Sihirbaz Doktor

Bingür Sönmez’in lakabı bu. Aslında gerçekten hem doktor hem sihirbaz. Kurtardığı hastaları ona kendilerini kurtardıkları için bu yakıştırmayı yapmışlar. O ise gerçek bir illüzyon sanatçısı. Çocukluğundan bu yana meraklı olduğu bir iş illüzyon sanatı. Bir gün yapabilmek için fırsat yakalıyor ve 45 dakika show yapabilecek kadar da iddia sahibi olabiliyor. Başka ilgi alanları da var. Kaval çalmak, kayak yapmak, tüplü dalış yapmak, Sarıkamış tarihi ve her şeyi gibi…

Sönmez’i dinlerken, pek çok konuda anlattıklarından etkilendim. En fazla da bir güne sığdırdığı ameliyatlardan ve bu ameliyatları nasıl ele alıp yönettiği ilgimi çekti. Bir operasyon saatler, hatta bir mesai süresi kadar devam edebiliyor. Doktor iyi bir ekip kurmuş, bir hastadan diğerine geçiş yapıyor.

 

Yaprak Özer: Günde kaç tane ameliyata giriyorsunuz?

Bingür Sönmez: Ameliyatlarımız, günlük bir ile dört arasında değişiyor. Bu ilginç bir şekilde, ülke ekonomisine göre fark ediyor. Ekonomi iyi gidiyorsa, o gün dört tane amelliyat yapabiliyoruz. İnanmayacağınız bir şekilde; bayram önceleri, sömestr önceleri, üniversite sınavları bile insanların kalp ameliyatları sayısını etkiliyor.

Yaprak Özer: Bugün kaç tane ameliyat yaptınız?

Bingür Sönmez: Bugün iki ameliyat yaptık. Koşa koşa buraya geldim, şimdi gidip onları tekrar yoğun bakımda takip edeceğim.

Yaprak Özer: Her gün mü böyle oluyor?

Bingür Sönmez: Cumartesi ve pazar hariç, her gün ameliyat yapıyoruz. Cumartesi ve pazar sadece acil hastalarımız olursa ameliyat yapıyoruz. Allah bereket versin, eskisi kadar acil hastamız yok; çünkü artık insanlar sağlığına daha düşkün, eskisi gibi öyle çok kalp krizi geçirerek, aort damarları yırtılarak gelmiyorlar, kalp yetmezliğiyle gelmiyorlar.

Yaprak Özer: Peki, nasıl geliyorlar artık?

Bingür Sönmez: Bu son sağlık hizmetlerinin güncelleşmesiyle, sağlık kontrolleri arttı. İnanın çok daha iyi şartlarda geliyor, hastalarımız. Bundan 10 sene önceki kadar acil hastamız yok.

Yaprak Özer: Daha bilinçli olduğumuz anlamına mı geliyor, bu?

Bingür Sönmez: Daha bilinçli oldukları için daha az kalp krizi geçirerek geliyor insanlar. Tabi, bu da bize çok büyük kolaylık sağlıyor.

Yaprak Özer: Size “sihirbaz doktor” diyorlarmış.

Bingür Sönmez: Bu iki anlamlı; ben aslında illüzyonistim. Ünlü sihirbaz Mandrake’nin talebesiyim, Erdem Bulungiray’ın talebesiyim ve sertifikalıyım, İllüzyonistler Derneği’nin onursal üyesiyim.

Yaprak Özer: Okurken inanamadım. Şimdi, sizi “sihirbaz doktor” demelerinin, iki nedeni var. Bir, bu illüzyona karşı duyduğunuz sevgi, ilgi ve bunu aslında hobiden öteye götürmeniz ama bir de insanlara hayat vermeniz, anladığım kadarıyla. Sizin hastalarınız, size “sihirbaz” diyorlarmış, bu nedenle.

Bingür Sönmez: Ben, böyle bir şeyi hak etmek için öğrendim zaten. 45 dakikalık bir şovu çok rahatlıkla götürebilirim.

Yaprak Özer: 45 dakikalık bir şov hiç de yabana atılabilir bir şey değil. Mesela, kaç tane oyun oluyor bu 45 dakika içerisinde?

Bingür Sönmez: Rahat 10 tane ayrı oyun yapılabilir. Hem de eğlendirecek şekilde. Güzel bir müzem var, o da ayrı bir hobi… Ünlü sihirbazların elleri ile yaptıkları, nadir sihirbazlık aletlerini topluyorum. Mesela Mandrake’nin yaptığı özel aletleri.

Yaprak Özer: Ne kadar zamandır topluyorsunuz?

Bingür Sönmez: 5 yıldır yaklaşık. Ünlü sihirbaz Zati Sungur’un eliyle yaptığı afişleri, posterleri, kitapları onları topladım. Bunları daha sonra, İllüzyonistler Derneği’ne armağan edeceğim.

Yaprak Özer: “Bu çok hoşuma gidiyor” demişsiniz. Yani insanların size “sihirbaz doktor” demesi, illüzyonlar yapmanız çok hoşunuza gidiyormuş ve gönlünüzde büyük kitleler önünde gösteri yapmak olduğunu söylemişsiniz.

Bingür Sönmez: Türk Kalp Vakfı’nın sigara konulu toplantısında, sigaraları kaybettim, sigaraları doldurdum ve onları çiçek yaptım. Çok keyifli olmuştu.

Yaprak Özer: Mandrake’yi ameliyat etmişsiniz, değil mi?

Bingür Sönmez: Mandrake’ye bypass ameliyatı yaptım.

Yaprak Özer: O, size el mi verdi?

Bingür Sönmez: Tabi, bu büyük bir sanat. Usta-çırak ilişkisi ve yıllarca ustanın peşinden koşarsanız öğretiyorlar… 10-15 yıl o kapıya kul olmanız lazım. Ama ben ona yeni bir hayat verdim, o da bana mesleğinin büyük sırlarını verdi.

Yaprak Özer: Herkes illüzyonist olabilir mi?

Bingür Sönmez: Herkes illüzyonist olabilir. Aslında çok basit göz aldanmaları, teknoloji ve tecrübeden başka bir şey değil. İllüzyon, zaten “yanıltma” demek. Bazı olayları arka arkaya yaparak, karşıdakini oyalamaktan başka bir şey değil.

Yaprak Özer: Çocukluğunuzdan beri meraklıymışsınız; ama sonra hastaları eğlendirmek moral mi vermek istediniz herhalde… Yaptığınız iş de çok ciddi, çok bıçak sırtı bir iş.

