Cahiliz ve cehalete aşığız!

“Olsun olduktan sonra bakarız, bilincinde, komplo teorilerine kapılıp üzerinden yuvarlanıp gidiyoruz… Bu durumu seviyoruz çünkü bilim çok kısa sonuç vermiyor, bilime araştırma, gözlem, bütçe gerekiyor. Komplo teorileri ise kısa sürede adeta kesin bilgiyle sonuçlar ortaya koyduğu için kabul edilebilir buluyoruz. Tartıştığımız konular bile çok yanlış.” İş güvenliği ve iş sağlığı danışmanı Özlem Kurtuluş böyle söylüyor. Ya siz?… Aslında yazdığım her şey, sen ben biz arasında yankı duvarımızda gidiyor geliyor. O, onlar ve diğerlerini katabilsek kulübe iş bitecek.

Özlem Kurtuluş içimizden biri. Bilinçli ve eğitimli bir kadın. Bir bürokrat, bakan ya da profesör gibi yaldızlı titre’leri yok. Deneyimi, bilgisi, uzmanlığı var.  Jeofizik mühendisi, bakanlık onaylı Özden OSGB İş Güvenliği firmasının yöneticisi. Bu söyleşi “mış” gibi yapan bir ülkede yaşayan bireylerin hikayesi. Ben de Özlem Kurtuluş da soruyoruz: Daha ne kadar “mış” gibi? Sizi de çağırıyoruz, siz de sorun!

Sosyal sorumluluk projesi olarak ücretsiz düzenledikleri yangın eğitimi davetini  “mailing” gruplarındayım herhalde… bana da ulaştırdılar. İyi ki her şeyi “junk” diye işaretlemiyorum. Okuyunca, daha birkaç hafta önce yangın nedeniyle kaybettiğimiz doğa, yitirdiğimiz hayvan türleri, maddi ve manevi zarar gören yöre halkları, söndürme çalışmalarında yaralanan ve vefat eden mücadeleci bireyler gözümün önünden geçti. Bu yıl bu kadarla atlattık gelecek yıl Allah kerim! Milletçe çoktan unuttuğumuzu fark edince, ruhum sıkıştı. Her şeyle olduğu gibi yangınla mücadelede eksik, yetersiz, bilgisiziz. Çünkü cahiliz ve cehalete aşığız.

Üstüme vazife mi, diye sordum kendime “evet vazife!” diye karar verdim. Kimin ormanı yanıyor sizin benim, kimin canlıları yok oluyor, yer küremizin… Doğru yanlış dolaşan kıymeti kendinden menkul haberleri ve sorumlu olan yönetici açıklamalarını okudukça… öfkem de pişmanlığım da hiç dinmeyecek.

Sıcak hava dalgaları, orman yangınları, tarımsal haşereler, kuraklık, şiddetli yağışlar, ani seller… tropikal fırtınalar… hiç görmediğimiz… tayfun ve hortumlar… sıtma, malarya gibi unuttuğumuz… ya da vaktiyle mücadele etmiş olup, bir daha hayatımıza girmezmiş gibi düşündüğümüz konular normalimiz… BM küresel iklim raporu ilan etti, pek şaşırdık… bir de dilimize pelesenk etmez miyiz, güler misin ağlar mısın! Kaç kişi okudu raporu acaba! Raporun en kolay akılda kalan popüler sonucuna göre; sıcaklıklar 1.5 derece artacak kısmı… biz bir bunu anladık (!) sonra da adam sen de (?) diyerek yanımızdakine “…ha olmuş 25 derece ha olmuş 28 – 30…” dedik herhalde. Cahil kafa böyle der çünkü… oysa yer kürede sıcaklıklar 50 dereceleri buluyor, kitlesel ölümler yaşanabiliyor… Belli ki yangınlar devam edecek, kayıplar büyüyecek, pişmanlıklarımız da katlanarak artacak. Cahil kafa geldiği gibi gideceği için pişmanlık duymaya fırsatı olmayacak, sorun şu ki; bizi de yanında götürecek.

