Küresel İnsan Arbitrajı

 

Fortune 100’e giren firmaların neredeyse yüzde 5’lik bir bölümü, işlerini başka coğrafyalara kaydırdı. Bu firmaların bilgi teknoloji bütçelerinin yüzde 40-50’si yurt dışına kaydı. Artık telefonu açtığınızda karşınıza bir Hintli çıkıyor. Sorununuzu aktarıyorsunuz, o size ne yapmanız gerektiğini söylüyor, derdinize derman oluyor.

Off-shore” kelimesi literatürümüze girdikten sonra, hepinizin yakından bildiği gibi hayatımız tamamen değişti. Koca bir sektör yıkıldı, insanlar karalandı, pek çok kişi fena halde dolandırıldı…

Off-shore, bazılarımız için adını dahi duymak istemediğimiz bir kavram oluverdi. Bizim hayatımıza giren off-shore tamamen sahtekarlık kelimesiyle örtüştü. Bankacılık sektörünün ilk kriziyle birlikte ne kadar off-shore operasyonu biliyorsak, hepsinin aslında kara para aklamak üzere kurulan şirketler olduğunu gördük. Off-Shore’cular dediğimiz insanlar ise saklanacak delik aradılar.

Off-shore son zamanlarda yine çok popüler. Bu kez bankacılık operasyonları için değil, tamamen “insani operasyonlar” üzerinde etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Nereye girse, fark yaratan bazı kişiler, kavramlar ve durumlar vardır. Bu da öyle. Off-shore bu alanda da ses getireceğe benziyor. İnsan kaynakları ile bu disiplin içine giren her türlü konu/kavram yeniden anlam buluyor.

İnsan kaynakları disiplininin, bankacılıktan ithal ettiği tek kavram off-shore değil. Arbitraj da yeni deyimlerimizden biri.

Yeni slogan  “global işçi arbitrajı”…

Bu yeni kavramları benimsemek zorunda değilsiniz, haklı bulmak da… Biliyorsunuz, küreselleşme karşıtlarının eylemlerinde yer gök inliyor. Ancak sanırım hepimiz anlamak zorundayız. Çünkü dünyanın değiştiğini ele güne ilan ediyorsak, o zaman değişimin bu ilginç öğesinin ne olduğunu da bilmek gerek.

Batılı Beyaz Yakalının Sonu

Bir araştırma şirketi olan Forrester, 2002 yılında, 3.3 milyon beyaz yakalı Amerikalının işini 2015 yılına kadar başka ülke vatandaşlarına kaptıracağını açıklamıştı.

Bu araştırmanın yapıldığı dönemde sözü edilen 3.3 milyon işin, 500 bini tamamen bilgi teknolojileri sektöründeydi. Yine bu dönemde sözü edilen yabancı ülkelerin başında Hindistan geliyordu.

Araştırma, yayınlandığı dönemde ne kadar ses getirmişti anımsamıyorum. Kaybedilen işler açısından tabii ki yer yerinden oynadı. Ama işin neye ve nereye kaybedildiği konusunu kimse pek anlamadı. Anlayamadı.

Geçtiğimiz günlerde Mc Kinsey Danışmanlık firması tarafından açıklanan bir araştırmada ise işlerin off-shore’a kaymasının, hem göç veren hem göç alan ülkeler için ayrı ayrı avantajlar oluşturduğunu söylüyordu. Diğer bir popüler ifadeyle “win-win” denilen bir yöntem. Anlayacağınız  herkes kazanıyor. Ya da “gibi” duruyor demek doğru.
İşlerini kaydıran şirketin önemli karlar elde ettiği doğru. Pahalı, burnu büyük beyaz tenli beyaz yakalılar yerine, mütevazı, çekik gözlü sarı ve kara  ırktan beyaz yaka yaratmak çok daha cazip.

