Liderlerin Hırsları

 

Hırsın iyisi kötüsü olur mu? Hırsın dozu olur mu? Olmalı mı? Hırs kontrol altında tutulmalı mı?

Hırsın iyisi kötüsü olur mu? Hırsın dozu olur mu? Olmalı mı? Hırs kontrol altında tutulmalı mı? Sanırım soruların hepsine “Evet” diye yanıt vermeliyim. Geçmiş, hırslı liderler ve onların hatalarıyla dolu. Bugün hırslı liderler ve onların dünyayı algıladığı kadar yaşıyoruz. Yarın, hırsını kontrol edenleri başa getirmek zorundayız.

Amerikan askeri kayıtlarına göre Körfez’de MI Abrams tanklarından oluşan bir bölük, günde 600 bin galon fuel-oil tüketiyor. Bu rakam, Amerikalı General Patton’ın komutasındaki Üçüncü Ordu’nun Fransa’yı kat ederken harcadığı yakıtın iki misli! Körfez’de iki haftalık hava harekatında Irak ve Kuveyt’e atılan patlayıcıların miktarı İkinci Dünya Savaşı’nda atılan bombalardan daha fazla! İstatistikler Körfez Savaşı’nın ilk 12 saatinde atılan bombaların Vietnam Savaşı’nın 17 günlük hava akını saldırılarından daha fazla olduğunu söylüyor. Körfez’de ki savaşın şu ana kadar olan seyri ABD’deki askeri planlamacıları şaşırtmışa benziyor. Hepsindeki ortak kanı, bu savaş bundan önceki hiçbir savaşa benzemiyor… ”

Tarih 5 Şubat 1991.

Yukarıdaki paragraf Körfez Savaşı sırasında, o dönem çalıştığım Güneş Gazetesi’nde yazdığım üç günlük yazı dizisinin bir paragrafı.

Fark göremiyorum… Ya siz…

Fark göremiyorum…

Okurken insan paragrafın bazı yerlerinde bir gariplik olduğunu düşünüyor tabii. Ama sonuna kadar da, rahatsızlık duymadan okuyabiliyor. Çünkü bugün de aynı şeyleri konuşuyor ve düşünüyoruz…

Haberlerimize yine aynı üslup ve benzer bilgilerle başlıyoruz.

Sanki tarih durmuş ya da her şey sil baştan yaşanıyor.
Yine yığınlarla bomba atılıyor. Olay yine Ortadoğu’da geçiyor. Biz yine etkileniyoruz. Oyuncular yine aynı. Ölümler benzer. Acılar sonsuz…

Yakın Doğu üzerine yaptığı çalışmalarla tüm dünyada tanınan Bernard Lewis Körfez Savaşı’nın hemen ardından, genel kanının, “Her şey değişti. Hiçbir şey bundan böyle eskisi gibi olmayacak. Artık karşımızda yeni bir Ortadoğu ve yanıt bekleyen farklı sorunlar var” şeklinde olmasına karşın; savaşın ardından rüzgar gibi geçen birkaç hafta, birkaç ay ve birkaç yılın yeni bir dünya düzeninin hayal olduğunu gösterdiğini söylüyor: “Hiçbir şey değişmedi. Her şey bıraktığımız gibi… Aynı oyuncular oynuyor,  aynı replikler çalışılıyor, aynı oyunları sahneliyorlar…”

Hırsla aranız nasıl

Arşivimi talan ettim. Saddam’a, Ortadoğu’ya, Amerikan stratejik planlarına ilişkin bir şeyler bulur muyum diye… Önce umutsuzdum. Ama çok geçmeden anladım ki, “Bulur muyum?” diye sormak hata. Çoktan unuttuğum bir hazinenin içine düştüm. Ne yazık ki, her şey aynı, hiçbir şey değişmemiş.

Birkaç noktada revizyon var tabii… Ama ana dengeler, temel beklentiler hep aynı, gerisi de boş. Bu arada değişimin bazı açılardan radikal bir şekilde yaşandığı, ancak baktığınız yere bağlı olarak, zamanın durduğu coğrafyanın, aslında Ortadoğu değil, ABD olduğunu kavramak için büyük yeteneklerinizin olması gerekmiyor.

