Seçilmiş travmalar ve biz

Uzlaşma neredeyse bir sanat. Türkiye bu konuda yer yer başarı çoğu zaman da başarısızlığa imza atmış bir örnek olmasına karşın konuyla ilgili tüm dünyada parmakla gösterilecek önemde bir bilim insanına sahip. Politik psikolojide dünyanın önde gelen isimlerinden, iki kere Nobel’e aday gösterilen Vamık Volkan!

 Türkiye bulunduğu coğrafya, köklü tarihi, birlikte yaşama alanı yarattığı halklarla her zaman iniş çıkışların, krizlerin, fırsatların ve nihayetinde heyecanların ülkesi oldu. Hızla akan günlük hayat katlanarak ilerleyen iletişimsizlik çoğu zaman insanların önünde duvar oldu durdu. Duvarları yıkacak enerji her zaman bulunmuyor, bulunsa da konjonktür müsait olmuyor. Haydi diyelim bir şekilde her şey oldu, o zaman da bir başka gücün dengesi şaşıyor.

Volkan, toplumların bazı olayları ortak hafızalarında taşıdığını söylüyor. Yüzyıllar öncesindeki bir olay bir toplumun en büyük gerçekliği haline gelebiliyor. Türkiye’nin sıcak gündemi konuşulurken “akil insanlar listesinde mutlaka o da olmalı” diyenlerin sayısı azımsanacak gibi değil. Toplumların tarihten travma seçip yaşadığını belirten Volkan ile İndeks İletişim’in Vesaire dergisi için yıllar önce yaptığı röportajı sizinle paylaşabilmek birkaç açıdan düşündürdü beni. Aradan zaman geçmesine karşın bu topraklarda hiçbir şey değişmiyor… Sorunlar çeşitleniyor, adı değişiyor ama yarası ve sızısı aynı kalıyor. Hiçbir yerine dokunmasam eski tarihli bir röportajın gündemi yakalamaya devam etmesine sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim.

Vamık Volkan röportajıyla, bugün yaşadıklarımıza daha fazla açıklık katmak ve anlam yüklemek üzere sizinle paylaşıyorum.

1991 yılında Türkiye’nin kuzeydoğusunda Pandora’nın Kutusu açıldı ve uzun süre sessiz kalmış bir toplumun her köşesinden sesler yükselmeye başladı. Yıllar boyunca aynı şemsiyenin altında yaşamış Sovyetler Birliği’nden geriye büyüklü küçüklü etnik gruplar kalmıştı. Bu dönemin ardından dünyada etnik grupların şikayetleri ve çatışmaları şiddetle devam etti. Milyonlarca insan aklın almayacağı yöntemlerle, sorgulanmadan, kitleler halinde öldürülüyordu. Şimdi sorulması gereken soru grup kimliğini korumak adına bu noktaya nasıl gelinebildiği ve “biz” ve “öteki” bilincinin nasıl oluştuğu…

Batı ve doğu arasındaki kültür farklarından oluştuğu iddia edilen uyuşmazlıklar, Orta Doğu’da hiçbir zaman inmeyen yüksek tansiyon,,Afrika’da süregelen çatışmalar… Gündemi sürekli meşgul eden bu olaylar ve nedenleriyle ilgili birçok araştırma yapılıyor. Politik psikoloji de toplumlararası çatışmaları, kimlik sorunlarını ve toplumsal hafızaları inceleyen bir araştırma disiplini olarak dünyanın birçok yerindeki üniversitelerde, merkezlerde ve sivil toplum kuruluşlarında çalışılıyor.

Türkiye’de daha çok psikiyatri çalışmalarıyla tanınan Vamık Volkan politik psikoloji dendiğinde dünyada akla gelen önemli isimlerden biri. Volkan, disiplinin gelişmesinde çok emeği olan bir bilim adamı. Türk-Yunan çatışması, dünyadaki etnik çatışmalar ve toplumsal bilinçaltı hakkında çok sayıda kitabı ve makalesi bulunuyor. “Seçilmiş Travma” ve “Etnik Çadır” kavramlarını literatüre sokan Volkan, etnik gruplar arasındaki sorunların çözümüne yardımcı olmak için yürüttüğü çalışmalarda toplumların psikolojisini inceliyor.

Yaprak Özer: Politik psikoloji ne demek? Ne işe yarar?

