Sen durma çalış

 

Memleket aynı, insanlar aynı, durum aynı ama sonuç farklı. İki hafta önce Türk halkı bir günde 2000 Dolar zenginleşmişti. Bu hafta gırtlağına kadar borçlu çıktı.

İlk araştırma, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Avrupa Hesap Sistemi’ne (ESA) geçerek yaptığı yeni milli gelir hesaplaması. Türkiye’nin milli geliri 576 milyar YTL’den 758 milyar YTL’ye; kişi başına düşen milli gelir 5 bin 480 Dolar’dan, 7 bin 500 Dolara yükseldi.

İkinci araştırma, TÜSİAD ile Merkez Bankası ortak çalışması. Kağıt üzerinde geliri artan Türk halkının tasarruf eğilimi azalmış, düşük gelirli tüketim ihtiyaçlarını borçlanmayla karşılıyor, düzenli yardım alan yoksulların oranında belirgin artış var. Yardımların temel kaynağı akraba-komşu dayanışmasının yanı sıra belediyeler ve valilikler kanalıyla yapılan yakacak, kira ve yiyecek yardımları. İkinci grup belirgin bir ivme kazanmış, kamunun sosyal harcamaları artmış.

Yardım son dönemde daha sık tartışılan önemli bir kavram. Önde gelen sivil toplum kuruluşları ve uluslararası organizasyonlar ile gelişmiş ekonomilerde kavram yeniden yapılandırılıyor. Biz, içinde boğuyor, boğuluyoruz. Yardım aracıyla bağımlılık üzerine kurulan yeni bir sosyal sistem yaratıyoruz. Yardımın, muhtaç kılmamak, kendi ayakları üzerinde durmasını öğretmek ve özgürleştirmek ekseninde yürümesi gerekiyor. Türkiye “sürdürülebilir ve süreklilik” kavramlarıyla yalnızca devlet yardımlarında barışıyor. Diğer alanlarda bu sebat görülmüyor.

Yardımın Türkçesi şu sözlerde gizli: “İcabında sayın valim sayın kaymakamım, atlayacaksın kamyona, şoför mahalline oturacaksın sen gideceksin, kapıyı çalacaksın kömürü sen vereceksin. Bunu yaptığın gün bu Türkiye ne olur biliyor musun, uçar uçar”. Bir kısım vali gerçekten kamyon tepesine uçtu bu konuşmadan sonra.

Yardımlar o kadar büyük boyutlarda ki, trilyonluk bütçelerle ifade ediliyor. Çalışmak yerine yardım almak isteyen kitleler yaratıyoruz. Yardım oy, oy yardım anlamına gelir oldu. İşsiz olmak, çok çocuk yapmak, yoksul olmak… Yardım alabilmek için gerekçelerden birkaçı. Tuhaf bir sarmal. Peki yardıma örtülü örtüsüz trilyonlar ayıran Türkiye neden hala uçamıyor.

Bir süre önce İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 2003-2007 arasında ihtiyaç sahibi ailelere dağıtılan kömürün Hazine’ye maliyetinin yaklaşık 1 milyar 8 milyon YTL olduğunu açıkladı. İstanbul’daki bir ilçe belediyesinin yıllık kömür yardımı ortalama 200 bin YTL civarında. İstanbul’da irili ufaklı 50 ilçe belediyesinin yıllık toplam kömür dağıtımını düşünün. Nasıl uçsun Türkiye?

Adıyaman Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı’nın açıklamasını not etmiştim: “Şu anda organize sanayi bölgesindeki fabrikalarda çalışan binlerce işçi, patronların ‘sizin sigortanızı yapayım’ teklifine ‘hayır’ diyor. Nedeniyse, sigortaları yapıldığı zaman yeşil kartları iptal olacak, devletin kendilerine tanıdığı haklardan faydalanamayacaklar”.

Verebilmek ulvi bir yaklaşım. Karşılıksız verebilmek eğitimli ve hazımlı bir ruh hali. Ancak unutmayalım, nerede, nasıl ve ne amaçla verdiğiniz, vermenin motifini değiştirebiliyor. Tutsaklık ve oy hesabının adı yardım değil. Vermek, kazanmayı ve yaratabilmeyi öğretebildiğimiz sürece güzel. Kömür, yiyecek, kız çocuk, erkek çocuk, nakit yardımı ne zamandan beri sosyal politika? Ne anlama geldiğini unuttuğumuz “Sosyal Politika” çalışan anne için kreş, çocuk işçiliğiyle mücadele, engellilere yaşam hakkı, gençlere iş, iyi eğitim, kadınların çalışmasının teşvik edilmesi gibi politikalar olabilir mi…

Sosyal güvenlik yasasının yeniden yapılandırıldığı bir dönemde yardım kavramını da tartışmaya açmak gerek. Çalışanların haklarıyla ilgili önemli tasarrufta bulunurken, çalışmadan yardımla geçinenlere, çalışmaları için yardım etmek zorundayız.

Aynı ülkeden farklı rakamlar çıkartmak bir meziyet. Anlaşılması güç tabii: Meğer biz daha zenginmişiz ama her nasılsa daha fakirmişiz… Meğer özgürlük tutsaklıkmış.

Özetle benim anladığım aslında Türkiye yardım karşılığı yan gelip yatanların ülkesi olmuş.

Sen çalış!

Paylaş