Bingür Sönmez: Sigara ile ilgili bir takım eğitim çalışması yaparken aklıma geldi. Çocukluğumdan beri meraklıydım; ama bir sigara eğitim toplantısında, sigaraları kaybetmek… öyle büyük bir sihirbaz olsam dünyadaki bütün sigaraları kaybetsem şeklinde bir espri yapabilmekten yola çıktık. Zaten bir oyun öğrenince arkası geliyor ve Mandrake’ye rastlamak da büyük bir şans oldu benim için.

Yaprak Özer: Peki, siz sigara hiç içmediniz mi?

Bingür Sönmez: Hiçbir zaman sigara içmedim.

Yaprak Özer: Bir kere bile mi içmediniz?

Bingür Sönmez: Hiç içmedim.

Yaprak Özer: Yani bir arkadaş verdi böyle, hiç almadınız mı?

Bingür Sönmez: Bir şey söyleyeyim mi? Bu sorudan anlıyorum ki; siz sigara içiyorsunuz.

Yaprak Özer: İçmişliğim var.

Bingür Sönmez: Çok suçlu hissetiniz kendinizi. Şimdi, hastaya sigaranın zararlarını anlatıyorum, sigaranın ne kadar kötü olduğunu anlatıyorum, bunun üzerine bana şu soruyu soruyorlar; “Sen, hiç sigara içtin mi Doktor Bey?”. Gözlerinin parlamasından ve ses tonundan anlıyorum ki, bu insan sigarayı bırakamaz. Sigara içmek, bir davranış bozukluğudur ve tedavi edilmesi gerekir.

Yaprak Özer: Hemen her şeyde bir tek suçlu sigara mıdır?

Bingür Sönmez: Şöyle; çok faktörlü bir hastalığı konuşuyoruz ve o hastalığı yaratan faktörlerden birisi sigara; ama en çok kuvvetli olan da sigara. Yoksa 6-7 tane parametre saymam lazım size. İşte şeker, yüksek tansiyon, yaş, menepoz, kilo, yanlış beslenme, stres gibi bir çok faktör var. Bana hasta dostlar şunu söyler; “Doktor, ben hasta olmamak için ne yiyeyim?”. Zannediyorlar ki; “Şunu ye, hasta olma” denebilir. O Gılgamış’ın ölmez otu. O ölmez otunu bulamadık henüz.

Yaprak Özer: Takipçileriniz çok… “yumurta ye” diyorsunuz, onlar yumurta yiyorlar, yok işte “çay içebilirsiniz” diyorsunuz içiyorlar… Çay kahve, sigara kadar kötü değil mi?

Bingür Sönmez: Şimdi, tıpta çok ilginç bir konu var. Bugün kötü dediğimiz şeye, yarın iyi diyebiliyoruz; çünkü bugünkü tanı yöntemlerimiz ile onun zararlarını görüyoruz ama birtakım biyokimya testleri gösteriyor ki, içinde faydalı maddeler de var. Yumurta, 1960’lı yıllarda içinde çok kolesterol olduğu için veya o miktar kolesterol çok zannedildiği için kolesterol bombası, damar sertliği nedeni diye yasaklanmış; ama o günlerde Amerika’daki yayımlarda şöyle diyor; “Yumurtada çok kolesterol var, haftalık doz 3 veya 4’e indirilmelidir”; çünkü Amerikalı günde üç-dört tane yiyor. Bu, bizim memleketimize gelene kadar hiç yememeye döndü. Son 10 yılda da çok ciddi yayımlar çıktı. İçinde omega3 bulundu, faydalı amino asitler bulundu, 11 vitamin ve 12 mineral bulundu test edildikten sonra. Bakıyorsunuz ki; 210 miligram kolesterol zaten çok önemli bir şey değil. Vücudumuz günde beş gram, altı gram kolesterol yapıyor, onun yanında bu micro bir dost…. Bir toplantıda daha söze şöyle başladım; “Bugüne kadar pastanın üzerindeki yumurtayı yemesini yasak ettiğim hastalarımdan özür dileyerek söze başlamak istiyorum” dedim ve kıyamet koptu. Ben deseydim ki; “Yumurta iyi bir şey, yiyin” o kıyamet olmayacaktı. Orada bir ilginç pazarlama taktiği oldu sanki. Ben bir pazarlamacı olsaydım, belki yumurtayı bu kadar iyi pazarlayamazdım.

Yaprak Özer: Sizin için “Hoca döndü, fikirlerini değiştirdi”dediler.

Bingür Sönmez: Aslında fikir değiştirmek yok zaten. Hastalarımıza haftada iki yumurta tavsiye ediyordum; ama bir hekim, bir şeyi yanlış biliyorsa, doğru söylendiği zaman “O yanlıştı, doğrusu budur” demesi, dönmek değil tabi.

Yaprak Özer: Günde kaç bardak çay içiyorsunuz?

Bingür Sönmez: Tabiatta kırmızı olan her şey kalp sağlığı için yararlı. Bir bitki ne kadar yüksekte yetişiyorsa, o kadar çok antioksidan içeriyor. Çay yükseklerde yetişir ve güneşin oksidan etkisinden kendini korumak için antioksidanlar salgılar. Çay çok yükseklerde yetişen, kırmızı bir içecek, bundan daha ötesi var mı? Günde beş bardak çay çok rahatlıkla içilebilir.

Yaprak Özer: Kahve de içiyor musunuz?

Bingür Sönmez: Kahve günde bir tane mutlaka içiyorum ve çok büyük bir keyif alıyorum. Yıllarca içmedim, çok ince bir iş yaptığımız için elde titreme yapabilir diye. Şimdi her sabah bir tane kahve içiyorum ve çok büyük keyif alıyorum.

Yaprak Özer: Türk kahvesi mi?

Bingür Sönmez: Evet, Türk kahvesi içiyorum.

Yaprak Özer: Ameliyata girince kaç saat kalıyorsunuz?

Bingür Sönmez: Ameliyatlarımızın özelliği şöyle; ameliyatlar dört saat ve 12 saat arası değişebiliyor; ama bir uzman kalp cerrahı, bunun hepsine girmez. Sabahleyin erkenden anestezi hekimi hastayı alır, hastayı hazırlar, yaklaşık 40-45 dakika sürer bu, sonra uzman  ekibim girer. Hastanın göğüsünü açar, kalbi hazırlar, bacak damarını hazırlar, göğüs damarını hazırlar, ben o sırada yoğun bakımı dolaşırım, servis hastaları ile ilgilenirim, ameliyathane ve yoğun bakımdayımdır .

Yaprak Özer: Bu arada hasta, ameliyatta ve işlem başlamış.

Bingür Sönmez: Evet, işlem başlamıştır.

Yaprak Özer: Hasta, sizi orada mı sanıyor peki?

