Tok Açın Halinden Anlar mı?

Doğrudur tok açın halinden anlamaz. Çektiği sıkıntıları bilemez. Geçmişte kendisi yaşamış dahi olsa, zorluklar hatırlanmak istenmez. Tez elden unutulur. Tok, açın halini anlasa iyi olur, ama anlamasa da olur. Aç için durum daha farklıdır, o hem kendi haline hem de ileride ulaşmak istediği tokluk haline hazırlık yapmak zorundadır.”;”

Temel ihtiyaçlarını karşılama olanağı olan biriyle, temel ihtiyaçları için mücadele veren kişi yan yana geldiğinde ne olur?
Büyük olasılıkla tartışma olur.
Biri aç, diğeri de tok konuşur.
Biri sıkıntı içinde, diğeri rahat konuşur.
Biri hep aynı şeyleri söyler, ondan, bundan, şundan konuşur…
Bu iki insanın güzel güzel konuşabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Düşünmeme gerek yok, geçmişte yaşandı biliyorum.
Tokluk ve açlık halini biraz “işli ve işsiz” haline benzetiyorum.
İşiniz varken işsizin halinden anladığınızı sanıp, anlamazsınız. Oysa bir gün sizin de başınıza gelebilir. İşiniz yokken yani işsizken durum farklıdır, iş sahibi halinizi bilir ve onu özlersiniz. Ancak nedense iş sahibi olduğunuzda ne yapacağınızı asla planlamazsınız.
Temel ihtiyaçları ve bunların üstesinden gelmeyi birey boyutunda algılamak en kolayı.
Ancak aynı konuyu ülkeler arasında da görmek mümkün.
Sizce neden biz ABD ile aynı dili konuşmuyoruz?
Ya da Avrupa Birliği ile… Neden zaman zaman birbirimize uzaydan geliyormuş gibi bakıp, birbirimizi uzaylı gibi algılıyoruz.
İnsan kaynakları ve beraberinde getirdiği konular da böyle. Kimin ne dediğini anlamak için kimin ne yaşadığını bilmek gerek.

İstihdam konusunda temel ihtiyacını karşılayamayan Türkiye’nin gelişmiş ekonomilerde istihdam adına yapılan tartışmaları anlaması, bunlara dahil olması hayal gibi gözüküyor.

Ama gelin görün ki, bizim daha halledecek tonla sorunumuz, kat edecek kilometrelerce yolumuz varken, istihdam konusunda bizden daha ileride bulunanlar da boş durmuyor, ilerliyor.
Bu köşenin bir ödevinin de bizi geleceğe hazırlamak olduğuna, başka ülke, başka toplumlardan örneklerle bize kapı aralamak olduğuna inanıyorum.

500 Milyon Yeni İş

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) araştırmasına göre, 2010 yılına kadar bütün dünyada tam 500 milyon yeni işe ihtiyaç olacak. Yapılan araştırmalar ortaya böylesine net rakamlar koyabiliyor. Ne yazık ki, çözümler bu kadar net değil.
İhtiyaç duyulan yeni işlere bakıldığında, bunların gelişmekte olan ekonomilerde ihtiyaç kümesi oluşturduğu gözleniyor.
Yani bizim gibi ülkelerde…
Sorun gelişmiş ülkelerde de yaşanıyor ama nedense bizim gibilerin başında patlıyor.
2010 yılına kadar Amerikan ekonomisinin kalkış yapabilmesi hala bir soru işareti. Avrupa’nın dünya ekonomisinin lokomotifi olma hayali gerçekten bir hayal.
Rusya’da müthiş canlanmaya kimse ihtimal vermiyor.
Çin’e gelince, herkesin dizlerinin bağı çözülüyor.
Yeni iş sahalarının açılabilmesinin en önemli kaynağı ekonomik büyüme.
Ama tek başına yeterli değil.
Görünen o ki, ekonomik büyüme tek başına 500 milyon yeni iş üretmeye yetmeyecek.
Maliyetleri düşürerek istihdamı artıracağımızı savunmak gerçekçi olmuyor.
Ekonomide büyüme gerçekleştirerek, yeni iş sahalarının patır patır açılacağını iddia etmek de…

Ekonomideki canlılık doğaldır ki, işleri artıracak, ancak ne kadar büyürsek o kadar artmayacak.
Bu nedenle hükümetin sıkça açıkladığı geleceğe yönelik büyüme oranlarına şüpheyle olmasa da farklı bakış açılarıyla değerlendirmenizde yarar olduğunu düşünüyorum.  Özetle; “Yürüyelim arkadaşlar, ilk hedefimiz… “ diyerek bu iş olmayacak.