 Söyleşimiz Youtube‘da, dinlemek isteyenler için Spotify’dayım.

Yaprak Özer: Çalışmalarınız yoğun olarak kurumsal hayata yönelik, iklim değişikliklerinden iş dünyası nasıl etkilenecek?

Özlem Kurtuluş: Bu süreçler tüm iş hayatını etkileyecek. İnsan türünü etkileyen süreçlerden bahsediyoruz… Bizler kısa vadeli değişimlere çok tepki gösterirken, uzun vadeli değişimlere duyarsız olabiliyoruz. Yarın büyük bir fırtına geliyor, şu tarihte şu saatte desem… önlem almak için tüm kaynaklarımızı seferber edebiliriz ve elimizden ne geliyorsa yaparız. Ama desem ki, 100 bin kişi önümüzdeki 10 yıl içinde ölecek, aynı etkiyi ne yazık ki sağlamış olmam. Bu duyarsızlığın önüne geçmeye çalışıyoruz. Kurumsal hayatta çalışanların sağlık ve güvenliğine gelebilecek olan herhangi bir tehdidi öngörerek, – öngörme kelimesinin altını çiziyorum – olduktan sonra ne yaparız ne ederiz, nasıl etkilenebiliriz değil, proaktif bir yaklaşımla iş hayatında çalışan sağlığını ve güvenliğini etkileyecek her türlü tehlikeyi ve bu tehlikenin sonucunda oluşabilecek risklerin çalışmasını iş yeriyle birlikte yapıyoruz. Bunların içinde iş kazaları, doğal afetler var. Bireysel olarak ne yapmamız gerektiğini bilmiyoruz. Doğal afet oluyor konuşuyoruz. Konuşanlar genelde bilim insanları oluyor… Halk olarak bir süre bunu gündemimize alıyor, yüzeysel tartışmalar yapıyoruz sonra unutuyor normal hayatımıza devam ediyoruz. O kadar hızlı bir değişiklikle doğal afet süreçleri tekrar eder hale geldi ki, bunun bile farkında değiliz. Deprem oluyor… depremi konuşup çözüme ulaştırmadan büyük orman yangınlarıyla karşılaşıyoruz. Bu daha netleşmeden ilgili sonuçlar ortaya çıkmadan, sel felaketleri oluyor. Bunlar olacak artık farkında olmamız lazım. İş hayatında bu farkındalığı yaratarak, kıvılcımı iş hayatında başlatarak daha büyük dalgalar halinde kitlesel hareketlere dönüştürerek sonrasında devlet üstü bir iş birliğiyle önlemlerin alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Yılda bir tatbikat yapıyoruz iş yerlerinde; neyin tatbikatını yapıyoruz? Aslına bakarsanız yasal olarak yapmamız gereken acil durum tatbikatı genelde iş yerlerine yapılan tatbikatlar ya yangın ya deprem tatbikatı oluyor. Zorunlu olduklarından, kağıt üzerinde gerçekleştirmiş olmak için gerçekleştirilmiş tatbikatlar… En ufak bir yangında bu yangına nasıl müdahale edeceğimizi bireysel olarak biliyor muyuz? Bu yangına hangi aşamada müdahale etmeli hangi aşamada etmemeliyiz? Bu da bir acil durum planının içeriğidir.

Yaprak Özer: Kurumların ne kadarının eğitimleri ve sertifikaları var? Ne kadarı “mış” gibi yapıyor?

Özlem Kurtuluş: Yasal olarak iş hayatındaki bütün kurumların neler yapması gerektiği çok güzel belirlenmiş durumda. Her firmanın çalışan sayısına bağlı olarak eğitmesi gerekiyor; her 10 kişide 1 gibi düşünün. Her 20 kişide 1’nin ilk yardım sertifikasını almış olması gerekiyor. Bunlar ülkemizde mevcut yasal düzenleme, sıkıntı işleyişinde! “mış” gibi yapılıyor.

