Sanatla İç İçe Bir Yaşam…

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, benzerine pek çok açıdan rastlaması mümkün olmayan bir sanat vakfı. İstanbul böyle bir oluşuma sahip olduğu ve bu sayede pek çok sanat dalına ve sanatçıya ev sahipliği yaptığı için şanslı. Vakfın başında hayatı sanatla dolu geçen Görgün Taner yer alıyor. Taner, sanat kimin için yapılmalıdır, bir sanat oluşumu sanata nasıl bakmalı, yorumlamalı ve halkla buluşturmalı gibi sorulara yanıt verdi. Bu söyleşi 2012 Film Festivali’nin açılışına denk getirildi. Siz okuduğunuzda somut öğelere yer vermeyen soru ve yanıtların anlamı olmayacağını düşündüğüm için eleme yaptım. Röportajın tamamı için videoyu izlemenizi öneririm.

Yaprak Özer: İlginç bir kariyeriniz var. Sanatın bir tarafında mutlaka olmuşsunuz ve ne kadar şanslısınız ki; hep de değişik işler yapmışsınız, İstanbul Caz Festivali yönetmenliğinden Avrupa Caz Festivaller Birliği’ne kadar… Avrupa Kültür Fonu’nun danışma kurulu üyeliğiniz var, Bilgi Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz, İstanbul Modern’ de yönetim kurulu üyesisiniz, Amsterdam Belediyesi’nin Sanat Danışmanlığını yapmışsınız.

Görgün Taner: Amsterdam’da 2012-2015 kültür planlaması için bir rapor istediler, Amsterdam’daki kültür kurumlarıyla ilgili ve başarı göstergeleriyle ilgili… İki arkadaşımla beraber hazırladık. Planlama; bizim Türkiye’de en nadir yapabildiğimiz, en az başarılı olduğumuz şeylerden bir tanesi, diyeyim. Şimdi, benim çağrıldığım Amsterdam kenti, 2012 itibariyle ne yapacağını planlıyor. Yani 2015’e kadar, Amsterdam kentinde kültür açısından ne yatırımlar yapılacak, kime, ne destek verilecek… Önemli bir şey var; kent belediyesi kültür-sanata proje bazında, nakit ya da ayni olarak katkıda da bulunuyor. Bunları planlıyorlar. Tabi böyle bir ortamda olmak; gerçekten, insanı sevindiriyor.

Yaprak Özer: 2010 İstanbul Kültür Başkenti Projesi’nde de bulundunuz.

Görgün Taner: Danışma Kurulu üyesiydim. Daha doğrusu, projenin önce Girişim Kurulu üyelerindendim hem de bu proje ile ilgili Brüksel’de yaptığımız, altı kişilik savunma grubundaydım; yani o İstanbul’u anlatma grubundaydım aynı şekilde ama daha sonra sadece Danışma Kurulu’nda görev aldım. Şunu söylemek istiyorum; çok önemli bir sürü fırsat kaçtı kaçıyor, orada ki en önemli fırsatlardan bir tanesi de şuydu; Avrupa Başkenti Fonu için, biliyorsunuz ki, benzinin bir litresine 1 kuruş ilave edilerek bir kültür fonu nihayet bir yerde oluşturulabildi. Avrupa Ülkeleri’nde ve diğer ülkelerde bu, işte piyangodan ya da benzer aktivitelerden elde ediliyor ve bunlar, kültüre ayrılıyor. Kültür fonları tarafından bağımsız kültür kurumlarına dağıtılıyor. Bizde, maliye, bu parayı önemli ölçüde tuttu; gerektiği kadar Avrupa Kültür Başkenti’ne verdi. Bu sene başında yapılması gereken; bunun Kültür Bakanlığı’na dervredilmesi…

Yaprak Özer: Ama sanıyorum; tamamıyla ortadan kalktı.

Görgün Taner: Evet, tamamıyla ortadan kaldırdı. Kültür ve Turizm Bakanlığı burada, bence, çok önemli bir fırsattan yoksun bırakıldı.

Yaprak Özer: 2010, kaotik bir dönemdi galiba; ne yapıldı, ne yapılamadı?