Canlanan iş dünyasının yaratacağı yeni işler, Türkiye’de istihdam yarasını sarmaya yetmeyecek.
O gün karşımıza farklı sorunlar çıkacak. Çünkü istihdamın şekli ve ihtiyaç duyulan istihdam türleri farklı olacak.
İstihdamı artırabilmek için gerekli olan ekonomik büyümeyle birlikte dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta, yeniden yapılanma yaralılarını yoldan kaldırmak ve mümkünse yaralarını sarmak ve pek tabii ki fakirlikle savaşmak.
Tartışılan konular arasında meslek planlaması, ücret skalası, kariyer planlaması, demografik eğilimler bulunuyor.
Yanlış okumuyorsunuz, bunların hepsi ülke düzeyinde.
Emekli ve yaşlı nüfus, Batı Avrupa’nın belini büküyor. Alman ekonomisi içine düştüğü girdaptan bir türlü kurtulamıyor. Ülke bir emeklilik cennetine dönüşürken, gençler kendileri için bir cehennem yaratıldığına inanıyorlar.

Sendikaların Ajandası

Gelişmiş ekonomilerde işveren de, hükümetler de, işçi sendikaları da bizim ülkedekilerden farklı konular üzerinde çalışıyorlar.

Örneğin, son yıllarda en hararetli tartışma, çalışanın elektronik hakları üzerinde yaşanıyor. Sendikalar bu hakkı aynı zamanda çalışanın verimliliğini artıran bir unsur olarak görüyorlar. Sendikaların birdenbire teknoloji hayranı kesilmesinin en önemli nedeni, geleneksel metodlarla kendilerini duyurmakta güçlük çekmeleri.

Güçlerini yitirmekten korktuklarından, bu aracı kullanmak istiyorlar ve elektronik haberleşmenin erdemini anlatmak da onlara düşüyor.

Union Network International (UNI) konuyu gündeme getiren ilk sendika oldu. 1998 yılında elektronik ortamdaki hakları korumak için üç talepte bulundu.

Bunların ilki, çalışanın kurumsal internet ve intranet sistemine girip haber alma ve haber verme hakkını tesis etmek ve korumak… İkincisi, çalışanların sendika sitelerine serbestçe girebilme ve bilgi edinme hakkı… Üçüncüsü ise çalışanların, işveren tarafından elektronik ortamda izlenmesini önleme ve kişisel hakların korunması…

Gördüğünüz gibi bizim tartışma konularımızdan çok daha farklı noktadalar.

Acaba onlar tok biz açız diye mi böyle.

Olmaz Olmaz Demeyin

Konuyla ilgili en ilginç gelişme Avustralya’da yaşandı. Sendika bilgi ve belgelerini internet üzerinden çalışanlara yollayan bir sendika yetkilisine, işyeri tarafından dava açıldı. Davaya bakan mahkeme, sonunda bunun bir suç olmadığına karar verdi. Sendikaların son zamanlarda kazandığı önemli davalardan biri olarak gösteriliyor.

Çalışanın haklarının elektronik ortamda korunması konusu şu an için siyah beyaz kadar net görünebilir ama aldanmayın, çünkü gri alanlar da var. Gri alanların kümelendiği noktalar da çalışanların, şirket network’ünü özel ihtiyaçları için kullanmaları.

İngiltere’de yaşanan benzer bir dava, çalışan aleyhine sonuçlandı. Çıkacağı tatil programını ayarlayabilmek için 4 gün boyunca 150 web sitesi incelediği anlaşılan bir çalışanın işine son verildi.
New York Times gazetesi, çalışanlara elektronik ortamda müstehcen fıkra ve pornografik resim gönderen 23 çalışanının işine son verdi.

Çalışanın işverenle ilişkisini düzenleyen tüm kurallar, teknolojinin yeni adımlarıyla geçersiz oluyor. Gerçekten de teknoloji sayesinde çalışanın aldığı nefesin dökümünü yapmak bile mümkün. Üstelik son derece zahmetsiz.

Big Brother is Watching You

Şirketler çalışanlarını izlemek adına akıl almaz yöntemler uyguluyor, hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyorlar.
Minyatür kameralar insanların davranışlarını izliyor. Akıllı şirket kartları sayesinde çalışanın işyerinin neresinde olduğu rahatlıkla takip edilebiliyor. Telefon cihazı üzerinden  çalışanın telefon kullanma alışkanlığı ve aradığı tüm noktalar tespit edilebiliyor. Psikolojik testler, zeka testleri, yetkinlik testleri, performans testleri, kişilik testleri ve şu an aklıma gelmeyen ancak pek çoğunuzun bir iş yılı boyunca girip çıktığınız tüm ölçümler çalışanla ilgili türlü ipuçları ortaya çıkarıyor.

Örneğin, ABD’de bir şirket, kullandığı  izleme yöntemleri sayesinde, çalışanların tuvalete gittikten sonra ellerini yıkayıp yıkamadıklarını kontrol edebiliyor.

Bir bilgi işlem şirketi çalıştırdığı kadınların saatte 13 bin tuş vuruşu yapabildiklerini ve bu faaliyeti yüzde 99.98 hatasız gerçekleştirebildiklerini belgeleyip kontrol edebiliyor.

American Management Association (AMA) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2 bin yüz katılımcı firmanın yüzde 75’i çalışanlarının maillerini kaydettiklerini ve incelediklerini belirttiler. Araştırma çalışan izleme yöntemlerinin giderek arttığını ve gelişerek çoğaldığını gösteriyor.

