Yüzde 3 Buçuk

Suyumuz yok, paramız yok, elektriğimiz yok, işimiz yok, aşımız yok…

Ben ne yapabilirim, beni kim dinler, gücüm yok…

İlki şikayetlerimizden… ikincisi çaresizliğimizden ezber…

Öğrenilmiş çaresizlik bu mu?

Sistemin iki ucu var; iktidar ile muhalefet. Biri icracı diğeri denetleyen, halk da yaşayan ve seçen. Aslında her şey onun için, farkında değil yalnızca. Sandığın iradesini gösterdiği yer olduğuna yürekten inanıyor, bizim ülkemizde böyle bir ulvi düşünce şu ana kadar hakim ve gurur duymalıyız.

Halk beklentilerini başkaca ifade edemez mi? Oy verme yaşından ölümüne kadar geçen sürede söz hakkı yalnızca seçim günü mü? Sıradan halk değişim sağlamak için siyasi elite ne zaman nasıl derdini anlatır?

Akla ilk gelen vurup kırar, yakar döker, dikkat çeker derdini anlatır oluyor. Böyle bir algı var hepimizde. Öyle değilmiş işte!… Hepi topu yüzde 3,5 aleme bedel!

Adı ister protesto ister eylem olsun dünyada genelinde şiddet içermeden kendini ifade etme durumunun başarıya ulaşma olasılığı toplumsal katılımın yüzde 3,5’a ulaşabilmesiyle mümkün. 3,5 kilit bir katılım rakamı. Formül bu.

Barış, savaşa kıyasla iki kat fazla etkin. Nüfusun yüzde 3,5’inin katılımıyla gerçekleşen herhangi bir eylem, sonucunda değişim yaratmakta bugüne kadar hiç başarısız olmamış.

Erica Chenoweth, Harvard Üniversitesi’nde siyaset bilimci. Sivil itaatsizlik üzerine çalışıyor. Kitlelerin sesini duyurmak üzere giriştikleri “şiddete meyletmeyen” başkaldırılara mercek tutmuş. Yüzde 3,5, onun bulgusu. Araştırmasından çıkan ders şu; başkaldırı şiddete başvurmak zorunda değil, şiddete başvurmamak da çaresizlik değil.

Hepimiz seçimlerimizle yaşıyoruz, barış da bir seçim. Şiddetsiz kalmak “ahlaki” bir seçim. Araştırma siyaset üzerinde odaklanmış olsa da şiddetsizlik her şeyi şekillendirmenin güçlü bir yolu.

Chenoweth, son yüzyıldaki yüzlerce kampanyayı incelemiş. Şiddete başvurmayan kampanyaların hedeflerine ulaşma olasılığının şiddete başvuran kampanyalara göre iki kat daha fazla olduğunu tespit etmiş. Her ne kadar kesin dinamikler birçok faktöre bağlı olsa da, ciddi bir siyasi değişim için nüfusun yaklaşık %3,5’inin eylemlere aktif olarak katılması gerektiğini gösteriyor.

Araştırmacı itiraf ediyor; kendisi de hepimiz gibi konuya önyargıyla adım atmış. Şiddetsiz eylemlerin çoğu zaman ya da her zaman silahlı çatışmadan daha güçlü olabileceği fikrine şüpheyle yaklaşmış. Devam etmesinin sebeplerinden biri, önyargısını besleyen data setine ulaşamamış. İnanıyor musunuz, meğer şiddet içermeyen ve şiddet içeren protestoların başarı oranları kapsamlı karşılaştırılmamış. Varsayımlarla yaşıyoruz; ne kadar şiddet o kadar başarı.

Genel olarak, şiddetsiz kampanyaların başarıya ulaşma olasılığı şiddet içeren kampanyalardan iki kat daha fazla. Şiddet içeren protestolar %26, barışçıl yaklaşımlar %53 oranında siyasi değişime yol açmış. Chenoweth, bunu daha geniş bir demografiden, çok daha fazla katılımcıyı bir araya getirebilme kabiliyetine bağlıyor. Kalabalık, normal yaşamı kesintiye uğratabiliyor. Barışçıl kampanyalar, şiddet içerenlere göre 4 kat katılım sağlıyor. Araştırmacının incelediği en büyük 25 kampanyadan 20’si şiddetsiz, bunların da 14’ü tam anlamıyla başarıya ulaşmış.

Kısa bilgi aktarmam gerekirse; saha çalışması, Washington DC merkezli kar amacı gütmeyen Uluslararası Şiddetsiz Çatışma Merkezi (ICNC)’nde tamamlanmış. Çalışmanın kapsamı 1900-2006. Öncelikle sivil direniş ve toplumsal hareketler üzerine literatür taraması yapacak veri seti geliştirilmiş. Şiddet içeren ve içermeyen 323 kampanyadan veri toplanmış. Sivil Direniş Neden İşe Yarar; Şiddet İçermeyen Çatışmanın Stratejik Mantığı adlı final kitap yayınlamış. Çalışmada dikkat çeken örnekler doğal olarak dönemin siyasi kültürüne bağlı olarak tarihte rejim değişikliğine işaret edenlerden oluşuyor. Oysa hayatta irili ufaklı pek çok konu var ki, iklim krizi gibi irilerin bizi yutması an meselesi. 1900’lerden bugüne fikirler, yaşam şekilleri, gelecekten, sistemden beklentiler değişti. Değişmeyen şey, hepimiz mutlu yaşamak istiyoruz, sesimizi duyurmak istiyoruz, gelecekten umutlanmayı bekliyoruz. Bunun adı, var olma hakkı.

Dünya 8 milyar bu kadar kalabalıkla antik dönem demokrasi anlayışını yaşatmak doğal olarak mümkün değil. Ama azınlığın istediklerini pervasızca gerçekleştirdiği çoğunluğun da bunu kabul etmek zorunda kaldığı bir sistem hiçbir mantığa sığmıyor. Kalabalık ancak sistem içinde var olabiliyor, doğru sistemi getirmek için iktidar, daha iyisini göstermek için de muhalefet iş başına geliyor. Amaç ve araç belli ki zaman içinde fena karışmış. İktidarın işgal ettiği alanı ne şekilde tanımladığını ve beklentilerini pek çok durumda kabul etmiyor ama tanımlayabiliyoruz, bu resimde muhalefeti anlamak mümkün değil.

Her güne muhalefet olarak uyanmak, her sabah evden işe muhalefet yapmaya çıkmak, sabahtan akşama muhalefet etmek için konuşmak, ömür boyu bir hak diye algılasalar da muhalefetten emekli olmak… Nasıl bir yaşam, anlayan var mı?

Fazla söze gerek yok, sonuç olarak harekete geçirmen gereken topu topu yüzde 3,5, ama asıl soru; sen harekete geçmek istiyor musun?

Not: Araştırmaya BBC’den de ulaşabilirsiniz. Bilgileri ise ana kaynağından inceleyebilirsiniz.

Paylaş