Gerçi, ABD başkanlarının görev süreleri en fazla iki dönem olduğu için tarihin uzun bir safhasında etkili olamayabiliyorlar. Örneğin Saddam gibi ülkesinin kaderine uzun yıllar sahip olamayabiliyorlar. Ama unutmamak gerekir ki, ellerindeki imkanlarla kısa dönemde çok fazla etki bırakmayı başarıyorlar.
Kriz zamanlarında, büyük başarıların doruğunda; tarihin herhangi bir diliminde önemli olaylar yaşanırken, dönemin oyuncularını incelemek hiç de fena olmuyor biliyor musunuz. Yaşananlara ilişkin yabana atılmayacak ipuçları veriyor. Türkiye’de biyografi yazarlığı ya da kişilerin üzerinde siyasi ve ekonomi tahlilleri yapmak popüler bir yazım şekli değil ne yazık ki… Ben olmasını çok arzu ederdim.

The Arc of Ambition

Aklıma gelmişken, James Champy ve Nitin Nohria’nın birlikte yazdıkları “The Arc of Ambition” adlı kitabı okumuş muydunuz? Tavsiye edebilirim. Yukarıda sözünü ettiğim türden çok farklı. Bir konsepti işliyor; hırs.

Hırsla aranız nasıldır?

Ben, hırsı severim, hırsı olan insanlara sempati duyarım, ama hırstan korkarım, hırsı iyi anlamak gerektiğine inanırım, hırsın iyi yönetilmesi gerektiğini bilir ve söylerim.

Kitap, hırsla aranızı düzeltir mi, bozar mı bilmiyorum. Hırs olmadan hiçbir yeri fethedemeyecek; yeni yerler keşfedemeyecek; yeni işler yaratamayacağız diye düşünürüm…

Belki siz tam tersini düşünüyorsunuzdur. Örneğin;

Hırs olmasa az beklenti ile geçireceğiz günleri… Ama kim bilir belki daha mutlu.

Hırs olmasa belki başkalarının canını yakmayacak, yakınlarımızın başına bela da olmayacağız…

Ne senle ne sensiz durumu. Ya da sendromu.

Hırsın fazlası zarar, azı beter, ortası karar. Sahip değilseniz yüzünüze bakan olmaz.

Tarih hırs küpü liderlerle dolu. Kimi iyi anılıp, kalplerde yaşatılıyor; kimi tarihin sayfalarına kan ve nefretle geçiyor.

Günümüz liderleri nasıl geçecek? Tarih gelecek kuşaklar için bugünlerde hızla ve hırsla kaleme alınıyor. Birlikte yaşayarak göreceğiz.

  1. Bush’un Hırsı

Çevrenize biraz daha farklı bir gözlükle bakmak ister misiniz bugün? İsterseniz hırsı birlikte deşifre etmeye çalışalım ne dersiniz?

Hırslı mısınız? Hırsı sever misiniz?
Tanıdığınız en hırslı kişi kim?
Hırsın yararına inanır mısınız?
Çocuğunuz varsa ya da olsa hırslı olmasını ister misiniz?

Siz yanıtları düşünün, evimizin başköşesine çöreklenip oturan bazı uluslararası şahsiyetlere bakalım.

George W. Bush’a ne dersiniz bilmem.

George W. Bush’un çocuk yaşlardaki hırsı, başarılı baseball oyuncusu Willie Mays gibi iyi bir oyuncu olmakmış. Ne yazık ki başkan olmuş diyebiliriz…

George W. Bush, aralarındaki yaş farkından dolayı, kardeşlerine rağmen tek çocuk gibi büyümüş. Kendisinden bir küçük olan kardeşi Jeb’den 7 yaş büyük.

İster istemez yalnız bir çocukluk yaşamış. Zengin ama tek başına. Bir petrol kasabasında tek başına geçen çocukluğun W. Bush’u agresif yaptığını ileri sürenler var.