Bingür Sönmez: Ben hep oradayım; ama ameliyatın içinde değilim o sırada. Bütün dünyada böyle. Sonra kalbi durdurma aşamasında ben gelirim, kalbi durdururum, asıl ameliyatı yaparım. Yani bir buçuk – iki saat, bazen üç saatlik bölümü, tam ortadaki bölümü, o hassasiyet gereken bölümü yaparım. O bir damarı dikmek için ameliyata dinç girmeniz lazım. Siz göğüsü açar, bacak damarı çıkarır, onu yapar bunu yaparsanız hem çok vakit kaybedersiniz hem o üstün performansı göstermeniz gereken yerde yorulursunuz. By-pass’ları yaparım, kalbi çalıştırırım, kanama kontrol yaparım ve o esnada ikinci bir hasta masaya alınmıştır, o baştaki progresi geçirmiştir ve yandaki ameliyathaneye geçerim. Bunu şöyle ayarlarız; bu ameliyat iyi gidiyorsa ikinci hasta ameliyata çağrılır; eğer bu ameliyatta sorun varsa, ikinci ameliyat bekletilir veya iptal edilebilir; ama genellikle kolaydan zora doğru gideriz ve zor hastayı en sona bırakırız ki, bir problem çıkarsa bir sonraki hastayı engellemesin diye. En zor hastayı en son yaparız ki; sonuna kadar orada kalabileyim.

Yaprak Özer: Ama yorulmuyor musunuz o zamana kadar?

Bingür Sönmez: Günün sonunda gerçekten yorulduğumuz çok oluyor.

Yaprak Özer: “Dört tane ameliyat yapıyorum” dediniz. Bu nasıl bir şey?

Bingür Sönmez: İki ameliyat arasında bir – bir buçuk saat dinlenme süremiz oluyor. O sürede çayımızı içiyoruz, kahvemizi içiyoruz, hatta bazen yoğun bakımda doğum günü partileri bile yapıyoruz.

Yaprak Özer: İnanılır gibi değil.

Bingür Sönmez: Bu bir yaşam tarzı.

Yaprak Özer: Gününüz kaçta başlıyor?

Bingür Sönmez: O, ayrı bir muamma. Ben hiçbir gün hastaneye geldiğimde eve dönmedim. Pazartesi hastaneye gelirsem, salı sabahı eve dönüyorum. Yani gece yarısından sonra eve dönüyorum. Herkesin haftası, pazartesi sabah başlar, benim haftam ise pazar akşamı başlar. Pazar akşamı hastaneye gelirim, ertesi gün ameliyat edeceğim hastaları dolaşırım, filmlerini görürüm, gece 12.00-01.00’a kadar çalışırım, ondan sonra evime giderim.

Yaprak Özer: Sonra kaç saat kalıyorsunuz evde?

Bingür Sönmez: Beş saat uyuyorum. Bütün başarımın sırrı o. Yıllardır beş saat uyuyorum, altı saat uyuduğum zaman çok büyük bir keyif alıyorum; ama ancak pazar günleri yapabiliyorum onu. Dolayısıyla geri kalan zaman sürekli çalışmayla geçiyor.

Yaprak Özer: Peki, bu uykusuzluk sigara kadar zararlı değil mi?

Bingür Sönmez: Bebekler 12 saat uyur; yaş ilerledikçe bu azalır. Sekiz saat herkes için idealdir; ama altı saat disiplinli uyuyorsanız, uykunun REM fazı vardır, derinlik fazı vardır, yani siz gece uyuyor-uyanıyor, uyuyor-uyanıyorsanız 15 saat uyusanız da bir şeye yaramaz. Başınızı koyup, derin bir uykuya dalıp, 5 saat sonra uyanıyorsanız; bu sizin için yeterli.

Yaprak Özer: Disiplinli uyuyabiliyor musunuz?

Bingür Sönmez: Çok disiplinli uyuyorum.

Yaprak Özer: Nasıl beceriyorsunuz disiplinli uyumayı? Bu herhalde beyinde biten bir şey.

Bingür Sönmez: Tabi, şöyle; bu bir meditasyon meselesi, benim en büyük özelliğim o! Doğuştan meditasyonluyum.

Yaprak Özer: Nasıl olabilir?

Bingür Sönmez: Ameliyathanede, en büyük ameliyatta bile son derece sakinim. Benim dışımda telaş eden, heyecanlanan, yüksek sesle konuşan varsa, mutlaka onu baskılıyorum ve sakin olmasını söylüyorum. Uyuma meselesi de öyle; yatağa girdiğim anda uykudan başka bir şey düşünmüyorum ve uyandığınız anda yataktan çıkmanız lazım. “Aman şekerleme yapayım, biraz daha kalayım” derseniz, sürüne sürüne çıkarsınız. Uyandığınız an yataktan kalkacaksınız.

Yaprak Özer: Tamam, şekerleme yok, sigara yok…

Bingür Sönmez: Bunların arasında gün içerisinde öğlen uykusu, kalp sağlığı açısından çok gerekli. Özellikle emekli olanlar, mutlaka öğleden sonra yarım saat – bir saat uyusunlar; çünkü çok sağlıklı.

Yaprak Özer: Siz uyuyabiliyor musunuz?

Bingür Sönmez: Ben böyle şeyleri yapamıyorum; ama ameliyathanede zaman zaman akşam üzeri, camın önünde ayaklarımı uzatıp uyuduğum fotoğraflar var arkadaşlarımın çektiği.

Yaprak Özer: Ev halkının, sizin bu hayat ritiminizle uyumu nasıl? Siz mi onlara uyuyorsunuz, onlar mı size uyuyor? Arada bir karşılaşıyor musunuz?

Bingür Sönmez: Tabi ki, kızım üniversitede okuyor. Yani hafta ortasında desem ki; “Gel kızım, seni yemeğe götüreyim”, “Gel seni sinemaya götüreyim”, böyle bir şey sağlayabilmek mümkün değil veya eşime aynı şeyi söylesem.

Yaprak Özer: Çünkü çok meşguller.

Bingür Sönmez: Herkes o kadar yoğun ki. Ne yapıyoruz? Cumartesi akşamı ailece sinemaya gidiyoruz, giderken mutlaka bir abur cubur yenecek bir yemek yiyoruz.

Yaprak Özer: Şaka yapıyorsunuz!

Bingür Sönmez: Gerçekten.

Yaprak Özer: Abur cubur dediniz.

Bingür Sönmez: Kızımın seçimi; çünkü o bir retoks aslında. İyi, sağlıklı beslenen insanlar haftada bir, canının istediğini yemesinde yarar var; çünkü vücudun bir biyo dengesi var ve o dengeyi sağlamak için haftada bir abur cubur tarzı yiyecekler yenebilir.

