Mahalle baskısı var mı yok mu

Türkiye’de eğitimin en büyük sorunu ne diyecek olsam, sanırım 70 milyonun her biri bir fikir beyan edecektir. Bir fikir de ben üretmeye talip olsam şunu söylerdim: En büyük sorun bilimsel araştırma ve yeni bilgi üretmenin yollarını öğreten bir sisteme kavuşamaması.

Eğitim sistemimiz yavan ve sıradan… Sınav endeksli bir sistemden ne beklenebilir? Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) dersanelerle işbirliği yaptığını düşünüyorum. Türkiye’de değişik alanlarda kurslar düzenleyen 4 bin dershane var. 6 bin kaçak dersane olduğunu Özel Dersaneler Birliği söylüyor. Araştırma merkezi ya da test bürosu gibi adlar altında faaliyet gösterenleri de dikkate alırsak sayı 9-10 bine çıkarmış.

Resmi rakamlara göre MEB’e bağlı okullarda eğitim-öğretim gören 15-16 milyon civarında öğrencinin yaklaşık 1 milyonu dershaneye gidiyor. Özel ders alan ve kaçak dersanelere  gidenleri unutmayalım. Geçen gün konuştuğum bir eğitimci okulundaki herkesin dersaneye gittiğini söyledi. “Saklıyorlar” dedi.

Kızım bu yıl altıncı sınıfta. Hani şu kuş mu deve mi belli olmayan sınav sisteminin ilk ürünü olacak. Sınava endeksli eğitime inanmadığım için kendi görüşlerime paralel bir okula verdim. Ders yılına başlarken acemilikten olsa gerek egom şişmiş, başım dik ve kararlıydım: “Ben çocuğu bu sisteme sokmam.” Eğitim yılının ilk çeyreğini geride bıraktık. Omuzlarım eskisi gibi dik değil, başımı da öyle “her şeyi ben bilirim” edasıyla tutamıyorum. Eğitim yılının sonunda ne halde olurum bilmiyorum.

Manzara şu: Çocuğun tüm arkadaşları okul çıkışı soluğu dersanede alıyor, çocuk dersaneye gitmek istemiyor. Çocuk okuldan sonra dans dersine gitmek, spor yapmak, dinlenmek istiyor. Çocuğun yaşıtları harıl harıl test çözüyor, çocuk test nedir, nasıl çözülür bilmiyor. Veli teste inanmıyor çünkü çalışma hayatında test sorusu çözmüyor. Çocuk o testleri nasıl çözeceğini öğrenemezse iş dünyasında yerini alamayacak. Veli, okul ve sistemle mücadele içinde. Çocuk mu? Taraflar arasında tek ayak cezada.

Mahalle baskısı olur mu olmaz mı? Baylar bayanlar bunun adı mahalle baskısıdır. Bal gibi olur. İstanbul’da bazı semtlerden geçerken nasıl ki başı açık kadın görmek mümkün değilse, dersaneye gitmek de farzlardan biri. Dersaneye gitmeyen çocuk sınav kazanmaz. Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin!

Eğitim Reformu Girişimi (ERG) “Avrupa Birliği Yolunda Nitelikli İnsan Sermayesi: İspanya, Portekiz ve Polonya Örnekleri” başlıklı araştırmanın bilgi notunu gönderdi. Özetle diyor ki; Türkiye’de genç nüfusun eğitim seviyesi düşük olduğu sürece, AB bu genç nüfusu ekonomisine yeni kan olarak değil, coğrafyasına akın edecek vasıfsız işsiz ordusu olarak görüyor. Türk hükümetinin, üye ülkelerin insan sermayelerini geliştirmek amacıyla uyguladıkları politikaları incelemesi yeter…

Örneğin Zorunlu eğitim; İspanya’da 6-16 yaş grubunu kapsayacak şekilde 10 yıl; Portekiz’de   6-15 yaş grubunu kapsayacak şekilde 9 yıl; Polonya’da 6-18 yaş grubunu kapsayacak şekilde 12 yıl.

Örneğin Eğitim Yönetişimi; İspanya’da okulların özerkliği kamu bütçesinden yararlanan okulların yönetimine halkın katılımıyla güçlendirilmiş. Portekiz’de okulların demokratikleştirilmesi için öğretmen, öğrenci ve aileler karar alma süreçlerine dahil edilmiş. Polonya’da okul ve öğretmenlerin özerkliği artırılmış. Öğretmen, veli ve öğrencilerin eşit olarak katıldığı okul kurulları kurulmuş.

Türkiye ne yapmış? Okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak, 6 yaşı zorunlu kılmak üzere çalışma yapmak; zorunlu eğitimi 12 yıla çıkartmak, müfredatı yenilemek, okullarda demokratik mekanizmalar kurmak dururken OKS’yi kaldırıp yerine OGES’i (Ortaöğretim Giriş Sınavı) yerleştirdi. İşte bizim reformumuz bu! Kayıtsız ekonomimize kayıtsız dersaneler ile kayıtsız eğitmenler kazandırdık.

İnsan kendisi için mahalle baskısına ölümüne direnir. Ama insan çocuğu ve onun geleceği söz konusu olunca mahalle baskısına ne kadar direnir? Böyle bir Türkiye yaratmayı başardığınız  için sizi kutluyorum.

Paylaş