Suna Kıraç; İz bırakmak

Vehbi Koç’un en küçük çocuğu Suna Kıraç’ın vefatı bugünkü gençleri ve genç kadınları ne kadar etkiledi bilmiyorum, benim kuşağım kadınlarını etkilediği kadar olduğunu sanmıyorum.  En çok da kariyer kadınlarını etkilediğini tahmin ederim. Bugünün Türkiye’si ile yakın geçmiş Türkiye’si arasındaki farkın geometrik olarak açılması yüreğimi burkuyor.  Suna Kıraç Türkiye’nin çok zengin ve ayrıcalıklı bir ailesinin ferdi olsa da geleceğini kariyer yolculuğunda gören kadınlar için örnekti. Huzur içinde uyusun.

Kendisiyle yaşadığım bir anekdotu paylaşmayı önemli sayıyorum. Kariyerimin iki dönemi oldu. İlki aşkla, heyecanla, hırsla ve sevgiyle peşinden koştuğum kariyer gazeteciliği. İkincisi, az gelişmiş demokrasilerde layıkıyla yapamayacağımı gördüğümde aşkla yarattığım girişimci gazetecilik.

Bundan en az 25 yıl öncesine götüreyim sizi.

Suna Kıraç’la röportaj yapmak imkansızı başarmak gibi bir şeydi. O gün kariyerim için fırsat olduğunu düşünüyordum, bugün unutulmaz bir kariyer ve yaşam dersi olarak algılıyorum.

En az dört yıl ısrar, sabır ve aynı istikrarla aramalarımı sürdürdüğümü anımsıyorum. Aradım, yazdım, talebimi yineledim, gerekçelerimi, bugünkü kadar hızlı olmasa da gündem değiştiği için yineledim zenginleştirdim.

Hiç ses çıkmadı. O sustu, ben aradım.

Sonunda bir gün Koç Holding’den arandım. Suna Kıraç’ı bağlayacağını söyleyen ki, muhtemelen sekreteriydi, söylediklerini heyecanım yüzünden idrak edebilmem, Suna hanımın hattın ucundan merhaba demesinden uzun sürdü.

Merhabalaştık, hal hatır sorduk. Konuya girdi. Röportaj talebimi kabul ettiğini söyledi. Tarih ve saat verdi. Net, sakin, kararlıydı. “Neden sizinle görüşmeye karar verdiğimi biliyor musunuz” diye sordu. Kendisi yanıtladı; “Çünkü, tam dört yıldır, ısrarcı, sabırlı, sürekli ve istikrarlı bir şekilde görüşme talep ediyor, talebinizi yineliyorsunuz.” Bugünün popüler tabiriyle “sürdürülebilirlik”!

Suna Kıraç şehir efsanesi gibiydi… Ne kadar sert olduğu… ne kadar akıllı olduğu… ne kadar başka olduğu anlatılırdı…  Hepsi ve daha bir sürü ‘ne kadar’ın doğru olduğunu onunla tanışınca gözlemledim.

Ne istediysem sordum, o ne istediyse ona yanıt verdi. Bilgiyi esirgemedi, hiçbir sorumdan tedirgin olmadı, yanıtlarında tereddüt göstermedi… Eğitim seminerlerimde buna “yönetmek” diyorum.

Röportaj sırasında benimle harcadığı zamandan memnun kaldığını gözlemledim. Sorularımı çalışılmış, aralarda sorduklarımı yaratıcı bulmuştu. Ama bence en çok  Koç Holding’deki yeni yapılanmayı anladığımı ve doğru yansıtabileceğimi düşündüğü için memnundu. Medya ile ilişki hesap kitap işidir, karşımdakine şapka çıkardığım işlerimden biridir.

Söyleşiyi söz verdiğim zaman diliminde toparladık. Fotoğraf çekimlerimizden rahatsız olmadı, hatta severek kullandığı fotoğraflardan birkaçını çıkardığımızı düşünüyorum. Capital dergisinin kapağında çok doğal yaş almış güzel tebessüm eden, otoriter olduğu kadar güncel ve aydınlık bir kadın portresiydi. Özenle seçilmiş aksesuar, renkler, bağırmayan doğal makyaj ve saç ile şık olduğu kadar rahat giysileri dikkatimi çekmişti. İmaj yönetiminden de ders çıkardığımı anımsıyorum.

Söyleşi, bilgi olduğu kadar izlenim alışverişi sanatıdır. Beni tüm söyleşi sırasında çok iyi gözlemlediğini bilsem de ben kendime sakladığım bilgilerim olduğundan emindim. Hamileydim ve benim zamanımın bir özelliği olsa gerek, göbeğimi en az 6 ay rahatlıkla gizledim ve hiçbir işten geri kalmadım. Çoğunluk özellikle erkekler hiç anlamadı. Midemin bulanmasına, başımın dönmesine, halsizliğe ve veya isteksizliğe  asla izin vermedim. Suna Kıraç’ın hamile olduğumu anladığını biliyorum, merak ya da kolaylık göstermek şöyle dursun, konuyu yüzleşmedik.

Söyleşi bittiğinde öğle saatleriydi teşekkür edip ayrılmak istedim.  “Birlikte yemek yiyelim” dedi. Zamanı kıymetliydi yeterince bloke etmiştim, teşekkür ettim. Yemek yemem gerektiğini kibarca “Nasıl olsa yemek için zaman harcamayacak mıyız, hadi gidelim” diyerek karara bağladı. İnsanca davranış her zaman her yerde her koşulda ne kadar önemli, hiç unutmadım.

Kısa yemek röportaj kadar tempolu ve verimli geçti. Anladığım kadarıyla her dakikası böyleydi. Koç Holding üst düzeyi masamızı ziyaret etti durdu. Üst düzey ya da genç onca kişi geldi gitti bir şey sordu. Ulaşılabilirdi. Çoğunun danıştığı konu günlük işlerle ilgiliydi. Kimseyi geri çevirmedi, ama mesafe hep oradaydı. Ben Suna Hanım gibi kişilerin üst düzey işlerle ilgileneceğini düşünmüştüm, kafamda patron olunca sırça köşkte oturmalı diye bir resim çizmişim anlaşılan…

Başka… Ne mi öğrendim; en önemlisi dünyanın en güçlü insanı olabilirsiniz, gücünüzün temeli para ya da aile ilişkiniz ise, saygınlık “bonus” olarak gelmiyor. Bilginin güç olduğunu gördüm. Gücün, detaylarda gizlendiğine şahit oldum. Detayların, sürekli öğrenmek demek olduğunu fark ettim. Ve hayal kurmanın para ya da imkanla alakası olmadığını, herkesin her yaşta her mevki ve her güç seviyesinde hayal kurmasının mümkün olabileceğini anladım.

Söyleşiyi yapınca Suna Kıraç’la ilişkim son bulmadı. Yayınlandığı güne kadar bizzat kendisi aradı, yorum ve ekstralarını eksik etmedi. İşe en az benim kadar sahip çıktı. Yayından sonra bir de teşekkürü eksik etmediğini anımsıyorum. Bir daha hiç karşılaşmadım.

Güle güle.

Paylaş