Yarışmak Bizim Hamurumuzda Var

Türkiye’nin ve Türklerin yarışma sevdası karşısında diyecek söz bulamıyorum.

En yarışmacı memleket bizimkisi; en hakiki yarışmacılar bizleriz. Sürekli yarışıyoruz. Başka da bir şey yapmıyoruz… Yarışıyoruz, yenişmeye doyamıyoruz.

Türkiye’nin ve Türklerin yarışma sevdası karşısında diyecek söz bulamıyorum.

En yarışmacı memleket bizimkisi; en hakiki yarışmacılar bizleriz. Sürekli yarışıyoruz.
Başka da bir şey yapmıyoruz… Yarışıyoruz, yenişmeye doyamıyoruz…

Bu yazıyı müthiş bir tehlike ve riski göze alarak yazıyorum aslında. Çünkü ben bu satırları yazarken, sizin içinizden, “Söyleyecek söz bulamazsın tabii. Daha geçen hafta sen de bir başka bir yarışma anlatmıyor muydun?”” demeyecek misiniz? “”Yarışma ve yarıştırma konusunda elinden geleni ardına koymuyorsun?”” demeyecek misiniz?

Bir anlamda yerden göğe kadar haklısınız.

Bin pişmanım! Sağım solum sobe. Her yer yarışma. Ama beni bu kadar kolay harcamayın olmaz mı?

Biz, gençler hayatlarını boşa harcamasınlar, iş dünyasına hemen adım atsınlar istiyoruz. Yarışmayı, podyumlarda salınıp yarışma, 70 milyonun huzurunda şarkı söylemesini öğrenmek, trajediler yaratıp insanların ruhunu sömürmek üzere kurgulamadık. Yaratıcı olmaları, bunu da gösterebilmeleri, hayali değil mantıklı bir plan kurup yarışmaları üzerine oturttuk.

Ama ne görelim… Kendimizi bir yarışma denizinin ortasında bulduk. Boğulmadan ilerlemeye çabalıyoruz.

Her Şey Yarışma İçin Bir Vesile

Türkiye yarışıyor.
Türkler yarışıyor.
7’den 70’e yarışıyoruz.

Yazının girişinde Türkiye’nin yarışma sevdasına da değindim. Kaç tane ülke var dünya üzerinde, sürekli yarışsın. Biz, yalnızca bireyler olarak değil, ülke olarak da sürekli yarış halindeyiz. Hiç kendimiz gibi değiliz, hep yarışıyoruz. Yarışacak bir şeyler buluyoruz. Enflasyonumuz, turistimiz, okullarımız…

Şu Avrupa Birliği, bizim gibi dinamik bir toplumu nasıl kendi bünyesine kabul etsin? Yerimizde duramıyoruz. Oturduğumuz yerde oturamıyoruz. Katılacak bir yarışma bulduk mu, tutmayın bizi gidiyoruz. Biz sürekli didişiyor, yarışıyor, burada olmadı öbür tarafta yenişiyoruz.

Evlenmek için yarışıyoruz,
Para kazanmak için yarışıyoruz,
Hakaret duymak için yarışıyoruz,
Bilgimizi  ölçmek için yarışıyoruz,
Pop-star olmak için yarışıyoruz,
Bir evin içinde sonuna kadar kalabilmek için yarışıyoruz,
Derdimizi anlatmak için yarışıyoruz,
Yıllar önce terk ettiğimiz çocukları, anneleri bulmak için yarışıyoruz,
Anlayacağınız her şey için yarışıyoruz…

Tarihimiz Eski

Türk halkı yarışmalarla çok önceden tanışıyor. Önceleri çocukları yarıştırdık. Onlardan birer yarış atı ortaya çıkardık. Sürekli yarıştırdık. Niye yarıştıklarını onlara düzgün bir dille izah etmeden yarıştırdık. “İyi bir gelecek için” bile demedik. “Kariyer” kelimesini ağzımıza almadık.

Çocuklar, arkadaşları yarışıyor, ebeveynler emrediyor diye yarıştılar durdular.   Anneleri yarış dedi, babaları çalış dedi… Öğretmen tut dedi… Hayat kaç dedi… Bugün çoğu mutsuz, çünkü onlar ya sürekli yarışıyor ya da çoktan havlu atmış bir kenarda oturuyor.

Biz çocuklarımızı perişan ettik. Onları mutsuz ettik.
Yarıştılar, yarışmalarda birinci olanlar en iyi okullara girdi, sonra pek çoğu hiçbir şey olamadı.
Bizim gözümüz okullardan çıkanlara takılmadı hiç. Bizim gözümüz okullara girişlere odaklanmıştı çünkü.