Yaprak Özer: Peki, en abur cubur yediğiniz şey nedir?

Bingür Sönmez: İşkembe çorbası ve paça; ama bu ayda bir olduktan sonra bunun bir zararı yok.

Yaprak Özer: Fena da değil, senede 12 defa eder.

Bingür Sönmez: Siz de yapın muhakkak, bu bir ödüllendirme aslında. O akşam mutlaka bir sinemaya gidiyoruz ve gece 1’e-2’ye kadar beraberiz. Pazar günü öğlene kadar herkes dinleniyor, gazeteler okunuyor.

Yaprak Özer: Siz de bir saat fazla uyumuş oluyorsunuz.

Bingür Sönmez: Bir saat fazla uyumuş oluyorum, evet. Her tarafım ağırıyor, kalktığım zaman. Yaz ise, mutlaka bahçemize gidiyoruz, akşama kadar bahçemizde organik tarım yapıyoruz. Domateslerim var; domateslerimi gömleğime silip yiyorum. Çok keyifli. Ayrıca salatalıkları da o şekilde yiyoruz. Çok güzel meyve ağaçlarım var. Her çeşit meyve ağacım var mevsimine göre.

Yaprak Özer: Onlara da zaman ayırıyorsunuz.

Bingür Sönmez: Bahçemin zemini doğal. Hiçbir şekilde öyle çim ekmek falan yok. Dikenler var, otlar var, börtü böcek var, özel kuşlarım var, kelebeklerim var. İki buçuk dönümlük bir bahçe, bir cennet bahçesi gibi. Geç vakte kadar orada kalıyoruz. Pazar akşamı evimize dönerken güzel bir aile yemeği yiyoruz. Onu nezih bir yerde, sohbet şeklinde güzel bir yemek yiyoruz. Ondan sonra herkes işinin başına.

Yaprak Özer: Herkese zaman ayırıyorsunuz bu şekilde, onun için de hiç sorun yok.

Bingür Sönmez: Böylelikle dengeler sağlanmış oluyor.Bunlar, hep organizasyon aslında, bir nevi zaman yönetimi. Benim en büyük avantajım o aslında.

Yaprak Özer: Bu zaman yönetimi konusuna takıldım, ameliyatlara dönelim,  müthiş bir senkronizasyon aslında. Burada kaç kişilik bir ekipten söz ediyoruz?

Bingür Sönmez:Şimdi, burada övünülecek bir ekibim olduğunu söylemek isterim. Şu anda benim yanımda dört tane uzman, bir profesör çalışıyor, beş-altı kişilik bir anestezi ekibimiz var ve mükemmel bir yoğum bakım ekibim var. Dolayısıyla herkes olayı profesyonel düzeyde yönetiyor.

Yaprak Özer: Yani bu bir takım çalışması.

Bingür Sönmez: Yani anestezi ekibim çalışırken hiçbir endişem yok, yoğun bakım ekibim çalışırken hiçbir endişem yok. Benim görevim sadece cerrahi ekibimle beraber ameliyatı yönetmek. Bu çok büyük bir keyif, her doktora nasip olmayabilir tabii ki.

Yaprak Özer: Bu dünyanın her tarafında böyle midir? Böyle ekipler mi çalışmaktadır?

Bingür Sönmez: Büyük merkezlerde bir patron vardır, onun altında da biraz daha az kıdemli vardır, böyle pramit şeklinde gider.

Yaprak Özer: Sistemi herhalde Türkiye’de ilk uygulayanlardan bir tanesisiniz, değil mi?

Bingür Sönmez: Yok, kalp cerrahi sistemi böyleydi. Ben sadece, 1990 yılında İngiltere’den döndüğümde özellikle şunu yaptım; çok iyi bir sekreterlik oluşturdum, çok iyi bir arşivleme oluşturdum. Bugün 1990 yılında ameliyatını yaptığım hastanın bile bütün dökümanları bilgisayarımda mevcut.

Yaprak Özer: Dönüp baktığınızda ne faydası oluyor size?

Bingür Sönmez: Geri dönüp çalışma yaparken, ölüm oranlarımız, risk faktörlerimiz zaten Avrupa Kardiyoloji ve Kalp Cerrahı Derneği’nin kullandığı bir bilgi işlem, istatistik yöntemini kullanıyorum ve Avrupa database’ini de benim hastalarımdan alıyorlar. Hatta bir risk tanımlamasını da, benim database üzerinden yapacaklar.

Yaprak Özer: Çıkan sonuçlara baktığımızda, yıllar içerisinde yorumunuz nedir? Ölüm oranları, risk oranı… Ne söyleyebilirsiniz? Yaptığınız ameliyatlarda ne tür gelişmeler gözlemliyorsunuz?

Bingür Sönmez: Şu bir gerçek ki; son 10-15 yılda Türkiye’de kalp cerrahisi çok gelişti, bir defa biz ameliyatları yapmayı çok iyi öğrendik, çok iyi hemşirelik hizmetleri sağlandı, anestezide çok büyük ilerlemeler oldu, çok mükemmel ilaçlarımız gelişti… Cerrahi teknik olarak çok büyük bir gelişme yok aslında; bundan 20 sene önce hangi damarları kullanıyorsak, bugün yine aynı damarları kullanıyoruz. Yani yeni bir damar keşfetmedik; ama cerrahi becerimiz arttı, yoğun bakım kalitemiz arttı, anestezi imkanlarımız arttı. Cerrahi olarak yaptığımız en güzel şey, ameliyat süreleri biraz kısaldı. Kalp-akciğer makinası dediğimiz, kalp durduğu sırada dolaşımı üstlenen sistemde çok büyük gelişmeler oldu. Evvelce böyle bir makinaya bağlı olan hastamız, günlerce kendine gelemezdi. Bugün ise, dört-beş saat sonra uyanıyor ve hiçbir şey olmamış gibi sizinle konuşabiliyorlar yoğun bakımda. 12 saatlik bir ameliyattan sonra hastanızın, ertesi sabah size “günaydın” demesi inanılmaz bir keyif.

Yaprak Özer: Mucizevi bir şey.

Bingür Sönmez: Bu, büyük bir keyif gerçekten.

Yaprak Özer: Peki, o hasta ertesi sabah size hangi duygularla “merhaba” diyor?

Bingür Sönmez: Şimdi, özellikle genç kalp hastaları ani tanışmışsa hastalıkla, bir reddetme dönemi yaşıyorlar; “Hayır, ben hasta değilim”, “inkar dönemi” diyoruz buna. Bu, çok kritik bir dönem.

Yaprak Özer: Teşhisten sonra mı yoksa bir olaydan sonra mı?