Türkiye’de iş yerlerinde yangın ya da ilk yardım eğitimi alan çalışan oranı yüzde 20 – 30’u geçmez. Bir de şöyle bir sıkıntı var; hepsi kişisel eğitimler ya da sertifikalar olduğu için, çalışan o kurumdan ayrıldığında sertifika ve o bilgiyle birlikte ayrılmış oluyor ve tekrar eğitim alınması gerekiyor. Yapılması gereken eğitim – sertifikanın kişiselleştirilmesinden çok kurumsallaştırılması… İlk yardım eğitimi alan bir kişi gerçek bir durumda müdahale etmekten kaçınıyor; istemiyor. Bununla ilgili araştırmalar da var. Neden diye sorduğunuzda kendilerini yeterli görmediklerini ifade ediyorlar. Sonuç şu: bir kere alınan bir eğitimle öğrenilebilecek bir şey değil. Yani bilgi düzeyi başka bir şey, bilinç düzeyi başka bir şey… Ve harekete geçmeyen bilgi maalesef yeterli bir bilinç düzeyine erişimi engelliyor. Kurum kültürü olarak kabul edip, yangınla ilgili eğitimleri canlı tutup tekrar yaparak, tatbikatların ciddiye alınarak, bütçe ayrılarak gerçekleştirilmesi… gerekiyor. Henüz bu bilinç – kültür ülkemizde yerleşmiş değil.

Yaprak Özer: En fazla hangi eğitimleri veriyorsunuz? Hangi sektörler, hangi cinsiyetteki yöneticiler size daha açık?

Özlem Kurtuluş: Ağır sanayi, üretim ve imalat sektörlerindeki yöneticiler daha bilinçliler. Yönetici düzeyinde de bilinç bir işe yaramıyor bilinç düzeyinin, çalışan her kesimde aynı şekilde bulunması gerekiyor. Birçok farklı sektörde çalışıyoruz plazalar, az tehlikeli işyeri konumundaki iş yerleri, imalat sektörleri, tehlikeli iş yerleri… Ayrıntıcı çalışan yöneticiler var. Kadın yöneticiler bu konulara yatkınlar diyeyim. Çünkü bir iş yapıldığında A’dan Z’ye nasıl yapılması gerekiyorsa öyle yapılması gerektiğini düşünüp; her konuda her aşamada bizden destek rica edenler var.

Yaprak Özer: Yerli yabancı arasında bir ayırım yapılabilir mi?

Özlem Kurtuluş: Böyle bir ayırım ne yazık ki, yapılabilir. Kurum kültürüne yerleşmedikçe havada kalan şeyler. Yasal mevzuatı karşılamak, ceza yememek için… Ceza almamak için asgari yapılan konular ama doğal afetler ya da bir firmanın acil durum planının hazırlanması asgari olarak düşünülebilecek bir şey değil. Firmaların yangın durumunda ben çalışanlarımı nasıl tahliye edebilirim – yangına nasıl müdahale etmelerini sağlayabilirim gibi bir sürü sorunun cevabını arıyor olmaları gerekiyor. Bunu uzmanlarla, acil durum ekipleriyle yapmaları gerekir. Maalesef o yüzden bir genelleme yapabiliyoruz bu konuyla ilgili.

Yaprak Özer: İki yıldır uzaktan ya da esnek çalışma yöntemini benimsedik. Türkiye’de kurumların yerleşik düzende eğitimleri eksikken şimdi durum ne?

Özlem Kurtuluş: Uzaktan çalışmaya başladığımız ilk anda aklımıza bu soru işareti geldi. Eyvah dedik açıkçası… Zoraki eğitim kılıfından çıkararak, evden çalıştıkları süreçlerde gündemle alakalı, merak ettikleri sorulara cevap bulabilecekleri şekilde farklı eğitimler hazırladık. Mesela ilk verdiğimiz şey pandemi danışmanlığı oldu; firmalara yönetici düzeyinde verdik çalışanlarına aktarmalarını -aydınlanmalarını sağladık.