Vamık Volkan: Toplumsal çatışmalarla ilgili çalışmalar Freud zamanından beri yapılıyor. Politik psikolojinin bir disiplin olarak ortaya çıkması ise çok daha sonra oldu. Ama o kadar değişik şekiller de yapılıyor ki politik psikoloji için bir tek tanım vermek mümkün değil. 20 yıl önce International Society of Political Pscyhology (ISPP)-Uluslararası Politik Psikoloji Toplumu’nu kurduk.

Yaprak Özer: Teorileriniz arasında “Seçilmiş Travmalar” kavramı yer alıyor. Nasıl seçiliyor bu travmalar?

Vamık Volkan: Travmalar bilinçdışından seçiliyor. Her grubun başına belalar gelmiştir. Aynı bela bir çadırın altında yaşayan herkesi birden etkiler. Belalar sonrasında grup dört fonksiyonu gerçekleştiremez: Birincisi aşağılık duygusu, ikincisi çaresizlik ve halsizlik, üçüncüsü yas tutamamak, dördüncüsü de ortam tehlikeli olduğu için aktif olamamak. İnsanlar bu fonksiyonları gerçekleştirebilmeleri için bilinçdışından çocuklarına aktarır. Olayları bire bir yaşamamış çocuklar yoluyla hikaye nesilden nesle aktarılır. Olayın tasarımı yıllar içinde seçilmiş travma haline gelir. Örneğin Kosova Savaşı Sırplar için en önemli seçilmiş travma. Savaşta Türkler Sırp kralı Prens Lazarre’ı öldürdü. Miloseviç de 600 yıl sonra onu mezarından çıkarıp bir yıl boyunca köyden köye gezdirdi. Böylece seçilmiş travma alevlendi.

Yaprak Özer: Türkiye’nin travması nedir?

Vamık Volkan: O kocaman imparatorluğu kaybettik bir kere. Bizim seçilmiş travmalarımız hiç konuşulmaz.

Yaprak Özer: Türkiye Ermeni meselesiyle zaman zaman suçlanıyor. Bunu çözmek için ne yapmak gerekir?

Vamık Volkan: Ermeniler için seçilmiş travma Birinci Dünya Savaşı’ndaki olaylardır. Çözmek çok zor. Türkiye’yle ilgili olarak doğrudan çalıştığım tek konu Ermeni konusu oldu. Türk Ermeni Uzlaşma Komisyonu’na (TARC) çağrılmıştım. Fakat yöneten ABD’li hiçbir şey bilmiyordu. Toplantı başında Ermeniler “80 milyon dolarımız var, Washington’da anıt yapacağız. Siz Türkler şimdi kabul ederseniz, üzerinde Türkler aleyhine yazdıklarımız daha ılımlı olacak” dediler. Başkan bunu kesinlikle idare edemedi. Türkiye’den gelenlerin hepsi gerçekten konuşabilecek insanlardı. Fakat Amerikan anlayışıyla her şey bir anda çözülmek istendi. Hemen kazan-kazan. Olmaz tabii. Ben de istifa ettim. Ağaç modeli uygulansaydı adım adım, zamana yayarak, sistemli bir şekilde, ilerlenebilirdi. Artık Türkiye’de herkes konu hakkında konuşabiliyor. Ermenistan’da durum bizden daha zor.

Yaprak Özer: Neden bu kadar zor?

Vamık Volkan: Bütün mesele empati kurmak. Bizde empatinin ortaya çıkması daha kolay olacak diye tahmin ediyorum. Onlarda bu süreç çok politik, ayrıca Holokost’u model alıyorlar. Konunun her yönü konuşulmalı. O dönemde bizde de 5 milyon kişi öldü, ama yasları tutulmadı. 5 milyon kişi de mülteci olmuş. Biz bu acıyı yaşamadık, ertelendi. Bunun bir nedeni karizmatik bir lider olan Atatürk’ü bulmamız ve yeni bir kimlik oluşturmamız. Biz de o dönemin acılarını çıkarıp yüzleşmeliyiz. Onların da empati kurması gerekiyor.

Yaprak Özer: Avrupa Birliği müzakere sürecinde Avusturya bize karşı çıktı. Bunun nedeni nedir?

Vamık Volkan: Önce empatiyle Avusturya’nın kimliğini anlayın. Avusturya Almanya’dan ayrılmış bir yavru, onun yanında sekiz milyonluk küçük bir ülke. Akıllarında önce Osmanlı imajı var, daha sonra da Hitler. Onlar da en demokratik ülke olduklarını düşünüyor. Fakat onlar için Osmanlı seçilmiş travma değil, seçilmiş zafer. Osmanlı onlar için kurulurken tarihten seçtikleri düşman olmuş.

