz. Komplo teorileri yayılıyor. Doğrulama mekanizmalarını oluşturamazsak o komplo teorileri içinde sürüklenebiliriz, toplumlar da sürüklenebilir…

Bütün dünyayı bir dijital ağ gibi saran ve herkesin her yere ışınlanabildiği kendi bedenlerini bırakıp öbür taraflarda yer alabildiği bambaşka bir dünyanın içindeyiz. Bunu geleneksel ezberlerimizle tanımlamamız zor olacak…

Yaprak Özer: Bilim kurgu diye izlediğimiz filmlerdeki gerçekliği yaşıyoruz fakat henüz içselleştiremedik.

İsmail Hakkı Polat: Aynen öyle…

Yaprak Özer: Reklam, halkla ilişkiler, habercilik ve pazarlama, bu dünyanın ana unsurları; yol su elektrik gibi kullandığımız hizmetler… Bunlar nasıl bir değişim içerisinde olacaklar?

İsmail Hakkı Polat: Her türlü platformdan sesimizi duyurmak mümkün… Bugün Youtube’u kapatsalar, başka bir platform bulmak mümkün… VPN gibi açık DNS gibi, tünel kazıp gidebilirsiniz, yandan dolaşıp gidebilirsiniz… Bir sürü yolu var… Yeni kuşağın deneyimleri iletişim engellerini aşabilecek şekilde… Aralarındaki haberleşme sistemleri 21. yüzyıl öncesi gerilla biçimleri gibi… Lidersiz, son derece hızlı yayılan kurumların ruhlarının bile duymadığı ya da engelleyemedikleri noktalara geliyor.

Mesela reklamcılık halkla ilişkiler nasıl değişiyor? Youtube’a Google’a Facebook’a reklam verme telaşı var pandemi döneminde… diyelim, Twitter, Türkiye’de temsilci bulundurmuyor, kapanacak. Ne olacak peki? Nerelere gidecek? Buradaki kitlesel dönüşüm şu anda reklamcılık ve halkla ilişkiler topluluklarının henüz bilmedikleri basmadıkları alanlar… Pazarlama için de halkla ilişkiler için de reklam için de… Dilinizi, tonunuzu, iletişim stratejinizi baştan aşağı değiştirmeniz gerekiyor.

Halkla ilişkiler ve reklamcılığın “paid” ya da “earned” diye, medya ezberleri vardı. E şimdi burada kazandığınız şey neydi? Gazeteciler televizyoncular… Şu anda yok ki… Neler var; influencerlar var. Şimdi herkes influencerların peşinde ama influencerlarda da şöyle bir şey var; 4 milyon takipçisi olan bir influencer’ı acaba hangi iletişimde nasıl kullanacaksınız? Nitelik nicelik sorununu nasıl halledeceksiniz?  Yani belli alanlarda “macro influencer” mı kullanacaksınız “micro influencer” mı kullanacaksınız? İçtenliğinizi burada nasıl planlayacaksınız? Açık iletişimde eskiden ne kadar güzeldi değil mi? Gazetede birisi bir şey yazıyor televizyonda birisi bir şey söylüyor; kurumlar hem “haber veren” hem “reklam veren” olduğu için her şey gayet güzeldi.

Mesela bir kişi üründen memnun kalmadığı markaya öyle bir atak yapıyor ki, siz o mecranın ruhuna uygun bir kriz ve itibar iletişimi yapmazsanız, yerle yeksan oluyorsunuz… Eski ezberler üzerinden “Ya işte yorumları silin” mesela, “Aman duyurulmasın bu”, “Aman Twitter’daki şeyleri saklatın” filan, ya da işte “Google’da aramalarda aşağıda kalsın, 3. sayfaya geçsin” falan… Bunlar değil…

Gerçek olacaksınız… Mevlana gibi; ya olduğunuz gibi görüneceksiniz ya da göründüğünüz gibi olacaksınız. Ürününüz kötüyse kötü diyeceksiniz. Burada özür mekanizmasını iyi kullandığınız, kendinizi idealize etmediğiniz, kendinizi yatay konumladığınızı, kimseye tepeden bakmadığınız, putlaştırmadığınız, ikonlaştırmadığınız, sahici olduğunuz ve görüntü verdiğinizde gerçeği bu ekrandan o tarafa yansıtmak durumunda mesela halkla ilişkiler…