Bush’la ilgili çocukluk anılarından biri zeki bir çocuk olarak anılması. Ama nedense çevresindekilerin hiç biri George W. Bush deyince akademik başarı anımsamıyor. O çevresinde daha çok sporcu kişiliğiyle tanınıyor. Bu arada hakkını yememek gerekiyor, çok çalışkan olduğunu bilmeyen yok. Okuduğu okullarda popüler olduğu da bir gerçek.

Baseball Yıldızı

Liseyi yatılı erkek okulunda okuyor. Ardından Yale Üniversitesi’ne gidiyor. Hani şu pek çok gencin hayallerini süsleyen üniversiteye…

Okul bitince, yaşıtlarının pek çoğunun yaptığı gibi orduya katılıp, savaş pilotu oluyor; ama nedense savaş süresince Vietnam’a gönderilmiyor. Savaş’ı Houston semalarında F-102 kullanarak geçiriyor.
Zengin bir ailenin çocuğu ve pek çok şeye sahip bir genç olarak, o yıllarda iyi vakit geçirdiğini, yıllar sonra kendisi de itiraf ediyor. Hatta o dönem kendisini alkolün kucağına atmış olduğunu, ama bu durumdan çok çabuk sıyrıldığını artık ağzına bile sürmediğini, ikiz kızlarına örnek bir baba olmak için elinden geleni yaptığını aktardığını hepimiz anımsıyoruz.

  1. Bush için hayat 1973 yılında değişiyor. Eski bir futbol yıldızı olan John White’ın öncülüğündeki bir yardım programına katılıyor. Program yoksullukla mücadele etmeyi hedefliyor. W. Bush için önemli bir fırsat, bilmediği bir dünya. Bush burada canla başla çalışıyor hatta, o sırada iş dünyasında yakalayamadığı ruhu, başkalarına yardım ederken yakaladığını düşünüyor. Bir anlamda hayatın anlamını keşfediyor… Sanırım içindeki politika ateşi de bu zamanlarda yanmaya başlıyor.

Toplumsal bir şeyler yapmak…

Bush nedense özel sektöre bir türlü ısınamıyor. Kahramanı White ise Harvard’a gidip MBA yapmasını öneriyor, hatta ısrar ediyor.

Bush White’ın önerilerini can kulağıyla dinliyor. Yıllar sonra MBA’li ilk ve tek ABD başkanı olarak tarihe geçiyor. Tarihe geçmesi için aslında pek çok neden var. O yıllarda kimse ileride ne olacağını bilmiyor tabii…

Bush, bir röportajda, Harvard’da okumanın kendisine önemli derecede güven aşıladığını, bir sürü ekonomist ve iş dünyası temsilcisinin bulunduğu salona girecek olduğunda, hiçbir korku yaşamadığını belirtiyor.

Harvard, yönetim becerilerini geliştirmek üzere geliştirilmiş bir okul. Dünyanın sayılı iyi okullarından biri. Girmek de zor, çıkmak da… Hedef kitlesi siyasetle uğraşmıyor, iş dünyasının oyuncuları. Amerikalıların deyimiyle şahin yöneticiler yetiştirse de bunları Washington’a göndermektense Wall Street, Silicon Valley gibi bölgelere yolluyor.

Ona Herkes Bayılıyor

Harvard’da herkes W. Bush’u sever, bayılır. Bush Teksaslı kovboy kimliğini yitirmemek için elinden geleni yapar. Örneğin tütün çiğneme alışkanlığını Harvard’da sürdürür. O dönemi anımsayanlar, tütün çiğnerken yanında tükürüp atacağı bir kutunun mutlaka bulunduğunu, tükürük kutusuyla dolaştığını  söylüyorlar.

Bush 1975 yılında Harvard’dan mezun olur, memleketine döner. Artık iş dünyasına adım atacaktır. Dedesi, babası gibi siyah altın denen petrolle oynayacak ve iş dünyasına ısınmaya çalışacaktır.
Bugün petrole olan merakı aslında aileden gelen bir durum olarak açıklanabilir. Gelmiş geçmiş başkanlar içinde Kennedy’lerden sonra, en zengin Amerikan ailesine mensup olduğunu söylemeliyiz.
Bush iş hayatına atılır atılmaz, kendi petrol arama şirketini kurar: Arbusto Enerji. Arbusto, İspanyolca “bush”  demek. Bu arada İspanyolca’yı çok iyi konuştuğunu anımsatmalı.