İkinci aşama, uzaktan çalışmada iş güvenliği süreçleri nasıl olacak? İş güvenliği süreçlerinde ya da herhangi bir afet olduğunda sorumlu işverenmiş gibi düşünülüyorken, “… artık iş yerlerimiz evlerimiz ise sorumlu kim?” sorusundan yola çıkarak, evlerimiz bir iş yeriyse işyerinde alınan kurallar, uymamız gereken kuralların bir kısmını evlere de taşımak zorundayız. Masanın ya da iş yaparken kullandığımız aletlerin konumlandırılmasından tutun da evlerdeki yaşam üçgenleri, yangın tüplerinin bulundurma oranlarında bir artış gördük. Bireysel aydınlanmanın bir tık daha olumlu yaşandığı bir süreçten geçtik.

Yaprak Özer: O zaman çok çarpıcı şu cümlenize geri dönelim; “Hangi yangına müdahale etmelisin hangi yangına müdahale etmemelisin…” Her ateş bir yangın mıdır?

Özlem Kurtuluş: Her ateş bir yangın değil, çok basitçe tarifi, kontrolden çıkmış olan bir ateşse yangın olarak nitelendirebiliriz. Hem orman yangınlarında hem iş yerindeki yangınlarda gördük ki, insanlar her acil ve kötü durumda olduğu gibi, ilk düşündükleri şey bunlara müdahale edip kurtarmaya çalışmak. Ama yanan şeyin ne olduğunu bilmeden hiçbir şekilde müdahale etmememiz lazım… yanan bir sıvı mıdır, katı bir madde midir yoksa bir gaz yangını mıdır?… Hepsine müdahale etme şekli farklı. Bir gaz yangınına ya da bir elektrik yangınına suyla müdahale etmek, yangını söndürmeyeceği gibi, çok daha kötü sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir… Yangın konusunda söndürme tekniklerini bilmeden müdahale etmemek en doğrusu.

Yaprak Özer: Biraz ipucu verir misiniz?

Özlem Kurtuluş: Eğer bir kapalı ortamda yangınla karşılaştıysak, özellikle farklı bir odada başlamış ise, önce bunu duman ve koku olarak algılayabiliriz. Kapalı ortamlarda bir yangının devam edebilmesi için gerekli şart oksijendir. Ortama hiçbir şekilde oksijen girişi olmazsa yangın zaten belli bir zaman sonra kendiliğinden sönecektir. Bulunduğumuz ortamda kapı pencere ani bir şekilde açıldığında odaya ekstra bir oksijen dolumu olacağı için yangının büyüyerek alevlenmesine sebep olacak. Ağzımızı burnumuzu mümkünse temiz hafif nemli bir bezle kapatarak ortamı emekleyerek terk etmek… Yangında açığa çıkan zehirli gazlar yukarıda tavan kısımda toplanır.

Hiç mi söndürme işleminde bulunmayacağız? Yangın çok çabuk büyüyen bir sistem. Eğer yangın tüpünüz varsa, kontrollerini yapmışsak, yangına müdahale edebiliriz kapalı ortamlarda. Ama yangın tüpünün nerede olduğunu bilmiyorsak, onu arayıp söndürmeye çalışmaktansa, hazır ortam müsaitken tahliye etmek sağlıklı bir yöntem.

Yaprak Özer: Türk halkının önemli bir bölümü genç… eğitimsiz.

Özlem Kurtuluş: Maalesef sosyal medyanın da etkisiyle yanlış bilgi doğru bilgiden çok daha büyük hızlarla yayılıyor. Belli yaşlarda yanlış bilgiye erişim çok daha kolay.  Çocukları doğru bilgiyle tanıştırabilirsek, kaynağı konusunda nereden doğru bilgiye ulaşacaklarını öğretebilirsek, ilerisi için faydalı olacaktır.

Yaprak Özer: Orman yangınındaki yanlışlar neydi? Halkımız cansiperane çalıştı.

