Merkez, Mutsuzum… Duy Beni!

Yaman Törüner, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası eski Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası eski Guvernörü. Dış Ticaret, Eximbank ve Gümrüklerden Sorumlu Devlet Eski Bakanı. Ekonomide pek çok kararda imzası bulunuyor. Türkiye burası… bugün o kararlardan ne kadarı geçerliliğini koruyor sizce Törüner’in bile bilebildiğini sanmam… Komik ama gerçek!

 

“Borsa Başkanlığı yaptım hakikaten ilginç bir dönemdi. Para piyasasını, döviz piyasasını, açık piyasa işlemlerini, altın piyasasını ben kurdum. Tansu Hanım Başbakan olduktan sonra, altın borsasını kurdum. Borsada, tahvil piyasasını ben kurdum -ki şu anda tahvil piyasası borsadan da daha büyük bir piyasa haline geldi. Başkanlığım sırasında 5 Nisan kararları açıklandı. Krizi çözmek üzere ben getirildim. Altı ay içinde döviz problemi ortadan kalktı. Ayağı yere basan biçimde sistemi yönettik.” İfadeleriyle döneminin dinamiklerini sıraladı.

 

Yeni kitabı “Yorumlu Hatıralar” henüz yayınlandı. Girersek çıkmak mümkün olmayacağından, hatıralara dalmadan Merkez Bankacılığı ve Türkiye ekonomisi üzerine görüşlerini almak istedim; “O dönemi yalnız hatıra olarak değil, ekonomik tedbirler ve değişimler olarak yansıtan bir kıssa yazdım, hayattan göçmüş insanları hedef alan bir hatıra olmaktan çıkarttım işi. Herkes istediği gibi yalanlayabilsin diye erken yazmak istedim; Tansu Hanım ve Özer Çiller ile ilgili çok birçok kişinin kanaatine aykırı benim hatıralarım. Mesut Yılmaz, sınıf arkadaşımdı. Tansu Çiller başbakanken her hafta sonumuz beraber geçiyordu. Süleyman Demirel ile karşılıklı ağladığımız hatıramız oldu. Hüsamettin Cindoruk’la Bülent Ecevit’le inanılmaz ilişkilerim oldu” diye anlattı o dönemin renkli tablosunu.

 

Törüner’e ne sordun, o ne anlattı diyecek olursanız; Merkez Banka/ları toplum ilişkileri, mukayeseli Türk ve Batı-Doğu piyasa ekonomisi algısı ve geleceği. Merkez Bankacılığı yalnızca para-emtia piyasaları, ithalat ihracattan mı oluşur? Sorusunun yanıtı örneğin: Yok mu halkın yaşam kalitesi ve mutluluğunu gözetecek babayiğit Merkez?… Kripto paraların bizim gibi ülkeler için geleceği var mı, Türkiye kendisini hangi ekonomik sistem içinde görüyor ya da Türkiye kendisini bir yerde görebiliyor mu? soruları da var!…

Söyleşinin tamamını youtube kanalımda bulabilirsiniz. Dinlemek isterseniz Spotify’dayım.

 

Yaprak Özer: Merkez Bankalarının etkilerini 1 ile 10 skalasında nereye koyarsınız?

Yaman Törüner: Şimdi bizim ekonomimiz ile gelişmiş ekonomiler arasında ciddi farklar var. Şöyle enteresan bir şey yaptım. Hem Amerika’da hem de Türkiye’de yaşamak nedeni ile literatürde çıkan bütün ekonomi kitaplarını aldım, okudum. Üç günde bir ekonomi ve iş konusunda aşağı yukarı bir kitap çıkıyor. Bunları hepsini birden okumak son derece zor iş. Yaklaşık 200 tanesini okudum her birini 2’şer sayfalık özetler halinde “Başarının Sırları” diye bir kitapta topladım. Sırları derken şunu anlatmak istiyorum; gelişmekte olan ekonomiler ile gelişmiş ekonomilerin farklılıklarını açıklayıp, bunlara karşı ekonomi politikaları nasıl olmalı? Gelişmiş ülkelerdeki ekonomi politikaları ile gelişmekte olan ülkelerde uygulanacak ekonomi politikaları birbirine pek uyumlu değil.