Görgün Taner: Kaotik bir dönemdi…

Yaprak Özer: Ama çok para harcandı…

Görgün Taner: Türkiye’de kültür ve Türkiye’nin yönetimi ile ilgili bir şey, artık merkezi idarenin, yönetimin önemli bir kısmını yerel yönetimlere terk etmesi lazım. 2010 Avrupa Başkenti’nin de başının, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın olması lazımdı ama baş Anakara Merkez’de olunca ve oradan yönetilmeye kalkılınca malesef bu bürokratik problemler ortaya çıktı.

Yaprak Özer: Projenin sonuna kadar kalabildiniz mi? Çünkü birçok kişi kalamadı.

Görgün Taner: Danışma Kurulu üyeliği zaten, biliyorsunuz, üç ayda bir toplanılan ve bilgi verilen, biraz tartışma yapılan bir kuruldu. O nedenle bizim, yürütmede herhangi bir yetkimiz, söz hakımız da yoktu zaten. Ama görüş ve düşüncelerimizi her zaman paylaştık.

Yaprak Özer: Neden sanatta kariyer yaptınız?

Görgüm Taner: Aslında şöyle; ben Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde işletme okudum, ondan sonra 1980 senesinde ODTÜ’den atıldım, daha sonra Boğaziçi Üniversitesi’ne girdim…

Yaprak Özer: Neden?

Görgün Taner: Derslerimin bir kısmı iyi değildi; özellikle istatistik ve matematik dersleriyle aram hiçbir zaman iyi olmadığı için o derslerde başarı gösteremedim. Ama pazarlama organizasyon derslerine kadar, psikoloji gibi derslerim de tam tersi çok iyiydi ama o sırada tarih okumak istediğime karar verdim… Ondan sonra Boğaziçi Üniversitesi’ne girdim ve çok büyük zevkle tarih bölümünde okudum. Bence Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü, o dönemde bana çok şey öğretti. Yıldız dönemidir Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nün ve üniversiteyi çok sevdim. ODTÜ’yü sevmedim deyemeyeceğim, onun da başka güzellikleri vardı. Bir arkadaşım sayesinde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’yla tanıştım. Müzik ve Film Festivali’nin birincisi tesadüf etti. Hülya Uçansu beni işe aldı… Giriş o giriş; ondan sonra da kaldım. Yani tarih alanında akademik kariyer yapıp; gidip yurt dışında bir akademisyen olayım derken bu yola gittim ama ben eskiden beri müzik, kültür, sanat ve sanatın diğer disiplinleriyle haşır neşir olduğum için isteyerek gittim.

Yaprak Özer: Genel müdür olmak istemiş miydiniz hiç?

Görgün Taner: Aklıma gelmemişti. Ama şunu söyleyeyim; 1980’li yıllarda zaten hayatımda önemli müzisyenlerle tanışma imkanına kavuşmuştum. Mesela bir Miles Davis’le o yılların sonunda, 1989’da yanlış hatırlamıyorsam ya da 1990’da karşılaşıp el sıkışmak ya da konserden sonra Bob Dylan’ın size “Nasıl, konserimi beğendin mi?” demesi, benim için bir rüyaydı.

Yaprak Özer: Kader ağlarını örüyordu galiba…

Görgün Taner: Ördü, yavaş yavaş ilerledi. Bakın şimdi, bir kültür kurumu İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ve her şeyden önce aslında bir okul; yani benim de içine dahil olduğum, girenlerin pek kolay kolay çıkamadıkları, çıkanların da daha sonradan “Hay Allah!” dedikleri, bir şekilde dönmek ve kesişmek istedikleri çok büyük bir okul. Bize zaten dışardan çok fazla kişi, üst düzey yönetici olarak gelmez; genellikle içerden yetişir. Çünkü kurumun çok kendine özgü bir kültürü var. Hani derler ya “Hem profesyonel yönetim hem aynı zamanda bir aile gibi”

Yaprak Özer: Bu arada kırkıncı yılınızı kutluyorsunuz, değil mi?

Görgün Taner: Evet… İşte bütün bunları bir arada yapabilen, bir arada götürebilen bir kurum; İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı.