Özlem Kurtuluş: Olaylara rasyonel bakamıyoruz, insan gözüyle bakıyoruz. Halbuki doğayla ilgili olaylara doğanın gözünden bakmamız çok önemli. Bu mesela Akdeniz Havzası’ndaki günlerce haftalarca süren yangınların hepsi öngörülebilen yangınlardı. Yangın ekolojisini çok iyi bilen insanlar var. Ama bunu dinlemeyen yöneticiler, liderler var. Yanlış yaptığımız en önemli nokta bu, devlet düzeyinde…

Halk olarak da yanlış bilgiye kapılıp gidiyoruz, asıl tartışılması gereken konuları bırakarak… Mesela yangınlarla ilgili neden bu yangın çıktı diye bir sürü spekülasyon üzerinde konuşuldu günlerce; terör saldırısı mıydı, kasti olarak mı yapıldı, iklim değişikliğinden mi çıktı, aynı anda bu kadar yerde yangınların başlaması olası mı değil mi… Önceliklendirmemiz gereken konular var: Yangın çıktıysa, nedeninden ziyade hangi aşamada müdahale edebildiğimiz önemli. Uçaklarla ilgili de çok konuşuldu. Ama zamanı geçmişti aslına bakarsanız. İlk aşamada, yangınlar çok küçükken etkisi var. Ama yangın artık o kadar büyük noktalara geldi ki, küresel iklim değişikliğiyle uçakların bile yetersiz kaldığı bir aşamada biz hala uçak kısmını konuşuyorduk. Yangınların çıktığı alanlarda yazın milyonlarca insan oluyor. Akdeniz Havzası’ndaki ormanlar, yangına bağımlı ormanlar. Aslında hiçbir insan faktörü olmasa da o ormanlar 50 – 100 yıl arasında yangın görüp; insan müdahalesi olmadan tekrar ağaçlandırılarak kendini yenileyebilen bir sistemken, biz kışın nüfusu 10 – 20 binle ifade edilebilecek yerlere milyonlarca insan yükü getiriyoruz. Bu da yangın yükü demek. Öncelikle en önemli şey, ilk müdahale aşaması. Yangın çıktığı zaman ne kadar süre içinde haberini alabiliyoruz, nasıl fark edebiliyoruz, neyle ve kaç dakikada müdahale edebiliyoruz? Konuşulması gerekenler bunlar! Sonrasında ekonomik, beşeri önlemleri var. Halkın bilinçlendirilmesi, bunların arasına koyabileceğim bir önlem değil. Bunun sürekli olması gerekiyor.

Yaprak Özer: Tekrar kurumsal dünyaya dönelim. Çalışanı evde olan bir kurumda, evde çıkan yangın neticesinde zarara uğrayan ve/veya hayatını kaybeden bir çalışanın sorumluluğu kime aittir?

Özlem Kurtuluş: Net olarak belirlenmiş bir şey olmamakla birlikte ciddi tartışmalar, Yargıtay’a intikal eden süreçler var iş kazasında, doğal afetler konusunda… İş yerlerinde iş hayatımızı sürdürürken olan kazalarda bile anlaşmazlıklar mevcut. Uzaktan çalışma sürecinde işverenin sorumluluğu ne kadardır, değişmiş midir değişmemiş midir? diye bir sürü tartışma var. Hukuksal dayanaklara baktığımızda bir iş kazası veya doğal afet sonucu yaşanan herhangi bir ölümlü ya da ciddi kazalardan bahsederken illiyet bağlantısı kuruyor olmamız önemli. İş yerinde çalışan kalp krizi geçirdiğinde de bu bir iş kazası oluyordu. Sorgulanan o kalp krizinin, yaptığı işle bağlantısı… bulunduğu ortamın fiziksel koşullarından etkilenerek ya da genetik özellikler, rahatsızlıklar sonucu da kalp krizi geçirmiş olabilir; bunun araştırması yapılıyor iş kazalarında işveren sorumluluğunu anlayabilmek için. Çalışanın fiziksel şartları uzaktan çalışma tarafına geldiğimizde sorgulanacak şey, bu tip benzer davalarda işverenin çalışanı bu konularda ne kadar bilgilendirdiği, ergonomik koşullarını evde de ne kadar sağladığı ki, sağlamakla yükümlü… Evin yangınla ya da depremle ilgili olarak tüm koşullarından haberdar olma gibi bir şey söz konusu değil işverenler açısından… Tüm çalışanların yaşadığı yerleri bilemez sonuç itibarıyla ama…