 

Yaprak Özer: Pandemi sonrası gelişmeler ışığında da böyle düşünüyor musunuz?

Yaman Törüner: Tabi tabi, hala böyle düşünüyorum ve hiçbir zaman oradaki formüller Türkiye’deki formüllere uyuşmuyor. Çünkü; oradaki paralar, bizim “hard currency” dediğimiz, dünyada geçerli olan para olduğu için Merkez Bankasının aldığı tedbirler, birebir piyasaya yansıyabiliyor ve onlarda piyasa çok daha derin olduğu için Merkez Bankasının aldığı tedbirler, yani parasal genişleme ya da daraltma çarpan etkilerinin büyüklüğü nedeni ile piyasaya yansıyor. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin Merkez Bankalarının aldığı tedbirler her zaman istenilen neticeyi, istenilen çabuklukta ve derinlikte veremiyor. Bizim gibi Merkez Bankalarının böyle bir çıkmazı var.

 

Öte yandan, bizde Merkez Bankalarının aldığı kararlar, hükümet tarafından destelenir durumda olmayabiliyor. Son olarak, bunu ortadan kaldırabilmek için Merkez Bankası’nı, Hazineyi, Maliyeyi tek bir Bakan’a bağlamaya kalktılar başarılı olamadı.

 

Merkez Bankaları bağımsız olmalı dediğiniz zaman, bu bağımsızlık Amerika’da çok önemli. Amerika’daki parayı basan tek merci Merkez Bankası. Türkiye’de ise; parayı basan başka merciler de var. Türkiye’de Merkez Bankası hazine tahvili almıyor. Halbuki Amerika’da para sadece hazine tahvili alınarak piyasaya veriliyor. Onun için açık piyasa işlemlerini kurdum ki, Merkez Bankası tahvil piyasasına girip piyasadan tahvil alabilsin diye ve bankalara doğrudan borç veren ya da bankalardan aldığı munzam karşılıklarla ekonomiyi yönetmeye çalışan bir Merkez Bankamız var. Gelişmiş ülkelerde, Merkez Bankası yasal karşılıkları kullanarak bir para politikası gütmüyor. Piyasaya vereceği zaman da hazineden aldığı tahvili borç olarak bankalara veriyor. Bankalar piyasada satıp, -piyasa derin olduğu için- para elde edebiliyor. Ölçek ve derinlik çok farklı ve kullanılan mekanizma ve enstrümanlar çok farklı.

 

Merkez Bankalarının dövizi kullanılabilir mi? Bizim Merkez Bankamızda bir şey çıkarttılar; “kullanılan döviz”, “kullanılmayan döviz”. Böyle bir döviz yok. Merkez Bankası her türlü dövizi kullanır. Fakat Merkez Bankası bankalardan borçlanabilir mi ya da bu borçlarını nasıl ödeyebilir? Bankalar Türkiye’de dışarıdan borç almakta serbestler. Borç almakta serbestseler borç ödemekte de serbest olmaları lazım. Aldıkları parayı Merkez Bankası’na swap anlaşmaları ile yatırıyorlar, Merkez Bankasının rezervleri, bankaların rezervlerini de kapsar durumda kalıyor. Bankaların riski, paralarını Merkez Bankasına verdikleri için yüksek görünüyor ve bankaların da dışarıdan alabilecekleri borcun fiyatı gereksiz şekilde yükseliyor. Hazinenin de dışarıdan borçlanma durumu yükseliyor. Merkez Bankamız, yasasına göre dışarıdan borç alamaz ama bankaların swap kolaylığını kullanırken, bankaların aldığı borcu kendi almış görünüyor. Dolaylı yoldan Merkez Bankası borçlanmış oluyor. Böyle bir şeyin kanunda yeri yok. Bütün dövizler bankalardan “Biz aynı gemideyiz, batarsak hep beraber batarız”, denilerek alındı. Böyle bir anlayış olmaz. Kapitalizmde her kurum bağımsızdır. Özel sektör tutup da aynı gemideyiz diye devlet tarafından bütün borçları, alacakları satın alınmaz. Örnek; Tesla, IBM etc. kurumlara… sizin borcunuzu biz olduğu gibi alıyoruz, siz de geri ödeyeceğiniz zaman bizden geri alırsınız diye bir şey demez Amerikan Merkez Bankası. Merkez Bankacılığında böyle bir şey yoktur.