Gidilen ülkenin de bu operasyondan büyük kazanç sağladığı da ortada Yabancı sermaye girişi, işsizliğe son, gelir düzeyinin artması, kalkınma… Daha ne sayayım. Kaybeden taraf ise bu durumda beyaz yakalı Amerikalı, İngiliz ya da diğerleri oldu.

Bizim, Türkiye’de üzerinde hiçbir şekilde durmadığımız bu işçi arbitrajı aslında pek çok yönüyle ilginç ve izlemeye değer. Bu operasyonun farklı sonuçları var. Yararları olduğu kadar zararları ve her iki taraf için de anlamak üzere çaba sarf etmeyi gerektiren yapısal sonuçları mevcut.

Özel Sektör Gidiyor Hükümetler Frenliyor

Göç veren ülkelerin başında ABD geliyor. Tüm off-shore operasyonlarının yüzde 70’i bu ülkeden kaynaklanıyor. İkinci büyük ülke ise İngiltere. Bu iki ülke firmaları sıklıkla operasyonlarını bir başka ülkeye kaydıracaklarını açıklıyorlar.

Örneğin, İngiliz bankası HSBC, 4 bin işini Hindistan’a nakledeceğini açıkladı. Norveç sigorta şirketi Aviva 2 bin 350 işini Hindistan’a kaydıracağını bildirdi.

Özel sektör sürekli kıpırdanıp dururken, hükümetler tarafında önemli kıpırtı yok. Ama bu sizi yanıltmasın, özel sektörün göçebe kültürünü izlediklerini biliyoruz, bazı önlemler için çalışma yaptıklarını da… Türkiye’nin izlemesi gereken ise bu çift yönlü yoldaki arıza halleri. Bir taraftan büyük bir olanaklar zinciri duruyor, diğer yandan ciddi kısıtlamalar ve uyulması gereken kurallar.

Örneğin, bu günlerde işlerin off-shore kayması, insan unsuru üzerinde arbitraj, Avrupa Birliği’nin gündeminde. Tartışmalar başladı, önlem alınması gerektiği konuşuluyor. İngiliz  firmaları büyük göç dalgasını yarata dursun, İngiltere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, özellikle call center’ları etkileyen bu yeni göç dalgasının, ülkede neye zarar verip vermediğini görmek için yeni bir araştırma başlattı.

Öte yandan ABD, ülkeye girişleri zorlaştırdı. Küçük bir örnekle çarpıcı bir tablo çıkarmak mümkün.

ABD’de çalışmak için gerekli olan H1-B vizelerinde ciddi daralmalar yaşanıyor. ABD geçtiğimiz yıl bu dönemlerde 195 bin Hintliye H-1B vizesi vermişti. Bu yıl aynı dönemde bu rakam 65 bine indi.

New Jersey eyaletinde henüz yasalaşmamış bir çalışmayla yabancı uyrukluların kamu görevlerine talip olmaları ya da firmaların kamudan aldıkları ihalelerde insan kaynağını yabancı uyruklu kişilerden oluşturmaları engelleniyor. Indiana’da da benzer çalışmalar gözleniyor. Örneğin bu eyalette geçtiğimiz ay 15 milyon dolarlık bir ihale, bir Hintli firmadan geri alındı. ABD’nin en büyük sıkıntısı, ülkeye gelen yabancı uyrukluların işi öğrenip, kapıp götürmeleri…

Bu durumun önemli bazı nedenleri var. ABD’de doğru dürüst mühendislik okuyan genç yok, mühendislikten mezun olan Amerikalıların sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Bu ülkede mühendislik fakültelerini dolduranların önemli bölümü yabancı uyruklular, mühendislik pozisyonlarını dolduranların önemli bir bölümü de yine onlar…

Bazı eleştirmenler, ABD’nin, vizelerde uygulamaya koyduğu yeni stratejinin, ülkeye daha az yabancı uyruklu mühendis ya da mühendis adayı sokmaya yönelik olduğunu; ancak şirketler için off-shore’u tetikleyecek bir adım olacağına dikkat çekiyorlar. Böylece önümüzdeki günlerde daha çok Amerikan firması, daha çok sayıda işini yurt dışına ihraç etmiş olacak.

