Kariyer Rehberi – Melkan Gürsel Tabanlıoğlu


Melkan Gürsel Tabanlıoğlu… Geçtiğimiz yıl Avrupa’da 40 yaş altı başarılı 40 mimar arasına girdi, bu yıl eşiyle birlikte Ortadoğu’nun en iyi mimarlarından biri ünvanını aldı. Eski Cumhurbaşkanlarından Cemal Gürsel’in torunu, AKM’nin mimari olarak tanıdığımız ancak Türkiye’ye önemli eserler kazandırmış başarılı mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun gelini, ortağı olmasa rakibi olacak mimar Murat Tabanlıoğlu’yla evli, bir kız çocuğu annesi… “Geçmişte işkoliktim, normalleştim” diyor. Birbiri ardına alınan ödüller yalnızca yetenekle değil, belli ki ancak çok çalışmayla oluyor.

Yaprak Özer: Size irice bir KOBİ diyebiliriz herhalde, kaç kişi çalışıyor ofisinizde?

Melkan Tabanlıoğlu: Biz şu an 100 kişilik bir ofisiz. Bundan 7-8 yıl önce 20 kişiydik.

Yaprak Özer: Bir mimarlık ofisinin dinamiğine bakınca de böyle bir büyüme olur mu, 100 kişi yetiyor mu?

Melkan Tabanlıoğlu: Kendi içimizde 5 tane stüdyo var, 5 ayrı stüdyo gibi çalışıyoruz. Her stüdyo da bir kaç tane proje yürütüyor. Biz de Murat’la birlikte onlara dizayn olarak liderlik ediyoruz. Tabi her ofisin çalışma stili birbirinden farklı ama biz seneler öncesinden itibaren bir taraftan mimarlık mesleğini son derece sanatkâr ve yaratıcı bulmakla birlikte çok da iyi bir organizasyonla birlikte gittiğinde bu işin hakikatten yürüdüğünü gördük. Bunlar büyük binalar sonuçta. Tek başını kendini idare eden sanat eserleri değil. Mimarlık bir sanat ama bunu iyi bir alt yapıyla birleştirdiğiniz zaman iyi işler ortaya çıkıyor, çünkü yaşayan mekanizmalar yapıyorsunuz. Bütün sistemlerini düşündüğünüz, onların iyi şekilde işler haline getirdiğiniz ve bunları dizaynla birleştirdiğiniz zaman esasında başarılı oluyor. O yüzden de iyi işleyen bir organizasyon gerekli.

Yaprak Özer: Eşiniz Murat Tabanlıoğlu ile ortaksınız. Nasıl bir görev tanımı ve ayrışması yaptınız aranızda? Siz işin hangi tarafındasınız, yönetimin ne kadar içindesiniz ya da tamamıyla işin sanat kısmıyla mı uğraşıyorsunuz?

Melkan Tabanlıoğlu: Bir kere çok dizaynın içindeyim. Ben de, Murat da… Aynı zamanda idari işler de bir taraftan bana bağlı gibi. Esasında ikimizde ilgileniyoruz ama şöyle bir gerçek de var bu 100 kişilik bir ofis ve sonuçta bunlarla da ilgilenmek zorundasınız. Bütün bunları organize etmek zorundasınız.

Yaprak Özer: Siz bu projelere imza atarken bunların psikolojisi, sosyolojisi, içinde bulunan kentin doğal dokusu tahmin ediyorum ki faklı uzmanlıklarla çalışmak durumunda kalıyorsunuz. İçinizde barındırdığınız bu 100 kişi hep mimar mıdır?

Melkan Tabanlıoğlu: Bizim esas projeyi yapan kişiler mimar ama bunun yanında bir proje yönetimi departmanı var. Bütün malzemeler, kullandığımız bütün ürünler için bize yol gösteriyorlar. Yine aynı şekilde daha işin sosyal yönünü araştırdığımız bir ekibimiz var. Fakat genel prensip şudur esasında her işin uzmanı vardır ve o işin uzmanlığını bir şekilde kullanırsınız o süreç içerisinde. Bu da her zaman içinizde barındırdığınız biri olmak durumunda da değildir.

