MANAGEMENT A’LA TURCA; ALLAH’A EMANET OL

 

 

Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran siyasi olay şüphe yok ki, Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun ani istifası oldu. Burada bu konunun siyasi analizini yapacak değilim, ama farklı bir noktadan bakarak insan kaynakları ile yönetim analizini yapmak gerek. Aslına bakarsanız bu kabine revizyonunu yalnızca bir kaldıraç olarak kullanmak niyetindeyim.

 

Çok kısa özetlemek gerekirse Mumcu istifa etti, hükümet sıradan bir olaymış gibi gösterdi. Mumcu, yeni lider adayı olduğunu açıkladı. Hemen herkesin gözü AKP’nin içinde neler olduğuna ve olabileceğine döndü. Derken hafta içi Başbakan yeni bir bakanı, boşalan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na atadı: Aydın Milletvekili Aydın Koç. Koç’un adını, ben de pek çoğunuz gibi daha önce duymamıştım. Siyaset değişik hesapların yapıldığı bir yer. Hassas dengeler söz konusu. Tabii insan bu hassas dengelerin göreve/hizmete yönelik olmasını bekliyor. Ne de olsa bir bakan ve oraya halkın oylarıyla temelinde hizmet için geliyor.

 

Koç’un gelir gelmez yaptığı ilk açıklama beni aldı götürdü. Hani güleyim desem olmadı, ağlayım desem olmadı. Meğer Kültür ve Turizm Bakanı hayatında tatil yapmamış. Bilmiyor yani seyahat etmesini. Önce onun için üzüldüm, sonra bunun çok tanıdık geldiğini düşündüm; “Çoğu insan ülkemizde böyle yaşıyor işte” dedim… İki dakika geçti kendi adıma daha çok üzüldüm.

 

Bakana nasıl bir turist olduğu sorulmuş. Ne de olsa Turizm Bakanı. Bakanın yanıtı: “Ben milletvekiliyim. Kültür ve Turizm Bakanı olduğum için çok mu seyahat etmeliyim” demiş ve eklemiş “Türkiye’de memur olmak biraz turist olmak demektir. Memleketin her yerini gezdim.” Turizm gelirleriyle ekonomisini düzeltmeye çabalayan bir ülke için değişik bir insan kaynakları ve yönetimsel çözüm değil mi sizce de.

 

Buradan yola çıkarak çözemediğim üç tane soruyu size havale ediyorum; bakanlar kendilerine bağlı konularda bilgi ve deneyim sahibi olmalı mı, örneğin turizm bakanı turizmci olmasa da en azından turist olmalı mı? “Türkiye’de her memur biraz turisttir” deyince memurların işlerini pek bilmedikleri öyle orada burada dolaştıkları sonucunu mu çıkarmalıyım? Son olarak sizce milletvekilliği bir meslek midir?

 

Bu ve benzer örnekler; gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm hükümetleri kapsıyor. Ben bu siyasi örneği burada sonlandırıp alakasızmış gibi görünen çok ilgili bir başka konuya geçeceğim. “İşinizi riske atar mısınız?” diye sorayım önce… Aslında kilit soru bu! Çünkü turizmi riske attığımız ortada. Diyelim yüzyılın fırtınası oldu, turizm bakanımızın tatil yöreleri için önlemi var mı?… Salgın bir hastalıkla karşı karşıyayız turizm bakanımızın gelecek turizm sezonu için alınmış tedbirleri ve somut önerileri olabilecek mi… (Bu bir ekip işidir yanıtınızı kabul etmiyorum.)

 

Risk analizi… Duydunuz mu bu terimi ya da kullanıyor musunuz? “Benim Hayatım risk, neresini analiz edeyim” diye bakabilirsiniz. Risk analizi ve bu analizi yapanlar aslında geleceğin meslek grupları arasında başı çekiyorlar. Bunlar proaktif davranma metodları geliştiren insanlar… Amaç, her ne şart olursa olsun zarar etmemek. Özel sektörün bir bölümü bunu çok iyi kavrıyor. Kavrayamamayanlar kamu ve siyasette yani toplum yönetiminde kümeleniyor. Çünkü riske ettikleri ne kendi paraları ne de kendi hayatları.

 

Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı hastanelerin devlet hastanesi statüsüne geçmesiyle yaşananlar buna örnek. Sağlık bakanının konuyla ilgili yaptığı açıklamayı ise ömrümün geri kalan kısmında unutmamak üzere kendime söz verdim: “Yaşanan sorunlar geçici ve noktasaldır” Tam olarak ne demek istediğini anlayamadım. Bu da geçer demek istemiş olmalı. “Noktasal” nasıl oluyor bilemedim. Başbakanın açıklamasında belirttiği gibi “…eksiklerimiz var, eyvallah kabul ediyoruz” mantığını söz araştıracağım yönetim biliminde buna uyan bir şey bulursam size yazacağım.

 

ABD tarihinin en riskli dönemlerinden birini yaşıyor. 2004 yılında bu ülkede 6 hortum/kasırga meydana geldi. Doğal afetler toplam zarar 56 milyar dolarlık zarara neden oldu sigorta firmaları 39 milyarlık prim ödemek zorunda kaldı/kalacaklar. 2003 yılında Avrupa’da yaşanan aşırı sıcakların kıtaya verdiği zararın miktarı ortalama 20 milyar dolardı.

