Ne eser ne eser değil?

Avukat Pınar Sönmez’le sanat eserleri, ihtilafların çözümlenmesi konularına “giriş” yaptık diyelim… Konu sanat hukuku olunca, dışarıdan çok zevkli duruyor. Sanat ve sanatçılar çok renkli, bir miktar magazin değeri de var tabii… Aslında hukukun her ortamda ve mekanda tartışıldığı günlerde bu konuya bir de benim el atmam tabii ki makul değil, zaten ilgim de yok; amacımı zaman zaman tekrar ediyorum, bir kere daha altını çizeyim; dikkatimizi dikkatten kaçan konulara çevirmek.

 

Sanat hukuku yalnızca sanatçının haklarıyla sınırlı değil. Deniz derya bir alan. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu içinde her gün ortaya çıkan bin bir farklı sorun ve çözümlerin anahtarı olan ihtisas konusu.

 

Avukat Pınar Sönmez’le bir süre sohbet edince, benim zihnimde bu alan için olsa olsa önleyici tıp gibi bir şey belirdi…

Tutamayıp sordum, benzetmemin yerli yerinde olup olmadığını, doğru olduğunu söyledi.

Yaratıcı alanlarda ihtilaflar diğer konularla kıyaslandığında daha karmaşık görünüyor. Yaratıcılık gerektiren meslekler ve uğraşlarda siyah ile beyazın net ayrılması her zaman kolay olmayabiliyor. Durumsallık daha fazla öne çıkıyor.

 

Neden söz ediyorum belki bir örnek anlamaya ve anlatmaya yarar. Banksy’nin eseri, Sotheby’s Müzayede Evi’nde alıcının da bulunduğu ortamda satıldığı anda yok oldu. Eser adeta kağıt öğütme mekanizmasından geçti… Banksy bunun bir sanat olduğunu iddia etti. Sizce sanat mı değil mi?

Eseri gözününüzün önüne getirin Girl with Baloon, (Balonlu Kız). Eser açık artırmada 1 milyon 42 bin sterline alıcı buldu. Satış yapıldığı anda çerçevenin içindeki gizli düzenek harekete geçti tablonun üçte ikisini öğüttü.

Sotheby’s, bu gösteriden haberdar olmadıklarını açıklayıp “Banksy’lendik” dedi. Banksy de o anın videosunu Instagram sayfasından paylaşırken Picasso’nun “Yok etme dürtüsü de yaratıcı bir dürtüdür.” sözlerini not düştü.

 

Siz olsanız ne yapardınız bilmem. Eğer bu oyunun öyle ya da böyle bir parçası değilseniz hakkınızı ararsınız her halde. Bu örnek çok popüler. Dikkatinizi çekmek adına kullandım. Pek çok başka örnek de var ve her gün bir yenisi ilave oluyor… İyi bilmez, adımlarınızı kontrollü atmazsanız, vay halinize diyebilirim.

 

Ve başlayalım;

 

Alanınızı önleyici tıp gibi, önleyici hukuk diyebilir miyiz?

Aynen.

 

Yaptığınız işi özetler misiniz?

Ben özellikle sanat hukuku alanını seçmiş bir avukatım. Sanat hukuku avukatıyım ve de yazarım, buradaki öykü anlatıcılığıyla sanat hukuku avukatlığı da bir araya geliyor.

 

Önce sanat hukukunu anlayalım.

Sanat özgürleştiriyor. Bizim alanımızın en güzel kısmı, özgürleştiren bir alan. Özgürlüğü, varlığı, anlamı, manayı sorgulayan üstelik bunu da daha sonra kültürel birikim olarak insanlığa hediye eden bir durum sanatın varlığı. Peki, hukuk ne yapıyor? Hukuk sınırlıyor. Bir taraf özgürleştiriyor, bir taraf sınırlıyor. Ben ne yapıyorum? Tam ortadayım. Hem özgürlüğü hem de o sınırlamayı sanatın lehine nasıl kullanabilirim diye çalışıyorum.

 

Hakemlik.

Evet. Durumumuz bu.

 

Hangi durumlarda hakemliğinize ihtiyaç duyuluyor?

Daha bir sanat eserinin doğduğu anda hukuk doğuyor. Çünkü bir sanat eserinin varlığı doğduğu anda oluşuyor.

 

Buna kim karar veriyor, sanatçı mı? Her şey eser midir?

Hukuktaki çağrışım ve hukuktaki aldığı yol şu; sanatta eser dediğimiz ve tarif ettiğimiz kısımla hukuktaki eser farklı. Hepimiz için çok önemli. Çünkü mahkemeye dahi gittiğinizde işin “a-b-c” si; “eser nedir, ne değildir”. Belki de bu durumda, “eser ne değildir?” daha önemli bir başlık. Çünkü eseri tayin eden bir kanunda ki, madde var; nelerin eser olabileceğini sayıyor, dünyayı ayağa kaldıran duvar sanatı da bunun içine dahil. Çünkü hiçbir kanunda yer almıyor.