İşler İngilizce Konuşulan Yere Gidiyor

ABD ve İngiltere’nin kendi coğrafyalarından dışarıyı gitmesine izin verdikleri işler genel itibariyle yüksek kalite mühendislik gerektiren işler değil. Bu tür işlerin işsiz bıraktığı kesim genellikle eğitim seviyesi sınırlı, işsiz kaldığında benzer bir işi bulma şansı düşük ve işini kaybettiğinde aile bütçesinin ciddi olarak etkileneceği türden kişiler.

Geleceğe dönük projeksiyonlar arasında büyük firmaların araştırma ve geliştirme bölümlerini yurt dışına kaydırma olasılıkları da bulunmasına karşın, şu an için daha çok kırtasiye işleri dışarı kayıyor.

Burada dikkatinizi çekmek istediğim birkaç nokta var.

Basit telefon görüşmeleri (call center) başka coğrafyalara kayıyor. Kayan işlerin önemli bir bölümü teknoloji sayesinde, çoğalarak ve kısa sürede yapılabilecek işler. Bir diğer ilginç konu ise kayan işlerin çoğu İngilizce tabanlı. Kaydığı ülkelerin İngilizce dil sorunu yok ya da az.

İletişimin gözü kör olsun değil mi? Bazen insanların hayatında devrim niteliğinde önemli ve pozitif değişiklikler yapabiliyor. Tam tersinin olduğunu da unutmamak gerek.
Dil konusu son derece önemli. Gözlerimiz ve kulaklarımız tamamen Batıya çevrilmiş yaşadığımız için, ister istemez iş dünyasıyla ilgili gelişmeler Amerikan ve Avrupa  kaynaklı oluyor.

Gözden kaçırmaya gerek yok, off-shore gelişmeler tüm hızıyla Japonya’da da sürüyor.

Japonlar da kendi dillerini konuşan coğrafyaları tercih ediyorlar. Çin’in kuzey doğu bölgesinde Japonca yoğun olarak konuşuluyor. Birkaç Japon firmasının işlerini bu bölgeye kaydırdığı biliniyor.

Rusya’da da off-shore pazarı gelecek vaad ediyor. Bain and Co. Danışmanlık firmasının bir araştırmasına bakacak olursak 2006 yılına kadar Rusya’daki off-shore pazarı yüzde 45 büyüyecek.

Hindistan Bir Tane

Tabii kimse Hindistan’ın eline su dökemiyor. Hindistan 2006 yılına kadar yüzde 57 büyüme yakalaması beklenen bir pazar. Gelecek için yapılan tahminlere göre, Hindistan’ın rakipleri Malezya ve Çin.

Yapılan bir araştırmaya göre, Hindistan’daki operasyonların maliyeti, aynı düzeydeki Çin’deki operasyonların maliyetine göre yüzde 37 daha düşük. Aynı araştırma Hindistan’ın Malezya ile kıyaslandığında operasyonel maliyetlerin yüzde 17 daha düşük olduğunu gösteriyor.

HSBC tarafından yapılan maliyet araştırmalarından birinde, Hindistan-ABD telefon konuşmasının bir dakikasının son bir yıl içinde yüzde 80 gerilediğine dikkat çekiliyor.

Geleceğin off-shore ülkelerinden biri de Filipinler. Halen bu ülke önemli ölçüde yatırım çekme kapasitesine sahip. Ancak gelecek için gösterdiği potansiyel, daha çok işgücünden kaynaklanıyor.

Filipinler’de her yıl 300 bin taze kan iş dünyasına adım atıyor. Üniversiteden çıkmış bu deneyimsiz ama nitelikli ve İngilizce konuşabilen gençler önemli bir potansiyel.

Her yıl Hindistan’ın, yüzde 80’i İngilizce konuşabilen 2 milyon üniversite mezunu ürettiğine bakılacak olursa, Filipinler’in ya da bir başka ülkenin çok da şansı bulunmuyor.