Yaprak Özer: Kaç kişi çalışıyor?

Görgün Taner: 79 kişi. Ama tabii geçicilerle beraber bu sayı dönem dönem artıyor. Şöyle söyleyeyim size; bizim festival direktörlerimizin olduğu departmanlar; sanat departmanları, sanatsal departmanlar… Bir de kurumsal; pazarlama, sponsorluk, teknik, mali-idari işler gibi departmanlarımız var. Bir departmanı bütününde düşündüğünüzde; 12-13 kişiye çıkıyor. Yerine göre de ama sezon içerisinde 3-4 kişi oluyor sanat departmanları…

Yaprak Özer: Aslında o kadar da büyük bir kadrodan konuşmuyormuşuz.

Görgün Taner: Ama genellikle şöyle söyleyeyim; mesela film festivalinde eğer çalışan genç insanları, rehberleri falan katarsanız, tabi ki kırk-elli-altmışlara varan kadrolaşma oluyor 15-20 gün boyunca.

Yaprak Özer: Yani İstanbul Film Festivali, 40-50 kişilik bir grupla çıkabiliyor mu?

Görgün Taner: Şöyle söyleyeyim; bunların bir kısmı tabi ki rehber, bir kısmı çevirmen, bir kısmı teknik departmanlarda çalışan arkadaşlar. Bizim çalışan kadrolarımız, oldukça az kişiyle çalışıyorlar.

Yaprak Özer: Az adam çok iş.

Görgün Taner: “Az adam çok iş”ten öte, bu işlerin iyi delege edilmesi… Tabi, arkadaşlarım bayılacak sizin, bu söylediğinize…

Yaprak Özer: “Genel Müdürlük, işin yaratıcı ve daha eğlenceli kısmından beni uzaklaştırdı” demişsiniz.

Görgün Taner: Şimdi onu anlatacağım size; o zaman, mesela hep beraber müzik dinlerdik; içeriye girenler, “Ne yapıyorsunuz siz? Sabahtan akşama kadar müzik mi dinliyorsunuz?” diye sorar, biz de; “İşimiz bu. Dinliyoruz. Seçiyoruz, gruplara bakıyoruz.” derdik… Şimdi çok daha idari işlerim var.

Yaprak Özer: Seçimden söz ederken bu yıl film festivalinde neye göre seçim yaptınız?

Görgün Taner: Film festivali departmanında çalışan arkadaşlarım, film festivali bittikten sonra çalışmaya başlıyorlar. Dünyanın önde gelen film festivallerine gidiyorlar, gidemediklerine giden danışmanlarımız var; onları izliyorlar ve yılda 4 ya da 5 defa zannediyorum, bir danışma kurulu var, bu danışma kurulu toplanıyor, filmleri tartışıyor, kararları da film festivalindeki arkadaşlarımız beraberce veriyorlar.

Yaprak Özer: Kendi aralarında veriyorlar. Bir halka açılma ve sorma durumu var mı?

Görgün Taner: Şimdi, şöyle söyleyeyim; o biraz zor ve bunu sormanın çok da anlamlı olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü sanat kurumları her zaman, halkın ne istediği değil de o sırada olmayanı belirlemeli. Daha itici güç olan, biraz daha yukarıda; “Nasıl filmler var? Neler var? Dünyada neler oluyor?” bilgisine sahip oldukları için onların da beğenecekleri, yani halkın da daha doğrusu izleyicilerin de daha sonradan beğenecekleri filmleri seçiyorlar.


Yaprak Özer: Tepeden inme bir süreç oluyor galiba değil mi? Sanat, biraz tepeden bir iş midir?

