Seni Tuz Kadar Seviyorum

Yıllarca can alan ve can yakan ideolojilerin pençesinde kıvrandık durduk: Komünizm, Faşizm… Yeni Ekonomi, “”yeni”” ideolojiler hediye etti: Vasatizm ve Popülizm. “”Gelen gideni aratır”” diye buna deniyor olmalı!

Siz hiç “”Tuz kadar”” masalını dinlediniz mi?
Hani kralın kızlarından biri, ona, “”Seni tuz kadar seviyorum babacığım”” der de Kral hiddetinden ve öfkesinden ne yapacağını bilemez, sıradanlığa ve övgülere o kadar alışmıştır ki, kendi kızını bile affetmez.

Bu masal beni pek etkilemiştir. Sinir olurum ben bu masaldaki sıradan ve övgü meraklısı Krala.
Kralın “”popülizm”” ile “”vasatizm”” arasında gidip geldiğini düşünürüm.

Son yıllarda Türkiye’nin de Kral sendromu yaşadığına inanıyorum. Yani Türkiye popülizm ve vasatizm arasında top gibi gidip geliyor, bu iki ideoloji bozuntusunun esiri oldu. Ocağına incir ağacı dikilmesine göz yumuyor.

Yakın tarihte az kalsın, Komünizm, Faşizm, Emperyalizm… tartışmaları içinde boğulacaktık. Bugün bu popüler izm’lerin adını ağzına alan kalmadı. Ama adı konmamış “”yeni”” izm’lerin pençesinde kıvranıyoruz.

YENİ EKONOMİYE YENİ İDEOLOJİ YAKIŞIR
Ve ne acıdır ki, insana gözünü sevdiğimin Komünizm’i ya da kurban olduğumun Faşizm’i dedirtecek kadar süfli izm’lerin pençesine düşmüşüz de haberimiz yokmuş.

Vasatizm ve Popülizm!…
Pehhhh!
Ama ne izm… Evlere şenlik.

Eski izm’ler hiç olmazsa kendi içinde şık ve entelektüeldi… Kırk yıl düşünsem pek çok insanın hayatına mal olan, pek çok ocağı söndüren, pek çoklarının hayatını kabusa çevirmiş olan izm’lerin bir kısmını böyle anacağım aklıma gelmezdi.

“”Ne oldum değil ne olacağım diyeceksin!””
Ne kadar yerinde bir deyiş bu.

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Ülkenin birinde bir Kral üç kızıyla birlikte çok mutlu bir hayat sürmekteymiş.
Bir gün üç kızını tek tek huzura çağırmış:
“”Büyük kızım, güzel kızım, gel otur şöyle yanıma”” demiş…
“”Dile benden ne dilersen”” diye sormuş.
Büyük kız babasının ellerine yapışıp, bir yandan öperken diğer yandan “”Sağlığınız babacığım”” demiş…
Kral, böyle cici bir kız çocuğu yetiştirmiş olduğu için kendisiyle gurur duymuş.
Büyük kız gitmiş ortanca gelmiş…
“”Ortanca’m benim, gel otur yanıma”” demiş Kral.
“”Dile benden ne dilersen”” diye eklemiş.
Ortanca kız, şımarık tavırlarla babasının tepesine çıkmış ve o da ablası gibi. “”Sağlığınız babacığım”” demeyi başarmış…
Kralın ağzından “”Aferin sana güzel kızım”” sözleri dökülürken Ortanca kız çoktan odadan çıkmış bahçede oyuna dalmış…
Kral en küçük kızını çağırtmış yanına. Pek düşkünmüş son numaraya. “”En akıllıları o, ülkeyi ona emanet edeceğim”” diye geçiriyormuş içinden,
“”Benim bir tanem”” diye söze başlamış. Küçük kız da çok düşkünmüş babasına. O biraz farklıymış diğerlerinden, ama olsun, kardeşler arasında olur böyle şeyler…
“”Dile benden ne dilersen…”” diye soruvermiş Kral baba.
Çocuk bu ya… “”adalet”” diye başlamaz mı söze… “”Sosyal güvenlik”” diye sürdürmüş… arkasından “”Gelir dağılımını düzeltseniz babacığım”” deyivermez mi?
Kral ilkinde kulaklarına inanamamış, “”Nereden duydun sen bu sözleri”” demiş. İkincisinde, şaşkınlığını gizleyememiş, “”Ne cürret bunlar”” diyebilmiş. Ama üçüncüsünde artık öfkesine engel olamamış: “”Alın şunu yanımdan gözüm görmesin!”” diye haykırmış.