Off-shore için iyi pazarlardan biri de Doğu Avrupa, Aslında bu coğrafya için daha temkinli davranıp, di’li geçmiş zaman da kullanılabilir. Doğu Avrupa pek çok büyük firma için cazip. Örneğin lojistik ve dağıtım firması DHL İngiltere’deki bilgi işlem merkezi ile İsviçre’deki operasyonunun bir bölümünü Prag’daki DHL merkezine kaydıracağını açıkladı.

Doğu Avrupa büyük firmalar için cazip olmakla birlikte, bu ülkelerdeki bürokrasi ve yolsuzluk pek çok kuruluşun kararlarını değiştirmesine neden oluyor. Doğu Avrupa’ya olumsuz yaklaşmanın bir başka nedeni ise bu ülkelerin çok yakın bir gelecekte AB tam üyesi olacak olmaları. AB tam üyeliği bu coğrafyadaki ücretleri diğer AB üyesi ülkelerin standardına doğru çekecek, ücretler şişip yabancı yatırımcı için cazibesini yitirecek. AB yasaları, yeni üyelere pek çok zorunluluk dayatacak ve bu ülkeler eski esnekliklerini kaybedecek. Tabii henüz kaybetmedilerse…

Gördüğünüz gibi bazen AB üyesi olmak işe yaramayabiliyor.

Düşük Katma Değerli İşler

İşleri off-shore ülkelere kaydıran ülkelerde yapılan mukayeseli araştırmalara baktığımızda ortaya çıkan manzara özetle şöyle; yüksek değerli ve kaliteli işler için off-shore’a iş kaydırmak aslında o kadar karlı bir operasyon değil. Ancak daha düşük nitelik gerektiren işler için off-shore en azından şimdilik bulunmaz nimet.

Off-shore operasyonların firmalar için önemi yalnızca insan emeğini ucuza satın almak değil.

Gün batımına göre operasyonlarını 24 saatlik dilimlerde birden fazla coğrafyada sürdürme olanağı bulan büyük firmalar bu sayede bazı çözümsüz konularda farklı yaratıcı fikirlerle karşılaşıp, değişik yaklaşımlar yakalayabiliyorlar. Bazı operasyonlar için rekabetçi fiyatlar alma olanağına da sahip oluyorlar. İlginç bir örnek American Express firmasının Hintli bilgisayarcılara 5 bin dolara hazırlattığı yazılımın Avrupa ya da ABD’deki maliyeti, milyon dolarlarla ifade ediliyor. Off-shore çalışma gelecekte demografik farklılıkları da ortadan kaldıracağa benziyor.

Off-shore operasyonları böyle ballandıra ballandıra anlatıp herkesin koşarak Hindistan’a gittiğini söylemek istemiyorum.

Bu tür operasyonların ömrünün sınırlı olacağını söyleyenlerin sayısı azımsanacak gibi değil. Kaldı ki bazı araştırmalar, HSBC- IBM- Intel vs gibi büyük firmaların oradan oraya insan kaynaklarını kaydırmasının göz boyadığını ancak gerçek rakamların bu kadar büyük olmadığını gösteriyor.

Amerikan firmalarının yüzde 3-4’lük bir diliminin operasyonlarını farklı coğrafyalarda yürüttüğü belirtiliyor. Tabii bu yüzde 3-4’lük dilimin bizim ekonomimizle kıyaslandığında büyük olduğunu kabul etmek zorundayız.

Bu arada her türlü işin kaymasının mümkün olmadığı, son dönemde hizmetlerde gözlenen hareketlenmenin bir sınırının bulunduğu söyleniyor. Örneğin otel, restaurant gibi hizmetleri kaydırmanın mümkün olmadığı bir gerçek.

Sorunlar da Var

Off-shore’da firmaların yaşadığı en önemli sorun, telefonu açtığınızda Hindistan’daki bir gencin karşınıza çıkması. Bir call center operasyonunda faydalanmaya kalkıp, Hint aksanıyla İngilizce konuşan biriyle karşılaşmak zaman zaman bazı şaşkınlıklara neden oluyor.