Yaprak Özer: Nasıl oluşmuş bu imaj?

Vamık Volkan: Osmanlı güçlüyken Avrupalılar korkuyordu, ama bir yandan da içlerine sindirmenin yollarını buluyorlardı. Kahveyi, kruvasanı içlerine aldılar örneğin. Daha sonraki dönemlerde durum değişmeye başladı. Osmanlı yıkıldıktan sonraki dönemde biz de bu imajın gelişmesi için çok yardım ettik. “Biz Avrupalıyız” demeye başladık. Fakat Batılılaşmaya çalışırken istemeden hep dışında kalıyoruz, ikinci oluyoruz. Yani sizin gibi olacağız, ama değiliz diyerek kendi kendimizi küçültüyoruz. Müslümanız diyerek tam olarak onlar olmak da istemiyoruz. Onlar gibi olamayınca da “O zaman Müslümanlığımı daha da artırayım” diyoruz. Viyana’da afişlerde çarşaflı kadınlar gösteriliyor. Bunları akıllı stratejiler yoluyla çözmemiz gerek.

Yaprak Özer: Yanlış mı tanıtıyoruz kendimizi?

Vamık Volkan: Şu sıralar Türk kimliği çok karışmış durumda. Benim Türk kimliğim yıllar önce buradan kalan kimlik, tanımlaması çok kolay. Ankara’dan aşağı indiğin zaman tanımadığım bir ülke Türkiye. Dışarıdan geldiğinizde şoka giriyorsunuz. Benim bildiğim Türkiye kayboldu. Ağlasam mı, gülsem mi? Sessizlik var Türkiye’de, entelektüellerde muazzam bir sessizlik var.

Yaprak Özer: Neden var bu sessizlik?

Vamık Volkan: Hepsi şokta. Görmek de istemiyorlar, inkar içindeler. Herkes bir şeyler söylüyor ama etkili ses yok. Örneğin AB’ye Türk kadını nedir diye bir temsil gönderilecek. Kimi gönderirsiniz? Atatürk’ün yarattığı kimliğe sahip olanlar demiyor ki “Biz Türk olarak buyuz.” En fazla ses Atatürk’ün yarattığı kimliğe uymayanlardan çıkıyor. Ülkede sessizlik var.

Yaprak Özer: Dünyayı etkileyen olayları yöneten birkaç kişi ve devlet var. Bir kültür çatışmasından söz ediliyor. Bir anlaşma sağlanabilir mi?

Vamık Volkan: Kendini Allah olarak gören yöneticiler kimseyle ve birbirleriyle konuşmazlar. Müzakere yapmazlar. Birinin şeytan olduğunu düşünürlerse öldürürler. Bir süre sonra düşmanlarıyla aynı hale geliyorlar.

Yaprak Özer: Etnik çatışmalarda teorileriniz kullanılabilir, fakat çok bilinmiyorlar…

Vamık Volkan: Teorilerimle ikinci kere Nobel’e aday gösterildim. Bu iyi bir fırsat. Nobel çok siyasi bir ödül, kazanamam ama herkes haberdar olur. 22 ülkeden destek geldi.. Her hafta bir yerde konuşmalar oluyor. Bazı şeyler böyle yayılıyor.

Yaprak Özer: Başkanlık yaptığınız ve Kürt meselesi hakkında çalışmalar yaptığınız doğru mu?

Vamık Volkan: Durum daha farklı. Sanırım 20 yıl kadar önce Ankara’da bir toplantıya davet edildim. Bana toplantının amacının Türkiye’deki Türk Türk ve Kürt Türk büyüklerini bir araya getirip olayları değerlendirmek olduğu söylendi. Virginia’daki merkezden iki kişi, küçük bir gruba konuşacağımızı düşünerek geldik. İçeri girdiğimizde salonda politikacılardan oluşan 200-300 kişinin olduğunu gördük. O yıllarda Türkiye’de neler olduğunu çok bilmiyordum ve kimseyi de tanımıyordum. Toplantı başlar başlamaz herkes tartışmaya, bağrışmaya başladı. Akşamüstü toplantı sonrasında otele gittim, ertesi gün de uçağa bindim, geri döndüm. Bu kadar.

Yaprak Özer: Virginia’daki Zihin ve İnsan İlişkileri Merkezi fikri nasıl oluştu? Merkezde yürüttüğünüz projelerden somut sonuçlar alabildiniz mi?