GÖZÜM GÖRMESİN

Küçük kız işte bu yüzden saraydan kovulmuş.
Ablaları mı?

Tahtın varislerinden birinin ortadan kalkması onları sevindirmiş. Gerçi onlar hiç renk vermemişler… Dışarıdan görenler kızların çok üzüldüğünü sanıp, ailenin böyle parçalanmış olmasından üzüntü duyabilirmiş.

Dışarıdan böyle görünürken, kızlar da üzüntüsünden kahrolan Kral babalarına, aslında çok isabetli bir karar aldığını anımsatıp gönlünü ferah tutması gerektiğini, önemli bir tehlikeyi böylece hep birlikte bertaraf ettiklerini söylüyorlarmış. Babalarının sağlığına duacı olduklarını yineleyip duruyorlarmış…

Aradan yıllar geçmiş, kral yaşlanmış, kızlar büyümüş, her ikisi de kendilerine benzeyen kocalar bulmuş, saray şenlenmiş, övgülerin dozu artmış, beklentilerin ve değerlerin çıtası aşağı inmiş, kraliyet sarayında mutluluk dozu artarken, ülkede işler nedense pekiyi gitmiyormuş. Mutluluk dozu sarayla halk arasında ters orantılı bir ilişki seyri izlemeye başlamış.

Halk huzursuzmuş. Yönetimin herkese eşit davrandığına inanmıyor, değişik kesimler arasında gelir uçurumları olduğunu görüp öfkeleniyormuş. Küçük bir grup iyi, büyük bir grup kötü şartlarda yaşıyormuş.

Ülke her gün bir öncekinden daha kötü şartlara sürüklenirken, saray sanki dışarıda hiçbir şey olmuyormuş gibi kendi gündemini izliyormuş. Oysa ekonomik sıkıntılar almış başını gitmiş, işyerleri kapanmaya, esnaf işsiz kalmaya başlamış. Saraya çalışan birkaç ayrıcalıklı dışında halk elde avuçta ne varsa satmaya, geçimini sağlayabilecek başka yollar aramaya koyulmuş… “”Gemisini kurtaran, kaptan”” felsefesi esnafın duvarlarını süslüyor, benim çocuğum okusun da büyük adam olsun yerine, “”Çocuğum büyüsün köşeyi dönsün”” diyenlerin sayısı çoğalıyormuş… Ülkede olay ve eğlence eksik olmuyor gündemi doldurma sıkıntısı yaşanmıyormuş.

İşte her gün böyle birbirini kovalarken, homurdanmalar, bağırıp çağırmalara; öfkeler şiddete dönüşmeye başlamış.

PADİŞAHIM SEN ÇOK YAŞA
Kral sokağa çıkmadığı için olayları görmüyor damatları “”üzülmesin”” diye ona her şeyi anlatmıyormuş. Zaman zaman olaylara engel olamaz, onları önleyemez, ört bas edemez hale gelseler de bunun normal olduğunu düşünüyorlarmış. Demokrasinin cilvesi gibi bir şey.

Kral bir gün halkın arasına karışacağım diye tutturmuş. Ve zaten olan da olmuş. Kral azla yetinmeyip bir de konuşma yapmaya kalkmış. Halk homurdanmış, öfkeli sözler söylemeye, hatta bağırıp çağırmaya başlamış. Kral şaşkın, ne olduğuna anlam veremiyor… “”Onlara her şeyi verdim, şimdi niye böyle yapıyorlar”” diye düşünüyor. Bazıları “”Açım”” diye eteğine yapışırken diğerleri yakasına yapışmak istiyor… Panik ve kaos… Her an her şey olabilir.

Damatlar çaresiz olayları izliyor. Birden Kralla halkın arasına genç bir kız giriyor: “”Durun bir dakika”” diye bağırıyor.