 

Mevsim normalleri dışında deyimi artık hayatımızın bir parçası… Geçtiğimiz yıl Coca Cola firması satışlarının düşmesini mevsim normalleri dışında seyreden hava koşullarına bağladı. Amerikan perakende devi Sears da aynı açıklamayı yaptı. Mevsim normalleri dışındaki koşulların en çok lojistik firmalarını etkilemesi bekleniyordu ama etkilenmediler. Bu firmalar insan kaynaklarında meteoroloji uzmanları bulunduruyorlar. Risk analizi yapıyorlar.

 

FedEx firması Güney Pasifik operasyonlarını Filipinler’den yönetiyor. Geçtiğimiz yıl bu ülkenin de içinde bulunduğu coğrafyayı kasıp kavuran Nanmodal tayfununu önceden yorumlayan şirket 14 MD-11 tipi uçak ve 50 kişiden oluşan ülke operasyonunu tayfunun bölgeye ulaşmasından 24 saat önce Taipei’ye taşıdı. Verilen bilgiye göre hizmette hiç bir aksama ve aksilik olmadı. FedEx 650’den fazla uçakla operasyonlarını yürütüyor. UPS ya da diğer benzer firmalar da benzer koşullarda benzer operasyonlar yapıyor önlem alıyorlar.

 

Arada bir gazete haberlerinde bu yazın çok ama çok sıcak geçeceğine dair haberler okuyorsunuzdur. Zaman zaman küresel ısınmanın yarattığı ve yaratacağı araştırmalar ile bunların sonuçlarına da gözünüz takılıyor olabilir. Ama sanki bize olmaz gibi bir his var içimizde değil mi? Sizce turizm sektörü çok sıcak bir yaza hazır mı? Sizce sizin şirket kara kışa aşırı yağmurlara hazır mı? Sizce sizin kurumunuz bu yaza hazır mı?

 

Bu yıl karın yağdığı ilk gün, sabah 10:00’daki randevuma evden çıktıktan tam 5  saat sonra ulaşabilmiştim. Sonunda çok mutlu oldum. Kaza yapmadan gideceğim yere ulaştım. “Allahım sana şükürler olsun” dedim. Bu beş saat boyunca dinlediğim radyo haberlerinde belediye trafikteki anormal akışı sürücülerin temkinli seyrine bağladı. Yavaş gittikleri için trafik akmıyormuş. Şunu söyleyemediler; ”Biz bunu öngöremedik, yolları tuzlamadık ve sizi perişan ettik.” Daha sonraki kar ve yağmurda da aynısı oldu.

 

Henüz işin magazinel boyutunu atlatamadığımız için hiçbirimizin kafasında kaybedilen zamanının paraya tahvil edildiğinde meydana getirdiği bütçe yok. Bu kişisel bütçelerimizden şirket bilançolarına, kent ya da ülke bütçelerine kadar geliştirilebilir…

 

Merkezi ABD’de olan Hava Koşulları Risk Yönetimi Birliği’nin adınını sanını yeni duydum. Bu merkezin sözünü ettiği konu ve enstrümanları da yeni öğrendim.  Olağanüstü hava kuşallarının yarattığı bir piyasadan söz ediyor. Sözü edilen piyasanın son 6 yıl içinde 4 kat büyüdüğünü ve 4 buçuk milyar dolarlık bir hacme ulaştığını söylüyor. Chicago Ticaret Borsası beklenenin üzerinde ve altındaki sıcak günleri  alıp satıyormuş. Alıp satılan kontratların ticaret hacmi geçtiğimiz yıl yüzde 229 büyümüş…

 

Geçtiğimiz yıl Avrupa İnşaat Birliği 100 bin dolar değerinde kontrat satın almış. Nedeni, hava koşullarına bağlı ani ve şiddetli soğumada işin durmasının yaratacağı zararı önlemek. Eğlence sektörünün önemli ismi Vivendi, Los Ageles’daki stüdyolarını, bölgenin deprem riski taşıması nedeniyle bono satın alarak koruyormuş. FİFA 2006 yılında Almanya’da oynanancak Dünya Futbol Şampiyonası için 260 milyon dolar değerinde risk bonosu satın almış…

 

Bu finansal enstrümanlar henüz ülkemizde yok. Konuyu buraya taşımamın nedeni riskin ölçülebileceğini, riskin ölçümünün yapıldıktan sonra yaratacağı zararların indirilebileceğini göstermek. Ekonomik riski insan hayatının riske atılmasıyla kıyaslamak mümkün değil, ben de biliyorum. Burada düşünce sistemini size aktarmak istiyorum. Bu bir yaşam  şekli. Onu tanımıyoruz. Güneydoğu Asya’daki deprem ve tsunamiyi de hemen anımsatarım size. Deprem ve tusunami kadar ekonomik yoksunluk ve öngörü eksikliği bölgeyi yıktı geçti.

 

Hayat risklerle dolu. Öngörmek insan kaynaklarının önemli işlerinden biri. Riski yok etme şansı olmasa da, azaltabilme şansı var. Bunun adına kısaca yönetim diyoruz. Yönetmeyi çok seviyoruz, ama yönetim biliminden onu oluşturan tüm alt birimlerden nefret ediyoruz. Eksiğimiz varsa, eyvallah yani!

Paylaş