Yukarıda sözü geçen araştırmaya katılan firmaların yüzde 11.5’i, tüm telefon konuşmalarını kaydediyor. Yüzde 30.8’i tüm dosyaları kaydediyor. Yüzde 38’i mailleri kopyalıyor ve inceliyor, yüzde 44’ü insanların telefonda geçirdikleri zamanı tespit ediyor, kaç kişiyi aradıklarını ve ne tür numaraları aradıklarını takip ediyor. Yüzde 35’i ise çalışanları kamerayla gözetliyor.

Telif Hakkı… Ne Hakkı…

Çalışma hayatı içinde henüz çözüm yoluna kavuşturulamamış olan konulardan biri de telif hakları. Türkiye’de böyle bir hak yok. Bizde orman kanunları bulunuyor. Bulduğun görüntüyü, yazıyı kullanıyorsun kimse bir şey diyemiyor. Filmleri döndüre döndüre seyirciye sunuyorsun, yazarlar açlık ve sefaletten ölüyor, kimse dönüp bakmıyor…

Telif haklarının korunması konusunda başı çekenler Hollywood yapımcıları. Yakın zamana kadar önemli bir özgürlük ve ayrıcalık yaşadıkları için daha az sorunla karşılaşırken, yarattıkları tekeli ve sırça köşklerini teknoloji tepetaklak etti. Çalışmalarına elektronik ortamda hakim olamadıkları ve kontrolsüz kullanımı söz konusu olduğu için sendikaları sıkıştıran yazarlar, senaristler ve film yapımcıları önemli bir mesafe almış gibi dursalar da, çalışma şartları ve teknoloji değiştikçe mücadeleyi sürdürmek zorunda kalacaklar.

Özelleştirmenin Yarattığı Değişik Sorunlar

Gelişmiş ekonomilerin yaşayıp önemli ölçüde tükettikleri, bize hiç uğramayan konulardan bir diğeri de özelleştirme ve ardından gelecek istihdam ve buna bağlı konular.

Özelleştirme olsun diye heveslenirken, düşündüğümüz tek konu cebe girecek dolarlar. Ama ya sonrası?
Orası da Allah kerim!

Dünyadaki telekom özelleştirmeleri birbirinden ilginç deneyim ve hikayeyle dolu.  Türkiye’de üzerinde fırtınalar koparılan ancak meltem rüzgarı bile estirmekten yoksun olan telekom özelleştirilmesi dünyada 1984 yılında başladı. Bu sektöre ilişkin sembol AT+T tekelerinin yıkılması ve 7 bölgesel telekom şirketinin kurulması oldu. Aynı yıl British Telecom piyasaya çıktı. Bir sonraki yıl Nippon Telegraph and Telephone kısmi olarak özelleştirildi, 1982’de ise Kore… AB 1988 yılında üye ülke telekomlarını rekabete açmaları kararı aldı. Dünya Ticaret Örgütü üye ülkeleri ise şu an devam etmekte olan liberalizasyon dönemini 1997 yılında başlattı.

Bunu uzun uzun anlatmamamın bir nedeni var. Özellikle Batı’da bu alanda bir birikim oluştu.

Özelleştirme bir kurumun ekonomik olarak yeniden yapılandırılması ya da bir şekilde el değiştirmesi olarak algılanmamalı. Bu finansal hareketin arkasında bir de insan dalgası var ki, gözden kaçıyor.

Özelleştirme süreciyle birlikte ilk etapta istihdamda artış görüldü. Sektöre giren yeni ve küçük şirketler istihdam yaratmaya başladılar.

Diğer yandan tekel oluşturmuş olan kurumlar şiddetli bir şekilde istihdamı tırpanlamaya koyuldular. Tekelci büyük firmalardaki görevlerin çoğu aslında sendikal ilişkilere dayanıyordu. İşten çıkarmalar, sendika insan kaynaklarını baltaladı. Yetmedi sendika ve çalışan ilişkisini de hırpaladı.

İşlerine son verilenlerin devlet memuru olması bu kargaşanın yaşanmasının en önemli nedeni oldu. Çünkü, devlet memurlarının başta prestij, ardından pek çok yasal hakka sahip olması, bu kişilerin daha sonra girdikleri işlerde türlü sorunla karşılaşmalarına ya da sorun yaratmalarına neden oldu. Özelleştirme, pek çok ülkede sendika ve dolayısıyla çalışanları hükümetlerle karşı karşıya getirdi. Ciddi reaksiyonların yaşandığı ülkeler oldu. Costa Rica, Hindistan, Meksika, Güney Afrika Norveç ciddi ve hararetli, hatta vurdulu kırdılı tartışmaların yaşandığı ülkeler oldu.

Avrupa’da sendikalar irade dışı iş kaybını önlemek için adımlar atmak zorunda kaldılar. Örneğin Almanya’da  çalışanın kendi iradesi dışında işinden çıkartılmasını önleyecek anlaşmalar yapıldı.

Özelleşen kuruluşa zorunlu eğitim şartları getirildi.

İstenirse, alınacak çok örnek var, etraf örnek dolu…

 

Paylaş