O günlerde çocukları yarıştırırken, aslında yarışanlar anne ve babalardı. Bu yarış aslında hayatla kendileri arasındaydı. Kendi yapamadıklarını yapmak, ulaşamadıkları noktalara ulaşmak; komşunun kızından ya da oğlundan daha iyi çocuk yaratmak…
Kimseye bir zararı olmaz denen yarış ne yazık ki, fare doğurdu. Eğitim sistemimiz, bir sistem bile olamadı.

En Büyük Pop star

Şu ara yarışmaların en popüleri, biliyorsunuz Pop Star. Jürisiyle, yarışmacıların geçmişleriyle, sesleriyle, fizikleriyle herkes onları konuşuyor. İnsan merak etmeden duramıyor, bu yarışma olmasa değerli medyamız ne yapacak? Bu yarışma  habercilik yapamayan medyaya şifa oldu, şifa…

Sakın yanlış anlamayın, asla küçük görmüyorum. Üstelik ben, Pop Star’ı kaçırmadan izlemeye çabalıyorum.
Ders gibi.

İkincisini yapacaklarmış. Ona nefesim ve sabrım yetmez, şimdiden sıkıldım ama ben bu kadar çok şey öğrendiğim bir yarışmayı daha önce görmedim.
Bu nasıl bir şey…

Biz kimiz, hayattaki mevcudiyetimiz, ne yer ne içeriz, ne düşünür, nasıl davranırız… Nereden gelir, nereye gideriz… Ne sever, neden nefret ederiz… Nasıl ucubik bir şey bu… Sosyolojik, antropolojik, demografik, çokça ekonomik ve biraz siyasi bir şey bu.

Geçmişte yarıştırdığımız çocuklar intikam alıyor bizden. Matematik, cebir, coğrafya, tarih bilen, bilmekle kalmayıp sular seller gibi ezbere anlatan çocuklar yaya kaldı. İlkokul mezunu, katil, hırsız, ne üdüğü belirsiz insanlarla yarışıyoruz artık.

Pop Star’ı izliyorum. Çünkü, merak ediyorum. Bir pazarlama harikası. Bir de, dedim ya, ben, bizi öğreniyorum. Ama öğrendiğim başka bir şey de yok. Sorarım size kaçınız burada yarışanları işe alır. Hiçbir şirkette kimse iş vermez bunlara. Ne yaptıklarını nasıl yaptıklarını bilmiyor çoğu, tek hedefleri var popüler olmak. Çünkü neden; hayatı kurtulacak. Aslında birileri onlara hayatın bundan sonra başladığını hatırlatsaydı keşke.

Jüri üyelerine gelince, profesyonel şarkıcılık yapanların dışındakilerin hepsi bir yerlerde iş bulurdu diye düşünüyorum. Üstelik hiç güçlük çekmeden… Onlar satışı, pazarlamayı çok iyi biliyorlar. Hesap ve kitaplarını da…

Bir Zamanlar Maziye Bak

Popüler yarışma kültürümüzün tarihte pek çok ilginç örneği var. Cenk Koray’ın ünlü ‘Tele Kutu’, Erkan Yolaç’lı ‘Evet-Hayır’ yarışmalarının ardından bilgi yarışmaları çıktı. ’Bir kelime bir işlem’ en ünlü bilgi yarışmasıydı.

Düşününce “masumiyet çağı” demek geliyor insanın içinden.
Yarışmalar da, hayatımız gibi şekil değiştirmeye başladı. Toplum kabuğunu yırttıkça yarışmalar da ilginçleşti.

İlk örnek, Biri Bizi Gözetliyor, yarışması. Bir evin içine doldurulan kızlı-erkekli bir grup, kameralarla dolu aynı evde 100 gün yaşadılar. Hepimiz onların kavga gürültüleri, anlamsız sohbetleri, kuru gürültüleri ve hatta dövüşleri, zaman zaman sevgileri, müzikleri ile yattık kalktık. Bir stüdyoyu dolduran halk, onlar hakkında tartıştı durdu.

Bir diğeri de “Ben Evleniyorum”. Kimilerine göre saçmalık, kimilerine göre görücü usulü evliliğin modern hali. Yine bir eve kapatılan damat ve gelin adayları yarışıyor. Kim kimi sevecek, kim evlenecek 50 milyarı, Karayipler’de balayı tatilini ve bir evi kim kapacak?