“”Sorunlarımızı böyle çözemeyiz”” diye başlıyor söze. Sonra sıralamaya başlıyor nasıl sosyal adalet sağlanacağını, insanların nasıl daha mutlu ve verimli ortamlarda yaşayacaklarını. Çözüm önerileri getirmeyi de ihmal etmiyor. Vasatizm ile Popülizmden söz etmeyi de unutmuyor. Göz ucuyla damatlara bakarken, halkın gözlerinin içine baka baka söylüyor bunları. “”Ne çektiysek bunlardan çektik. Yalan hayatlar sahte dünyalar kurduk, kendimizi sıradanlığa teslim ettik”” diyor.

Kral duyduklarına inanamıyor, ama söylenenler kulağına yabancı gelmiyor. Genç kıza dikkatlice bakıyor. “”Güzel konuşuyor”” diye geçirirken içinden, saraydan kovduğu küçük kızı olduğunu fark ediyor.
Sarılıyorlar birbirlerine, Kral özür diliyor kızından.

“”Dile benden ne dilersen”” diye soruyor. Küçük kız yine aynı üç dileği sıralıyor.
Kral bu kez söylediklerinin hepsini yapacağına söz veriyor.

BU MASAL DA BURADA BİTMİŞ
Devirlerden bir devir, ülkelerden bir ülkede geçen bu masalda olaylar neden buralara geliyor? Bir düşünün bakalım. Siz düşünürken ben bu ülkede yaşananlarla ilgili birkaç ayrıntı vermeye çalışayım bakalım taşları yerli yerine oturtabilecek miyiz?
Kralın ülkesinde işgücünün yalnızca yarısı istihdam edilebiliyormuş.

İş piyasasında eğitim ortalamasının yüzde 70′ini ilkokul mezunları oluşturuyormuş. İhtiyaca göre insan kaynağı yetiştirilmiyormuş. Kimse neyin ne olduğunu bilmiyormuş. Ortada araştırma falan da yokmuş. Bir rivayete göre bazı meslek dallarında gereğinden fazla insan varmış, bazılarında da ihtiyaca cevap verecek adam sıkıntısı yaşanıyormuş.

Örneğin insan sağlığını ilgilendiren alanlarda yani doktor ve hemşire gibi… Bu işleri yapacak insan yokmuş. Güvenlikle ilgili kadrolar da öyle. Örneğin, polis açığı varmış. Mühendislik bölümlerinin bir bölümünde okuyan gençlerin mezun olduğunda işsiz kalması kaçınılmazmış çünkü zaten bu ülkede gereğinde fazla mühendis varmış. Aslında özellikle bu alanda çarpıcı bir görüntü yaşanıyormuş. Mühendis olup işsiz kalanlar yıllar yılı ekmeklerini başka alanlarda yaptıkları çalışmalardan çıkarmışlar. Zorlu bir eğitim aldıkları için onlar “”ekmeğini taştan bile çıkarırlarmış””aslında. Bu yüzden bu ülkede pek çok mühendis çok zor bir iş olan politikacılığı tercih etmek zorunda bırakılmış. Bu ülkede insan fazlası yalnızca mühendislik alanlarında değil, örneğin mimarlıkta da yaşanıyormuş. Ama kimse ziraat ve orman mühendislerinin neden ihtiyaçtan tam iki kat fazla olduğunu anlayamıyormuş. Zaten bu gerçeği bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyormuş. Bilenler de, “”Böyle gelmiş böyle gider”” diyormuş.

Diyarın birindeki bu ülkede aileler doğal olarak çocuklarını en iyi okullarda okutmak istiyormuş. Ama okumak için yüksek eğitim kuruluşlarını dolduran öğrencilerin yalnızca yüzde biri aradığını bulduğunu düşünüyormuş. Geri kalan hayallerini gerçekleştirmekten uzak olduğunu biliyormuş.

Dışarıda işsizlik, içeride sevilmeden okunan dersler… Bir kısır döngü! Ama buraya kadar olan resmin bir bölümü. Bu ülkede bir kişiye istihdam yaratmanın bedeli 400 milyar liranın üzerindeymiş. Bunu duyan halk iyiden iyiye umudunu yitiriyormuş.

İşsizlerin sayısı ile eksilerde dolaşan büyüme oranı, el ele vermişler, geometrik olarak artıyorlarmış. Ülkede yukarı çıkan tek iki gösterge buymuş.

Kral, arada bir de olsa, “”Neler oluyor ülkemde?”” diye damatlarına soruyormuş. Onlar da, “”Sağlığınıza duacıyız”” efendim diyorlarmış. Sağlığı gerçekten bozulmaya başlayan Kral ise bu sözleri duyunca, “”Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”” sözlerinin ne kadar isabetli olduğunu düşünmekten kendisini alamıyormuş.