 

Hiçbirinde mi?

Hiçbirinde yok. Bizde de yok. H&M geldi bile şu anda bu duruma. H&M Amerika’da bir reklam filmi çekiyor. Çok ünlü sokak sanatçısı olan Revok (sokak sanatçılığı Amerika’dan çıkmış, bununla birlikte Pompei mağaralarına kadar gidiyor) diyor ki, “bir dakika, benim sanatı bir ticari amaçla kullandın, benden izin aldın mı?” H&M’e ihtar çekiyor. H&M’e ihtar çektiğinde biz de bekliyoruz böyle bir durumda sanat hukukunun takipçileri olarak firma ne diyecek diye…

 

Ne dedi?

Kritik bir şey söylüyor. Politikasını farklı bir şekilde yönlendirecekken Revok’a dava açıyor. Ben diyor ihtarnameyi çektim sen ne yaptın. Bu ceza hukuku anlamında vandalizm’dir. “Asıl sen duvarı boyarken izin aldın mı?”… Böyle demez mi. Peki şimdi ne olacak?

Artık ceza davası olayın içine girecek. Ama böyle de çözülmemeli… Bu arada Amerika’daki sokak sanatçıları ayağa kalktı, hepsi H&M’i protesto etti. Açıklamadan sonraki sabah tüm cam ve duvarlarda protesto yazıları vardı. Bir anda cirolar düştü.

 

İtibarda böyle çok kolay yerle bir oluyor değil mi?

Kesinlikle. Bir saniyede köşeden dönebilecek bir durumdan daha sonra kaldırmanız için aşırı çaba ve emek harcayacağınız bir konuma. Düşünüyorum, H&M bana gelseydi; biz çekim yaptık ama… deseydi…

Bir dakika derim. Kesinlikle ve kesinlikle benim önerim, böyle bir şey yaparsanız Revok’un maddi manevi tazminatıyla karşılaşabilirsiniz. Evet, eser olarak kanunda yer almasa bile hukuk değişen bir süreç içerebilir. Bir anda, değiştirebilir hale gelir. Hakkaniyete uygun mu değil mi bir bakın derim.

Peki, o noktada ne yaptılar? En sonunda anlaştılar. H&M, “ben bunun altından kalkamayacağım, çok sıkıntı yaşıyorum” dedi. Aynı masaya oturdular. Revok madem öyle bağış yapmanı istiyorum, hem de sokak sanatçıları derneğine yapacaksın dedi.

 

Ama iyi olmuş. Bir Hollywood filmi gibi. Mutlu son; adalet yerini buldu. Sokak sanatçıları memnun, Revok ismini duyurdu.

Kesinlikle. Sonucu iyi oldu. Sokak sanatı açısında çok ilginç bir örnekle karşı karşıya kaldık.

 

Türkiye’den örnekleriniz var mı?

Çok ünlü bir ressamımızın konusu var. Bir ticari anlaşmanın tarafı ama sözleşmede pürüzler olması nedeniyle ciddi bir sıkıntı yaşanıyor. Bunun üzerine yine kurumla sanat hukukunun ve ticaret hukukunun bir araya geldiği bir zeminde buluştuk. Davamız hala sürüyor. Bilirkişi raporu lehimize geldi ama bu bir süreçtir, devam edecek. Bu bize neyi gösteriyor? İnanın bu alanda, özellikle fikri mülkiyet ve sanat hukuku alanında sadece emsal kararla yetinemezsiniz. O toplantı, örnekler bile çok önemli. Terminoloji çok önemlidir ve yeri geldiğinde sizin ehil olup olmadığınızı gösterir.

 

Ne demek istiyorsunuz?

Çok ünlü bir fotoğraf sanatçısı söyleşi verirken, yarıda kesip bana telefon açtı; “…ben hakkımın ne olduğunu bilmiyorum. İsmim hiçbir yerde yer almıyor ve almasını istiyorum. Çekmiş olduğum fotoğrafı yayınlıyorlar. Bunun adı ne? Bunu doğru söyleyemezsem hakkımı koruyormuşum gibi gelmiyor’’ dedi. Ne kadar doğru. Bunun adı “manevi hak”tır ve adın belirtilmesi hakkıdır dedim. Fikir Sanat Eserleri Kanunu’nda manevi haklar başlığında vardır. Söyleşisinde buna yer verdi. Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi, orada derslerinde de bunu anlatır hale geldi. Kültürel birikimden bahsettim. Ticari birikim, kültürel birikim, itibarın yönetilmesi, hakların adının bilinmesi, nerede isim zikredilmesi gerek, nerede iktibastır, nerede değildir, bunun bilinmesinden, kitaplar aynı şekilde. Bununla ilgili Yargıtay’ın kararı var. Bir de sürekli takip etmeniz gereken alanlar bunlar. Kitaplarla ilgi sıkıntılar her gün yaşıyoruz.