Yaprak Özer: Peki nedir trendler? Ne görüyorsunuz? Tahmin ediyorum işe başladığınız zamanla bugün arasında her meslek de olduğu gibi farklar vardır. Siz de gözünüze çarpan değişimi bizimle paylaşır mısınız?

Melkan Tabanlıoğlu: Bizim Murat’ın babasından gelen bir geleneğimiz var. Hayati Tabanlıoğlu iyi bir mimardı. Devlet memuruyken, Bayındırlık Bakanlığı’nda çalışırken Atatürk Kültür Merkezi’ni yapmış. AKM birçok enternasyonal danışmanla yapılan bir bina. O yüzden de bu zamana kadar dayandı ve bir simge. Çok yıkılsın yıkılmasın tartışmaları oldu, yıkılmaması garantisi alındı, Anıtlar Kurulu tarafından onaylandı… O binayı da bina yapan sadece mimarisi değil mimarisiyle birlikte diğer bütün disiplinlerin koordine edilmesi. Çünkü bu güne kadar yaşamış bir bina, hizmet etmiş bir bina. Bizde o gelenek hala sürüyor. Biz hakikatten iyi danışmanlarla çalıştık. Bizim işverenlerimizin de bu danışmanlarla çalışması gerektiği konusunda yönlendirmeye çalıştık.

Yaprak Özer: Mimarlık bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir demek doğru bir yaklaşım mı?

Melkan Tabanlıoğlu: Bir şekilde bir yaşam biçiminiz olacak, bence orası kesin. O gerçekten önemli. Bir de o binayı kim kullanacak veya o kullanıcıların hakkında siz nasıl bir yaşam tasarlıyorsunuz bu konularda çok tutarlı olmak gerekli diye düşünüyorum. Çünkü bunu yaptığınızda yaşayanlar mutlu olduğu zaman o iş başarılı olmuş oluyor. Dışarıdan bakanlar mutlu olduğu zaman daha da başarılı olmuş oluyor.

Yaprak Özer: İlk üstü açık aışveriş merkezi, ilk loft, ilk modern sanat müzesi, ilk çevreci gökdelen… Her konuda uzman olmak mümkün mü? Mimarlıkta böyle bir şeyden söz edilebilir mi?

Melkan Tabanlıoğlu: Buna uzmanlık demeyelim, hissetmek diyelim. Çünkü saydığınız binaların hepsi aynı caddenin üzerinde. Büyükdere’de biz çok bina yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Şimdi 1-2 tane daha bina eklenecek, onlar da sürpriz olsun. Hepsi birbirinden esasında farklı yapılar. Baktığınız zaman Kanyon farklı, Loft farklı, onun arkasından şimdi Saphirre yükseliyor o farklı. Dediğim gibi çok çeşitli faklı isteklere faklı taleplere bir şekilde ayak uydurması lazım binaların. Çünkü sonuçta bunlar hem iyi binalar olmak zorunda hem de yaşayan, ticari bir yönü de olmak zorunda.

Yaprak Özer: Eşinizle evli olmasaydınız rakip olur muydunuz?

