Devlet İstatistik Enstitüsü ve Devlet Planlama Teşkilatı gibi tespit yapıp, öngörü geliştiren ve veriler ışığında ülkeye yön veren kuruluşların başında, uzun yıllar görev yapmış, halen çalışmalarını yerli ve yabancı akademik kuruluşlarla uluslar arası organizasyonlarda sürdüren Prof Orhan Güvenen’e “”Türkiye’nin geleceği nasıl planlanır?”” diye sorduğumda, doğal olarak yapılması gereken ve yapılabilecek pek çok başlık sıraladı.
Ben bir tanesini sizinle paylaşacağım. Çünkü aklımdan çıkmadı. Çünkü sözleri o kadar kesin ifadeler taşıyordu ki, galiba o, Ovakışlayı anlatıyordu:
“”Kadınlar çok önemli. Bir toplumun geleceği evlatlarıdır. Evlatları büyütenler anneler. Tıpta, kişiliğin ilk 5 yıl içinde oluştuğu söylenir. Biz bunları göz ardı ediyoruz. İlk 5 yılda kişiliğiniz temel olarak oluşuyorsa, kadınlar çok önemli demektir. Türkiye kadınlar olmadan gelecekte yer alamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kadınların oranı yüzde 30′un üzerinde olmuş olsaydı, her şey farklı olurdu.
Türkiye’nin geleceğini planlamaktan söz etmişken bundan kısa bir süre önce eğitimde atılan dev adım gündeme geliyor. Sekiz yıllık eğitim! Evet, ne dev ama… “”dağ fare doğurdu”” sözü bu kadar uyabilirdi. Temel eğitim artık 8 yıl. Nasıl da kandırıyoruz kendimizi. İstatistiklerimiz güzel gözüksün ama içi boş olsun ne önemi var. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerde de böyle, o zaman biz de yapalım.
Eğitim hayat boyu. Şırnak, Sinop, Kırklareli, Ovakışla… Her yere ulaşmak gerekiyor.
Bir de İstanbul ve Ankara’ya. Hem de acilen.
Doğru bildiniz hem mecazi anlamda söylüyorum, bunları hem de fiilen ulaşması gerekiyor. İstanbul’da o kadar çok Ovakışla var ki, Tüsiad, Kadın Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüşü oturduğu yerden de yapabilir.
SEKİZ YILLIK EĞİTİM Mİ?
Eğitim demişken ibretle okuyacağınız deneyimlerimden söz edeyim. Başkası yazsa, söylese, anlatsa abarttığını düşünür, yarısını keser, güler geçerdim.
Bir kızım var. İki yıldır anaokuluna gidiyor. Şu anda dört buçuk yaşında. Gelecek öğretim yılında, sekiz yıllık eğitimin hazırlık sınıfına başlayacak. Kızımla elele tutuşup okul okul dolaşıp, o mülakattan bu mülakata koşturuyoruz. Saatlerce kuraların çekilmesi için bekliyoruz.
Bir gün gelip de, çok eleştirdiğim annelerin yaptıklarını tekrarlayacağım aklıma gelmezdi. Büyük büyük konuşup sonra da o söylediklerimin aksini yapacağımı düşünmezdim. Güldüğüm, alay ettiğim ve kızdığım her şeyi yapıyorum. Neden biliyor musunuz? Kız çocuğumun iyi yetişmesi için. İyi bir anne ve iyi bir vatandaş olması için. Kız çocuğum olmasını çok önemsiyorum. Oğlu olursa eğer iyi yetiştirmesi için. Kızı olursa eğer… Ona, senin anneannen bir zamanlar bunları yazmıştı demek zorunda hissetmesin kendisini. Ovakışla’nın gerçeklerinin değişmesini, İstanbul’un ayaklarını yere basmasını istiyorum.
İnsan kaynaklarından söz ederken, yazarken, araştırırken eğitimden söz etmemek mümkün mü. Ama ben hiçbir şey bilmiyormuşum. Bildiğimi sanıyormuşum. Türkiye’de eğitimin ne kadar çarpık, ne kadar tek yanlı, ne derece yozlaşmış olduğunu kulaktan dolma bilgilerle ve elime geçen araştırmaların kuru rakamları içinde yorumlayıp hissedebiliyormuşum.
Biz 8 yıllık eğitimden bir ucube yaratmışız.
Paranız yok çocuğunuzu gönderecek okul yok.
Paranız var çocuğunuzu gönderecek okul yine yok.
