Okuyun Okuyun, İncileriniz Dökülmez

Bu yazı çalışanların feryadı. Burada yer almasının nedeni, yönetici ve patron konumundakilerin dikkatini çekmek… Ama onlar da bizler değil miyiz zaten? Haydi, bir zahmet okuyuverin… İncileriniz dökülmez!

Önce ben yazdım, onlar okudular.
Sonra onlar yazdı ben okudum…
Şimdi sıra sizde,
Siz okuyacaksınız!
Emir kipi kullandığım için kusura bakmayın…
Elimden kaçtı, kaçıverdi…
Söylemek istediğim şu;
Okumazsanız, okumamakta direnirseniz;
Sanırım onlar sizin canınıza okuyacaklar!

Aşağıda okuyacaklarınız, çalışan kişilerin feryatları… Tanınmasınlar diye böldüm, karıştırdım.
Şikayetçiler.

Yanlış anlamayın çalışan insanlar hepsi… İşsiz değiller anlayacağınız. Çalışıyorlar ama mutsuzlar. Çalışıyorlar ama çıkış yolu arıyorlar.

Üstelik insan kaynakları ya da benzer bölümlerde görev yapıyorlar.

Bir de başkalarının sorunlarına merhem olmaya çabalıyorlar. Ama ne demişler kelin ilacı olsa…
Dert ediniyorlar, ondan mutsuzlar; onları bu dertleri musallat eden zihniyet ise, sanki bir süre önce aynı yoldan geçmemiş, aynı sıkıntıları yaşamamış.

Yok, birbirimizden farkımız, hepimiz insanız.

Ama lütfen “”biraz hop dedik”” yani. Kendinize gelin, hepimiz insanız doğru da… Böyle gelmiş böyle gitsin mi dedik?

Şimdi lütfen aşağıdaki çorbayı okuyun. Kim oldukları önemli değil, ben de yazmış olabilirim… Siz de yazmış olabilirsiniz.

Sakın sizinle birlikte çalışan bir mesai arkadaşınız sizi yazmış olmasın?

İnsani Vasıflar Mı Dediniz… O Da Ne?

“”…Ne yazık ki bazen iş dünyası insani vasıflarımızı unutturacak kadar yoz bir hal alabiliyor. Üniversiteyi bitirdikten sonra çalışma hayatına atıldım ve yaklaşık 8 seneyi geride bıraktım. Bir çalışan olarak yaşadıklarım ve bazen de sadece tanık olduklarım inanın (tabiri caizse) dumura uğratıyor.
Beni en çok üst yönetim şaşırtıyor.

Nedense bazen insanoğlu nereden nerelere geldiğini çok çabuk unutabiliyor, bir anda sahip olunan konum, mevki, para, itibar gözleri öyle bir kör ediyor ki insanları kırmaktan ve bazen de çizgiyi fazla da aşarak aşağılamaktan zevk alır hale gelebiliyorlar…

İşin en kötü tarafı ne biliyor musunuz? Öyle bir an geliyor ki çaresiz kalıyorsunuz, sonuçta mücadele içinde bulunduğunuz kişi üst düzey bir yetkili, tek çare işinizi sevseniz ve iyi yapsanız bile kendi prensiplerinizden ve kişiliğinizden ödün vermek istemiyorsanız yeni arayışlara girmek zorunda kalıyorsunuz…””

Ne o tanıdık mı geldi? Sakın bu satırları yazan siz olmayasınız? Ya da departmandaki arkadaşınız Ayşe… Ahmet…

Gülsün Mü Ağlasın Mı?

Bazıları annelerinden kaba mı doğar sizce. Bu kabalıklar neden erkekler arasında daha sık görülür? Bir nedeni var mıdır? Ben mi yanılıyorum? Yoksa ben cinsiyet ayırımı mı yapıyorum?

“”…İsmini vermeyeceğim ama büyük ve kaliteli hizmet veren bir firmada, bir gün patron
diyebileceğimiz yöneticinin yanına gitmem gerekti, kapı aralıktı ve kapıyı tıklatarak içeri
girdim benim yetişme tarzıma ve düşünceme göre gün içinde karşılaşmadığım bir insansa ve müsaitse paldır küldür konuya girmek yerine selamımı verip (yine müsaitse güler yüzle kısa ve öz bir hatır sorup) konuşmaya başlarım.

Karşılaştığım olayın devamı şu şekilde oldu:

İçeri girdim, “”merhaba X Bey”” dedim ve devamında inanın çok şaşırdım ve üzüldüm. Cevap aynen şöyleydi: “”Siz benim arkadaşım değilsiniz Y Hn, bana merhaba diyemezsiniz!”” tarzında bir çıkışla karşılaştım.