Yaprak Özer: Bilmek zorunda mı?

Özlem Kurtuluş: Bilmek zorunda değil. Ama bununla ilgili nasıl bir yerde çalışması gerektiğini çalışana tebliğ etmek zorunda. Gerekli donanımı fiziksel ya da eğitimsel olarak vermek zorunda çalışana ama onun kontrolünü sağlamak zorunda değil.

Yaprak Özer: Bunları ifade edebilir misiniz?

Özlem Kurtuluş: Konu başlıkları olarak söyleyebilirim. Mesela bunun içerisinde, oturdukları binanın depreme dayanıklılığının olup olmadığına varan sorular var doğal afetlerle ilgili olarak… Evinizde yangın tüpü var mı? Oturduğunuz binanın deprem analiz raporu var mı? Tabii uzaktan çalışma olduğunda esnek çalışma saatleri de var… Herhangi bir acil durumda, tahliyeyi gerektirecek bir acil durum varsa… Binayı terk ederken, elektrikler büyük olasılıkla kesik olacağı için acil durum aydınlatmaları var mı binanızda?

Bunun yanı sıra çalışma ortamıyla ilgili… bilgisayar yüksekliğiniz yeterli mi?… Yeterli havalandırmayı sağlıyor musunuz? Günde iki kere çalışma ortamınızı havalandırıyor musunuz? Sandalye ergonomik mi değil mi…  bir liste var, çalışanların doldurup işverenlere teslim etmesini istiyoruz. Böylelikle işverenler fiziksel olarak görmeseler bile çalışanlarının nasıl bir ortamda çalıştıklarını, en azından koşul olarak ellerinde istatistiksel bir veri oluyor.

Yaprak Özer: Toplumsal olarak rahatlayabileceğimizi düşündüğünüz konular nelerdir?

Özlem Kurtuluş: Hukuksal bir düzenleme yapıyorsanız eğer, bu düzenlemenin hayata geçirilmesiyle ilgili denetleme yapmak zorundasınız. Bu denetlemeler çok kısıtlı ve çok yüzeysel daha doğrusu. Firmaların, işinin ehli iş müfettişleri tarafından gidilerek denetlenmesi gerekir. İş ayrımı olmalı. İş sağlığı ve güvenliği uzmanı çok geniş bir kavram. Sağlık konusu dediğimiz şey, meslek hastalıkları kısmı var. Psikolojik etmenler var. Mobbing bile bu sağlık kısmına girerken, bir tarafta doğal afetler ya da iş kazaları kısmı var. Yapılması gereken risk analizi kısmı var… tek bir kişi tarafından denetlenmesi çok zor. Tek seferde, bir günde denetlemesi bana çok yüzeysel geliyor. Denetlenmediğini bildiği zaman işveren ve çalışan konunun üzerinde durmuyor. Yasal zorunluluk ve yönetmelik maddesi var desek bile, denetlenmediğini biliyorlar.

Benim varmak istediğim nokta sadece denetimler değil… İçselleştirmekten bahsediyorum. Bunun yolunu da açmamız için önce asgari gerekliliklerin yerine getirilmesi gerekiyor. Hükümetlerden bağımsız bir hale getiriyor olmak lazım.

Yaprak Özer: Bireyler ne yapsın? Daha az ve kısa mesafelere seyahat et. Elektrikli aletleri fişinden çek. Az tüket, yeniden kullan. Yemek pişirmesini öğren… Yeterli mi? orman yangınlarıyla selle nasıl ilişkilendirelim?