 

Merkez Bankalarının kullanılamayan dövizi diye bir şey yoktur. Merkez Bankaları munzam karşılık olarak bankalardan belli bir para aldıysa, kullanabilir ama kullanmasa iyi olur. Merkez Bankası’nın munzam karşılıkları da bankalara geri ödeyecek bir sistem oturtması lazım.

 

Yaprak Özer: Merkez Bankalarının tanımlarının ya da fonksiyonlarının da tartışmaya açık olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Yeni nesil politikalar karşısında Merkez Bankalarının şapkalarından çıkartabilecekleri tavşan var mı? Şöyle ki, ekonomi; para birimleri, arazi değeri, ihracat, ithalat vesair midir… mutluluk, insan yaşamı, yani  sosyal endeksleri de Merkez Bankalarının dikkate alması gereken noktalar mı?

Yaman Törüner: Merkez Bankaları kararlarını, istikrara önem vererek veriyorlar. İstikrar demek; fiyat istikrarı demek; yüksek olmayan enflasyon demek. Yani, Merkez Bankaları bütün kararlarını enflasyonu düşürmek ve istikrar içinde para miktarını tutmak üzerine kuruyorlar. Yurt dışında da yurt içinde de bu esası gözlüyorlar. Yeni Merkez Bankacılığı içinde sosyal politikalar ve özellikle nüfusun yapısı çok önem taşıyor. Herhangi bir karar alınırken, nüfusun yapısı ve bu nüfusun mutluluğa nasıl gidebileceği konusunda alınan tedbirler, enflasyondan da önem kazanacak bazı noktalara getiriyor Merkez Bankalarını. Ancak Merkez Bankalarının aldıkları kararlar ve tutumlar siyasi hükümet tarafından desteklenmediği ya da aynı amaçlarla aynı hedeflerle yürütülmediği takdirde, Merkez Bankalarının aldığı kararlar boşta kalıyor.

 

Mesela; bizim Türkiye’de Merkez Bankasının sahibi Hazine olduğu için Merkez Bankasının yaptığı kar yılbaşında Hazineye devrediliyor. Merkez Bankası kar etmemeye çalışıyor.

Hazineye para verip, kontrol edemediği bir parasal genişlemeye neden olmaması için. Siyasi iktidarlar ise Merkez Bankasından mümkün olduğu kadar para çekme yoluna gidiyorlar. Mesela; BDDK bir karar alıyor, onun kararı neticesinde Merkez Bankası bankalara açık piyasa işlemi yapamaz ya da daraltmak zorunda kalıyor ya da Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu (TMSF), dışarıya piyasaya banka satıyor, banka alıyor, yaptığı işlerin karını zararını Merkez Bankası ödemek zorunda kalıyor… yasa böyle. Merkez Bankasının vereceği kararların dışında hem BDDK hem TMSF, Merkez Bankasını bilmediği borçlar altına sokuyor.

 

Şimdiki durumda, Merkez Bankası artık para politikası da yapamaz vaziyete getirildi. Çünkü, devlet bankaları aracılığıyla piyasaya müdahale ediliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Merkez Bankası, dövizini, paranı piyasaya herhangi bir şekilde girme, biz senle bir protokol yapalım; neticesinde sen bu dövizini, Türk Liranı sorgusuz sualsiz 3 tane devlet bankasına devret. Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıflar Bankası, bunlar para politikasını düzenlerler diyor. Şimdi burada bir Merkez Bankacılığı kalmamış.