Asıl üzüldüğüm taraf neydi biliyor musunuz? Ne acıdır ki oldukça üst düzey mevkie sahip bir insan nasıl olur da bir selamı bu kadar yanlış, bu kadar geri kafalı ve kendine ve yaşına yakışmayacak bir üslupla geri çevirebilir. O günden sonra, belki doğru belki yanlış, ama bana saygısı ve nezaketi olmayan bir insanın konumu ve yaşı ne olursa olsun benim de saygımı ve nezaketimi hak etmediğini düşündüğümden eskisinden çok daha ciddi, belki çok daha gergin bir tavır izlemeyi uygun buldum ve bir süre sonra da iş değişikliği yapmaya karar verdim…””

Bir tebessüm, bir selam… Çok mu zor vermek… ya da almak?

Lütfen Dinleyin Onu!

“”…Ben insan kaynakları sorumlusu olduğum için herkesi dinliyorum hepsinin ayrı
ayrı problemlerini çözmeye çalışıyorum. Ama benim problemlerimi söyleyebileceğim ya da en azından aynı dili konuşabileceğim bir kişi yok onun için bu yazıyı yazdım belki bir iç dökme…””

Çoğu genç, çoğu yeterince deneyime sahip değil, çoğu iyi niyetli, çoğu binmiş bir alamete gidiyor kıyamete…

Kapılarında şöyle güzel bir tabela var: “”İnsan Kaynakları Müdürü””. Ama en pis işleri onlar yapıyorlar.
Sorumlulukları çok… yetkileri yok…

Kaderleri patronun ya da yöneticinin iki dudağı arasında…

Zaten, “”olsa da olur olmasa da”” zihniyetiyle istihdam edilmişler; denk geldiği anda onlar da kapının önüne konuluyorlar…

Aralarında hala gülmeye çalışanlar var tabii… ama arada bir ağlayacak omuz arıyorlar.

Katlanmak Ve Sinmek Zorunda Kalmak

“”…Üst düzeyle ilişkilerinizde kendi prensiplerinizden ve kişiliğinizden ödün vermediğiniz
müddetçe benim şu anda yaşadıklarım gibi hak etseniz dahi pozisyonunuz değiştirilmiyor, ücretiniz diğer çalışanlarla eşit oranda artmıyor, başka bir takım engellemelerle karşılaşabiliyorsunuz. Aslında bu olanların İş kanununda da belirtilen işverenin çalışanlarına eşit davranma ilkesine ters düştüğü de aşikar ancak krizin etkilerinin halen devam ettiği şu günlerde dahi bazı durumlara katlanmak ve sinmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü sorumluluklarınız fazla, her an her şeyden vazgeçemiyorsunuz. Yine de bir gün iş yaşamında her şeyin daha güzel, daha profesyonelce, daha kaliteli olacağına dair inancımı da kaybetmek istemiyorum…””

Ben de öyle umut ediyorum. Yine de bir gün iş yaşamında yeni bir dönem başlayacak, iş modelleri değişecek.

Ağlayarak İşe Geldiğim Günler

“”…Ben İnsan Kaynakları ve Eğitim Sorumlusu olarak 4 senedir aynı firmada çalışıyorum. Başlangıçta İK Bölümü vardı ve bir de profesyonel bir yönetici, onunla toplam 6 ay birlikte çalışma fırsatı elde edebildim. Daha sonra kendisi yoğun stres nedeniyle ve bir takım baskılarla işten ayrıldı. Bense toplam 6 aylık bir tecrübeyle tüm işleri devraldım. Çünkü bu işime okulu bitirir bitirmez girmiştim. Çalıştım, çalıştım görev tanımlarını, talimatları, yöntemleri hazırladım, politikaları oluşturdum tabi kalite yöneticisinden destek aldım ama yalnızdım çok zorlandım eğitim planlarını oluşturdum hiç tanımadığım kişileri aradım sordum öğrendim nasıl yapılır nasıl edilir diye.

Personel bölümündeki kişi yaşlı ve anlayışsız devamlı ön planda olmak için her şeyi yaptı. Destek olmadı, olduğu zamanlarda da hep menfaat yanımızdaydı.

Üzüldüm, ağlayarak işe geldiğim günler oldu…””

Çok Sorumluluk Az Yetki… Sıkıştım!

Biriyle tanıştırmak istiyorum sizi. Adı Sorumlu, soyadı yetkisiz. Cinsiyeti: önemli değil kadın da olabilir erkek de… Sayıları: çok. Sesleri: cılız ya da yok.

“”…Beni yönetici yapmadılar çok sorumluluk az yetki sıkıştım, zaten böyle bir şeyi ben isteyemem etim ne budum ne? topu topu 4 senelik kendi başına verilen çaba. Yaş 25. Olmaz. Beni farklı bölüm yöneticilerine bağladılar. Toplam 7 yöneticiyle birlikte çalıştım. Hepsine oturdum yapacağımız işleri ve nasıl yapacağımızı anlattım. Gene tek başıma, yapıyorum imzalıyorlar haliyle ne ben ne de yönetici tatmin olmuyor. Ben işleri zaten yapıyorum diye hayıflanıyorum, yöneticide bana ne gerek var diye?””

İşkenceci Yönetici

Neden kötü davranır insanlar birbirlerine, neden işkence ederler adeta… Nedir alıp veremedikleri birbirleriyle?