Görgün Taner: Yok, ben çok tepeden olduğunu düşünmüyorum doğrusu! Neden düşünmüyorum? Çünkü bizler, sanat kurumları yöneticileri, normal gündelik yaşantısı içinde sanat olmayan izleyicilerin, bilemedikleri bilgilere, bilgi birikimine ve aynı zamanda “Dünyaya neler oluyor”a sahibiz. Bizim de işimiz bu. Nasıl biz başka kuruluşların bilgilerine sahip değilsek, onlar da bizim bilgilerimize sahip değiller. Biz de Türkiye’ye onları getirip sunuyoruz. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın zaten kuruluş amaçlarından bir tanesi; “Dünyada neler oluyor”u buraya sunabilmek. Bir Robert Willson’ın tiyatrosu varsa, bir Pina Bausch Tiyatrosu varsa; bunu siz gündelik yaşantısı içinde 24 saat sanat işgal etmeyen kişilerden bilmesini bekleyemezsiniz. Sizin göreviniz, onu bulup getirip onların buluşmalarını sağlamaktır. Dediğim gibi; sanat ve kültür, hem muhalefeti hem de yaratıcılığı içinde barındırır. Yani sanat ve kültür, herkesin yaptığını değil; yapmadığını yapabilmektir. Onu ifade edebilme özgürlüğü zaten yoksa bu Da Vinciler nasıl çıkıyor? Sabah 9 – akşam 5 işe giden bir insan, Da Vinci ve Picasso olamayacağı gibi; sanat ve kültür alanında eğer yeterince ifade özrgürlüğü yoksa, o zaman sanat ve kültürün o toplumu bir yere çekmesi gibi bir şey de söz konusu olamaz. Çünkü siz; düşüncenizde özgür olacaksınız, alabildiğince düşüneceksiniz hani o “beyin fırtınası” denen şeyi o kadar çok yapıyor olacaksınız ve o kadar serbestçe kendinizi ifade etmiş olacaksınız ki; oradan çıkan düşüncelerle ilgilenen, sizinle beraber düşünmeyen kitleler de bu fikirlerle hem halolacak ve ondan sonra toplumun ufku açılacak. Aslında temelde, yapılması gereken ve sanat kurumlarının ve sanatçıların da bir şekilde yapması gereken şey, bu.

Yaprak Özer: İKSV modeli başarılı oldu mu? “Evet” denilebilir mi? Böyle kesin bir “evet”.

Görgün Taner: Denilir. En azından ben derim.

Yaprak Özer: Bu başarıyı neyle ölçüyorsunuz? Yani yapılan festival sayısı…

Görgün Taner: Hayır, onlarla değil, yetişen kuşaklarla… Örneğin Nuri Bilge Ceylan, bir konuşmasında der ki; “Ben İstanbul Film Festiveli ile büyüdüm”, onun geldiği yer, dünya kültürüne olan katkısı, bizim onun gelişimine olan katkımız; aslında İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın 40 senelik bir özetidir.

Yaprak Özer: Kaç festival, kaç kişi gibi somut başarı, neyle ölçülür?

Görgün Taner: Tabi şimdi, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın 40 yılı içerisinde, hepsini burda bir kronolojik sırayla anlatmam söz konusu olmaz, özelikle son iki senedir yapılanmayı anlatayayım; Bülent Bey Yönetim Kurulu Başkanı olduktan sonra İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın departmanlarının belirli bir süreç çalışması var. Buna sanat ve kurumsal departmanları da dahil edebilirsiniz. Bu süreç çalışmaları ve görev tanımları olduğu zaman, oradan çıkan başarı göstergeleri de var…

Yaprak Özer: Yani bir iş yeri gibi mi aslında?

Görgün Taner: İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın Film Festivali’nin başarı göstergesinin içinde; “para pul” değil şu var, “Ne kadar değişik ülke, ne kadar değişik tanınmayan yönetmeni Türkiye’ye tanıtabiliyoruz? Ve ne derece değişik kitlelere, nasıl ulaşabiliyoruz… Bizim Altın Lale Yarışmamızda birincilik alan film dünyada ne kadar tanınıyor gibi daha çok sanatsal olan kriterler var.

Yaprak Özer: İKSV, 17 kişinin kurduğu, hepsinin işadamı olduğu bir vakıf. Şu anda da bir işadamı var başında… Bu nedenle soruyorum, başarı deyince neyi ölçtüğünüzü, atölye ya da bir fabrika mantığı mı?

Görgün Taner: Yok, o zaman bu kadar büyük olmazdı zaten İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı.