 

Merkez Bankacılığı, emir ile istenilen parayı basıyor, elindeki bütün dövizlerini oraya veriyor, hesapta sanki Merkez Bankasında var gibi ama Merkez Bankasının kontrolünde olan herhangi bir şey yok. Dolayısıyla Merkez Bankasının bir para politikası güdebilmesi şu anda imkansız görünüyor.

Öte yandan, bir de devletin hesapları Merkez Bankasındadır. Bu şu demek; yani, -şu anda Ziraat Bankasına, Halk Bankasına, Vakıflar’a devrettiler birçoğunu ama gene de devlet, diyelim ki borcunu ödeyecek parası yoksa bütçe olarak, mecbur kalıyor Merkez Bankasının hesabına yazıyor, bu maaşları öde. Merkez Bankası bunu ödemezse, devlet memurları maaş alamaz. Merkez Bankası, mecbur kalıyor bazı şeyleri yapmaya. Türkiye’de Merkez Bankacılığı artık bir para politikası güdebilir noktadan çıkmış vaziyette. Bu konuda denilecek bir şey de yok, darboğaza girmiş vaziyette iş.

 

Yaprak Özer: Sosyal politikalara dönen Merkez Bankaları hangileri?

Yaman Törüner: ABD ve Avrupa Birliği’nin Avrupa Merkez Bankası… Amerikan Merkez Bankası yalnız enflasyonla ilgilenmez. İşsizlikle ilgilenir; işsizlik politikası… Kredi ile ilgilenir; kredi politikası. Son zamanlarda enteresan iki karar alındı. Bir tanesi, Merkez Bankalarından doğrudan büyük şirketlere kredi verilmesi uygulaması. Normal olarak bundan önceki dönemde bizimki de dahil Merkez Bankası, bankalara imkan sağlar. Bankalar da istedikleri şirketlere kredi verirler. Krizler ve pandemi dönemi başladıktan sonra, parasal genişlemeyi yaparken AB ve ABD Merkez Bankaları ki, daha çok AB, doğrudan şirketleri kredilendirmeye başladı. Bu çok yeni bir konsept.

 

Yaprak Özer: Nereye doğru götürüyor bizi?

Yaman Törüner: İşsizliği azaltma. Şirketleri iflastan koruma ve büyümeyi sağlayacak olan şirketlere lokomotif güç verme.

 

Yaprak Özer: Politikalar arasında bazı konuların tercih edilmesini de sağlıyor. Örneğin iklim krizi… kurtarılacak firmaların kriterlerden süzülmüş olmasını sağlıyor.

Yaman Törüner: Tabi, doğru. Aynen öyle. Doğrudur.

 

Yaprak Özer: Dolaylı olarak farklı politika yapar hale getiriyor.

Yaman Törüner: Doğru. Eğer ben Merkez Bankası Başkanı olsam; şu anda munzam karşılıklar için bankalardan topladığım bütün paraları alır, sizin de bahsettiğiniz, olması gereken sektörlere akıtırım ya da bu sektörlere akıtmak üzere verilecek krediler için iade ederim. Bunlar çok önemli koşullar. Nüfusla ve nüfusun çıkarına bakılarak politikalar güdülmeli derken, bunu anlatmak istedim. Sadece enflasyon değil.

 

Yaprak Özer: ABD’de trilyon dolarlarla ifade edilen büyük ölçekli yatırımlar söz konusu, sonucunda ekonominin fazlaca ısındığı sesleri yükseliyor… Bu bizim gibi ekonomilere yansır, etkisi olur mu? 