Melkan Tabanlıoğlu: Mukayese etmek gibi bir şey yapamam. Biz bu işe birlikte başladık. Murat babasıyla başlamıştı sonra ben katıldım. Eğer bir şekilde kesişmeseydi ne olurdu onu tabii ki söylemesi çok zor. Sonunda ne olurdu bilmiyorum ama rakip olabilirdik. Birlikte çalışmak kolaydır. Aynı şekilde ikisini bir arada yürütmek çok kolay bir iş değil. Bugüne kadar iyi yürüttüğümüze inanıyorum. Bir de biz çok iş heyecanı olan kişileriz. Bayağı uzun zaman iş koliktik. Şimdi kızımız var 9 yaşında, ondan sonra bu konuda biraz daha akıllandığımıza inanıyorum. Zamanı farklı kullanmaya da başladık. Eskiden iş bitmezdi eve gidince, hala devam ederdi. Hatta arabaya bindiğimizde devam ederdi. Arabayı ayırdık. Dedik ki, biri müziğini dinlesin diğeri ne yapmak istiyorsa onu yapsın. Ondan sonra eve gittiğimizde otomatikman çocuğu dinliyorsunuz. Çünkü onunla bir zaman harcamanız çok önemli, onun gelişimi açısından. Zaten fazla iş konuştuğumuzda isyan başlıyor. O yüzden çocuğunuz sizi eğitiyor, siz çocuğunuzu eğitiyorsunuz derken daha akıllı bir şeye giriyorsunuz. Bence her zaman işi bir yerlerde kesmek lazım.

Yaprak Özer: İstanbul’da bir sürü dönüşüm projeleri var. Böyle tarihi bir dokuyu dönüştürmek çok kolay bir şey değil. Memnun musunuz, dönüşebiliyor muyuz ya da bir mimar gözüyle nasıl bakıyorsunuz?

Melkan Tabanlıoğlu: Ben dönüşümün çok natürel olanının taraftarıyım her zaman. Mesela Beyoğlu bizim aşağı yukarı 14 sene önce geldiğimiz bir bölge. 14 seneden bugüne baktığınız zaman Beyoğlu çok değişti ama çok sağlıklı değişti ve gelişti. Yanımızda bir işletme vardı o başka bir işletmeye dönüştü. Onun yanına biri geliyor vitamin bar açıyor. Öbürü caz kulübü açıyor vs. derken oradaki esasında yavaş yavaş ama çok kalıcı bir dönüşüme sahip oluyorsunuz. Eğer yapıyı değiştirirseniz o zaman binaları sadece dekor olarak bırakmış oluyorsunuz. Ben onlara karşıyım. İçindeki ruhu yaşayamıyor. Yeni fonksiyonlarına göre içindeki organizasyon buna izin vermiyor. O yüzden sadece bir cephe tutup unun içine bambaşka bir dünya koymak veya oradaki insanları apar topar bir yere yollayıp da hiç orayı bugüne kadar kullanmamış bir takım kişileri suni olarak getirmek o zaman işte hiçbir zaman yaşamayan yerler oluyor. Bakarsanız Talimhane bölgesi mesela uzun süre hiç birimiz şehirli olarak gitmedik sadece turistler gitti. Hâlbuki orası bir Beyoğlu gibi gelişseydi hepimiz oralarda olurduk. O zaman oraların kıymeti de daha fazla olurdu.

Yaprak Özer: Modern binalar yapıyorsunuz, birbirinden faklı konseptler geliştiriyorsunuz ama şehrin en eski bölgelerinden birinde oturuyorsunuz. Geçmişten kopmuyorsunuz. Nedense sizin de modern binada oturmanız gerekiyormuş gibi düşündüm.

Melkan Tabanlıoğlu: Ben eskiye karşı değilim, eskiyi taklit etmeye karşıyım. Eski bence çok güzel. Hangi dönemde yapılmışsa, o dönemde yaşamış ve bugün de korunmuş olması bence çok önemli. Biz galiba senelerce pek korumadığımız için şimdi eskiyi taklit edince bir şey yapmış zannediyoruz kendimizi. Her türlü meslek ileriyi hedefler. Hiç biri geriyi hedeflemez. Mimarlık mesleğinde de yapılan işe en büyük ihanet sonuçta eskiyi taklit etmek. Çünkü o zaten yapılmış, o bitmiş, o dönem kapanmış ama korumak çok önemli bir şey. Ben eski binaları çok seviyorum. Yaşadığım hem ev hem ofis ikisi de İstanbul’un en eski binaları. Ama yaparken bir şeyi geriye bakmıyorum, geriye bakılmamasını da düşünüyorum.

Paylaş