Bingür Sönmez: Bir sabah evinden çıkıyor, göğüsüne bir ağrı geliyor, hastaneye geliyor ve acilden 15 dakika sonra anjiyo odasında buluyor kendisini, anjiyosu çekiliyor ve ciddi 3 damar rahatsızlığı var. Bunun üzerine “Ben hasta değilim” diyor. İşte bu, reddetme dönemi, daha sonra ise suçlama dönemi başlıyor. Hastalığını kabul ediyor; ama en yakın çevresini suçlamaya başlıyor.

Yaprak Özer: Ne ile suçluyor?

Bingür Sönmez: “Sizin yüzünüzden hasta oldum.”

Yaprak Özer: “Beni hasta ettiniz” diyor.

Bingür Sönmez: Önce eşini, yani karısını veya kocasını, sonra patronunu, sonra mesleğini, sonra toplumu daha sonra kendisinden şikayetçi oluyor; “Ben iyi bir insan değilim, kendimi korumadım, iyi bir baba olamadım, mesleğime sahip çıkamadım” diye. Sonra ameliyat ediyoruz…

Yaprak Özer:Bu suçlama dönemi ne kadar sürüyor?

Bingür Sönmez: Ağrılarına göre değişiyor. Eğer ağrıları varsa, çok kısa zamanda ameliyata karar veriyor. Eğer ağrısı yoksa, yani sessiz kalp hastalığıysa, gerçekten çok üzülüyoruz o insanlara ve acımasız bir şekilde, “Siz ciddi bir kalp hastasınız. Bakın ameliyat olmazsanız ölebilirsiniz” demek zorunda kalıyoruz. Çünkü öbür türlü hastayı kaybedeceğiz. Anjiyosunu seyrettiriyoruz, damarlarını gösteriyoruz… Daha fazla ısrar etmek mümkün değil tabii ki, çünkü bizim görevimiz hastalığı kabul ettirme.

Yaprak Özer:Hasta dedi ki “Tamam”, ağrısı da var…

Bingür Sönmez: Ameliyat da oldu. Ameliyat sabahı gözünü açıyor, günaydınlaşıyoruz, bana minnet dolu gözlerle bakıyor ama beyinindekileri ben biliyorum; “Ne oldu şimdi? Kaç by-pass oldum? Bu by-passlar ne kadar açık kalır? Tekrar ameliyat olmam gerekir mi? Ben ne kadar yaşarım? Meslekte yükselebilecek miyim?”, genel müdür yardımcısıysa “Genel müdür olabilecek miyim?”, asker ise “Terfi alabilecek miyim?”, minibüs şoförüyse “Patron acaba işten çıkarakcak mı?” bunlar yüzünden hasta ciddi bir depresyona giriyor. Biz hastalarımıza diyoruz ki; “Bypass ameliyatı olduktan sonra tamamiyle normal alışkanlığınıza döneceksiniz.” Burada iki sıkıntı yaşıyoruz. Bir, normal yaşantıyı insanlar 15-20 sene önceki yaşantısı zannediyorlar, şaşkınlıkla abartılı şeyler yapıyorlar. İlk üç ay çok dengeli gidiyor. Üç ay sonra bakıyor ki, her şey biyonik, ilaç da bir asprin kullanıyorum. Bu şekilde tekrar sigara içmeye başlayan, kötü beslenen, kilo alan, kontrole gelmeyen çok hastamız var.

Yaprak Özer: Onlara buradan çağrı yapıyoruz; bu yol, yol değil.

Bingür Sönmez: Diyoruz ki; “Kalbinizi değiştirmedik. Kalbinizi rektifiye ettik. Dolayısıyla bunun ciddi bir bakıma ihtiyacı var. Önce, ilk üç ay içerisinden sonra her altı ayda bir mutlaka kardiyoloğunuza gidiniz ve su,yağ bakımını yaptırınız.”

Yaprak Özer: Hepimizin evinde bir kalp hastası ya da yakınında var. Aslında bu dedikleriniz bilmediğimiz şeyler değil; ama çok çabuk unuttuğumuz şeyler. Siz dediniz ki; “İki-üç ay iyi gidiyor ondan sonra tekrar yolu şaşırıyorlar” şimdi artık ne demiştiniz; “Size yani kalp yapmadık, kalbinizi sadece yeniledik.”

Bingür Sönmez: Rektifiye ettik. Dolayısıyla bir motor gibi onun bakıma ihtiyacı var. Bu depresif dönemle mücadele etmek için bazı rehabilitasyon çalışmaları yapıyoruz. Mesela, ameliyattan sonra yoga programlarımız var. O insanların atipik kişiliklerini biraz yavaşlatmak, sosyal adaptasyonları arttırmak için ameliyattan üç-dört hafta sonra hastanemizde ücretsiz bir hizmet bu, sosyal sorumluluk projesi… Her salı ve cuma akşamı 19:00 ile 20:00 arasında hem koruyucu, kalp amaçlı hem by-pass ameliyatı olanlar için “kalp yogası” dediğimiz, özel bir yoga uyguluyoruz. Bu arada daha çok meditasyon öğretiyoruz insanlara, iç huzurlarını sağlamayı öğretiyoruz.

Yaprak Özer: Ne kadar süreli bir egzersiz bu?

Bingür Sönmez: Bir saatlik çalışma bu, son 15-20 dakikasını meditasyon için ayırıyoruz. Asıl faydalı olan kısım, o derin gevşemeyi öğrenmeleri. Bunu gün içerisinde yapmalarını öğretiyoruz. Üç aylık bir program yapıyoruz. Sonra isteyenler devam ediyor, isteyenler evlerinde yapıyorlar.

Yaprak Özer: Faydasını görüyorlar mı?

Bingür Sönmez: İnanılmaz bir şekilde faydasını görüyorlar. İnsanları mahveden adrenalin hormonu, bu vücudumuzun ürettiği bir hormon heyecan, telaş, o merdivenden ikişer üçer çıkan insanlar, süratlı konuşan, çabuk karar veren, kavgacı tipler bunlar atipik kişilikler ve en büyük kalp hastası adayları bunlar. Bu insanlara sakin olmayı, trafikte kavga etmemeyi, camı açıp el kol sallamamayı öğretmek kadar güzel bir şey var mı?

Yaprak Özer: Yapabiliyorlar mı gerçekten?

Bingür Sönmez: Kesinlikle. Aileler diyor ki; “Hocam, cam sürekli açık olurdu, direkt el kol hareketleri, sürekli herkesle kavga ederdi”  şimdi ise arabasına biniyormuş, camını kapatıyormuş, yanından hızlı biri geçerse “Galiba acelesi var bu adamın” diyormuş. Aileler hastaların maç seyretmesi bile değiştiğini söylüyorlar.