Vamık Volkan: Evet, birçok proje yaptık ve çok iyi sonuçlar aldık. Merkezin kuruluş hikâyesi de ilginç. Ben Amerikan Psikiyatri Merkezi’nin toplantılarına katılırdım. Bu toplantılarda 30 bin kişi bir araya toplanır. Merkezin alt komiteleri var. O zaman bir komite kurulmuştu, “Psikiyatri ve Dünya İşleri” diye. Altı da üyesi vardı. Bir Yunanlı, bir de Türk arıyorlardı. O komiteye üye oldum. Altı ayda bir buluşuyorduk. Bu birkaç yıl sürdü. 1979 yılında aniden Enver Sedat, İsrail Meclisi’ne gitti ve dedi ki “Araplarla İsrailliler arasındaki problemlerin yüzde 70’i psikolojiktir.” Politik psikolojinin gelişmesinin bir nedeni de bu. Enver Sedat’ı ABD’liler çok severdi. Bu nedenle de bu olay üzerine komiteye para çıktı.

Yaprak Özer: Merkezi bu görevinizden sonra mı kurdunuz?

Vamık Volkan: Evet, altı yıl bunun üzerinde çalıştım. Daha sonra Virginia Üniversitesi’ndeki dekan arkadaşım hastanelerinden birinin yönetimine benim geçmemi istedi. Hastane idare etmeyi bilmiyordum, bunu da öğrendim. Hastanede boş bir ev vardı, bana 8000 dolar verdiler ve üzerine bir tabela koyduk. Böylece merkezi başlattım, neler neler yaptım ondan sonra. Merkezin kurulduğu ilk yıllarda ben ISPP’deki başkanlık görevime devam ediyordum. O dönem Sovyetler Birliği’nin başında Mihail Gorbaçov vardı. ABD o sıralar Ruslarla toplantılar yapmak istiyordu, fakat Ruslar gelmiyordu. Bir yıl gelmeye karar verdiler. Ruslar o zaman ABD’nin El Kaidesi gibi olduğu için karşılamaya korktular ve benden rica ettiler. Rusları karşıladım ve onlara “Sizi ve ABD’lileri bir araya getirip konuşalım” dedim. Ruslar kolay karar veremezdi, Duma’ya (Sovyetler Birliği Parlamentosu) sordular. Duma kabul edince benim merkezimle Duma arasında bir kontrat yaptık. Buradan sonra tarihin değişmesine tanıklık ettim, çünkü olayların tam ortasındaydım.

Yaprak Özer: Duma’yla anlaşmanızdan sonra neler oldu?

Vamık Volkan: Anlaşmadan sonra bir toplantı yapmak üzere Moskova’ya gittik. Orada Gorbaçov’un adamları tarafından çok büyük adamlar gibi karşılandık. Sovyetler Birliği çökerken ben tam ortasındaydım. Birlik dağılmadan üç ay önce Gorbaçov ve adamları “Rusya’ya gel de bizi kurtar” dediler. Dört gün boyunca konferans verdim. Ülkenin içindeki farklı her gruptan üç dört kişi vardı. Ruslar bu grupların birbirini sevmesini sağlamak istiyordu. Ülkenin çökeceği hiç akıllarına gelmiyordu. Fakat olayın derinine inince farklı kimlikler çatışmaya başladı. Ben Dağıstanlı’yım, ben Ermeni’yim, ben Azeri’yim diyenler birbirleriyle kavga etti. Ülkenin çökmesi engellenemezdi. Kan gövdeyi götürmeden Baltıklar’dan, Kafkaslar’dan ayrılmalarına yardım ettik.

Yaprak Özer: Bu tarz toplantılarda nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