Yaprak Özer: Dünyada İKSV örnekleri var mı?

Görgün Taner: “Türkiye’de, dünyada var mı?” derseniz yok. Niye yok? İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın yegane bir yapısı var. O yapısı da, Avrupa’da da yok, Amerika’da da yok çünkü Avrupa’da ve Amerika’da vakıf yapıları farklı. Dünyanın diğer ülkelerindeki yapılanmalar da farklı. İKSV’nin öne çıkış nedenlerinden bir tanesi; Nejat Bey kurucu olarak vizyonunu şöyle belirlemiş: Dünya kültürlerinden örnekler Türkiye’de sergilenecek, Türkiye’deki kültür ve sanatın önde gelen örnekleri de dünyaya gidecek ve dünya kültür üretimine katkıda bulunacak. Türkiye’de merkezi ve yerel yönetimler-özellikle kültür ve sanata fazla katkıda bulunmadıkları için 1980’li yıllardan itibaren, özel sektör daha fazla katkıda bulunup sanatın, kültürün çizgisini yukarı çekmeye çalıştı. Böylece de Türkiye’de devletin ve yerel yönetimlerin “kültür ve sanat anlayışı” ve özel sektörün “kültür ve sanat anlayışı” diye, iki anlayış çarpıştı. Hedef 2023 biliyorsunuz. Özellikle ekonomideki hedef ilk 10’un içine girilmesi, kültür ve sanatta 2023 için de böyle bir hedef varsa bunun için çok hızlı hareket edilmesi lazım.

Yaprak Özer: Girebilir miyiz?

Görgün Taner: Giremeyiz. Çünkü, eğer Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bütçesi…

Yaprak Özer: Bu performansla olmaz, diyorsunuz.

Görgün Taner: Bütçenin binde beşiyse, girmemize hiçbir ihtimal yok.

Yaprak Özer: Ama her şey bütçe mi? Siz bütçesiz de yapıyorsunuz; sponsorlarınız var.

Görgün Taner: Yok, bütçesiz hiçbir iş olmaz. Sadece sponsorluk yeterli değil. Kültür hiçbir zaman özel sektörün kontrolü altında olacak bir şey değil. Biz muhakkak ve muhakkak bütçemizin %25-30 kadarlık bir kısmını, kamu tarafından gelmesini isteriz. Bu, sadece bizim için geçerli değil; bütün kültür kurumlarında böyle olması lazım.

Yaprak Özer: Geri kalanını nasıl toparlıyor olacaksınız?

Görgün Taner: Bilet geliri, yurtdışındaki fonlar, bizim üyelik programımız var, özel sektörün katkısıyla beraber bir karma olması lazım. Karma olmadığı takdirde; sadece özel sektöre yaslanırsanız, bir müddet sonra bir PR aktivitesine dönüşür.

Yaprak Özer: Önleminizi nasıl aldınız?

Görgün Taner: Bizim baştan kuruluşumuzda; sponsorluk yapısı belirlenirken, sponsorlarla İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın bağımsız yapısı arasında bir çizgi çekilmiş; artistik olarak biz burada bağımzılığımızı sürdürebiliyoruz. Sanatsal olarak, bizim özgürlüğümüz sorgulanamaz.

Yaprak Özer: Bu seneki İstanbul Müzik Festivali’nin teması “umut ve kahramanlar”. Yanılıyor muyum? İstanbul Tasarım Bienali bu sene ilk defa Ekim ayında düzenlenmiş olacak “kusurluluk” teması. Niye “kusurluluk” tasarım bienalinde? Anlatır mısınız?

Görgün Taner: İşte tartışma! Tabi tabi bu soruyu sordurmak için, bunların üzerine tartışmak ve kafa yorabilmek için… Bu tema, Londra Tasarım Müzesi Müdürü tarafından belirlendi, bundan 3 yıl önce de İstanbul Modern’de bir sergisi vardı. Tabi, kusursuz tasarımın peşinde koşmakla bir tasarımın peşinde koşarak; onun kusursuzluğu ile kusursuzluğundan öte onun kullanımıyla ilgili değerlere önem vermek arasındaki tartışmayı çıkarmaya çalışıyor. Bienallerin de zaten görevi o; soru sormak, tartışma yaratmak…

Yaprak Özer: İki küratörünüz var bienalde Joseph Grima ve Emre Arolat. Arolat’ın sergisi “Musibet”, Grima’nın sergisi “Adhoksasi”. Şimdi insanlar bunu nasıl alayacaklar? Geliyorum “halka anlatma” konusuna.