Yaprak Özer: Kalp hastası olmaya gerek yok, bunu herkes yapsa…

Bingür Sönmez: Keşke herkes yapabilse. Yoga, beş bin yılı geçmiş olan bir gerçek. Dolayısyla tamamlayıcı tıp olarak yogadan biz çok faydalanıyoruz.

Yaprak Özer: Peki, siz trafikte sinirlenmiyor musunuz?

Bingür Sönmez: Hiç sinirlenmiyorum.

Yaprak Özer: Nasıl olur? Bu doğuştan meditasyonlu olma hali gerçekten nasıl bir şey? Ailede mi var?

Bingür Sönmez: Bu bir Tanrı vergisi. Babam da son derece sakin bir insandı, muhtemelen ondan aldım. Ben bir öğretmen çocuğuyum. Bir öğretmenin beşinci çocuğuyum, dolayısıyla babamla arkadaş gibi büyüdüm. Bütün ağabeylerin yüksek okula gitmişlerdi. Dolayısıyla ondan çok ciddi disiplinler kazandım.

Yaprak Özer: Sizi dinledikçe yapmamız gereken şeyler olduğunu görüyorum. Bu kalp yogası ya da aslında bakarsanız, hani “bir dakika dur” demek, insanın kendisine herhalde kafi bile olabilir değil mi?

Bingür Sönmez: İnanın ki, trafik ışıklarındaki yeşil ile kırmızı arasında bile dört-beş kez derin nefes almanın ne kadar yararlı oluğunu hastaların kendileri söylüyorlar.

Yaprak Özer: Siz bir de müzikle tedavi yapıyorsunuz.

Bingür Sönmez: Bu da, gene tamamlayıcı tıp olarak kullandığımız özelliklerden birisi. Bu arada gene yeni bir şey keşfetmedik. Bin yıllık bir geçmişi canlandırdık, Darüşşifa’lardaki müzik ile tedaviyi biz yoğun bakıma taşıdık.

Yaprak Özer: Ne yapıyorsunuz? Ne tür müzik bu?

Bingür Sönmez: Normalde, dünyada bütün yoğun bakımlarda müzik kullanılıyor; ama mp3 çalarlar kullanılıyor, cd çalarlar kullanılıyor. Biz ise, canlı müzik yapıyoruz. Doktor Erol Can çok değerli bir müzikolog, benim yoğun bakım uzmanım, 20 senedir beraber çalışıyoruz. Son yedi-sekiz yıldır ney çalmaya başladı, her türlü enstrüman çalar ama ney apayrı bir mucize, bir şifa… Kendisine zaten biz “neyzen” demiyoruz, “şifazen” diyoruz. Gerçekten bir şifazen. Sabahleyin hastaların visit’lerini tamamladıktan sonra onlarla kısa bir görüşme yapıyoruz; “Depresyonda mı?”, “Ajitasyonda mı?”, “Mutsuz mu?”, “Yöresi nedir?”, “Müzik kültürü nedir?”, “Entellektüel seviyesi nedir?”, “Mistizme inancı nedir?” gibi bir görüşme yapıyoruz, sohbet ediyoruz ve hasta bundan çok mutlu oluyor. Eğer bir hacı amcaysa ona bir ilahi çalıyor, bir gençse rock çalıyor, bir Egeliyse zeybek çalıyor, bir Ege havası çalıyor, bir Balkan havası çalıyor. Dolayısıyla o insanlar o kadar mutlu oluyorlar ki, genellikle sözlü katılmayı istemiyoruz sadece enstrümantal olarak çalıyoruz. Düşünün ki, bir hasta depresyonda onu umutlandırıcı bir acemaşiran türü bir şey çalıyorsunuz, birden acıtasyona başlıyor hemen hicaza dönebiliyorsunuz. Bu da, bu tedavinin istenileni. Bizim yoğun bakımda duvarlar  pembedir.

Yaprak Özer: Öyle mi?

Bingür Sönmez: Tabi renklerin de hastanın psikolojisine katkılarını çok iyi biliyoruz. Pembe yaptığımızdan bu yana, yoğun bakımda ajitasyonu hiçbir hastamızda görmedik.

Yaprak Özer: Harikulade. Bu arada hemen söyleyelim, bilen biliyor tabi ama siz meğerse çoban kavalı çalıyormuşsunuz, hem de iddialıymışsınız.

Bingür Sönmez: Evet, şöyle; Doktor Erol’a özenerek, ben de bir şeyler çalmaya başladım. Bir bilge diyor ki; “Mutlaka bir entrüman çalın, entrüman çalamıyorsanız şarkı söyleyin, şarkı söyleyemiyorsanız hiç olmazsa dinleyin.” Ben bütün bunları yapıyordum; ama enstrüman çalmak en büyük idealimdi ve babam Hasan Ali Yücel’in yetiştirdiği her öğretmenin bir enstrüman çaldığı öğretmenlerden bir tanesiydi. Ben keman çalmak için çok uğraştım. Bir yıl çalıştıktan sonra babam; “Boşver oğlum, sen çok yeteneksiz çıktın” dedi; ama Erol ney çaldığı için ben de çoban kavalı çalmak istedim. Dünyaca ünlü kaval ustamız Sinan Çelik benim akrabam aynı zamanda, haftada bir  – 15 günde bir bana ders verir.

Yaprak Özer: Hangi arada alıyorsunuz bu dersleri? Şimdi, cumartesi programını öğrendik, pazar programında da organik sebzeler, ağaçlar var, çocuklar var, hatta biraz fast-food gibi birtakım şeyler var arada. Ondan sonra bir de çoban kavalı dersi alıyorsunuz.

Bingür Sönmez: Etrafımdaki herkes çok yoğun çalışıyor. “Sinan Hoca, bu akşam çalışalım mı?” diyorum, “Gece 11:00’de geleyim” diyor, stüdyosundan çıkıyor, gece 11:00’de geliyor, sohbet ediyor, çay içiyoruz.

Yaprak Özer: Kaç saat sürüyor çalışmanız?

Bingür Sönmez: Yarım saat-45 dakika çalışıyoruz. Şöyle yapıyorum, teknolojiyi çok iyi kullanıyorum; mutlaka videoya kaydediyorum ve videodan onu, daha sonra ben fazla vakit almadan tekrar ediyorum. Bir hafta sonra gelip kontrol ediyor; dersimi çalışmış mıyım diye.

Yaprak Özer: Kemandaki performansı burada önüne geçtiniz yani?