Üç beş tane iyi ve pahalı okulla, yüzlerce ucuz ve sıradan ve hatta kalitesiz okul arasında tercih yapmanız gerekiyor. Kötü ama pahalı okulların da azımsanamayacak sayıda olduğunu herhalde siz de düşünebiliyorsunuz.
Sekiz yıllık eğitimden biz bir eğitim fırsatçıları grubu yaratmışız. Şaşkın, çaresiz ve iyi niyetli velileri sömürsünler diye.
ÖLMEK YASAK
Çocuğunuz dört-beş yaşlarında bir ilköğretim kurumunun kapısını zorlarken, ölmeyin. Doğru okudunuz ölmek yasak. Kendinize dikkat edeceksiniz. Kazaya, hastalığa kurban gitmeyeceksiniz.
Nedeni basit. Çocuk, o mülakat senin bu mülakat benim okulların seviye tespiti yapan rehberlik öğretmenlerinin elinde ölçülüp biçiliyor. Ölçenlerin aldığı eğitim, ruh sağlıkları mı? Aman efendim onlar iyi okulların iyi elemanları. Aklınıza bile getirmeyin. Ama şu yaşanmış olayı kulağınıza küpe yapabilirsiniz.
Çocuğun babası, minik oğlunun ilkokula başladığını göremeden ansızın ölür. Aile yasa bürünür. Çocuk tüm çabalarla İstanbul’un en iyi yuvalarından birine gitmektedir. Anne acılarını sarmaya çalışır. Bundan sonra hem anne hem baba olması gerekir. Yılsonuna doğru o da tüm anneler gibi çocuğunu alıp okul okul dolaşır. Umutla mülakatlara sokar. Bunlardan biri İstanbul’un banliyölerinde yer alan mutena bir özel okuldur. Eğitim sistemlerini ithal ettiklerini küresel çocuklar yetiştirdiklerini söylerler. Çocuk mülakata girer.
Sonuç?
O da ne… Olumsuz.
Ama niye?
Aslında okul iyi niyetle mi desem, ahmakça mı desem… Pek çok okulun yapmaya tenezzül etmediği bir de açıklama yapar.: “”Çocuğunuz çok üzgün. Bizimle devam edebileceğini düşünmüyoruz. Siz ona danışmanlık hizmeti aldırın. “”
Anlamı şu, biz okulumuza problemli çocuk almıyoruz çünkü onlarla uğraşmak istemiyoruz. Bir çocuğun babasını kaybettiği için üzgün olmasına tahammül edemiyoruz.
Bizler okula giderken böyle miydi? Yanımızdaki arkadaşımızın başına gelenleri paylaşmadık mı? Bizim başımıza gelenleri arkadaşlarımız paylaşmadı mı? Biz steril ortamlarda mı yetiştik.
Bu okullarda okuyan çocukları bir gün bir vesileyle Ovakışla’ya gönderdiğinizi düşünsenize. Büyümüş, en iyi okulların diplomasıyla dolaştıklarını hayal edin. Biri sosyolog, öbürü insan kaynakları yöneticisi olsun… Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısını anlayabilecekler mi. Ovakışla’dan çıkan arkadaşlarına Afrika’dan geliyor muamelesi yapmayacaklar mı. Ovakışla’da doğmuş büyümüş annesi dövülmüş, kendisi tartaklanmış ezilmiş ama yılmamış, okumuş ve başarıya odaklanmış bir genç kadını işe alırken, ona İstanbullu birine verdiği şans ve toleransın aynısını gösterebilecek mi?
Bu yazı, tam da Babalar Günü’nün olduğu haftaya denk geldi. Siz benim, özel günleri karıştırdığımı düşünebilirsiniz. Ben özellikle Babalar Günü’nde Anneleri ve Türk kadınını yazmak istedim. Yazmak istedim çünkü onlar kızlarını kuvvetli ve bilinçli yetiştirsinler. Yazmak istedim çünkü erkek çocuklarını yetiştirirken, kadınlarla çıkacakları yürüyüşte onlara eşit davransınlar. Fiziki güçlerine güvenip onları incitmesinler, fiziki güçlerine sığınıp onları geride bırakmasınlar diye.
Babalar Gününüz kutlu olsun. Eşleriniz ve kızlarınızı önemseyin. Önemsemeyenlere de öğretin lütfen.
Babalar ve anneler daha iyi bir Türkiye için ahenk içinde yan yana yürümeli.
Başka Türkiye yok ki.