Bush ilk zamanlar sevmediği iş dünyasında, sonraları hiç de fena sayılmaz. İyi işler yapar. Hatta daha sonra üzerinde çok konuşulacak konularda adı geçmeye başlar. Bush ailesiyle ilişkili petrol şirketlerinin, yurtdışında çalışma deneyimleri bulunmamasına karşın Ortadoğu’dan ihaleler almaları gözden kaçmaz.

O zamanlar kimse, yıllar sonra hem baba Bush’un hem de oğul Bush’un, Ortadoğu’yu daha o zamanlar keşfettiklerini bilmiyor. Bu bölgeye olan ilgilerini tam olarak anlayamıyor.

Mutlu Evlilik Başarısız Siyaset

  1. Bush, 1977 yılında mesleği kütüphanecilik olan Laura Welch’le evlenir. Ardından da Kongre’ye girmek için ilk siyasi yarışına katılır.
    Evlilik iyi, siyaset ne yazık ki o kadar iyi gitmez. Hatta seçimlerin Bush için bir fiyasko olduğu söylenebilir. Kazanan adayın üç misli para harcamış olmasına karşın, Bush oyların yüzde 47’sini alır. Bu hezimet onun birkaç yıl daha petrol işinde kalmasına neden olur. Ama çok değil. Siyaset yapmak içindeki en önemli arzudur. Babasının kampanyasında çalışmak üzere kolları sıvar, hatta bir süreliğine bile olsa tüm ailesini peşine takıp, Washington’a yerleşir. Bu sırada belki ileride Başkan sıfatıyla oturacağı bu kentin dokusuna ve havasına alışmaya çalışır.
    Bush, 1989 yılında Texas Rangers baseball  takımını satın almaya karar verir.  Bu öyle gözükmese de, ticari olduğu kadar siyasi bir manevradır.
    Kendisine sorulduğunda, “Benim açımdan iyi bir ticari fırsattı ve değerlendirdim” diyerek açıklayacaktır. Rangers’ı 1998 yılında sattığında gerçekten de kendisi için iyi bir ticaret olduğunu ele güne kanıtlar… Çünkü 600 bin dolara satın aldığı takımı, 14.9 milyon dolara satmayı başarır. Yalnızca kar etmekle kalmaz, Rangers’ı satın aldıktan sonra popülaritesi artığından siyasete girmek konusunda önündeki tüm engelleri yıkmayı başarır.

Çocuk Büyütürken Dikkat

Bundan bir kaç yıl önce Fast Company’de yayınlanmış bir makaleyi saklamışım. Biliyorsunuz gazeteciler aynı zamanda kirli çıkındır. Makalenin konusu Hırs… Bir gün işime yarayacağını biliyormuşum demek. Aslında kimsenin tanımadığı bir kişinin yaşam öyküsünü anlatan bir hikaye.

Yazı şöyle bir soruyla başlıyor: Her ağladığında çocuğun her istediği yapılırsa ne olur?

Yanıt da şöyle; çocuğu annesi değil, bir şeytan olan hırs yönetmeye başlar. Sürekli talep eden biri olarak büyür, sürekli rekabet içine girer, hırslarını beslemeye başlar.

Yazar, bu küçük örneğin aslında bugün 50’lerinde bulunan bir kuşağın hikayesi olduğunu iddia ediyor. İddiasını yürüttüğü yer ABD…

Hiçbir şeyle mutlu olmayan, sürekli daha fazlasını isteyen, her şey çok kolay elde edilince hep daha fazlasını istemek zorunda kalan bir kuşak…

Benim dikkatimi ve ilgimi çeken yanı ise, Başkan Bush’un kuşağını tanımlıyor olması.

‘Hırs’ın İngilizce karşılığı ‘ambition’. Ambition, “ambient” kelimesiyle aynı kökten geliyor. Ambient, özgürce hareket etmek demek. Kelime 14’üncü yüzyılda politikacılara atfen ortaya atılmış, onların daha fazla oy ve yandaş toplamak için gezmek zorunluluğunu ifade ediyor. Buradan hareket edecek olursak, ambition ya da hırs için, hayatımızın yolculuğu diyebilir miyiz acaba?