Vamık Volkan: Kullandığımız tekniğin adı “ağaç modeli”. Bu modelde her çalışma yedi yıl sürüyor. Örneğin Estonya bağımsız olduğunda çok korkuyordu. Bir buçuk milyonluk ülkenin yarım milyonu Rus’tu ve bir anda Ruslar onları değil onlar Rusları yönetmeye başlamıştı. Hepsini öldürmek istiyorlardı; yanı başlarında dev gibi Rusya olduğundan öldüremiyorlardı. Ağaç modelinde ilk olarak ağacın kökünü teşhis ederiz. Bir yıl boyunca yaklaşık 100 kişiyle konuşup sorunun arkasındaki maddi ve bilinçdışı nedenleri buluruz. Daha sonra sorunu yaşayan ülkelerden önemli ve etkili kararlar alabilecek insanları bir araya getiririz. İki-üç yıl her üç ayda bir dört gün boyunca buluştururuz. Bu konuşmaları incelerken psikanaliz kavramlarından faydalanırız. Fakat asla tavsiyede bulunmayız, çünkü insanlar ne istediklerini ve ihtiyaçlarını kendileri bilebilir. Bu toplantılarda kendilerini ifade ederken direnç gösteriyorlarsa bunu ortadan kaldırırız. Bu sayede daha korkusuz, daha açık konuşabilirler. Toplantılar sonunda katılımcılar birbirlerinin derdini ve ne anlattığını anladıktan sonra sorunun çözümünde yararlı olabilecek projeler üretir. Örneğin Estonya’da ilkokula gidecek çocuklar arasında etnik sorunlar çıkacağından korkuluyor. Bu nedenle 156 Estonyalı çocuğunu dört Rus çocukla aynı yere göndermek istemiyor. En akıllısı bile bütün Estonyalılar’ın kendi dillerini unutup Rusça öğreneceğinden korkuyor. Bu örnekte bir okul projesi tasarlayıp uyguladık. Bunun sonucunda gördüler ki aslında Ruslar da Estonyaca öğreniyor. Hükümet de projenin işe yaradığını görüp kabul edince sonuçlar uygulanmaya başlandı. Bu çalışma sayesinde zamanla bu tip projelerden ve konuşmalardan öğrenilenler yerleşir ve toplumun bir parçası haline gelir.

Yaprak Özer: Atatürk hakkında bir kitap yazdınız. Atatürk gibi bir lideri yazmak zor muydu?

Vamık Volkan: Çok zordu. Araştırması ve yazımı yedi yıl sürdü. 1984 yılında Chicago Üniversitesi Yayınevi’nde basıldı. Ama şimdi yazsam çok daha değişik, herkesin anlayabileceği şekilde yazardım. O zaman daha genç olduğum için sanırım, daha teknik ve ağır bir yazı oldu. Aynı şeyleri daha akıcı, bir roman gibi anlatırdım.

Yaprak Özer: Buna benzer başka bir çalışma yapmayı düşünür müsünüz? Yazsanız kimi seçersiniz?

Vamık Volkan: Bu yaşta mı? Hayır, kimseyi Atatürk gibi yazamam. Atatürk’ü yazmam ailemle ilgili bir olaydan kaynaklanıyor.

Yaprak Özer: Nedir bu olay?

Vamık Volkan: Annem Osmanlı İmparatorluğu’nun şarap nazırının kızıydı. Annemin ailesi Kıbrıs’ta oturuyordu. Bir gün savaş bile yokken İngilizler gelip bir günde ailemizi yerinden, düzenlerinden ediyor. Babam da Kapadokya civarından gönderilen köylülerden. Babam Atatürk’ün Kastamonu’ya gittiğini duyduğu zaman bir şapka alıp Kıbrıs’ta bir köyde masanın üzerine çıkıyor ve “Efendiler, bunun adı şapkadır” diyor. Atatürk’ü taklit ediyor, fakat o dönem Kıbrıs’taki herkes dinci. Bunun üzerine köylüler babamı tüfekle korkutuyor. Benim küçüklüğüm bu hikayeyi dinleyerek geçti.

Yaprak Özer: Bunun üzerine mi kitabı yazmaya karar verdiniz?

Vamık Volkan: Çocukken duyduğum bu olay beni çok etkilemişti. 73 yaşındayım, ama hala çok önemli bir anıdır benim için. Bu olayın önemi babamın yapamadığını Atatürk’ün yapmış olmasıydı. Onun için Atatürk benim için dev gibi biriydi. Şimdi anlıyorum ki bu kitabı babamın nasıl kahraman olduğunu öğrenmek için yazdım. Atatürk benim ideal babamdı. İdeal babayı insan yapıp da anlamak zor bir şey. Bu yüzden kitap yedi yıl sürdü.

Yaprak Özer: Atatürk hakkında hep aynı şeyleri okuduk; küçükken kargaları kovaladı, gizli gizli askeriye sınavlarına girdi gibi. Siz çok farklı bir açıdan yaklaştınız…

Vamık Volkan: Atatürk’le ilgili herkesin aklına ilk kargaları kovaladığı gelir. Onu idealleştirmek de çok normal, büyük liderlerin insanüstü olduğu düşünülür. Bir süre sonra hikayeleri mitoloji haline gelir. Biz onu insana dönüştürmek için yedi yıl uğraştık.

Paylaş