Neden böyle davranıyoruz?

“”…Tabi egosunu tatmin etmek isteyen işkenceci yöneticilerle de çalıştım. Kötülük yapana yapışır biliyorsunuz hiçbiri şu an şirkette değil. En sonunda beni direkt genel müdüre bağladılar ve İK bölümünü ortadan kaldırdılar. Çok üzüldüm bütün emeklerim boşuna gitmişti. Ama onlar benim için iyi bir şey yaptıklarını düşündüler. Şimdi esas üzüntülerim başladı biraz daha büyüdüm herhalde farklı şeylerin varlığını görüyorum.

Firma içinde bir dedikodu, cadı kazanı o onun gözünü oyuyor öteki ötekinin kuyusunu kazıyor. Sessizce, bazen tabi magmanın fışkırdığı da oluyor yakıp geçiyor. Patrona yaranma çabaları, menfaatler, çifte standartlar, ben yaparım, ben ederim.

Sen kimsin, sen nesin ki anlayışları kimse kimseye gülümsemez, günaydın demez dese bile içten değil. Doğum günü, piknik, gezi organizasyonları yaparım ilk soru kimler geliyor?””

Bizde Her Şey Var Ama Ruh Yok

“”…Firmamızda günlerdir beyin fırtınası yapıyoruz. Amacımız şirket içinde yaşanan problemlerin kaynağını tespit etmek. Organizasyonda, sistemde mi yanlışlık var yoksa kişilerle mi bağlantılı?

ISO 9001, QS 9000 belgelerimiz var ama hala insan kaynakları diye bir bölümün var olması gerektiğine inanılmıyor. Varsa yoksa üretim. Üretim olmazsa diğer bölümlerin hiçbiri olmaz diye bir anlayış var.

Kendi kendime vazgeçsem mi diye soruyorum. Ben İdealistim, ama insan kaynağının değerinden anlayan yok. Hep göstermelik. Benimse inancım tam. Olmuyor.

Tıkanmış bir vaziyetteyim. İlk işyerim burası çok şeyler öğrendim, arkadaşlarımla ilişkilerim iyi ama yetkim, desteğim olmadıktan sonra, etrafımda yaptığım işin önemine gerçekten inananlar olmadıktan sonra ne işe yarar…””

Prıma Donna Patronsa Ne Olacak?

Sadece işyerinde değil, iş haricindeki yaşantımızda da benzer örnekleri yaşıyor, belki yaşatıyoruz…
Asıl söz etmek istediğim şu ki;

“”Ben yetenekliyim, bana ihtiyaçları var; bana kimse bir şey yapamaz… “” düşüncesi içinde bulunan ‘Prima Donna’ patronun kendisi ise ne olacak?

Öyle ya o hem patron, hem şirket sahibi ???

Gerek yumuşak karakterim, gerekse çalıştığım konumdan dolayı genelde kariyer ve kişilik kavgalarından uzağım. Ancak patron-iş arkadaşları, ya da iş arkadaşları-iş arkadaşları arasında geçen çatışmalar bir taraftan iş, diğer taraftan arkadaş olarak beni etkiliyor… İstifa edenler, işten uzaklaştırılanlar… Elbette ki koskoca bir şirkette bunlar yaşanacak, zaman zaman yaşanması doğal… Ancak maalesef doğal olmadığı zamanları anlayacak kadar uzun bir süredir çalışıyorum…

Değişim Kolay Olmayabilir, Ama Sonunda Olur.

Ne o bazıları sizi mi anlatıyordu? Yoksa siz misiniz bana bu pasajları gönderenler?

Peki, ne yapıyoruz arkadaşlar?
İşimiz zor, ama imkansız değil.

Hiç biriniz paranızdan şikayetçi olmamışsınız, hepiniz kültürden anlayıştan; kültür eksikliğinden anlayış kıtlığından şikayet etmişsiniz.

Pes etmek yok. “”Burada olmadı, şansımı başka yerde arayayım”” demek yok. Oradaki patron farklı mı olacak?

Peki, ölene kadar mı çekeceğiz bunu? Ne münasebet. Kırmadan, dökmeden ama kararla ve kararlı. Şimdi kalkın yerinizden. İşteyseniz eğer, açın çantanızı çıkarın küçük aynanızı, yok mu?… Bir zahmet tuvalete, gidin üşenmeyin.

Bakın aynaya şimdi. Oradaki sizsiniz. Gülümseyin. Gözlerinizin içi gülsün. Bir de göz kırpın kendinize.
Yıldıramayacaklar sizi. İzin vermeyeceksiniz.

Nasıl mı değişecekler? Kolay olmayacak, çabuk da olmayacak.

Siz, yarın onların bugün oturduğu koltuğa oturduğunuzda, siz olacaksınız. Bugünü unutmayacaksınız. Ve onların size yaptıklarını, siz asla başkalarına yapmayacaksınız.

Gözünüzün içi gülsün.
Göz kırpın bana.
Teşekkürler.

 

Paylaş