Görgün Taner: Ben kendimi yanlış ifade ettim. Sanat kurumları ve yapılan bu etkinlikler her zaman için özellikle fani insanların biraz daha yukarısında olup bunları tartıştırıp onları oraya çekmek durumunda. Sanatçı ve sanat yapıtları, toplumun öncüsü ve önderi olmak durumunda… Yoksa gayet basit, sıradan herhangi bir şeye de sanat diyebiliriz eninde sonunda. İşte bu nedenle de Emre Arolat’ın “Musibet”ini, Grima’nın da “Adhokrasi”sini, biz iletişimimizle -websiteleri olsun, tartışmalar olsun, etrafta yapılan paneller, workshop’larla olsun- anlatacağız. Ama kaygımız 17 milyona nasıl ulaşacağız, 75 milyona nasıl ulaşacağız değil? Böyle bir kaygımız zaten olamaz. Böyle bir kaygımız nasıl olamaz? Çünkü bugün bir sanat kurumu hem öncü-önder hem halkla-75 milyonla bütünlemiş zaten olamıyor.

Yaprak Özer: Siz sanatı eğlence sektöründe görüyor musunuz? Öncelikle onu sorayım size.

Görgün Taner: Hayır, görmüyorum.

Yaprak Özer: Ama bir sürü insan da görüyor.

Görgün Taner: Tabi, olabilir. Bu tanıma bağlı, mesela Amerika’da öyledir.

Yaprak Özer: Futbol yayın ihalesi 2010 yılına damgasını vurmuş, Tarkan 375 bin adet albüm satmış. Bunlar sanatın içerisine giriyor mu, girmiyor mu? Recep İvedik rekorlar kırmış… Ne diyeceğiz biz bunlara?

Görgün Taner: Bakın bu alanlarda ki çalışmalar dünyanın her yerinde var zaten. Ama biz bunlardan ayrı alanlarda çalışıyoruz. Bunlar ne? Sizin de bahsettiğiniz gibi; Tarkan, Recep İvedik, futbol ihaleleri… Sadece Türkiye değil, dünyanın neresini açarsanız açın; bu çeşitliliktir. Yani ben, “sadece bizim yaptığımız işleri izleyin, bianellerimizi takip edin başka da hiçbir şeye gitmeyin!” demiyorum.

Yaprak Özer: Bu yıl Leyla Gencer Şan Yarışması’nın yedincisi değil mi? İnsan hakikaten gurur duyuyor. Ne yapıyorsunuz altı ülkede?

Görgün Taner: Tabi, mesela Leyla Hanım ile gurur duymak çok önemli. Bakın siz de Leyla Hanım’ı biliyorsunuz ki; Leyla Hanım, senelerce yurtdışında yaşamış, Türkiye’nin yur dışındaki; neredeyse ilk sanatçısı. Aslında, altı ülke bu sene başladı. Ama geçtiğimiz seneden itibaren. Tabi bunu tek başımıza yapmıyoruz; Milano La Scala Operası ile ortak yapıyoruz. Önümüzdeki yıllarda Metropolitan da bu işe ortak olacak. Giderek büyüyen, genişleyen bir şan yarışması. Bahsettim ya az once; dünya kültürüne ne katkı oluyor? İKSV ne yapıyor? diye… İşte bunları yapıp bu bütünü topladığınızda da…

Yaprak Özer: “Sanat yönetmenliği” mesleğinden de biraz söz edelim….

Göngür Taner: Çok tartışmalı bir meslek tabi.

Yaprak Özer: Nedir sanat yönetmenliği?