Reklam da böyle… Reklamda gerçek olmayan hiçbir şey, propagandanın ötesinde analitik, analitiğin gerçek iç görüleri, o iç görülerden kurulumlar, insanlarla birebir iletişim, dertlerine merhem olma, gerekirse ürünleri hizmetleri segmente etme kişiselleştirmeye gidecekler ki, dijital dünya buna olanak veriyor… Bu kurguları, dünyanın ruhunu dijital araçlar mecralar dijital veri dijital iç görü bir arada paketleyip reklamı pazarlamayı halkla ilişkileri sevk ve idare edebildiğimiz yeni bir beceri ve yetkinlik seti gerekiyor… Hem kurumlara hem kuruluşlara hem de bireylere… Yeni Medya bölümünü bunun için kuruyorduk.

Yaprak Özer: Tam istediğim noktaya geldik, teşekkür ediyorum. Gazetecilik reklam ve pazarlama… hala sözel meslekler… Ben mühendislik olması gerektiğini düşünmüşümdür. Ciddi bir matematik var; anlattığınız her şey yayılıyor daralıyor; yükseliyor alçalıyor. Kurduğunuz yeni bölümlerin nesi farklı eskisinden? Ne öğreniyor bu arkadaşlar?

İsmail Hakkı Polat: 21. yüzyılın yeni yaklaşımında ne teknolojiyi ya da mühendisliği kutsayan bir yan ne de ondan ari ve sadece sözel bir noktaya gitmiş bir yayıncılık anlayışı düşünüyoruz. Burada ikisinin bir arada olduğu ve interdisipliner olarak ele alındığı, disiplinlerin iç içe geçtiği bir alan kurmaya çalışıyoruz.

Yaprak Özer: Hangi disiplinler bunlar?

İsmail Hakkı Polat: Birinci sınıfın birinci sömestrinde mesela öğrenilen şey: Kodlama…

Yaprak Özer: Tarih bilgisi de görmüyorum bırakın kodlamayı… Felsefe hiç yok… etik vs. gibi konular… Oysa bu disiplinler, bu meslek dalının üstüne inşa edilecek alanlar…

İsmail Hakkı Polat: Kodlama öğretirken aslında programlama öğretmiyoruz öğrencilere… Mantık öğretiyoruz. Neden? Çünkü oradaki bir Yeni Medya mezunu, Yeni Medya uzmanı kodlama yapmasa bile, kendi işini kodlamayla nasıl yaptıracağını öğrenmek zorunda… İçerik Üretimi diye bir dersimiz var mesela… İçerik Üretimi’nde önce Türkçe öğretiyoruz. Çünkü okullarda yeterince öğretilmiyor maalesef…  Anlam öğretmemiz gerekiyor.

Anlam… Yani kendinizi sadece metinle değil, fotoğrafla, videoyla, ARVR’la sanal gerçeklikle nasıl ifade edersiniz… aynı zamanda oyunla nasıl yapılıyor? Yeni Medya dediğimiz şey, sizi kelimelere hapseden fotoğrafla çerçeveleyen ya da videonun içinde akıtılan değil aynı zamanda oyunlarla ya da interaktif mekanizmalarla yer alabildiğiniz bir şey. Burada anlamdan öte üretim tüketim bir de deneyim var. 2013 yılında İçerik Üretimi dersine başladık. O zaman şunu söyledim. İçerik Üretimi dersinde, “Arkadaşlar bizde haber diye bir şey yok, haberi de içine alan içerik üretimi var.” Yani “merhaba” demek, sabahları “günaydın” diye tweet atmak ya da “günaydın” diye bir topluluğa WhatsApp mesajı atmak bir yeni medya faaliyeti… Bunu çok önemsiyorum. Çünkü gerek bir influencer gerek bir şirketin temsilcisi olarak gerek bir iletişimci olarak bir bağ kuruyorsunuz onlarla… Üretmem gereken şey, sürekli anlamlı faydalı olacak içerik değil, aynı zamanda onların günlük hayatlarına dokunan ferahlatan, bazen geren, bazen sıkıştıran olmak durumunda… Öğrencilere bu deneyim yolculuğunun kendisini öğretiyoruz…