Yaman Törüner: Başkan Trump, bu yolda bir atılım yapmak istemişti, başlattı da… Yeni başkan, Biden da aynı söylemlerle altyapı yatırımlarını hızlandıracağını söyledi. Hakikaten de Amerika’da altyapı konusunda, yollar, köprüler, konusunda gerileme yaşandı, geçtiğimiz dönemde. Bunu kapatmak mecburiyetinde Amerika. Türkiye’ye geldiğimiz zaman, şimdiki hükümet, ciddi bir biçimde bu altyapıya önem verdi çift yollarla, köprülerle, barajlarla, altyapıyı aşağı yukarı yeniledi. Ulaşım, haberleşme imkanlarını artırdı. ABD’de bu işlerin büyük çoğu özel sektör tarafından yapılıyor. Yani, özellikle iletişim bölümü ama yolları, köprüleri yaparken, işçiye ihtiyacı var. Dolayısıyla, dışarıdan işçi alma; göç politikasının elden geçmesi gerekiyor. Bunu da biraz yumuşatma yoluna gitti yeni başkan. Bizdeki durum şöyle bir terslik arz etti. Bizde para varken bu para altyapıya yatırıldı, üretime yatırılamadı. Eldeki para üretime, yeni fabrikalara yatırılsaydı; biz şu anda cari açık vermeyen bir ülke olurduk. Halbuki biz, her şeyi ithal eder bir ülke haline düştük ve bizim böyle pahalı mal üretemeyen bir ekonomimiz oluştu. İthalatımız ihracatımız ikisi birden otomobil sanayiine dayanıyor. Otomobilleri ve parçalarını ithal ediyoruz, bunlara %10-20 katkı yapıp tekrar ihraç ediyoruz. Çıkardığınızda koskoca Türkiye ekonomisi sadece kara paranın döndüğü ithalat-ihracatın olmadığı bir ekonomi haline geliyor. Bir tek tekstil ihracatımız var, elle tutulur vaziyette. O da fazla para eden bir ihracat değil. Değerli ihracat yapamaz vaziyetteyiz. Türkiye kısır döngüye düştü ama ABD eksik kalmış olan altyapıyı tamamlayacak, lider ülke durumunu koruyacak. Amerika, bu harcamaları yaparken, hard currency sahip olduğu için para basıyor, enflasyona neden olmuyor. Olursa da çok düşük… Mesela; ABD’de %5 enflasyon beklenirken, %50’den fazla para basıldı. Halka para dağıtıldı. Buna rağmen büyük bir enflasyonla karşılaşılmadı. Hard currency sahip olan ülkelerde, para basmak enflasyonla kapatılmıyor, Türkiye gibi ülkelerde para basarsak; büyük enflasyona neden oluruz. Eğer dışarıdan borçlanamıyorsak. Biz bütün altyapı yatırımlarını borçlanarak yaptık. Şimdi kimse borç vermediği için döviz yükseliyor. Türkiye’ye kimse borç vermek istemiyor şu an!…

 

Yaprak Özer: IMF Başkanı Georgieva da açıklamasında küresel kurumlar vergisinden  çok sıcak konu olarak söz etti. ABD Hazine Bakanı Janet Yellen da enflasyon uyarısı yaptıktan sonra piyasa tepkileri nedeniyle geri adım attı, su kaynıyor.  

Yaman Törüner: Kurumlar vergisini global ölçüde uygulamak için, öncelikle globalizasyonu sağlamak lazım. ABD’de vergiler yükseltilecek, öyle görünüyor. Vergiler yükseltilse bile enflasyona sebep olmadan para basabildiği, çok cüzi bir faizle borçlanabildiği için Amerika’nın durumu farklı. Dolarların tümü Amerika’da toplanmış ve doları istediği gibi kullanırken kurumlar vergisi eşit olsun demek, zor. Etkisi, gelişmekte olan ülkelerde ve gelişmiş ülkelerde farklı neticelerle ortaya çıkar. Demekle olacak bir şey değil. Son dönemde, milliyetçi görüşler çok arttı. Amerika tarafından yönetilen bir kurumlar vergisi ayağı olur ve bütün ülkeleri sıkıntıya sokabilir. Yarın ABD tutup, %20 vergi alıyorum derse, Türkiye %40 vergi almak zorunda kalırsa uygulanamaz. Bir de vergi verecek olanların zenginliği önemli. ABD’de verebilirler bizde veremiyor olabilirler. Uygulanabilirlik olanağı şu anda yok gibi.

 

Yaprak Özer: Dünyayı ne kadar izliyor ve pozisyon alabiliyoruz?