Özlem Kurtuluş: Hep bir iklim değişikliğinden bahsediliyor… İnsan olsa da olmasa da iklim değişir çeşitli atmosferik ve jeolojik olaylar sebebiyle… Ama artık son yapılan araştırmalarla, bu iklimin insan faktöründen dolayı çok değiştiği net bir şekilde ortaya konmuş. İnsanlar tarafından ortaya atılan sera gazlarının dünyanın ortalama sıcaklığını arttırmasıyla küresel ısınmadan bahsediyoruz. İnsanoğlu o kadar garip bir varlık ki, yer altına gizlenen karbonu yani petrolü çıkarıp işleyip yakıp; atmosfere karbondioksit, metan dediğimiz sera gazlarını vererek ortalama sıcaklıkların artmasını ve böylece küresel ısınmayı tetikliyor, dünyayı değişime sürüklüyor. Atmosfere saldığımız gazların çok büyük bir oranda yani yüzde 76 gibi büyük bir orandaki kısmını karbondioksit oluştururken… uçağa biniyoruz. Diğer bir kısmı metan gazı; çöplükler, yediğimiz içtiğimiz, atıklar, tarımsal atıkların yakılması… hepsi atmosfere verdiğimiz gazlar. Bizim küresel iklim değişikliğine olan etkilerimizden örnekler. Ne yiyip ne içtiğimiz de bu anlamda fazlasıyla önem kazanıyor. Bireysel olarak bunun farkında olmak çok önemli. Kullandığımız su… Çünkü bu küresel iklim değişikliği sonucundaki ısınmadan kaynaklanan ekolojik değişiklikler, bizi içme suyuna bile zor ulaşıyor hale getirecek.  Su savaşlarının gerçekleşmesine oldukça yakınız.

Bireysel olarak öncelikle farkında olmamız gerekiyor. Bireysel değişimi kitlesel değişime çeviremedikten sonra maalesef yetersiz bir çaba olarak kalacak. Halk değişikliklerine çevirmemiz gerekiyor.

Mesela Paris Anlaşması… 196 ülke bir araya gelerek bir anlaşma imzalıyor. Kimi ülkelerin uyduğu kiminin uymadığı taahhütlerini içeriyor: karbon ve sera gaz salımlarıyla ilgili önlemler alacağız dedikleri ve bunun sözünü verdikleri anlaşmalar. Bizim bireysel olarak yaptığımız değişiklikler ne derece etkili olabilir diye insanların kafalarında soru işaretleri oluyor. Bilime kulak veren insanları başımıza getiriyor olmamız lazım. Sadece Türkiye için söylemiyorum. Ve çevremizde olan olayları algılayabilmek, yorumlayabilmek için coğrafya, yangın doğal afetlerle ilgili, biyoloji, kimya… temel seviyede bilgimizin olması gerekiyor. Bu en azından.

Yaprak Özer: Peki pandeminin de aslında bu afetlerden bir tanesi olduğunu düşünecek olursak… 2 yılı geride bıraktığımız bir süreçte sizce resim ne?

Özlem Kurtuluş: Yapı olarak da kötümserim bu konularda. Bu da bazı şeylerin farkında olmamla alakalı herhalde. Çünkü küresel ısınmayla ilgili olan küçük bir virüsün dünyayı ne hale getirdiğini görüyoruz. Bir yandan da iklim değişikliğinin dünyayı sokabileceği hali hayal edince çok gerisinde kaldığımızı düşünüyorum insan türü olarak… Şu noktadan sonra, artık tamam, iklim değişikliğiyle ilgili her türlü kötü şeyi durduruyoruz, desek bile, yarın düzelmeyecek… İnsanın ömrü, doğanın ömrüne baktığımızda çok küçük bir kısımda kalıyor insan türünün ömrü… Kaldı ki biz böyle bir bilinçte değiliz.

Paylaş