İlk başta boş bir sayfaya haber yazdırdım. Haber de değil, bir kompozisyon yazın dedim. İkinci derste bu kompozisyonu bir blogta nasıl yazabileceklerini öğrettim. Link kullanmayı öğrettim. O bloğu anlamlı hale getirmeyi öğrettim. Arkasından fotoğrafı bloğa nasıl koyarız onu anlattım bloğa bir sonraki hafta… Ondan sonra video nasıl çekeriz nasıl koyarız onu öğrettim. En sonunda da bunu cep telefonuna nasıl taşırız? Buradaki görselliği infografiğe nasıl dönüştürürüz? Sonra öğrencilere final projelerinizi kendiniz yapın dedim; bir hocanın en çaresiz anı… o zamana kadar anlattıklarımı bu çocuklar özümsemiş, kendi deneyimleriyle beni öyle bir noktaya götürüyorlar ki, ben videodan sonra bittim, aslında yokum… Öğrenci beni 2013’te şuna zorladı: Biz bir firmadan ARVR gözlük aldık. Oradaki temsilciyi çağırdık. Ben, temsilci jüri olduk. O çocuğun ödevini onun belirlediği kriterler doğrultusunda değerlendirmeye çalıştık. Oradan aldığımız deneyimle bir sonraki derse ilave ettik… sürekli deneyim olarak giden bir şey…

2013’te yine mobil uygulamada  / tablette Vodafone’la anlaştık. İçine sınırsız data paketleriyle sim kartlarla, onlarla iş birliğiyle bir mobil ders yarattık.  Öğrencilere “Çocuklar evlerinize gidin. Evlerinizden ders yapacağız. Çünkü yeni medya böyle bir şey” diyorum… Çocuklar ezberleriyle sürekli sınıfa geliyorlar. Bir sene işledik sonunda şuna muvaffak olduk: başta üçte ikisi geliyordu, tersine çevirmeyi başardık. Fakat sürdürülebilirlik soruna takıldık, dersi bıraktık. Fakat 2020 yılında pandemi geldiğinde ne oldu?

Yaprak Özer: Hangi kriterlere bakıyorsunuz; özgün – yaratıcı olma…

İsmail Hakkı Polat: Aynen öyle… Kişisel olmasına bakıyoruz, öğrendikleri üzerinden oradaki bilgi ezberini ölçen değil, öğrendikleriyle bir şeyler yapmalarını, bir eser yaratmalarını… oraya götürecek sentez sorular sormaya çalışıyoruz. Akıl yürütme, bilgiyi – yazbozları alıp lego gibi istediği şekli oluşturduğu ölçülebilir kriterlerini yaratmaya çalışıyoruz şu anda…

Yaprak Özer: Üretim tüketim ve deneyim ekseni üzerinden iki noktaya temas etmenizi istiyorum. Anlattıklarınızın ne kadarını bizim yeni medya dediğimiz üretim kısmında görüyorsunuz? Sonra buna tüketimde bakalım. Anlattıklarınız Türkiye coğrafyası içinde üretenler açısından ne kadar geçerli?

İsmail Hakkı Polat: Mezunlarımızın nerede çalışabileceklerinden başlayarak geriye döneyim oradan üretim tüketim ve deneyim ilişkisine… Şu anda yeni medya dönüşümü sürecinde olan geleneksel medyaların yeni medya ortamları için web siteleri, arama motorlarıyla entegrasyonu, sosyal medya platformlarındaki etkinlikleri, blogları, mikro siteleri, mobil uygulamaları gibi alanlarında özellikle dijital içerik üretimi yaygınlaştırması ve veriyle analizi ve iç görü çıkartması yetkinliği yüksek insanlar yaratıyoruz.

Yaprak Özer: Yetiştirdiğiniz arkadaşlar klasik gazeteci olarak geleneksel alanlarda yer bulacak arkadaşlar değiller…

İsmail Hakkı Polat: Değiller…

Yaprak Özer: O zaman geleneksel medya kendiliğinden küçülecek mi?