 

Her gün medyada ve akademik dünyada da yaşanıyor.

Hem de nasıl.

 

Aslına bakarsanız bir madenin üstünde oturuyorsunuz. Bir vatandaş olarak en çok şikayetçi olduğum konu Türkiye’de esinlenmenin derecesinin bilinmiyor olması.

Çok güzel.

 

Kopyalamadım diyor. Ama esinlenmenin bir derecesi olmalı öyle değil mi?

Kesinlikle var ve çok açık yazmışlar. Bire bir kopya olduğu açıkça anlaşılıyorsa o zaman bunu hiçbir şekilde kabul etmiyoruz diyor. Örneğin eğitim alanlarında siz slayt gösterisi yapıyorsunuz ama bunu üniversitede göstereceksiniz. Buna izin veriyor. Sihirli kelime “makul bir şekilde’’.

 

Sihirli kelime makul de, makulün makulü ne? O zaman da makul kime göre?

Her olaya göre değişiyor. Onun adı nedir? Onun adı hakkaniyet. Hakkaniyet günlük hayatımız içinde devamlı kullandığımız bir kastır.

Her somut olaya göre değişir. Fikir Sanat Eserleri Kanunu 35. madde başlığı iktibası içerir. Bunun adı da iktibas serbestisidir. İktibas serbestisinde açıkça o maddelerden birine giriyor ise ve de savunulabilir olduğunu görüyorsanız tabii ki yapabilir. Mümkün olduğunca.

 

Kişiselleştirip de esinlenip bambaşka bir yaratıcı olarak da kullanabilirim değil mi?

Tabii. Bununla ilgili bir soru gündeme geldi. Fotoğrafından esinlendiğini düşünen biri resim yapıyor ve satışa çıkarıyor. Ne yapalım diyerek dolaylı olarak galeriler bana getirdiler. O yola gitmediğini düşünüyorum. Buradaki konumuz hak arama iradesi. Hak arama iradesi göstermek istediğinizde işte o zaman şartlar oluşmuşsa bence ilk 100 metre düşünmeli ve davanın açılmasını düşünebilirsiniz. Neden ilk 100 metre dedim? Çünkü çok uzağı görmeye çalışırsanız, zaten davanın ne kadar süreceğini bilmezsiniz ama bu alana özel bir şey var, anlaşmaya en yakın bu alan, sanat hukukudur. Çünkü gerçekten herkesin öyle ya da böyle, kopyalamış da olsa, o da şu da olsa eline sanat değmiş mi, değmiş. Lütfen aynı masada oturalım deme şansınız var. Bu nedenle bizim işimizde kurum, toplantı, bir araya gelmek, doğru ifade etmek, itibarı için herkesin ortak paydada buluşmasını bekliyor olmak.

 

Herkes koleksiyon yapmak arzusunda, dikkat edilmesi gereken noktalar var değil mi?

Kesinlikle. Çok güzel bir şey söylediniz. Sanat, kurum, koleksiyon dediğiniz tamam aynı şekilde tümden gelim, tüme varım. Zaten çok büyük kurumların yüzde 80-90 koleksiyonları oluyor ya da olmak arzusu içinde oluyor. Bugün bankalara bakalım. İş Bankası’nın koleksiyonu çok büyüktür. Mutlaka onlar özel olarak koleksiyonlarına hem yatırım hem de koruma sağlamak durumundalar. Bunun restorasyonunu yapacaksınız, sahte olup olmaması ile ilgili önlemlerinizi önceden alacaksınız. Yeri gelirse müze yapma ihtiyacı ki böyle bir çalışmaları da var. Bütün bankalarda bu var. Daha sonra kurumlar da aynı şekilde. Ben neye dikkat etmeliyim, ne yapmalıyım? Örnek, manevi haklar. Ressamın, fotoğrafçının, heykeltıraşın normalde eserine ulaşma hakkı var. Yani ben sizden rica ediyorum, şu sergide kullanmak istiyorum dediğinde kullanması gerekiyor. Peki, her geldiğinde aynı eseri siz yüz kere verecek misiniz? Değil. Yargıtay’ın bununla ilgili kararında diyor ki, makul olmalı, bu kadar çok olmamalı.

 

Buna bilirkişi mi karar veriyor? Makulü kim belirliyor?

Tabii öncelikle bu mevzuda bilirkişi olmadan karar çıkmıyor diyebilirim. Ama bilirkişi konusunda da çok ciddi bir hassasiyet var. Yani, bir kere ek bilirkişi raporu alınır ama ondan sonra ben hâkimin takdir hakkının oluşması gerektiğine inanıyorum. Defalarca heyetlere gitmesini hukukçu olarak olumlu bulmuyorum.

 

Bilirkişi ne kadar bilirkişidir, her konuda olabilir mi?

Konu teknik anlamda değerlendirilmeli. Ekonomik ve hızlı bir yoldur.

 

Paylaş