Duymadan dinlemek, Susmadan konuşmak

Yetişkin bir insan zamanının yüzde 70’ini iletişim kurarak geçiriyormuş. Geri kalanda uyuma yeme ve zorunlu diğer yaşamsal faaliyetler olduğunu düşününce şaşırtacak kadar uzun ve yoğun süre. Buna karşın araştırma, genel olarak insan hareketlerinden çıkarılmış bir sonuca işaret ediyor, ülke ya da yaş gibi bir kırılımdan söz etmiyorum…

 

Sosyal medyanın da iletişim platformu olarak her gün artan etkiyle hayatımıza yürüyor olmasının süreyi uzattıkça uzattığından kuşku duymuyorum. Geçirilen bu sürenin ne kadarının iletişim olduğunu söyleyebileceğimiz ise ayrı bir tartışma konusu.

 

Hayatımızı vakfettiğimiz iletişim meşgalesinin yüzde 30’unu konuşarak, yüzde 16’sını okuyarak, yüzde 9’unu yazarak, yüzde 45’ini de dinleyerek geçiriyormuşuz. Araştırmanın Türkiye’de yapılmadığını ifade etmeme sanırım gerek yok. Neden derseniz, Türk halkı çok çok daha fazla konuşur, çok çok daha az dinler… hatta susmaz diyelim. Kendi sesinden başkasının sesine tahammülü yoktur. Okumak ve yazmak ise sınırlı bir zümrenin, çok geniş bir kitle tarafından “niye kendilerine eziyet ediyorlar” diye düşündüğü bir meşgaledir.

 

Fakat ulusal ve küresel sonuçlarına bakınca, hüsran diye tanımlanacak o kadar renkli sonuçları var ki… Dolar kuru, Afganistan’dan çıkış, mülteci konusu, barınma sorunu yaşayan gençlik, çöpleri karıştıran halk, Covid yok gibi davranan yığınlar, mesleksiz üniversite mezunları, mafya aktiviteleri, iklim krizi etkisiyle yaşanan doğal felaketler… söylenen ve söylenmeyenlere bu gözle bakmanız yeter. Dereden tepeden ilk aklıma gelenleri sıraladım…

 

Konuyu kilit kelimeler üzerinden vurgulayacak olursam iletişim eşittir, konuşmak, okumak, yazmak, dinlemek. Ben sıranın sonundaki dinlemek eylemine dikkatinizi çekmek istiyorum. Sorum şu; dinlemek ile duymak aynı şey mi? Duymak dinlemeye yetiyor mu? Duymak anlamak anlamına geliyor mu? Dinlemek öğrenilebilir mi?

 

Ve anlaşılan o ki, üzerine doğru dürüst düşünmediğimiz dinlemek özelliği önemli bir yaşam becerisi. Belli ki, beş duyu organımız sayesinde sosyal oluyor, toplumsal aktivitelere katılıyoruz.

Doğarken şanslıysak sorunsuz duyma yetisiyle dünyaya gelsek de dinlemek üzere gelişmesi gereken bu duyuyu pek kullanamıyoruz. Dinlemenin birkaç temel özelliği var. Saygı, empati, sessizlik, önyargısız kalabilmek, odaklanabilmek… Çevrenize bakmanız, hak vermeniz için yeter kanaatindeyim.

 

İletişim danışmanlığımın önemli bölümü konuşmak üzerine. Talepler, daha iyi nasıl konuşurum, daha çok ilgiyi nasıl çekebilirim üzerine… sahnede nasıl parlarım, sunum yaparken neye dikkat etmeliyim, ses nefes egzersizleri mi yapmalıyım, ne giymeliyim… diye uzayıp gidiyor.

 

Dinlemek istiyorum, dinlemek konusunda gelişmek istiyorum diyenle henüz karşılaşmadım. Oysa iletişim konusunda karşılaştığım temel eksiklik dinlemek.

 

Genç gazetecileri ya da iletişimcileri yetiştirirken tahmin edeceğiniz gibi yazı yazmak üzerine çok eğiliriz. İyi yazmanın temel kuralı çok okumaktır. Okumak giderek daha az sevilen bir uğraş olmaya başlayınca, “şunu bunu oku” yerine “ne bulursan onu oku ama çok oku” dediğimi bilirim. Dinlemek konusuna gelince önerim farksız. İyi bir konuşmacı çok çok iyi bir dinleyici olmak zorundadır. Aksi halde konuşmanızın ekseni kayar. Dinlemek için çok okumanız ve çok da yazmanız gerekir. Bu durumda yukarıda ifade ettiğim yüzde 16 okumak ve yüzde 9 yazmak dahi kurtarmaz.

 

Dinlemeyi öğrenmenin faydası ne diye temel bir soru sormak hakkınız. Kaliteli dinlemek ve kaliteli konuşmak için diyebilirim. Ülkemizde örnekleri yazık ki az o nedenle faydasını anlatmakta güçlük çekiyorum. Ama iyi dinleyenin doğru karar verebildiğini yaşayarak gördüğümü söylemek istiyorum.

 

Cinsiyete bakıldığında kadınların daha etkin dinleyici olduğu ifade edilebilir. Bu onların daha iyi dinlediğini göstermez tabii. Ama etkin dinleme eğilimi sürdürülebilirlikle kardeş olduğu için pozitif ayrımcılığı hak eder. Yaş konusuna baktığımızda yaşam kilometresi fazla olanların da daha etkin dinleyebildiklerini görüyoruz. Fiziksel güçsüzlükle ilişkilendirilmesi yerine birikim ve deneyimle kol kola anılmasını tercih ederim.

 

İçinde yaşadığımız akvaryum bir siyasinin yarı espri yarı kinaye ile benzettiği survivor’a benziyor. Hayatta kalmak için konuşuyor, dinlemiyor, bu nedenle kazadan kazaya koşuyorsunuz.

 

Güzel ülkemizde şu ikilem içinde gidip geliyoruz; çok bilen, bilgi düzeyinin ne kadar az olduğunu idrak ettikçe yaşamını daha az konuşup daha çok okumaya adarken, uzmanlıktan uzaklaştıkça her konuda konuşabilme yetisine sahip olduğunu düşünenler kendilerini gösterebilecekleri her türlü sahnede boy gösteriyor. Arada kalanların da “bana ulaşmasınlar bulaşmasınlar” ile “korkuyorum öyleyse yokum” diyenler arasında bölündüğünü söyleyebiliriz.

 

Türkiye’nin son yılları geriye dönülmesi zor büyük izler bıraktı. Covid’i, doları…  dirayetli yönetimle çözüme kavuşturmak yaşanan onca acıya karşın mümkün… Ama eğitim yoksunluğunu göz açıp kapayıncaya kadar gidermenin formülünü geliştiren olduğunu görmedim, duymadım.

 

Söz gümüş sükut altın olsa da susmak ikrardan gelirmiş, hatırlatalım.

Paylaş