İsmail Hakkı Polat: Yıllardan beri bunu söylüyorum ve aslında bir sürü medya grubuna, kuruluşuna da, medya holdingine de bu konuda danışmanlık yaptım ama maalesef ben herhalde derdimi iyi anlatanlardan değilim. Diyorum ki: “Şu anda insanlar hakikati bulmakta zorlanıyorlar. Siz gerçek işlevinizi yaparsanız, zaten burada çok önemli bir güven noktası olacaksınız.” Ama kimi nedenler dolayısıyla bu hakikati arama sorumluluğunu yüklenmiyorlar onlar. Oysa bunun geleneksel mecralarda da yeni mecralarda da müşterisi çok… Medya ne Türkiye’de ne dünyada siyasi ve ticari çıkarları nedeniyle, olduğu noktada değil…  olsa geçişi de daha doğru daha iyi bir konumda yapar.

Yaprak Özer: New York Times gibi tiraj rekorları kıran geleneksel ama dönüşmüş, aynı şekilde Avrupa’da da var örnekleri… Azerbaycan’a danışmanlık vermişsiniz. Ne demek oluyor? Ekonomik kültürel olarak az gelişmiş ülkeleri de  konseptin içerisine koyarak ifade eder misiniz?

İsmail Hakkı Polat: Derslerimde New York Times ve Guardian’ı geleneksel medyanın dönüşüm çalışmalarında örnek olarak gösteriyorum yaklaşık 10-12 yıldan beri… Özellikle Guardian’ın 2006 yılında başlattığı “Digital First” çalışması artı New York Times’ın 2017 yılında ilan ettiği “New York Times 2020” modellerini Türkiye’deki geleneksel medya holdinglerine de anlatıyorum eğitim olarak…

New York Times şahika örneklerden bir tanesi. New York Times müşterisini gazeteler üzerinden tutuyor zaten… Gazete kağıdı üzerinden sattığı şeyin her ne kadar zamanla azalacağını görüyorsa da, özellikle pazar günü New York Times’ı almak isteyen dünya kadar insan var. Ben bile pandemi olmadığı zaman gidip Taksim’den falan New York Times alıyorum çünkü kağıtta onu okumanın keyfini biliyorum. New York Times’ın haberden kağıt gazete üzerindeki haber odaklı ya da yaşam tarzı odaklı geleneksel anlayışından yeni medyaya evrilme biçimi o kadar güzel, o kadar segmente ve o kadar iyi bir iş – gelir modeliyle taçlandırılmış ki, şimdi oraya girdiğiniz zaman siz, ayda 10-15 dolar veriyor hakkını alıyorsunuz. Buradaki gibi bayat son dakika haberleri, “son dakika” deyip giriyorsunuz, “az sonra geliyor” diye koyduğu bir şey değil… Orada size verdiği haberin tüketim biçimi bile sizi yansıtıyor. Gençleri bile kazanabilecek seviyede… Yani o uzun haberi bile okutacak… iki üç sayfalı mizanpajlarla götürüyor. Ve orada video belgeseller yaratıyor mesela… Yani onların her biri ayrı konu…

Asıl gençler nereye gidiyor Azerbaycan’da, Türkiye’de, Amerika’da New York Times’ı Guardian’ı ne kadar takip ediyor? Azerbaycan’da, Türkiye’de niye Onedio’yu ya da Ekşi Sözlüğü takip ediyorlar. Hatta yemeksepeti.com’u bile niye yeni medya olarak almamız lazım.

Gençlerle beraber yaptığımız asıl şey “brand new media” dediğimiz, bu topraklarda bu dijital, internet üzerinde doğan ve oradan vücuda gelen yeni medya yapıları… Yani bunlar aslında içeriğin biçimi ve tüketiliş biçimi olarak da farklı… Beş sayfalık bir metni bir gazetenin haber sitesinde uzun bir şekilde görüyorsunuz. Ama Onedio’da ya da işte Ekşi Sözlük’te maddeler halinde görüyorsunuz, görselleriyle, kısa kısa görüyorsunuz… Yani birincisi, editoryal anlayışta farklılık var. İkincisi oradaki veriyi iyi kullanma var. Hemen altında çapraz gelen haberin kendisini okutması var. Orada etkileşim var. BuzzFeed’deki gibi… Bu haberi beğendin mi? “Leş gibi” diye bir şey koymuş. Gençler onu o kadar seviyor ki, orada kravatın çıkmasını, hoodie’lerine geçilmesini o kadar beğeniyorlar ki… O yüzden ilgi çekiyor ya da Ekşi Sözlük’teki günlük hayattaki konuşmalar, hem iyi yönünü hem kötü yönünü vermeler, etkileşimli olması… Bütün bunlar aslında içeriğin hem üretim hem tüketim hem de deneyim olarak yeni kuşağın saiklerini ortaya çıkartıyor. Bayılarak okuduğumuz New York Times bile onlara takım elbiseli ya da çok ciddi – çok mesafeli geliyor. Hepsinin yaşadığı da bir ekosistem bir flora var aslında burada…