Yaman Törüner: Dünyayı tam anlamıyla izleyemiyoruz. Neyi seçeceğimizi bile bilemiyoruz. Burada püf noktası dünyanın nereye gideceği değil, nereye gitmek istediğini bilmeden bir politika ortaya çıkaramazsınız. Yani, dünyadaki esas karar vericiler nereye götürmek istiyorlar ekonomiyi ve dünyayı? Bundan sonra yapacaklarını kestirmemiz lazım. Peşlerinden gitmek değil, gidecekleri yere yan yoldan daha çabuk ulaşabilme imkanımız var mı?

 

Yaprak Özer: Kripto para örneği… Yasaklamakla kurtulmak mümkün mü?

Yaman Törüner: Kripto paraların arkasında bir güç yok. Yani bu paranın değerini koruyacak bir Merkez Bankası gücü yok.

 

Yaprak Özer: Olmalı mı?

Yaman Törüner: Olmalı ama şöyle; Merkez Bankaları, senyoraj hakkı (kazanmadıkları herhangi bir parayı piyasaya sürüp değerini kullanmak olanakları) nedeniyle, klasik haklarını korumak istiyorlar. Bu nedenle de kripto paraya karşılar. Yalnız Merkez Bankaları değil, meclisler de kripto paraya karşılar. Facebook kripto parasını çıkarmaya çalıştı. Kongrede sorguladılar. Fakat kripto paralar öyle yaygın hale geldi ki, birçok insan kripto parayla iş yapıyor. Merkez Bankaları ne yaptı bu kapitalist sistem bunu yapar, çok çeşitli kripto para çıkarttı. 100 tane değişik kripto para çıkınca hangisi değer kazanacak? Bazıları iflas etmek, sıkışmak durumunda kaldı. Blockchain yeterli çalışamadı, piyasa derinliği olmayan yere yatırım yaparsan karşılığını alamazsın. Almak isteyince yüksek fiyattan alırsın, satmak istediğin zaman piyasa fiyatından satamazsın, düşük fiyattan satarsın. Bu hale getirip kripto paraların değerini düşürmeye çalıştılar.

 

Yaprak Özer: Heyecanlı bir film senaryosu, değil mi…

Yaman Törüner: Bunu bilinçli yaptılar. Madeni, banknot halindeki paranın azaldığı, kayıt paranın yükseldiği bir döneme girdiğimiz için Merkez Bankaları da kaçınılmaz olarak kendi kripto paralarını yaratmak durumunda kalacaklar ama Türk Merkez Bankasının yarattığı kripto parayla, Amerikan Merkez Bankasının yarattığı kripto para arasında gene bir dengesizlik olacak. Türk parası gene değerini koruyamayacak. Kripto paralar hiçbir zaman kolaylıkla şu andaki para sisteminin yerini alamayacak. Ben Merkez Bankasında olsam, bu kripto parayla yarışacak bir kripto para çıkarabilirim. Sırlarını burada söylemek istemiyorum.

 

Yaprak Özer: Bir küresel para… örnek Special Drawing Rights (SDR) olabilir mi?