Bingür Sönmez: Burada çok farklı bir şey oldu. Eğer çocuklarınıza bir enstrüman öğretecekseniz; akort edilen aletlerle başlamayın, en büyük sorun o. Akort edilmeyen aletlerle çocukla müziğe başlarlarsa daha kolay olur. Kaval akort edilen bir enstrüman değil; ama şu anda Türkiye’nin en zengin kaval koleksiyonu olanlardan birisiyim. Elimde 100 yıllık kavallar bile var.

Yaprak Özer: Kaç tane var?

Bingür Sönmez: 70-80 tane kavalım var.Çok özel iki tane 100 yıllık kavalım var mesela. Açık arttırmalardan, gidip alıyorum onları.

Yaprak Özer: Bu da sizin için ayrı bir macera. Sarıkamış’a olan ilginiz zaten sizin memleketiniz olduğu için apayrı. Onu artık hemen herkes biliyor diye düşünüyorum. Çok da iyi şeyler yapıyorsunuz, araştırmalar yapıyorsunuz. Yalnızca ilgi alanı olmayı geçmiş sizin için.

Bingür Sönmez: Arşivler tarıyorum Rusya’dan, dökümanlar getirttim. 100’ün üstünde film temin ettim Rus Arşivleri’nden. Bunları hem Genelkurmay’a hem Askeri Müze’ye armağan ettim.

Yaprak Özer: Harikulade şeyler. Peki, sporla aranız nasıl?

Bingür Sönmez: Çok iyi bir kayakçıyım.

Yaprak Özer: Sarıkamışlı olduğunuz için.

Bingür Sönmez: Tabi.

Yaprak Özer: Yani doğuştan meditasyonlu olduğunuz gibi doğuştan da kayakçı oluyorsunuz.

Bingür Sönmez: “Ne zaman kayağa başladınız?” diye soruyorlar bana.

Yaprak Özer: Ne zaman?

Bingür Sönmez: Ben doğar doğmaz başladım; çünkü ayağım yer tuttuğunda, abim kayak kaymaya giderken, arkasından ağlarmışım, o da beni sırtına bağlarmış ve gider beraber kayak kayarmışız. Donmuş bir şekilde de geri gelirmişiz. Daha yürümeden kayak kaymışım diyebilirim. Çok iyi kayak kayıyorum, çok güzel takımlarım var, şu anda kayak hocası olan insanların hepsi benim çocukluk arkadaşım, dolaysıyla ben Uludağ’a gittiğim zaman biri bırakır, biri alır. Beğenmezler benim kayak kayışımı.

Yaprak Özer: Nasıl ritminiz?

Bingür Sönmez: Çok güzel kayıyorum.

Yaprak Özer: Neden beğenmezler, sizin stilinizi?

Bingür Sönmez: Çok daha mükemmel kaymamı istiyorlar ve saatlerce beni çalıştırdıkları olur.

Yaprak Özer: Dalıyormuşsunuz. Yani normal yürümek falan yok sizde.

Bingür Sönmez: Yok, normal yürümek falan yok. Şinasi Bingeli, Türkiye’nin en eski balık adamlarından birisi, benim çocukluk arkadaşım, gençlik arkadaşım.

Yaprak Özer: Ama sizin çevreniz de ne kadar enteresan.

Bingür Sönmez: Çok güzel insanlarla dostum. Çok güzel insanlar var etrafımda. Hep beni daha ileriye götürdü onlar. Sevgili Şinasi sayesinde dalışı öğrendim, şu anda üç yıldızlı brövem var. 35 metreden daldım.

Yaprak Özer: İyi midir bunlar? Kayak iyi midir, kalp için? Dalmak iyi midir, kalp için?

Bingür Sönmez: Hiçbir şeyi abartmamanız lazım. Dalarken muhakkak bir “buddy” ile dalacaksınız, sizin kıymetinizi bilen bir insanla birlikte olacaksınız. Hiçbir zaman 60-70 metre dalmıyorsunuz zaten normal dalış 12 ile 20 metre arasında olur, buralara insanlar tüpsüz dalıyor zaten. Kayak kaymak; hiçbir zaman abartılmış yarışmalara girmemeniz lazım. Ben, bunu eğlenmek için yapıyorum; dağın tepesine çıkıyorum, etrafı seyrediyorum…

Yaprak Özer: Kendinizle yarışmayacaksınız aslında değil mi?

Bingür Sönmez: Hiçbir zaman yarışmayacaksınız, yoksa her sporun travması mutlaka var.

Yaprak Özer: Sizin galiba söylemek istediğiniz, beslenirken de normal, bir takım birşeyleri yaparken de işte sporu yaparken de normal.

Bingür Sönmez: Hiçbir şeyi abartmamak lazım. Toplum olarak her şeyi abartıyoruz. Bir bilimadamı geliyor ve diyor ki; “Fındık yiyin, kalp için çok yararlı” ama “8-10 fındık” diyor, “üç ceviz” diyor, lakin insanlar avuç avuç yiyorlar. Ben dedim ki; “Gün aşırı bir yumurta yiyebilirsiniz, sağlığınız için gereklidir.” Ve asansörde karşılaşıyorum; “Hocam sayenize yumurta yiyebiliyorum” diyorlar, ben “Kaç tane yiyorsunuz?” diyor soruyorum, “Günde dört tane yiyorum” diyorlar.

Yaprak Özer: Eyvahlar olsun.

Bingür Sönmez: Evet, her şeyi abartıyoruz.

Yaprak Özer: Niye böyleyiz?

Bingür Sönmez: Bu eğitim meselesi tabi ki, toplumsal sorunumuz. Her şeyden az az, hepsinden biraz biraz…

Yaprak Özer: Yani kolesterolün de aslında sıfır olmasının ayrı bir tehlikesi var değil mi?

Bingür Sönmez:Böyle bir şey söz konusu olamaz; şeker gibi vücudumuzda kolesterolümüzde var ama alt ve üst sınırıvar.

Yaprak Özer: Şimdi, “tuzu kesin” diyorsunuz siz değil mi?

Bingür Sönmez: “Tuzu kesin” demiyorum, “tuzu azaltın” diyorum. Tuz da gene yaşamın bir parçası; sıfır tuz söz konusu değil.

Yaprak Özer: “Tuzu azaltın, ilaçlarınızdan vazgeçmeyin” diyorsunuz. Bunu da söyleyelim.

Bingür Sönmez: Kolesterol ilaçları, kardiyolojinin vazgeçilmezidir, bunu her yerde söylüyorum.

Yaprak Özer: Şimdi, aslında kalp nakli konusuna gelmek istiyorum. Organ nakli Türkiye’de başarı ile yapılmaya başlanan, aslında çok gurur duyduğumuz bir alan. Hayat kurtaran bir alan; ama kalp nakli sanıyorum ki, diğer nakiller gibi değil. Anlatır mısınız, neden öyle değil?