Herkesin her şeyi seçebileceği bir ortam var. Zaman geçtikçe şu görünecek: bizim 65+ kuşağımız yavaş yavaş azalırken, nicelik ve nitelik olarak, diğer grup egemen olacak. İş ki, biz kendi kültürel mirasımızı bu gençlere mümkün olduğunca geçirelim. Mesela 5N1K yeni medyada da geleneksel medyada da değişmeyecek bir şey… 5N1K’yı mutlaka öğretmeniz lazım. Anlam için de hakikatın arayışı için de…

Yaprak Özer: Çapraz kestiğimizde bir grup var ki medyaların yaşaması için önemli… İş dünyası… İş dünyası bunu nasıl yaşıyor?

İsmail Hakkı Polat: Zülfü yare dokundunuz… Yıllardan beri yazıyorum. Geleneksel medya dünyasının bir ahbap çavuş üçgeni var. Reklam ajansı, reklam veren ve medya kuruluşları arasında yıllar boyu yeni medyayı sürekli kötüleyen, kötüleme üzerinden de sürekli bana gel diyen bir yaklaşım var… Örneğin, medyaya çıkılır, internete düşülür… Reklamcı, reklam veren ve medya üçgeni üzerinden bütçelerin, tiraj ya da rating gibi gerçekliği de çok sorgulanır değerler üzerinden çok uzun süre gitti bunlar ama sonrasında neye çarptı şimdi? Geleneksel reklam şirketlerinin interneti güzellemeye çalıştığı bir pandemi ortaya çıktı. Şimdi diyorsun ki, bak burada da iyi reklam var, çünkü pandemide tüketici karşıdaki gazete bayiine gidemiyor… Buradan sonra değişmek daha zor. O zaman değişselerdi keşke. İş dünyası da böyle… İş dünyası uzun süre, tirajlar, rating  büyülü rakamları altında şu kadar insana eriştik, şu kadar insan okuyor büyüsü altında bütçeleri harcadı ve şunu gördü: az bir bütçeyle istediği kitleye ulaşıyor… Buralarda da tabii birtakım üçkağıtlar var. Üçkağıt hiç bitmez zaten. Doğru noktaya çekmek de işverenin de görevi… O yüzden de buralardan baktığımız zaman, eğer doğru dünyayı doğru standartları daha dair daha hakkaniyetli şeyler oluşturacaksak, bu büyülü yalanları, illüzyonu bırakalım. Gerçek bir dünyayı nasıl kurarız? Zarar gören, yıllarca bütçelerini harcamış ve incittiğimiz iş dünyası var. Onların reklam medya planlamacılarını satın alımcılarını bir kenara koyalım yeni, hakkaniyetli bir düzen kuralım. Bu düzeni kuracak dijital araçlar, ölçüm araçlarıyla standartlarıyla mecralarıyla mevcut… Yeter ki düzgün bir organizasyon oluşturulsun üzerine tartışılarak ilerlensin…

Yaprak Özer: Yalnızca sokaktaki vatandaşın haber okuryazarlığı değil, iş dünyasının da haber okuryazarlığına ihtiyacı var yani…