Kelimenin oluştuğu dönemde bugünkü gibi tek yanlı ve tek taraflı bir düşünceyi; bir saplantıyı; başkalarının sırtına basmayı ya da başkaları pahasına bir yerlere gitmek anlamına gelmiyor. Orijinal anlamı daha masum.

Sizce George W. Bush nereye gidiyor?
Sizce hırsın sınırları olabilir mi?
Ya da sorumu şöyle sormak istiyorum, kötü hırs, çok hırs, gereğinden fazla hırs olabilir mi…
Hepsine ortak bir yanıt: Evet!
W. Bush’la ilgili soruyu ise bilmiyorum.

Hep Kuzeye, Hep Kuzeye

James Champy’nin kitabına “u” dönüşü yapmak istiyorum. Kitap, çalışmaya da  ismini veren hırs eğrisinden söz ediyor. Hırsın belli bir noktaya kadar kişiyi ya da kurumu ya da beraberindekileri ileriye götürdüğüne inanıyor. Kuzeye çıkacaksın diyor. Kuzeye çıktıkça, eğri yukarı doğru harekete geçiyor. Ama eğrinin en yüksek noktasında durmak gerektiğini söylüyor. Çünkü orada düşüş başlıyor. Güneye doğru ciddi bir kayış… Hırs eğrisinden düşmek de başka bir şeye benzemiyor.

Hırsa yenik düşmemek gerekiyor. Çünkü eğride yukarı doğru tırmanırken sürekli karar vermeniz bekleniyor. Doğru kararlar, yanlış kararlar… Doğru kararların  maliyetinin daha ağır, yanlışların  ise doğrulara göre daha kolay alınabilen kararlar olduğundan söz ediliyor. Yanlış kararları almanın, hırs eğrisinde daha sık rastlanan bir durum olduğunu anlıyoruz.

Hırslı Liderler Çöplüğü

Amerikan Başkanı’nın da Irak Devlet Başkanı Saddam’ın da hırslı bireyler olduğunu düşünmemek herhalde saflık olur. Bu koltuklarda, pek çok şey pahasına oturmak başka duygu, düşünce ve kavramlarla da açıklanabilir. Ben hırsın önemli rolü, tarih sayfalarına geçecek etkisi olduğuna inanıyorum.

Bireylerin çocuklukta yaşadıklarından, göz ardı edilen pek çok hayat deneyimine kadar, büyüyüp adam olduklarında aldıkları kararlara etki ettiğini düşünüyoruz ama bunları hiç incelemiyoruz. Kendimizi onların ellerine teslim ediyoruz, ama teslim ettiğimiz elleri tanımıyoruz.

PsycoBiography ile yıllar önce Atatürk hakkında yazılan bir çalışmayı okurken tanıştım çok etkilendim. Biyografilerin psikolojik neden-sonuç ilişkilerine dayandırılarak, tarih süzgecinden geçirilmesi… Geriye dönük olarak bireyin neyi, niye yapmış olabileceğinin tahlili… Tabii bu tür çalışmalar, liderler koltuklara oturmadan önce değil, koltuğu bir şekilde bıraktıktan çok sonra kaleme alınıyor. Daha önce alınsa ne olacak sanki, Başkan seçmeyecekler mi diye düşünebilirsiniz…

Haklı da olabilirsiniz. Ama siyaset de bilimsel olmalı, insanlara da bilimsel yaklaşılmalı. Elinizdeki güçle orantılı olarak kullandığınız hırsınız bazen bütün dünyayı, bazen daha küçük bir parçasını etkiliyor.
Ama etkiliyor işte.

Söylemek istediğim, geçmişte yaşadıklarımız, gelecekte yaşatacaklarımızın habercisi. Geçmişi ne yazık ki iyi bilmiyoruz. Öğrensek de unutuyoruz. Geçmiş hırslı liderler çöplüğü gibi. Bu çöplükte keşke bir tek onlar olsaydı. Beraberlerinde götürdükleri masum insanların ne günahı var…

 

Paylaş