Yarışmalar bununla da sınırlı değil. Yarışma enflasyonu artıkça artıyor. ATV, Akademi Türkiye Yarışması (Birinciye albüm yapılacak)
Number 1 FM: DJ Yarışması  (Birinci olana program yaptırılacak)
Show TV: Türkiye’nin Yıldızları (TV dizilerinde oynayacak)

Bu arada yanlış anlamayın, bu yarışmalar Türkiye’ye özgü değil. Bu yarışmalar pek çok ülkede yapılıyor, yayın haklarını alan Türk yapım şirketleri bu programları bize uyarlıyorlar. Gazetelerde bunlarla da ilgili haber çıkıyor. Örneğin Alman Pop Star’da jüriye kızan bir aday, bir bardak suyu jürinin başından aşağıya boşaltmış.

Bize özgü olan kısmı ise, aslında muhafazakar olduğunu düşündüğümüz bir toplumun çivisinin çıktığını canlı kanlı izlemek. Kızlarının değil sokağa çıkmak, köşedeki bakkala gitmesine izin vermeyenler, bir bakıyorsunuz, saydam bir eve gönderiyor. Podyuma çıkmasına izin veriyor. Dekolte giyip şarkı söylemesini hoş karşılıyor.

Yarışmaların en popüler adayları, genellikle düşük sosyo ekonomik kültür ve din öğesinin kuvvetli olduğunu düşündüğümüz coğrafyalardan çıkıp geliyor. Arada doğru dürüst kent çocuğu yok. Yolunu şaşıranlar tez elden eleniyor.
Bize ne oluyor?

Sana Kurban Olayım

Kilitlendik televizyona… Varsa yoksa magazin. Çoktandır dikkatimizi çekmeyen bir yarış daha var aslında. Biliyorsunuz önümüzdeki Mart ayında yerel seçimler yapılacak. Geçtiğimiz hafta içinde, AKP, İzmir ve Konya’da aday adaylarını halka ve basınla tanıştırdı.

Aday adaylarının sayısı o kadar çok ki. Herkes yerel seçimde bir yere ‘baş’ olmak için kıyasıya yarışıyor. Eskiler yeniler… Ünlüler ünsüzler… Herkes yarışta.
Konya’da adaylara üçer dakika süre verilmiş.
Bu üç dakikada siz olsanız, ne anlatırsınız?
Ben olsam, önce kim olduğumu, neden bu işe talip olduğumu ve ne yapacağımı anlatmak için nefes nefese kalırdım. Adaylar da nefes nefese kaldı tabii… Haklarını yiyemem.
Ama onların yarışının adı yağcılıktı.

Konya’daki adayların hiçbiri üç dakikasını kendisi için kullanmadı. Halkı için de kullanmadı. Adayların hepsi nedense kendilerine verilen üç dakikayı parti başkanları ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için kullandı.

Neden? Çünkü ondan beklentileri var. Halk için orada değiller. Halktan geliyorlar ama halka bir şey vermek niyetinde değiller.

Adaylardan biri şu cümleyle açtı konuşmasını; “Attığı her adımda gözleri üzerine çeviren, bastığı yerde yeri göğü inleten Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a layık olmak için elimden geleni yapacağım.”
Bu cümle, bu adayın sarf ettiği en anlamlı cümleydi. Varın gerisini siz düşünün.
Beynimden vurulmuşa döndüm. Yerel yönetimlerde halkı idare edecek, yerel yönetimin kaynaklarını idare etmeye aday adamların zihniyetine bakın. Üstelik bu kadar aleni, üstelik bu kadar kendini bilmezce.

Projesiyle yarışamayan yağcılıkta yarışıyor. Yaratıcılıkta yarışamayan sahtecilikte yarışıyor. Hizmette yarışamayan dolanda yarışıyor.

Milletin vekili olarak seçilmeye, yerel yönetimleri adam etmeye çabalıyorlar, ama onları seçecek halka layık olmak gibi bir kaygı taşımıyorlar.

Oldum olası ne için yarıştığımızı ve ne için yaşadığımızı bilmiyoruz.

“Batsın bu dünya!” edebiyatı içinde değilim. Yakaladığım zamanlarda Pop Star’ı izlemeye devam edeceğim.

Hatta izlerken, heyecanlanıp, kendi fikirlerimi de söyleyeceğim… Kimini beğenip, kimini beğenmeyeceğim…

Bu da bir süreç… Bunu tükettiğimiz zaman bir başkası gelecek.

Next! (Pop-Star’a yakışır bir final oldu.)

 

Paylaş