Bingür Sönmez: Bugün bir karaciğer, böbrek naklinin ucu yok. Canlı verici olduğu için, aileden bağışla yapılabiliniyor. Biz toplum olarak çok fedakar bir toplumuz, özellikle anneler ve kız kardeşler çok cömertler.

Yaprak Özer: Özellikle anneler ve kız kardeşler…

Bingür Sönmez: Evet, yaşadığım deneyimlerden söylüyorum bunu size. Gerçekten çok cömertler. Babalardan da verenler oluyor; ama çoğunluk anneler ve kız kardeşler böbrek ve karaciğerlerinin bir bölümünü veriyorlar.

Yaprak Özer: Kadınlar bir başka yani.

Bingür Sönmez: Evet, herhalde bu Tanrı’nın kadınlara verdiği bir özellik. Kalp için bu böyle değil; kalp için canlı kalp olması lazım. İnsanlar ölümü, “kalbin ölümü” zannediyorlar. Yoğun bakımda bir insan solunum makinesine bağlı, kalbi çalışıyor ama beyin ölümü var. Bu ciddi bir biçimde teşhis edilebiliyor artık; ama bunu kabullendiremiyoruz insanlara. Onun için dünyada kalp nakilleri büyük gelişmeler gösteremedi, hep belli bir yerde tıkanıyor.

Yaprak Özer: Ama bu yalnızca Türkiye’de değil, değil mi?

Bingür Sönmez: Türkiye’de, şu anda İzmir’de, Antalya’da sayıları çok yüksek olan meslektaşlarımız var. İstanbul’da da yapılıyor, henüz sayısı çok yüksek değil ama yılda 100’e yakın kalp nakli yapılıyor ama bin civarında bekleyen var ve artmayacak.

Yaprak Özer: Ne olacak peki? Yani nasıl bir yola gidilecek?

Bingür Sönmez: Şunu umuyoruz; mekanik kalpler çok gelişmeye başladı.

Yaprak Özer: Onlar da yanınızda taşıdığınız çok büyük aletler.

Bingür Sönmez: Ama çok küçüldü, vücutta yaptığı tahribat azaldı; eskiden birkaç günde idare edebilen mekanik kalpler varken, şimdi aylarca, 1-1.5 yıl idare edebilen mekanik kalpler var. Önümüzdeki yıllar içerisinde, bunlar çok daha küçülecek, enerji süreleri daha uzun olacak, pil doldurma süreleri daha uzun süreler olacak yani 14-15 saat dayanabilecek piller muhtemelen gelecek mekanik kalplerde mevcut olacak.

Yaprak Özer: Gelecek onlarda olacak ama anlıyorum ki; beyin ölümü gerçekleştikten sonra aileler ya da hepimiz için çok zor bir karar bu.

Bingür Sönmez: Burada organ nakli ile uğraşan hekimlerimize çok büyük gayretler düşüyor; sürekli televizyonlara çıkmalılar, sürekli basına yansımalılar.Organ bağışının ne kadar kutsal olduğunu nlatmaları yeterli. Bir evde anne, baba ve çocuklar, organ nakli konuşmuşlarsa, başaılı bir organ nakline takdirlerini sunmuşlarsa; babaya bir şey olduğu zaman, Doktor yoğun bakım kapısından çıkıp, “Babanıza böyle böyle bir durum oldu, organlarınızı verir misiniz?” sorusunu sorduğu zaman daha iyi tolere ederler. Aynı şey, çocuk için de söz konusu; o evde organ nakli konuşulmuşsa, bu konu o eve misafir olmuşsa, o insanlar böyle acı bir gerçekle karşılaştıklarında daha toleranslı olurlar. Onun için organ nakli ile uğraşan arkadaşlarımızın sabırla her yerde esirgemeden konferans vermeleri gerekir ve programlara çıkmalılar. Görsel basın bu konuda çok başarılı.

Yaprak Özer: Biz de bu vesile ile hatırlatmış olalım. Şimdi sizin başarılarınız saymakla bitmez ama şimdi bunu bir hemen hastalara aktaralım.

Bingür Sönmez: Benim en basit önerim şu; anneler çocuklarına, “Koşup terleyip soğuk su içmeme sonra öksürürsün” diyorlar. Anneler çocuklarına demiyorlar ki; “Aman fast-food yeme, 20 sene sonra kalp hastası olursun.” Ben buradan annelere sesleniyorum; ne yedirirseniz yedirin ama evinizde pişirdiğinizi yedirin.

Yaprak Özer: Gene iş döndü dolaştı ve kadınlarda bitti, gene annelere kaldı. Tamam hiçbir şeyi abartmayacağız, çocuklarımıza sağlıklı şeyler yedireceğiz, kendimiz saplıklı yiyeceğiz, spor yapacağız…

Bingür Sönmez: Stresten uzak duracağız.

Yaprak Özer: O, nasıl olacak bilmiyorum ama ben dinleyeceğim sizi.

Bingür Sönmez: Stres, yaşamın bir parçası, stressiz yaşam yok. Yolda karşıdan karşıya geçerken bile stres oluyor. Spor yapmak, pozitif düşünmek, aşık olmak, sevmek bence stresi en çok azaltan şeylerden.

Yaprak Özer: Peki, bu sporu mesela günde yarım saat bir yürüme ya da ufak tefek egzersizler yeterli mi?

Bingür Sönmez: Onu da abartıyoruz; insanlara diyoruz ki “Günde yarım saat ile 1 saat yürüyün” diyoruz ve günlük 30 km yürüyen insanlar var. Bunlar belli yaş üzeri insanlar oldukları için, bu sefer spor travmaları ile karşılaşıyorlar. Topuklarında, dizlerinde, ayak bileklerinde problemler oluyor. Ne olur yapılan tavsiyeleri abartmayın.

 

BİNGÜR SÖNMEZ KİMDİR?

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Bingür Sönmez, Londra St. Thomas Hastanesi’nde kalp cerrahisi asistanı ve Rayne Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1988 yılında doçent, 1997’de profesör olan Sönmez, bugüne kadar 13 binin üzerinde açık kalp ameliyatı gerçekleştirdi. Profesyonel mesleğinin yanı sıra birçok değişik dalla da ilgili. Radial Arter Greft Hazırlanması, Kalp Yogası ve Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış isimli kitapları var. Birçok tıbbi derginin editor listesinde görevli olup Sarıkamış ile ilgili sinema, belgesel, kitap gibi tüm çalışmalara katkıda bulunuyor ve bilimsel danışmanlığını yapıyor. Yurt içi ve yurt dışında bulunan 24 derneğin üyesidir.

Paylaş