İsmail Hakkı Polat: Kesinlikle katılıyorum. Aslında biraz da mecra okuryazarlığına ihtiyaç var yani… O mecrada mesela artık somut sonuçlara bakacak. Bakın, şu anda dijital dünya bize bu olanağı veriyor. Biz, sizinle konuşurken gözlüğünüz ne kadar güzelmiş, keşke bende de aynısı olsa nereden aldınız dersem… Facebook’ta karşınıza çıkıyor… Satın Al butonu da çıkıyor… Satışla pazarlamanın tek tuş üzerinden bir araya geldiği, bir dokunmayla gerçekleyebileceğiniz kompakt bir alan var. Kaç kişi benim marka bilincime doldu? Kaç kişi mağazaya gidiyor? Oradan kaç kişi aldı? diye üç katmanlı bir ilişkiye ihtiyacınız yok. Rakamınız belli. Kaç kişi aldı? Bu kadar… Yani reklamın sonucu bu… Dolayısıyla bu kadar gerçeğe – somuta yaklaştığınız bir kompakt, veriye – analitiğe dayanan düzende iş dünyasının da öğrenmesi gerekir. Şunu tavsiye ediyorum. Reklam ve halkla ilişkiler kısımlarını da kendi bünyelerinde artık bulundurmaları gereken bir dijital pazarlama, dijital iletişim, dijital itibar, marka ve reklam operasyonu yapmak durumundalar. Kreatif gibi kısımları dışarıdan aldıkları beceriyi içlerinde bulundurdukları yeni medya yetkinliği uzmanlığından bahsediyorum… Yeni Medya mezunları, iletişim mezunları için de bu segmentasyon daha fazla istihdam edebilecek bir yapı getirecek.

Yaprak Özer: Sizce Facebook’u bölebilecekler mi? Bu bizimle alakalı bir şey değil ama yani burada bir iktidar sorunu var. Facebook’u da burada bir sembol olarak kullanıyorum. Yani biz X Y Z firmasının çıkarttığı gazeteyi okuyorduk, ona karşı kinlenip ya da sempati besliyorduk. Bugün tek bir kişinin elinde Facebook Google, Amazon patronu!… Farkında mıyız, görüşünüz ne?

İsmail Hakkı Polat: Bence değiller… Zaten niye olsunlar ki? Şu anda gayet işleri yolunda. Monopolleşmişler… Ama bu yapıları bölmek için de aynı onların sunduğu inovasyonları ve hizmetleri de getirebilmeniz lazım. Yani şu anda Mark Zuckerberg’in konsolide abone sayısı, Facebook’da Instagram’da WhatsApp’da ve Messenger’da 3 milyarın üzerine çıkmış durumda… Ama şunu yapıyor. Birincisi, Instagram’ı keşfedip çok erken satın alıp 1 milyar seviyesinin üzerine çıkarttı kullanıcı sayısını… Yine WhatsApp’ı erken keşfedip orada da belli bir başarı yakaladı. Batı dünyası üzerinden değil de Doğu tarafından TikTok gibi, Alibaba gibi, Google’ın karşısına gelen Baidu gibi diğer ülkelerde de yavaş yavaş yeşerecek, yerel uygulamaların ve daha farklı ülkelerden gelecek uygulamalar sonucunda doğal bir bölünmeye gideceğini düşünüyorum. Facebook gençlerin terk ettiği, orta yaş ve üstü insanların toplaştığı bir alan. Gençler daha çok Snapchat gibi, TikTok’un da ötesinde birtakım platformlarda toplanıyor; “peer to peer” yerleri tercih ediyor.

Yeni Medyanın da farklılaştığı format olarak belli alternatifler gelecek. Yeni medya üzerine birtakım kritikler getirildikçe, örneğin Amerika’daki şu anda internetle ilgili sivil toplum kuruluşlarının Facebook’la ilgili “watchdog” kuruluşları diyorlar bunlara-senatoya parlamentoya yaptıkları başvuruların zemin bulduğunu görüyoruz. Konjonktürel gelişmeler de bu bölünmeyi ya da monopollükten merkezsiz yapılara geçişi de hızlandıracak. Zaten internetin yapısında da şöyle bir şey var: sizi dijitalleştirdiği kadar merkezsizleştiriyor… Onedio’nun Ekşi Sözlük’ün Yemek Sepeti’nin, bu tarz lokal yapıların bile kök salmasında böyle bir saik var. Su yolunu bulur mantığı var bence…

Yaprak Özer: Firmaların kendi içlerinde iletişim şemsiyelerini kurmaları gerektiğini ben de sizin gibi düşünüyorum. Sizce bir yönetici ne kadar iletişimci olmalı, ne kadar işin içinde olmalı, ne kadar sahiplenmeli?

