Nereden buldun?

Yaklaşık bir ay sonra yapılacak milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili sudan tartışmalar ile göklerdeki yıldızları bir süreliğine unutsak, atıp tutmada ve harcamada “gökyüzü limit” seçimlerine dolu dizgin koşarken, yeryüzü kaynaklarının sınırlı ve zaten tüketmiş olduğumuzu hatırlayarak seçim ekonomisine odaklansak…

Siyaset, seçime nasıl yatırım yapar, kaynağı nereden sağlar? Gelir modeli; siyasi partilerin büyüklüklerine göre devlet desteği, nereden geldiğini çoğunlukla bilmediğimiz parti serveti, gönlü bol destekçilerden bağış… Gider modeli ne? Seçim sürecinde ekonomik düzen nasıl işler?

Aday olacakların seçime katılmak ve siyasi kampanyaya dahil olmak ve sürdürebilmek için paraya ihtiyacı var. Sistem ne kadar çok para o kadar başarı üzerine işliyor. Sınırlı kaynağa sahip birinin kazanması mümkün mü? Nadiren evet, genellikle hayır.

Siyaset rekabetçi hale geldikçe, seçilmenin maliyeti de seçildikten sonra görevde kalmanın maliyeti de artıyor. Toplumsal çıkarlardan şahsi konulara geçiş bu arada başlıyor. Mali gücü olanların etkisi artıyor, ulvi fikirler rafa kalkıyor para ve bağış toplamak siyasi hayatın merkezine yerleşiyor. Para siyaset el ele! Basit ve tanıdığımız bir döngü.

Aday seçimi, hizmet etme yeterliliklerinden servet miktarı ve ödeme kabiliyetlerine geçince vatandaş siyaseti kafasında ülke geleceği için rekabet eden vizyonlar arasında bir seçim olarak değil, en yüksek teklifi verene oy diye kurguluyor. Haksız mı? Akla ilk gelen görüntü; açık artırma usulü adeta ikinci el oto ya da emlak piyasası.

Siyaset pahalı bir iş olmaya başlayınca ne oluyor; kaynaktan yoksun adaylar dışlanıyor, gençler ve kadın seçimin mağdur mankenleri oluveriyor. Yarışta kalmak marjinalleşmeyi gerektiriyor.

Paranın gözü kör olsun.

Seçmenin payına düşen his ne derseniz; yeterince temsil edilmediğinizde ne hissederseniz o! Yabancılaşma. Gençler neden ilgisiz, diye sormak fantastik oluyor. Sandığa gitsem de olur gitmesem de… “boşver” demeye başlıyor.

Güven duygusu, sahip olduğumuz en önemli servet. Hayli kırılgan ve alıngan. Sudan nem kapıyor. Siyasi gücün, kendi kendini seçen ve kendi çıkarını koruyan, bunları  zenginliğinden kaynaklanan güçle yapabilen, yine maddi kaynağa sahip olduğu için “elit” sınıfına giren kesimde yoğunlaşması seçmeni küstürmez mi? Güvensizliğe itmez mi? Sistemin meşruiyeti ve güvenilirliği, maddi zenginliğe bağlı ödeme / geri ödeme kabiliyetlerine bağlanınca, hizmet şuuru kalır mı? Hayat, “6 Şubat” tarihine başka nasıl kilitlenebilir? 6 Şubat’ı yaşayanlar yarına güvenebilir mi?

Biz ülkemizin geleceğini seçtiğimizi sanıyoruz ya… ya saf, ya fırsatçı ya da cahiliz düpedüz.

Seçim dönemlerinde para nasıl toplanmalı, harcanmalı? Sorarken bile “meli-malı” eki almıyor mu… vurdum duymazlığa neden oluyor. Yine de bilmek isterseniz, bu alanda pek çok çalışma mevcut.

OECD‘nin güncel araştırmaları bu kaynaklar arasında gösterilebilir. Organizasyon, toplumsal güveninin, siyasi katılımı beslediğine, sosyal uyumu güçlendirdiğine ve kurumsal meşruiyet oluşturduğuna işaret ediyor. Güvenin uzun vadeli birikim olduğuna, hükümetlerin toplumsal zorlukların üstesinden gelmek için güvene ihtiyaç duyduğunu söylüyor. OECD, hükümetlere ‘insana yatırım yap’ diye sesleniyor.  Sesimi duyan var mı?…

Westminster Demokrasi Vakfı (WFD) 1992 yılında Birleşik Krallık Parlamentosunda temsil edilen siyasi partilerin inisiyatifiyle kurulmuş, hesap verebilirlik, seçimler, kapsayıcılık, çevresel demokrasi, kadın katılımı gibi temalarda araştırmalarla dikkat çeken bir düşünce kuruluşu.