Yaman Törüner: SDR zaten doların kontrolünde. Dünyada iki tane rejim var. Bir tanesi Kapitalist sistem. Kapitalist sistem; “böyle bir şey olmaz diyor. Kendi aramızda çıkardığımız iki para var, bize büyük karlar getiriyor, biz bu sisteme devam etmek istiyoruz. Bizim kurumlarımız mesela Dünya Bankası, IMF, OECD, kredi kurumları, bankacılık sistemi, borsalar… sistemi koruyor” diyorlar. Öbür taraftan da yeni bir söylem olarak Devlet Kapitalizmi var. Bunu da güdenler, Çin, Rusya… Orta Doğu ülkeleri, İran, Hindistan. Bunlar, “devletin her dediğinin olur” olduğu düzenler. Bizde de bu düzene kayış ortaya çıktı. Azerbaycan’da, Türki Cumhuriyetlerde, Beyaz Rusya’da, Ukrayna’da bu düzenin hakim olduğu bir sistem görüyoruz. Burada kontrollü kapitalizm, devlet tarafından desteklenmiş, kararları devletin aldığı, piyasanın almadığı bir kapitalist sistem öngörülüyor. Devlet kapitalizmi denilen sistemde kurumlar; IMF’leri, Dünya Bankaları… yatırım, kredi yatırımı verebilecek Dünya Bankaları yok. OECD gibi birlikleri yok, bunları değerlendirecek reyting şirketleri yok. İlave kaynakları var ancak özel sektör tarafından yaratılmıyor, petrol geliri ya da çok ucuz iş gücü Çin’de olduğu gibi. Çok ucuz üretiyor, insanların büyük çoğunluğu sadece yeme karşılığı üretimlerini veriyorlar. Diğer bir tarafta Rusya’da, Orta Doğu ülkelerinde petrol var, bizde bu da yok. Biz nereye gideceğimize karar verememiş vaziyetteyiz. Kapitalist sistemin dışında olduğumuz, yargımıza, ihalemize güvenilmez olduğu için bize borç para da vermiyorlar, yabancı yatırımcı da gelmiyor. Kapitalist sistemin dışına çıkmış vaziyetteyiz. Sıkıntımız orada. Dışına çıkmak için de gücümüz yok, içine girmek için de isteğimiz yok. Bir darboğaz var Türkiye için. Tabii kaynaklarımız olsa, düzene devam edebiliriz. Kaynağımız yok kapitalist sisteme girmeye niyetimiz yok. Darboğazla karşılaştık.

 

Yaprak Özer: Gelecekle ilgili önemsediğiniz üç konu ne olur?

Yaman Törüner: Bir tanesi, Türkiye’de tam piyasalaşmayı sağlamak; bankalar verdikleri krediyi ertesi gün piyasada satabilmeli. Böyle bir piyasa Türkiye’de yok. ABD’de bu sistem var. Avrupa’da tam piyasalaşma yok. Her şeyin piyasada alınıp satılacağı bir düzen kurmak kapitalist örnekler bakımından Amerika’ya yetişmek. Avrupa’ya değil, Amerika’yı yakalamak. Ben başkanlık sistemine taraftarım ama getireceğimiz başkanlık sistemi Amerika’nın aynısı olmalı. Bizim getirdiğimiz başkanlık sistemi Putin’e benzer bir sistem oldu. Yani, devlet kapitalizmine benzer bir sistem oldu.

İkincisi, icat köyleri kurulması. New Jersey’de Edison’un icat kasabası var, çimentoyu, ampulü, asansörü, sinemayı icat etmiş, kimya laboratuvarı kurmuş. ABD’de her üniversiteye bir icat görevi verilmiş. Üniversitelerin görevi; araştırma yapmaktır. Araştırma yapılmayan üniversite hiçbir işe yaramaz. Ben bir üniversitede Mütevelli Heyet Üyesiyim araştırmalar yapılıyor ama hiçbir araştırma sonucunda herhangi bir şey çıkmış değil. İcat, tüketiciye sunulmadığı sürece para etmez.

Üçüncüsü; marijuananın bir an önce serbest bırakılması projesi. Önümüzdeki 5 yıl içinde yıllık 100 milyar dolar gelir bekleniyor. Sadece İngiltere’de 25 milyar dolarlık kullanımı var. Tabi medikal marijuanadan bahsediyorum. Zihni açıyor, diyabeti, tansiyonu sara hastalığını tamamen yok ediyor. FDA sara ilacını onayladı mesela. Kontrollü olarak üretip bir an önce girebilirseniz Avrupa piyasasına, yıllık 50 milyar dolar; petrol gelirinin 3 misli Elon Musk; “uzaya gideceğim” diyor, durmadan harcama yapıyor buna rağmen kredi buluyor, hisseleri yükseliyor. Yeniliği ve bu yeniliğin özel sektör aracılığı ile olmasını destekleyen bir sistem kurmak mecburiyetindeyiz.

Paylaş