POSTU DELDİRMEYİN SAKIN
Damatlar bazı şeyleri saklıyor ama bazılarını saklamayı başaramıyorlarmış. Eee ne de olsa koca bir ülke. Kralın da muhalifleri olacak. Onlar da halkın yarasına tuz basarak ayakta kalmaya çalışıyorlarmış. Örneğin bir tanesi, defalarca uğradığı başarısızlığa aldırmadan yapıştığı koltuktan kalkmadan, daha geçenlerde şöyle demiş: “”Elbirliğiyle yeni bir başlangıç yapacağız, siz postu deldirmeyin yeter””
Ne güzel de söylemiş aslında.

Ama biraz geç mi kalmıştır ne? Postta delinmeyen yer kalmamıştır. Fakat bir cümlelik sözlerle yetinmek mümkün değildir. Diğer muhalifler gibi bu muhalif de, “”Aslında edebiyatçı olsa ne de güzel olurmuş”” dedirtir insana: “”Memlekete icra gelmiştir”” diye de buyurmuştur.

Kapısına her gün icra memuru gelenler, icranın bir ülkeye nasıl geldiğini anlayamamışlardır. Çünkü acaba o zaman kimin malına el koyuyorlar, kim el koyuyor diye düşünmüşlerdir. Ve sonra kamyona yüklenip giden eşyalarına bakıp bir yandan ağlayıp, bir yandan “”Adam sen de… Devlet malı deniz, yememek olmaz… Bana ne…”” demeye başlamışlardır.

 

BU BİR POPÜLİZM VE VASATİZM HİKAYESİDİR
Memlekette böyle manzaralar yaşanırken, sessiz sedasız 41 yılı geride bırakan bir kuruluş dimdik ayaktadır.

Bilmem dikkatinizi çekti mi? Devlet Planlama Teşkilatı DPT’nin 41nci kuruluş yıldönümünü kutladı.
Kırk bir kere Maşallah, nazar almaz inşallah.

Kutlama töreninde konuşma yapan Prof. Dr. Korkut Boratav, Türkiye’nin başına gelenlerin nedeninin popülizm olduğunu söyledi. Bu sözler haberlerin arasına sıkışıp kalırken bu yazının konusu da böyle doğdu. Boratav, değişik kaygılarla değişik gruplara cömert davranılmasını eleştirerek, Türkiye’de popülizm yüzünden borçlanmanın gelecek nesillere devredildiğini, ancak bu tür politikaların hiçbir yararı olmadığına değindi.

Bir başka kuruluşumuzun bir başka yıldönümünde umarım vasatizmden de söz edilir. Vasat insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede, vasat yöneticilerin, vasat politikalarla yönettiğini anlatır bir gün birisi. Vasatlığın nasıl üstümüze sindiğini, bulaşıcı hastalık gibi her yeri sardığına dikkat çekerler umarım.
Doğruyu söylemek gerekirse, zaman zaman umudumu yitiriyorum.

Kim çıkaracak ortaya? Vasatların baş, yeteneklerin ayak olduğu bir ülkede kim çıkaracak ortaya?
Vasatizm’in bile çıtayı yükseltmek anlamına geldiği, “”vasatizm altı”” yaşayan ve başkalarının da böyle yaşadığını sanan medya mı çıkaracak ortaya? Zaten vakti yok… Vasat medya, vasat rakibinin kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmakla meşgul. Bununla meşgul olmadığı zaman savunmakla meşgul. Yoksa popülizmin en büyüğünün yaşandığı Meclis mi çıkaracak ortaya?

Ya da vasat bir anlayışla, vasat harikalar yaratan özel sektör temsilcisi sivil toplum kuruluşları mı vasatizm’e dur diyecek? “”Epeydir bir laf etmemiştim. Ben bugün çıkıp biraz konuşayım edasıyla; “”İyi yönetilmiyoruz, bizim liderimiz var mı? Yoksa bizi yöneten kimse yok mu?”” diye sorup, sonra gelecek yıl yeni bir popülist söylem bulana kadar susanlar mı bizi kurtaracak?

Yeni Türkiye bu olmamalı.

 

Paylaş