Siyasetin maliyeti yaklaşımıyla ilgili çalışmasını, paylaşmak isterim; siyasi partiler ve özellikle de siyasi makam için yarışan bireylerin harcamalarına odaklanıyor. Adayın parti önseçiminde aday olmaya karar vermesinden seçildiği ve görev süresinin sonuna kadar harcanan paranın takip edilmesini, yapılan harcamalara sistem getirilmesini savunuyor. WFD, siyasetin maliyeti üzerine sürdürdüğü çalışmalardan bir özet yaparak ortaya beş temel öneri çıkarmış.

Ne var içinde; siyasi harcamalar içinde bireysel tercihleri hangi faktörlerin yönlendirdiğini, siyasi kampanyalar için yapılan harcamaların yapısını, sınırlarını, çeşitliliği ve farklarını mercek altına alıyor. Çalışma müstakbel ve mevcut milletvekillerine yöneltilen taleplerin yanı sıra iç hesaplaşmaları anlamamıza yardımcı oluyor. Her ülke ve kültüre uymayabilir bununla birlikte küresel gerçekler karşısında geçerliliği yüksek diye nitelendirdikleri bu yaklaşımları ütopik bulmanızdan korkuyorum.

Hala şansımız var!

Hiç mi merak etmiyorsunuz birdenbire çark eden siyasetçilerin davranış kalıplarını neyin değiştirdiğini. Hiç mi merak etmiyorsunuz karanlıkta kalan kısımlarla ilgili soruldukça değişen hikayelerin nedenini? Hiç mi merak etmiyorsunuz, yola çıktıklarında söyledikleriyle bugün söyledikleri arasında makası açan kaynakları?…

Yaşınıza +5, hayattaysalar anne babanızın yaşına +5, varsa çocuklarınızın yaşına +5 ekleyin… Hayallerinize de +5 koyun.

Bu yarışa giren ve sistemi değiştirmeye çalışan lider olsam ne  pahasına olursa olsun vaadlerime seçim ekonomisini ve hesap verebilirliği altın harflerle eklerdim. WFD’nin 5 basit önerisini kopyala yapıştır yapmak bile yeter:

 

  1. Bireyler ve partilerin kampanyalarına harcama sınırı getiren “kampanya finansmanı” yasa ve yönetmelikleri geliştirilmeli. Tüm siyasi oyuncular bağımsız bir izleme organı tarafından etkin ve tutarlı bir şekilde denetlenmeli. Sistemi ihlal ettiği kanıtlananlar yasal çerçeve içinde yaptırıma tabi tutulmalı.
  2. Kampanya döneminin yanı sıra parti önseçim veya seçim süreçlerini de kapsayan tüm harcamalara ilişkin düzenli denetimler yapılmalı, kamuya açıklanmalı. Bu denetimler başta özel sektör bağışları ve kaynağı belli olmayan girişlere odaklanmalı.
  3. Siyasi partiler için güçlü devlet finansmanı oluşturulmalı. Baraj sadece baskın partileri değil, azınlık partilerini de kapsayacak şekilde kurulmalı. Olmaz böyle şey diyenlere “olur çünkü” demek istiyorum. Siyasi partilerin devlet tarafından finanse edilmesi, küçük siyasi partilerin rekabet gücünü artıracaktır. Varlıklı adaylara bağımlık azalacak, siyasi partileri yerelde popüler adaylara yönlenmeye teşvik edecek. Genç ve kadın adayların seçim sürecine dahil edilmesi için kota koyup, uyan siyasi partilere ek mali destek vaadi gibi yaratıcı yöntemler de geliştirilmeli.
  4. Yurttaşlık eğitimi başlatılmalı. Seçilmiş yetkililerin rol ve sorumlulukları konusunda vatandaş bilgilendirmeli. Bağımsız medya, sivil toplum grupları, sendika ve sosyal yapılardan destek sağlanmalı.
  5. Varlıklı siyasi adayların servet aktarımı teşvik mekanizmaları zayıflamalı, bunun için yolsuzlukla mücadele etmeyi ve yönetişimde şeffaflığı artırmayı amaçlayan girişimler desteklenmeli.

 

Sizce olur mu, olur (!) neden olmasın.

Sormak yeter; seçim ekonomisi bütçen ne, kaynağın nereden, nasıl ve kime harcayacaksın?

 

İşte o zaman, hesap verebilirlik ve şeffaflık konusunda, yasaların etkinliğini sağlarız, bireylerin yaşamlarının iyileşeceğini bekleyebiliriz. Özgür ve adil seçim süreci yaşayabiliriz. Çevresel demokrasi gibi konular hayal olmaktan çıkar. İklim değişikliğine, cinsiyet eşitliğine, hak ve özgürlüklere dair eylem görmeye başlarız. Karar vericiler kapsayıcı olmak zorunluluğunu idrak eder. Popülist olmak adına bazı grupları dışlamaz. Meclise girmeye hak kazananlar, kendisine koltuğu bahşedene değil, temsil ettiği bölge ve halkına nasıl hizmet edebileceğini düşünür. Kadınların gençlerin, engellilerin aklınıza gelen herkesin siyasete katılımıyla bir lider değil her konuda çoklu lider görme şansına kavuşuruz.

Paylaş