Görgün Taner: Aslında biliyorsunuz, son birkaç senedir çeşitli üniversitelerde bununla ilgili bölümler var, ben de burada ders veriyorum. Çok tartışmalı bir konu aslında…

Yaprak Özer: Nesi tartışmalı?

Görgün Taner: Tartışmanın belirli bir tarafıyım. Ama bunların zaten üzerinde konuşup tartıştığımız zaman bir anlam ifade ediyor; çünkü Türkiye için çok yeni. Sanat yönetmeni kısaca; sanatçının özgür iradesini ve özgür ifadesini ortaya koyabilmesi için gerekli alt yapının sağlanması için çalışan kişi, kurum, yapılanmalar anlamına geliyor. Gerekli fonları, gerekli altyapıları bulup bunu sanatçıyla buluşturup sanatçının bu eserinin kamuoyu ve dünyayla paylaşılması.

Yaprak Özer: Kafalarda çok düz sorular var, yani siz de öğrencilerinizle konuşurken fark ediyorsunuz…

Görgün Taner: “Sanat yönetmeni olayım mı, öğretmenim?” değil mi?… Bir defa, herhangi bir konuda, her konuda olduğu gibi çeşitli kişilerle -ben de dahil- konuştuktan sonra kararlarını kendileri vermeleri lazım. Sanat yönetmeni olun ya da olmayın ya da şurada şunu yapın, burada bunu yapın, ben hiçbir zaman demem onlara. Tabi, bir kısmı istiyor; bir kısmı sonradan hayal kırıklığını uğruyor.

Yaprak Özer: Türkiye’de olduğu için mi hayal kırıklığına uğruyorlar?

Görgün Taner: E Türkiye’de olduğu için… Çünkü Türkiye’de böyle birçok kurum ve onlarla çalışan birçok sanat ve kültür endüstrisi, gelişmiş bir yapılanma yok ki; bu yavaş yavaş oluyor. Son 10-12 yılın ürünleri bunlar.

Yaprak Özer: Tabi, Sabır gerektiriyor.

Görgün Taner: Sabır… Bir de düşünün; kültür endüstrisi dediğiniz şey, yaratıcı endüstriler dediğimiz şey zaten dünyada da son 20-30 yılın, son 40-50 yılın işi. Şunu unutmamamız lazım; sanatçılar gerçeken toplumun önderleri ve neredeyse ağızlarına geleni söyleyebilme lüksüne sahip olması gereken insanlar, biz onları anlayıp dinlemeye çalışmalıyız…

Yaprak Özer: Bir tam, bir öğrenci konseptini anlatır mısınız?

Görgün Taner: Biz öğrenciler için bunu yapıyoruz ama bana sorarsanız; Türkiye’de öğretmenlerin de en az öğrenciler kadar sanat ve kültürle hemhal olmaya ihityaçları var… Şu an o projenin içinde onlar yoklar. Keşke imkanımız olsa, onu da yapabilsek. Çünkü eğer öğretmenler, zaten bu işin içinde olup da sanat ve kültüre önceliklerle yukarıya taşırlarsa; öğrenciler onların arkalarından gider. Şimdi bu, kendinize bir bilet aldığınızda –siz bir tamsınız- bir öğrenci bileti de alın, sizin aldığınız o bilet yanısıra alacağınız biletle bir öğrenciyi, bir konsere ya da bir sanat etkinliğine götürün anlamında. Bir bilet fiyatı; tam 15 TL, 65 yaş ve üstünde sinema severler için 9 TL Gündüz seansları yalnızca 5 TL…


GÖRGÜN TANER KİMDİR?

Bugünlerde İKSV Genel Müdürü görevini yürüten Taner, daha önceki yıllarda da Uluslararası İstanbul Caz Festivali Yönetmeni ve Avrupa Caz Festivalleri Birliği Başkanı görevlerinde bulundu. 2011 yılında Fransa hükümeti tarafından verilen “Chevalier dans l’ordre de la Legion d’Honneur” nişanına sahip olan sanatçı, uluslararası arenada başarıyla üstlendiği çalışmalarının arasına 2010 yılında Amsterdam Belediye Sanat Danışmanlığı’nı da ekledi. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi bölümünde ders vermektedir.

 

Paylaş