İsmail Hakkı Polat: Hiç dijitalleşmeye ihtiyacı yoksa, sokağın köşesinde ekmek satıyorsa, belki hiç ihtiyaç duymayacak. Ama eğer şöyle bir iddiası varsa, ben ülkenin her yanına, dünyanın her yerine mal ve hizmetlerimi satacağım, iddiam var böyle bir meydan okumam var, kendi tüketicimi tanımak istiyorum dediği andan itibaren, dijital yetkinliklerinin çok temelde ve çok iyi olması lazım. Bunun üzerine iletişimi, ötesinde üretimi eklemesi lazım. Üretiminizden operasyonunuzdan, pazarlamanızdan satışınızdan iletişimizden topladığınız verileri değerlendirebileceğiniz bir “digital dashboard”unuz olmalı.

Yaprak Özer: Her şey dijital mi?

İsmail Hakkı Polat: Her şey dijital değil, ama dijital bize hayatın daha büyük resmini, açık segmente resmini gösteriyor.

Yaprak Özer: İnsanlık ve o beşeri ilişki… Biz bunu atlıyor muyuz? Siz özellikle mi atlıyorsunuz?

İsmail Hakkı Polat: O kısmı siz yansıttığınız için ben onun üzerine kat çıkıyorum. O temel insanlık vasfı olmadan hiçbir şey olmaz. Dijital dediğimiz şey bir baz değil,  üzerine çıkılan katlar… Buradan iç görüyü oluşturmak, beşeri zihninizle ilgili bir şey… Dolayısıyla bu ikisinin hibriti olmak durumunda bu…

Yaprak Özer: Bir de köşedeki ekmekçiyle ilgili bir şey sormak istiyorum. Mardin’de ya da Alaçatı’daki bir köşede bir bakkal olabilir. Siz ya da ben ona siparişimizi verebiliriz. Burada ilave etmek isteyeceğiniz bir şey olabilir mi?

İsmail Hakkı Polat: Çok güzel bir noktaya geldiniz. Bence ikisi de var olmalı… Kanaat bakkaliyelerini çok severim. Kanaat diye esnafımız vardır. Kanaat lokantaları vardı değil mi? Bunlar kültürel mirasımız ve her zaman durmalılar… Burada herkese yer var… Yeter ki bizim çeşitliliğimizi herkes kendi hedefi, kendi temel değerleri çerçevesinde görsün… Kanaat Bakkaliyesi seviyesinde olayı görenlere korkunç saygım var ve benim tercihim onlar zaten…

Yaprak Özer: İletişim ve güven arasındaki ilişki… Türkiye’de de yumuşak karnımız olan bir nokta… böyle kapatalım isterseniz.

İsmail Hakkı Polat: Özellikle itibar yönetimi ya da bu içerik yönetiminde öğrettiğimiz bir şey o… O da şu: Birincisi, sosyal medyada ister kendi kişisel kimliğinizi yönetin, bu iş dünyasının yöneticileri için de benzer bir şey, siz o güveni, içtenliği vermeniz için bu mecralarda yer almanız lazım, ister birey olarak ister kurumu temsilen o kurumların hesap yöneticisi olarak, ister kamu kurumlarının yöneticisi olarak ki, kamu diplomasisi diyorlar… Birincisi tutarlı olmak zorundasınız çünkü artık her şey yazılıp çiziliyor. Dün ak dediğinize bugün kara dediğiniz zaman bunu da önünüze çıkartıp koyuyorlar. İtibarınızı planlamalısınız. İster iş dünyası yöneticisi olun, ister ortaokul lise öğrencisi, ister Yeni Medya öğrencisi… Bu okuryazarlığa bu bilince mutlaka çocukluğunuzdan itibaren varmanız lazım. O yüzden yeni medyanın kendisi üniversitede okunacak kadar geç bir şey değil… Artık ilkokuldan itibaren başlanacak ve adım adım ilmek ilmek örülmesi gereken bir temel insanlık okuryazarlığı…

 

Söyleşimizi Spotify’dan dinleyebilirsiniz.

Paylaş