Ama en büyük şaşkınlık, Hindistan’daki bir gencin, ABD’nin Chicago kentinden sorulan bir soruya, “oralı” biri gibi yanıt verememesi… Bu tür sorunlar şimdilik ufak gibi görünse de farklı önlemler almak için yeterli olabiliyor.

Citigroup, ABD’de üniversitede okumakta olan 100 genci saati 17 dolara çalıştırdığı yeni bir operasyona geçti. Alternatif arayışları sürüyor, alternatifler de tükenmiyor. Şirketler maliyetlerini düşürüp karlarını artırabilmek için dokuz takla atıyor, atmaya da devam edecek.

Bazı firmalar da call center’ların yaptığı işleri iki kategoriye ayırmış. Daha nitelikli olan işlerle,  daha az nitelikli olanlar. İkinci grupta çalışanlara, kalıp olarak verilen yanıtlar ezberletiliyor. Bu kişiler sorulan sorulara kalıplar dahilinde yanıt verebiliyor. Ancak farklı sorular geldiğinde yanıt vermek güçleşiyor. Böyle zamanlarda devreye girecek olan daha nitelikli ve tabii daha az sayıda insanın istihdam edildiği gruplar söz konusu olabiliyor.

Sonuç Olarak

Dünya yeniden bir keşif dönemi yaşıyor. Türkiye’de bu dalga hiçbir zaman hissedilmiyor. Bizim bulunduğumuz yerden dünya dönmüyor gibi duruyor. Dönen, daha doğrusu debelenen yalnızca bizmişiz gibi…

Oysa tarih kitaplarında okuduğumuz kaşiflerin torunları, dedelerinin yüzyıllar önce  keşfettikleri yeni coğrafyaları döne döne keşfediyorlar.

Her seferinde bir başka ganimetle dönülüyor. 1800’lü yıllarda ipekler, baharatlar iş yapıyordu. Artık insan iş yapıyor.

Türkiye kendi içindeki iniş ve çıkışları dizginlemeye, mide ağrılarını gidermeye çabalarken, dünyada olup bitenler hızla sürüp gidiyor. Geleneksel iş kolları ve geleneksel anlayışların hepsi tarih oldu, oluyor. Biz hala eski kalıplar içinde, sorunlarımıza eskimiş metotlarla çözüm bulmaya çabalıyoruz.

AB’ye gireceğim diye tutturup, AB’nin içindeki değişimi fark edemiyoruz. Alınan kararların hiçbirini özümsemek bir yana, anlamak için takip etmiyoruz. Tabii bizim de haklı olduğumuz taraflar var. Yaşamak ve ayakta kalmak için uğraşmak gibi zorunluluğumuz bulunan temel gereksinimler dururken, başka uygarlıkların yaşadığı bilmem kaçıncı keşiflere serüven gözüyle bakıyoruz.

Ancak unutmamak gerekir ki, her keşif, binlerce yaşanmış deneyim ve ganimetle noktalanıyor. Türkiye’nin istediği seviyeye gelebilmesi için geleneksel kalıplar içinde çabalaması yetmiyor. Performansının üzerine çıkması kendisini aşması şart.

Biz hala off-shore diye bankacılık suistimallerini konuşalım, vergi cennetlerini ballandıra ballandıra anlatalım, ülkeler kendilerini hizmet off-shore’u haline getirmiş haberimiz olmuyor. Global insan arbitrajından konuşuluyor biz hala sattığımız ya da satın aldığımız mal ve hizmetlerin değerinde dolar, euro arbitrajını konuşuyoruz.

Türkiye’nin pek çok konuda kendini aşması gerekiyor. Eski söylemler bitti. Eski haberler de. Geriye ne mi kaldı? Bir koca belirsizlik ve değişkenlik içinde yaşamaktan başka hiçbir şey.

 

Paylaş